Arama

Popüler aramalar

‘’Kararlar yerindeydi‘’

Kayserispor ile Fenerbahçe’nin 4. haftadaki mücadelesi adeta nefesleri kesti. Mücadelenin 25. dakikasında genç Okan, sağdan köşe çizgisiyle kale çizgisinin kesiştiği bölgede topu rakibinden kurtardığı anda yerde kaldı. Kuddusi, yardımcısının da uyarısıyla oyunu devam ettirdi. Bu tip pozisyonlar, ihlal yoksa sportmenlik dışı harekete girer. Yalnız, buradan şu uyarıyı yapmakta yarar var.

Okan, hepimizin beğenisini kazandı. Bu tip hareketlerden uzak kalmalı ve bence inandırıcılığını yitirmemeli. 34’te Kayserisporlu Hasan Ali, harika driplinglerle Fenerbahçe cezaalanına girdi. Lugano’nun ayağını uzattığını gördüğü anda da kendini yere bıraktı. Ancak Lugano, Hasan Ali’den daha çabuk ve kurnazca davranarak ayağını geriye çekince herhangi bir temas da olmadı. Hakem de aldatmaya yönelik hareketten dolayı bu oyuncuya doğru sarı kart gösterdi. 68’de Cangele, Fener cezaalanına Selçuk’la beraber girdiği pozisyonda yerde kaldı. İkili bir mücadeleydi ve fiziki olarak da iki oyuncunun birbirlerine temasları oldu. Daha önde kalan Cangele teması hissedince kendisini yere bıraktı. Oyunun devam kararı doğruydu. Cangele için de ayrı bir parantez açmak lazım. İyi bir oyuncu ancak hakemler için de bir o kadar zor. İkili mücadelelerin birçoğunda yerde kalıyor. 69’da Troisi, topla buluştuğu anda Cangele pasif ofsayt durumundaydı. Yardımcının, oyunu doğru bir şekilde devam ettirmesiyle Furkan’ın Kayserispor adına 2. golü geldi. Kuddusi Müftüoğlu, oyunun başından sonuna kadar hakimiyeti ve kontrolü elinde bulundurmayı başardı. Birkaç pozisyonda hatalı kararları olsa da genelde pozisyonlara yakınlığı ve oyunu devam ettirme isteği son derece olumluydu.

12 Eylül 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Abitoğlu'nun yorum farkı‘’

İnönü Stadı’nda, inanılmaz kötü bir zemininde oynanan maçta özellikle Bobo ve sezon başında çok tartışılan Ferrari dün geceye damga vurdular. Beşiktaşlı oyuncuların inanılmaz hırs ve isteğinin maçın zaman zaman bazı bölümlerinde öne çıktığını söyleyebiliriz. Hakemi zorlayacak çok kritik pozisyonların yaşanmadığı karşılaşmada en önemli pozisyon Ankaragücü aleyhine olan ofsayt pozisyonuydu. 13’te Ankaragücülü Meye, topla buluştuğu anda ofsayt bayrağı biraz da gecikmeli kalktı ve top da ağlarla buluştu. Bu tip şüpheli pozisyonlarda oyunun devam ettirilmesi hep tavsiye edilir. Kaldı ki Meye, İbrahim Toraman’la aynı hizadaydı. 18’de ise Uğur Uçar, Bobo’yu arkadan kucaklayıp tuttu, 48’de ise İsmail Köybaşı benzer pozisyonda Hürriyet’e aynı şekilde müdahelede bulundu. İkisi de doğru şekilde sarı kart gördüler. 52’de Başkent ekibinden Özgür, topa kayarak müdahale etmek istedi. Zamanlama hatası yaparak Guti’nin bileğine de dikkatsiz bir hareketi oldu. Net faul... Ancak hakemin gereksiz devam kararı bir anda seyirci baskısını da kendi aleyhine hissettirdi. Kamil Abitoğlu’nun kötü bir hakem olmadığını düşünüyorum. Fakat bazı maçlardaki pozisyonlara yapmış olduğu yorumları kendisinin çok tartışılmasına neden oluyor. Örneğin Nobre’nin ilk yarıda rakibine yapmış olduğu net sarı kartlık harekete sadece faul vermesi gibi... Bu duygusundan kurtulamadığı sürece tartışılmaya devam edeceğini bilmeli. Bu müsabakadaki skorun, maçın gidişatını kolaylaştırdığını da sözlerimize eklemeliyiz.

12 Eylül 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kesinlikle kırmızı kart!‘’

Maçın 16. dakikasında Arda’nın uzak köşede defansın arkasına sarkan Tuncay’a “alda, at” dercesine attığı topa tecrübeli oyuncunun yaptığı dengesiz vuruş, “Tuncay santrforda değil de kanatta oyuna başlasaydı” diye düşünmeme neden oldu. Koskoca Türk Milli Takımı’nın bir santrfor bulamadan oyuna başlaması gerçekten ilginç. 28. dakikada Belçika’nın yarattığı ilk atakta Servet, Van Buyten’i kontrol ederken zamanlama hatası yapınca topu ağlarımızda gördük. Emre’nin özellikle ilk yarıda her pozisyonda yerde kalıp faul beklemesi herkesi tahrik etti. İkinci yarıda millilerin biraz daha istekli olmaları 3 gol bulmamızı sağladı. Ancak defanstaki hatalar ve kaleci Onur’un ikinci goldeki hatası çok önemli bir dönemeçte pahalıya patlayabilirdi. Sloven hakemin oyunun kontrolünü karşılaşma boyunca elinde tutmaya çalıştığını gördüm. Genelde başarılı oldu diyebiliriz.

Oyunu oynatmaya yönelik düşüncesi, ufak tefek hareketlere düdük çalmayışı onun adına olumluydu. Ancak oyun dışı kalan Vincent Kompany’nin ilk sarı kartı gereksizdi. Hakemin en önemli hatası ise 30. dakikada Fellaini’nin, Arda’ya arkadan yaptığı çok sert harekete kırmızı vermesi gerekirken, sadece uyarı yapmasıydı.

08 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sonuca etki etmedi ama...‘’

Milli Takım kadrosu açıklandığında hafta içerisinde teknik heyete yönelik epey eleştiri yapıldı. Kadroya sakat ve formsuz oyuncuların davet edilmesi sonrasında da sahaya nasıl bir takımla çıkılacağı ise ayrı bir merak konusuydu. Formsuz Hakan Balta ve Nihat, sakat Sabri gibi isimlerle oyuna başladı Hiddink. Özellikle son iki yıldır müthiş bir çıkış yakalayıp biraz da sitem ederek kendisini bir anlamda milli takıma davet ettiren ama bunu haketmiş olan Ömer Erdoğan’ın kafasında direkten sekip kaleye giden topu Arda tamamladığında dakika 24’tü ve rakip ceza alanında yarattığımız ilk tehlikeydi. Hamit’in şapka çıkartılacak golüyle Milli Takım rahatladı. İlk yarısında seyir zevkinin ve kalitenin olmadığı maçın ikinci yarısında da değişen pek fazla bir şey yoktu. Kazak seyirciler, oyuncuları topla buluştuğunda yaptıkları tezahüratlarla maç heyecanını yaşatmaya çalıştı. Böylesine zayıf rakip karışısında Onur’un önemli kurtarışları herkese ders olmalı. Unutulmaması gerekir ki bundan sonraki rakipler daha güçlü.

Maçın genç Macar hakemi açısından ise kolay bir maç oldu. Kritik pozisyonların yaşanmaması, oyuncuların gayet iyi niyetli davranmaları hakem için ayrı bir şanstı. Çok koşarak çaldığı düdükler sonrasındaki hareketleri bazen farklı ve değişik yorumlara yol açtı. Köşe vuruşlarında ve duran toplar oyuna girmeden önceki hareketleri, özellikle de 47. dakikada Tuncay’ın rakip ceza alanı içerisinde yerde kalmasından sonra hızla penaltı noktasına doğru koşup kale vuruşu vermesi hakemlik becerisi ve kabiliyeti adına pek de olumlu değildi. Bu seviyede maç yöneten bir hakemin, gerek işaretlerinin gerekse de beden dilinin net bir şekilde anlaşılması gerekir.

04 Eylül 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maçı kokart yönetmiyor!‘’

Maçtan önce yapılan yorumlara şöyle bir baktım. Genelde hemen hemen çok kişinin vurgu yaptığı önemli noktalardan biri maçın seyircisiz oynanmasına ilişkindi. Bu tip seyircisiz maçlarda taraftar baskısı olmayınca, sahadaki oyuncular da daha dikkatli ve kontrollü olmak durumunda kalıyorlar. Bu da sahadaki hakemin işini bir hayli kolaylaştırıyor.

Saha dışından saha içine geçtiğimizde ise kaleci İlker’in henüz karşılaşmanın başında yaptığı hata hakemin işini daha da rahatlatmak için tuz-biber oldu diyebiliriz. Hakem Halis Özkahya boylu-poslu, yakışıklı, üstelik de FİFA kokartlı. Oyun içerisindeki pozisyonlara yapmış olduğu yorum farklılıkları illa ki olacaktır; fauldü, penaltıydı veya değildi gibi... Ama 36. dakikada yaptığı hatanın kurtarılır bir yönü yoktu. Bu dakikada Dixon aleyhine faul kararı veren Özkahya, ardından bu oyuncuyu yanına çağırdı. Onu uyarırken Fenerbahçeli futbolcular oyuna çabuk başlayıp tehlike yarattılar. Halis Özkahya, Dixon’la uğraşırken oyunun devam etmesini engelledi. Gol olsa kıyamet kopacaktı... Malesef iyi yorum ne kokarta, ne de yakışıklılığa bakmıyor!

Baroni’nin, Simpson’ın kendisinden kurtardığı topun ardından Avustralyalı oyuncuyu engellediği için gördüğü sarı kart doğruydu. 45+2’de oynama mesafesindeki topa Simpson ayağını uzattı ve dokundu. Üstelik tabanı ile değil, ayak içiyle idi. Verdiği endirekt serbest vuruş yanlıştı.

Maçın geneline baktığımızda kritik sayılabilecek tep pozisyon var. O da Manisaspor’un attığı ikinci golde, topun kale çizgisi üzerinden çevrilmesiydi. Karar doğru...

30 Ağustos 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaliteyi abarttık mı?‘’

Lig TV’nin yayın ihalesini almasının hemen sonrasında Erman Toroğlu’nun işine son verilmişti. Bu kararın ‘Türk futbolunun marka değerini yüksetmek’ ve Toroğlu’nun yorumlarıyla hakemler üzerinde oluşturduğu negatif etkiyi ortadan kaldırmak için alındığı uzun süre konuşulmuştu. Ancak Erman Toroğlu’nun yerine bu sezon başından itiraben aynı misyonu yüklenen ünlü Alman hakem Markus Merk’in kısa süre içindeki tavrı ve söylemleri başka bir gerçeği ortaya çıkardı. Merk’in maçlardan sonra hakemleri korumaya çalışır türdeki pozisyon analizleri, eyyam kokan yorumları akıllarda ‘acaba kaliteyi abarttık mı?’ sorusunun oluşmasına neden oldu. Merk’in özellikle bu hafta sonu Beşiktaş-Belediye maçında Ferrari’nin pozisyonuna devam demesi, Galatasaray-Bursa karşılaşmasında Volkan’ı atmayan hakem Abdullah Yılmaz’ı haklı bulması ve Trabzon-Fener mücadelesinde kendi ayağına takılan Colman’ın pozisyonundaki penaltıyı doğru olarak değerlendirmesi ünlü hakemin, ‘marka değerini arttırmak’ direktifiyle bilinçli olarak böyle hareket ettiği söylentilerinin yayılmasına sebep oldu.

İlk 2 hafta eyvah eyvah!
Şanlıurfa’da yaşarken maçlar, seminerler için İstanbul’a gelir, işim bitince de dönerdim. Çok şeyden haberim daha sonra olurdu. Çok da fazla ilgilenmez, merak da etmezdim. İstanbul’a yerleştikten sonra, çok kısa zamanda görüp ve duyduklarım karşısında şaşırmamak ne mümkün. Öncelikle herkes birbirinin peşinde. ‘Nasıl açık bulacağım?’ diye 24 saat tetikte bekliyorlar. İddiaların ardı arkası kesilmiyor, üretilen senaryolar, Hollywood filmlerine 10 basar! Doğruysa bunlar, neden kapalı kapılar ardında konuşulur? O zaman da ‘efendim bu iddiaların hepsi aslında doğru, ama delil olmayınca ne yapalım, çıkıp da konuşamıyoruz’ veya ‘konuşamıyorlarmış’ diye de çok kolay bir yol bulunmuş. Geçmişte ve bugün de birbirleriyle sorun yaşamış, kavgalı olanlar, eline fırsat geçince öylesine vuruyorlar ki, aynen ‘gebertircesine...’ Süper Lig başlayalı, daha iki hafta oldu, imdada Galatasaray yetişti. 2 mağlubiyet takımın reytingini az yukarı çekti. Aslantepe Stadı’nın içindeki büfelerden, localar için sağlanan menfaat ilişkilerine, transferlerden sağlanan komisyon paylarına kadar her şey konuşuldu.

Merk sanki MHK üyesi gibi...
Şimdi gözler Fenerbahçe’de.... Sipere yatmış, perşembe akşamını bekleyen o kadar çok kişi var ki; aynen sabırsızlanıyorlardır. Sözde futbolumuzun marka değerinin yükseltilmesine çalışılıyor. Rijkaard’ın Bursa maçından sonra, “Unutmayalım ki, geçen sezonun şampiyonuna karşı oynadık” şeklindeki mütevazı ve rakibe saygı içeren açıklamaları bile, alay konusu yapılırken, sormazlar mı değerimiz nasıl yükselecek diye?

Lig TV’nin yeni yorumcusu Markus Merk’in hakemlik kariyeri gerçekten mükemmel. Kendini dünyada kabul ettirmiş bir isim. İki haftadaki hakem ve pozisyon değerlendirmesine baktığımda ise aynen şuna benzetiyorum; Almanya’ya çalışmak için giden Türkler’in, döndüklerinde veya izine geldiklerinde orada yaşadıklarını anlatırken, etrafına toplanmış insanlar gibi seyrediyoruz kendisini. Merk, Merkez Hakem Kurulu üyesiymiş gibi pozisyonları, hakem lehine evirip çeviriyor. Bir güzel de süsleyip anlatıyor. ‘Merk böyle dediyse, tamam, olay bitmiştir’ oluyor. Üzerine de yorum yapmak yanlış düşüyor! Aynen bundan önceki Erman Toroğlu’nun durumu... Gerek oyuncular, gerek izleyenler için ‘Bakalım Erman hoca ne diyecek?’ gibi oldu, yaşananlar...

‘Acaba nereye gidiyoruz?’
İlk iki haftadaki hakemlerin performansları gerçekten çok kötü. Trabzon-Fenerbahçe maçında Lugano’nun yakın mesafedeki el pozisyonu için beş kişiye sorsan, üçü el, ikisi çarpma diyebilecek bir durumda, her görüşe saygı duyulur. Ama Sivas-Galatasaray karşılaşmasındaki hakemin genel performansına ‘iyi’ demek, Beşiktaş-Belediye mücadelesindeki Ferrari’nin pozisyonuna ‘penaltı değil, hatta hücum faul’ demek, Trabzon-Fenerbahçe maçındaki Colman’ın koşarken, kendi ayağına takılıp düşmesine verilen penaltıya ‘doğru’ demek, ehh pardon yani dedirtiyor! Sonuçta bunları görünce, ‘acaba nereye gidiyoruz?’ duygu ve düşüncesi insanın aklına geliyor doğrusu...

25 Ağustos 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’El de yoktu, penaltı da...‘’

Geçen sezon Şanlıurfa’daki kupa finali, arkasından ligin en son maçında karşılaşan iki takımın maçları tabiri yerindeyse nefes kesmişti. Bu sezon ligin ikinci haftasında karşı karşıya gelen bu iki takımın maçı da, geçen sezon bıraktığımız yerden aynı tempoda ve heyecanda devam etti. Seyir zevki yüksek olan bu karşılaşma için insanın aklından ‘keşke Fenerbahçe ve Trabzonspor bir sezonda iki defa değil de, en az 5-6 kez karşı karşıya gelseler’ diye geçmiyor değil. Çünkü heyecan, tempo ve bol pozisyon izlerken sahadaki futboldan müthiş keyif almak mümkün oluyor.

Hakem kontrolü sağladı
Bünyamin Gezer oyuna dikkatli başladı. Pozisyonlara yakınlığıyla, oyunu kontrolü altında tuttuğunu gördük. Bu noktada sormak istediğim bir şey var. Yalnız geçen sezondan devam eden bazı futbolcuların bileklerini ve parmaklarını bantla sardıklarını anladık da, Yattara’nın kulağındaki bant neyin nesi? Gerçekten merak ediyorum! Pozisyonlara gelince: Maçın en kritik pozisyonu Trabzonspor’un attığı birinci gol öncesinde yaşandı. Trabzonlu oyuncu çok yakın mesafeden topa vurdu. Lugano kendini, sağ kolunu göğsüne götürerek toptan saklamaya çalıştı. Bunu da yüzündeki mimiklerinden anlamak mümkündü. Top da gidip sol koluna çarptı. Normalde bir çarpma olarak değerlendirip, oyunu devam ettirecekken, hakemden gereksiz bir serbest vuruş kararı geldi. Atışın devamı da golle sonuçlandı. Gezer’in 70. dakikada çok ilginç bir karara daha imza attığını gördük.

Penaltı, hatalı karar
Colman, Fenerbahçe ceza alanına girip topla ilerlerken ayakları birbirine takılıp düştü. Yanındaki Gökhan Gönül’ün bu oyuncuya hiçbir teması yoktu. Çok ilginçtir ki pozisyonun dibindeki hakem, inanılmaz derecede hatalı kararla penaltı noktasını gösterdi. Bünyamin Gezer adına olumlu söyleyebileceğimiz bir şeyler varsa, oyunun tempolu ve hızlı geçmesine katkı sağlamış olmasıdır. Ancak oyunun tempolu ve hızlı geçmesine katkı sağlayan Bünyamin Gezer’in maç içerisindeki çok önemli kırılma anlarındaki hatalı kararları, maçın seyri ve skoruna etki etti. Bu kritik hatalar da onun adına gecenin olumsuz noktalanmasına neden oldu.

24 Ağustos 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Skandal yönetim‘’

Hakemin maç öncesi ile oyun başladıktan sonraki tavır ve hareketlerine bakıldığında, çok havalı, kendine aşırı güvenen ve mütevazi olmayan bir tarz ortaya koyan görüntüsü vardı. Örneğin; İvankov seremoni öncesi topa bakmak istediğinde ona topu vermeyişi gibi. Böyle davranırsanız da maç içerisinde bir pozisyon yaşanır, bütün karizmanız bir anda yerle bir olur. 45+1’de Volkan Şen topla oynarken, ayağı kayıp yere düştü. Bu arada topu da bilerek eliyle bir güzel tutup kendine çekti. Hakemin pozisyona mesafesi 10 metre. Volkan Şen eyvahlar içerisinde kafasını yere koyup, “Ben ne yaptım” diyor. Çünkü sarı kart göreceğinin farkında. Sadece o değil, Abdullah Yılmaz dışında statta bulunanlar ve televizyondaki izleyenlerin hepsi de bu hareketin sarı olduğunu biliyor. Volkan sarı kart görse, ikinci sarıdan oyun dışı kalacak, belki de Galatasaray lehine büyük bir avantaj oluşturabilecekti. Pozisyonun devamında Galatasaraylı oyuncular hakemin etrafını sardı ve haklı olarak “Volkan’a neden kart göstermediniz?” dediler biraz da abartılı şekilde. İtiraz sonrası Ayhan’ın kart görmesi dışında, bu kez de Milan Baros’un şovunu izlemeye başladık. Baros, Abdullah Yılmaz’ın arkası dönükken hızlı bir şekilde koşarak bilerek bir güzel omuz vurdu Yılmaz’a. Bunun karşılığı kırmızı olmalıydı. Ama etki altında kalan hakem sadece sarı gösterdi. Sonrasında eylemine devam eden Baros, hakemin arkadan yolunu tıkayıp boynuna el ense atar gibi bir hareket daha yaptı. Hakem Baros’un bu hareketine de sadece bakarak geçiştirdi. İkinci yarıda tamamen kontrolü elinden kaçıran hakem, Bursa’nın ikinci golünden sonra biraz kendine geldi. 62. dakikada sarı kartı bulunan Ayhan, Batalla’ya arkadan öyle bir hareket yaptı ki %100 sarı. Ama hakem sadece faul verince, Ayhan da oyun dışı kalmaktan kurtuldu. Sonuçta hakem bu maçtaki genel görüntüsüyle böylesine zor karşılaşmalarda sıkıntı yaşayacağını gösterdi.

23 Ağustos 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI