Arama

Popüler aramalar

‘’Öyleyse, balon patlar işte böyle‘’

Liderlik şansını böylesine elinin tersiyle iten bir Beşiktaş olamaz, olmamalı da, o tribünleri dolduran, 90 dakika boyunca takımını yürekten destekleyen taraftara yazık öncelikle... Karşındaki rakibin gücü belli zaten... Diyarbakırspor’un hem puan olarak, hem de kadro kalitesi bakımından oyunu kendi sahasında kabul etmesi ve kontrataklarla araya bir de gol sıkıştırmayı düşünmesinden daha normal bir şey olamazdı. Buna karşılık sen büyük Beşiktaş olarak ne yapıyorsun, önemli olun bu. Cevap; hiçbir şey...

Beşiktaş takımının erken bir gol atarak maçı koparma adına daha istekli, arzulu olması gerekiyordu, ama nafile... Savunması tamam, onların önündeki ikiliye de kimse bir söz söyleyemez. Ama o forvet hattının hali neydi öyle... Bitikler ordusu adeta... Nihat olsun, Yusuf olsun, Nobre olsun, ayakta duracak mecalleri yok, hepsi sınırsız formsuz. Bobo nerede, Ekrem’le neden başlanmıyor maça? Bunu anlamak mümkün değil. Dikkat edin, Beşiktaş’ın en net pozisyonu, maçın 87. dakikasında bu ikilinin katkılarıyla yaşandı. Kaldı ki Beşiktaş’ın şöyle bir lüksü de yok; İyi oynayanları bir maç sonrasına saklayayım düşüncesi, Beşiktaş için geçerli olmamalı. En iyi, en sağlıklı, en formda, en güçlü kimlerse, onları sürmelisin ki sahaya, istediğini koparıp alabilesin. Sen bir Barcelona, bir Manchester United değilsin ki kadro olarak... Savaşarak, mücadele ederek kazanabilirsin ancak, onun için de formda isimleri süreceksin sahaya...

Sürekli yan orta saçmalığı
Tamamen kontrolün altında geçen ilk 45 dakika boyunca Beşiktaş’ın forvetinde yer alan isimlerin çok daha gayretli, agresif ve üretmek olması gerekirdi. Ekstra bir şey yapan yoktu. Sıradan oyuncu gibilerdi. Siyah-Beyazlılar, oyunu tamamen rakip 18’e yıkıp, pozisyon zenginliği ve organizasyon çeşitliliği üretmesi gerekirken, ısrarla yan ortalara yüklenmesi şaşırtıcıydı. Çünkü duran toplar dışındaki böylesi yan toplarda etkili olabilen sahada Nobre’den başka bir ismin yok ki senin...

Bu ne rahatlık öyle beyler
Ayrıca son dönemde alınan galibiyetlerin getirdiği bir rehavet söz konusuydu sanki. ‘Nasıl olsa bu maçı da bir şekilde kazanırım’ rahatlığı şaşırtıcı biçimde kendini belli ediyordu. Sen erken bir gol bulamazsan rakibini cesaretlenirsin, direncini artırırsın, sonra da ‘ah’lar, ‘vah’lar arasında işte böyle 1 puana razı olursun. Artık kazanmak öyle kolay değil. Herkes savaşıyor. Buna karşın sen gereken her şeyi sahaya yansıtmazsan, balon böyle patlar. Kendi düşen ağlamaz.

05 Aralık 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu galibiyet moral olur‘’

Kimse kendini kandırmasın öncelikle... Böylesine bir galibiyetten ve gruptan lider çıkmanın garantilendiği bir 90 dakikadan sonra bunları söylediğim için kimse gücenmesin; kırılmasın. Ama sonuçta futbolun gerçekleri söz konusu... Fazla ağır kelimeleri tercih etmeden bazı gerçekleri dile getirmeyi yeğliyorum. Öncelikle, Fenerbahçe’nin ardından Galatasaray’ın da gruptan lider çıkması, Türk futbolu açısından çok önemli... Ancak Fenerbahçe’nin olduğu gibi, Galatasaray’ın da grubunda yer alan takımları ben rakip olarak görmüyorum. Asıl bundan sonrası önemli. Gerçek sınav bundan sonra başlıyor.Maça gelirsek; Galatasaray maçın başlarında oyun kurmakta epey zorlandı. Bunda, Panathinaikos’un hem Galatasaray’ı, hem de Rijkaard’ı yakından tanımasının rolü büyüktü. Her alanda basıp, pas yaptırmamak istediler. Ve bu da, Sarı-Kırmızılılar’ı sıkıntıya soktu.

Elano nasıl alkışlanır!
Aslında, temsilcimiz de rakibine üstünlüğünü kabul ettirmek için fazlaca bir çaba sarfetmedi. Bunda en büyük sıkıntı, Kewell ve Elano’nun oyunda neredeyse hiç olmamasıydı. Ve ağrıma giden en büyük olay, geldiği günden bu yana hiç ortada olmayan ve dün gece de yok olan Elano’nun, oyundan çıkarken taraftarlarca alkışlanmasıydı! Ayrıca Rijkaard’ı da bu konuda anlamak mümkün değil, herhalde sakatlanmasaydı 90 dakika bu kötü Elano’ya sabredecekti. Galatasaray’da en beğendiğim isimler, Mustafa Sarp ile Sabri Sarıoğlu’ydu. İkisi de iyi oyunları ve mücadeleciliğiyle ön plana çıktılar. Dün gecenin flaş isimleri onlardı. İnanılmaz enerjileriyle alkışlanmaları gerekir. Mehmet Topal da iyiydi. Ama anlayamadığım ve kabul edemediğim bir konuyu da dile getirmeden geçemeyeceğim. ‘Sakatım, beni değiştirin’ diye kenar yönetime işaret etti, ardından Gökhan Zan çıktı, onun yerinde görev yapmaya başladı ve hiçbir sorun da olmadı. Ya sakatlığı numaraydı ya da gerçekten Topal’ın bir sorunu var.

Gerçekleri de göz ardı etmeyelim
Arda her zamanki gibi çalışkandı ama bir kaptan, böylesine basit bir kart görmemeli. Çünkü Galatasaray gibi büyük bir kulübün kaptanlığı öyle kolay kolay kimseye verilmez, kıymetini bilmeli. Galatasaray’ın, 1-0’dan sonraki saldırması da anlamsızdı. Böylesine üst düzey bir takımın, istediği sonucu elde ettikten sonra kontrollü oyunu becerebilmesi gerekir. Sonuç olarak Galatasaray dün gece istediğini aldı, ama oyun olarak beni tatmin etmedi. Keita’nın kenarda oturması anlamsızdı. Kewell olabilir, Elano olabilir, ama Keita gibi bir oyuncun varsa, kesin onunla başlamak zorundasın.

04 Aralık 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI