Arama

Popüler aramalar

‘’Yine mi hakem!‘’

Memlekette her şey ters! Tribündeki taraftar kulüp yönetmeye kalkışıp, yönetim göndermeye veya getirmeye uğraşıyor. Hakemlik yetenekleri sınırlı adamlar, üstelik futbolun ‘f’ harfinden habersizken hakemliğe soyunuyor. İstanbul kalkmış gidiyor, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın haberi olmuyor...İmam-cemaat misali futbolcular da hakeme uydu, beceriksizlik gösterileri bolca örneklendi. Öylesine pozisyon yanlışları, pas hataları oldu ki, belki top bile şapşallaştı gideceği yere gidemedi.Hasan Şaş iyi başladı, lokum gibi iki pas attı, olmadı. Baktı olmadı, kendisi gitti ve attı: 1-0. Denizlispor orta alanı daha akılcı kullanıyor. Kullanıyor da ceza alanı civarında etkisiz. Sebep Ömer Rıza’nın yalnızlığı... Savunma, orta alan kalabalığı, Yusuf ustalığı maçı dengeledi. Zaten devre de öyle bitti.İkinci yarı Horoz’un daha yürekli ve önde savaştığını görüyorum. Fatih ve Yusuf, Ömer Rıza’ya daha yakın. Diğerleri de onlara. Beraber gidip dönüyorlar. Galatasaray mı? Aynı tempo ve dağınıklık. Pozisyon yok mu peki? Olmaz mı, elbette var. Var da, mesela Hakan’ın artık klasikleşen karşı karşıya kaçırma illeti yine depreşti. Kaçtı. Sonra Song da çizgiden dışarı aşırdı. Maçın renksizlerinden Mikka çaktı, direkten döndü. Az sonra ağır çekim sanki yine aynı yerden vurdu, fakat bu kez talimli ya! 1-1Aynı yerden aynı pozisyonu iki kere üst üste veren savunmaya aferin, bir kamyon gol kaçıranlara da bravo! Maç biterken Dereli iyice dağıldı, Galatasaray da sayesinde zaten dağılmıştı. Becerdi yani!

23 Ekim 2005, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Harrington Kupası!‘’

Murat Özaydınlı, Savaş Ay’a sitem etmiş “Müzedeki en büyük kupamız Balkan değil, Harrington Kupası’dır” diye. İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı, Cumhuriyet ilan edilmeden 4 ay önce kendi adına bir turnuva düzenliyor. Tekrarı mümkün olmayan bu kupayı da Fenerbahçe kazanıyor. Britanya’da belki de ‘Harrington Kupası’nı’ kaybetme üzüntüsüyle her sene anma törenleri düzenleniyor. Harrington Kupası yanında, UEFA, Süper Kupa’nın lafı mı olur. Hımmm... Demek ki, Fenerbahçe’yi daha sonraki tüm Avrupa turnuvalarında başarısız kılan neden, Harrington Kupası’nı kazanma rehaveti.Oysa Fenerbahçe’nin Harrington Kupası zaferi havasından çıkması şart. Başka? Yerli hakem şemsiyesi altından da çıkması şart. Lüksemburg’lu hakeme vuran vurana. Oysa Nobre’nin rakibine basan sol koluna ‘zırt’ diye düdüğünü çalsa ne olacaktı? Senelerdir yazıyorum, Avrupa kupalarında başarı için hakemlerimizin çağdaş yönetim ilkelerini yakalaması ‘olmazsa olmaz’ zorunluluk artık. Özellikle Fenerbahçe oyunlarında. Aksi halde kendi mahallesinde bekçi nasılsa tanıdık diye her türlü kabadayılığı yapan gencin, yabancı semtte gerçekle burun buruna gelince yaşadığı şoktan farksız olur vaziyet. Öyle de oluyor zaten. Erol Ersoy, Selçuk Dereli, İsmet Arzuman, Cem Papila gibi hakemlerimiz Sarı-Lacivertliler’in Avrupa oyunlarını yönetse sorun kalmaz. Kalmaz da, bu yönetmeliklerle imkansız. Her derde deva bulan Aziz Yıldırım da, bu işte çaresiz kalmakta ne yazık ki...Harrinton Kupası’nı aşmanın yolu, yerli hakemlerin Avrupa standartlarını yakalamasından, (Özelikle Kadıköy’de) geçer.Başka? Daum oyunun gidişatına daha erken ve doğru müdahale etmeli. Tuncay’ın oyuna giriş saati, kalkmış bir trenin peşinden koşmaktan farksızdı. Fenerbahçeli sporcuların yakaladığı imrenilesi ‘Fenerji’ ilkesini ziyan etmemeli Alman Hoca ve yerli düdükler.Türkiye’nin Fenerbahçe’si Harrington Kupası’ndan çok daha popüler ve önemlilerine layık. Nerede 1923, nerede 2005... O büyük kupayı anımsamak için taraftar tarih kitapları okuyup, ille de müzeye mi gitmeli?Bu arada ülkenin en çağdaş ve güzel spor müzesi, camiaya hayırlı ve kutlu olsun. Darısı diğer kulüplerin başına.Galatasaray, borçlarından kurtulmak amacıyla Riva arazisini satmaya karar vermiş. Şu dönem için yanlış tercih. Neden? 3’üncü köprü Arnavutköy-Vaniköy arasında yapılmaz. Yukarıya, daha kuzeye yapılır. Niçin? Çünkü oralarda köprünün bağlantı yolları çoktaaan yapıldı bile. O civarı şöyle dolaşın ve haklı mıyım, haksız mıyım bakın. İşte o zaman Riva öyle kıymetlenir, öyle kıymetlenir ki, Galatasaray sorumluları araziyi erken sattıkları için başlarını taştan taşa vurur, duayen bedduaları da cabası olur.Bu arada Gerets ve futbolcuları kolay gözüken zor bir oyuna çıkacak bugün. Denizlispor’un konumu ve sakatlarla cezalılarının durumu doğru ölçek değil. Genç, tempolu ve mücadele eden bir güç çıkacak Galatasaray karşısına.

22 Ekim 2005, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’A.S.Y. olsun!‘’

Peki ‘A.S.Y.’ ne alaka? Açıklayacağım. Hakan Bilal Kutlualp, “Esas suçum ‘Bu transferleri başkan yaptı’ demeyişimdir” demiş. Söylemlerinden, Yıldırım’ın yapılanları paylaşmaktan pek hoşlanmadığı anlaşılıyor. Ehhh Başkan’ın üretim ve hizmetlerini inkar edenin iki eli yanına gelmez. Her platformda maşallahı var maşallah! Faruk Süren ve ekibinin, 12 milyon dolara mukavvadan maket yaptırdığı yerde, Aziz Yıldırım aynı paraya, bir futbol mabedi yaptı. Öyleyse neden A.S.Y. olmasın Kadıköy’deki muhteşem stadın adı?‘Uymaz’ mı dediniz! Nasıl uymaz? Buyrun; ‘Aziz. Sayın. Yıldırım.’ Ne oldu? Tamam biraz zorlama oldu. Ama büyük harfleri bırakın, noktaları da, bakın A.S.Y. Zamanla nasılsa Yıldırım adı, tesislerden birine yazılacak. Zaten ‘Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak’ sloganı da var. A.S.Y. adının da şimdiden kayda geçirilmiş olmasında sakınca var mı?Futbol bir oyun, açılımı ayak topu. Yani? İcra edilmesi için bir top ve iki ayağa ihtiyaç var. Sağlıklı bir beden ve beyine de!.. Sağlıklı beden ve beyin sahipleri neye dikkat edecek? Ayaklarının sağlıklı olmasına! Kırmayacaklar! Uzun zaman yedek kalan Yılmaz’ı doldurup sahaya salan Yanal, Güven’in ayağı kırıldıktan sonra dahi, hırslarına ‘Dur!’ diyememiş, Denizli halkının sabrını test etmiştir. Yılmaz’a pet şişe atmış bir vekil. Bu olayın manşetlere taşınıp, sahadaki genç çocuğun dramının, Ersun ve Yılmaz yanlışının arka plana itilmesi, Türkiye’nin her platformda neden bu hale geldiğinin en güzel göstergesidir.Bu arada Galatasaraylı Song ve Beşiktaşlı Mustafa’nın da daha özenli, dikkatli ve ille de insaflı olmaları gereğinin altını çizmek isterim.Millet Serdar Tatlı’nın sert yüz ifadesine takmış. Tatlı sanki Viyana’da bale eğitimi alıp, Londra’da centilmenlik mektebine gönderildi de yumuşayamadı, sert kaldı! Urfalı, hangi kültürü aldıysa onu yansıtacak elbette.Çoğunluğumuz ‘Nasılsın canım?’ zerafetiyle mi, yoksa ‘N’ber lan hayvanoğlu hayvan!’ seslenişi ezikliğiyle mi yetiştik? Ha!

19 Ekim 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şahane Sivas...‘’

Bizlerin pek anlamadığı bu realiteyi, futbolcuları iyi öğrenmiş! Hepsi bu.Gençlerbirliği ne vaziyette? Sıkıntılı. Bu vaziyetin en belirgin sorumlusu Ayman sanki. Tamam iyi futbolcu. Üstelik lider vasıfları da var. Ama dün sadece Gençlerbirliği değil sahanında en uyumsuz, gergin, pas hatası rekortmeni futbolcusuydu. Eh... İmam camaat misali, gençler de O’na uydu. Ankaralı’lar geçmişte rakip ceza alanına girmekten korkar gibiydi, şimdi giriyor fakat iş üretemiyorlar. Uğur Boral zamanında top çıkarsa, çok şey değişecek. Değişecek de, nedense rakibinin göbeğinden de topu geçirme hevesinde. Bu işi başaran daha dünyaya gelmedi. Gelmez de zaten. Yani? Beyhude çaba.Sivasspor özellikle Hakkı ve Fransergio ikilisiyle neredeyse hatasız oynarken, Kırmızı-Siyahlı savunma yanlışa doyamadı. Forvetinin gol becerisi sınırlı, arka tarafının da kabahate amade olursa, yenilirsin. Ömer bile yetmez. Dünkü mesele bundan ibarettir.İsaac ve Mehmet Çakır geleceği olan yetenekli sporcular. Şu andaki vaziyetleri mi? İkisi de kontrolsuz güç! Ne yapacaklarının belli olacağı zamana kadar, Mesut Bakkal sabretmek zorunda. Çünkü başka alternetifinin olduğunu da sanmıyorum. Gençlerbirliği’nin şu hali, pozisyon değil, gol özürlü bir ekip manzarasıdır.Rakibindeki göbek gaflarını sezen Lorant, bu işlerin ustası Mehmet Yıldız’ı oyuna aldı ve henüz 60 saniye bile dolmadan, Yıldız tam meşrebine uygun golü attı. Daha da atardı ama olmadı.Sivas futbolumuzun ‘Saklı bahçesi’ dir. Sadece bakmayıp, görebilenler, güzelliklerin lezzetini yaşayabilirler.

17 Ekim 2005, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Villa konforu!‘’

Güzel bir ekim günü. Güneş pırıl pırıl. Gökyüzünde süs gibi mini mini bulutlar. Keyifli ve umutlu Kayserililer, Sarı-Kırmızılı taraftarlar... Şık formalarıyla futbolcular. Bembeyaz cıvıl cıvıl bir top. Serge Die’nin fosforlu pabuçları. Smokinlere bürünmüş gibi hakemler.‘Yeter be! Maça gir artık’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama sahadaki futbolcuların, Tatlı’nın başlama düdüğüne rağmen, tatsız tatsız durdukları yerde, ben nereye gireyim? Sütsüz sütlaç kıvamında bir futbol izledim ilk yarıda.Düşenler, kalkanlar. Merdivenden, hayır çimden kayanlar, yatanlar.Milli takımdaki Heinz, yere göğe konulamadı. Pekiii bu çocuğun iyi oynaması için, Çek takımının kalan 10 futbolcusunun da Kayseri’ye mi gelmesi lazımdı!Erciyesspor daha iyi pas yapıp, çabuk oynuyordu. Fakat bir kısım futbolcusu da yere sağlam basamıyordu. Mustafa Uğur, Japon mucizesiyle yapıştırsa nafile! Serge’nin hakkını yememeliyim. Fildişi Sahili çocuğu, futbola Fransız değil. Neden? ‘Nice’ eğitimi almış, belli. Aslan kanatsızdı. Sebep Gerets’in doğru savunma önlemleri alması. Bu sefer de hücum unutuldu ama!.. Necati kaçırdı. Az sonra affettirdi, seken topa Şükür yetişti: 1-0. Daha sevinirlerken, Galatasaray göbeği deprem yemiş avize gibi sallandı, Cenk ve 1-1, ilk yarının sonu.Altan, sonra Iliç, daha sonra Ergün... Topa ve gole yakın adamlar kalabalığı!.. Galatasaray tek puana sevinmeliyken, Şükür’le son anda 2-1’i buldu ve üç puanı aldı.Sonuç? Erciyes’in şansızlığı, Sarı-Kırmızılılar’ın şansıdır. Hepsi o!

16 Ekim 2005, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Cim Bom dikkat!‘’

Mustafa Uğur... Kayserispor’un her şeyiyle mükemmel savunma oyuncusuydu. Çok izledim. O günlerin parıltılarını günümüze taşımayı başaran, örnek ve başarılı bir spor adamıdır kendisi. Yani? Türkiyem’e lazım, adam gibi adamlardan biri. Bu performansta asla pes etmeyen, zirve hedefinden vazgeçmeyen, ciddiyetini elbette maddi-manevi emeğini esirgemeyen yönetim kurulu başkanı ve üyelerinin de büyük katkısı vardı kuşkusuz. Aynı başarıyı sezon başından itibaren yineleyen ve doğru futbol uygulamalarıyla, taraflı-tarafsız herkesin gönlünde taht kuran, saygı duyulan Erciyesspor, bilginin parasal değerlerden çok daha değerli ve gerekli olduğunu da örneklemektedir.Lider olmasına rağmen, nedense (!) güven vermeyen Galatasaray, gündüz maçından karanlığa bürünmeden sıyrılmak isteyecek elbette... Kolay mı? Değil. Savunma anlayışından taviz vermeyen, teknik kapasitesi üst düzey çabuk adamlarıyla, özellikle deplasmanda golü rahat bulan ev sahibi, konuklarının kapanan savunma kilitlerini açmakta sıkıntı çekmekte Kayseri’de.Sarı-Kırmızılılar, Erciyespor hücum alanlarını sınırlayamaz, açılır-saçılırsa ekstra fatura ödeyebilir. Daha önce deneyenler hep ödedi de!

15 Ekim 2005, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Derdiniz ne?‘’

Galatasaray’a gerçek anlamda yardımcı olmak mı? Yoksa iyiden iyiye ortalığı karıştırmak mı? Hele hele Ali Dürüst... Sarı-Kırmızılı yönetimin potlarını soruşturmaktan sorumlu nöbetçi savcı gibi!Geçenlerde sormuştum. ‘Bunca yıl yöneticilik yaptın. Eğer kulüpten 100 bin dolar alacağın varsa, ben vereceğim...’ diye. Cevap yok. Çünkü verdiği para da yok. Ne güzel şey! Hiç riske girme. Alp Yalman ve ekibinin kurduğu altyapının üzerine kon. Sonra her seçim döneminde para veren, transferin kralını yapan gönüllüleri de, mektepliler marifetiyle temizle. Faruk Süren’le el ele kulübü batma noktasına getir. Git. Ama her taşın altından da çık. Bu nasıl Galatasaraylılık? Ben anlamadım.Oysa cevap verilmesi gereken konular var. Kongre üyeleri sizi el kaldırıp akladı. Akladı da, muhasebe hesapları paklandı mı? Hayır. Mesela karton projeye verilen 12 milyon dolar. Ne oldu Kanadalı Mimar Jack Brisbin? Uçtu mu! Üstelik dolarlarla beraber. Kemal Onar, Necdet Çobanlı, Taner Aşkın ağabeyler konuştuğunda, sırıtıyordunuz kurul halinde. Ama onlar ve onlar gibi düşünenler, bıraktığınız eserin haline gülmüyor, ağlıyorlar.UEFA Şampiyonluğu’nu herşeyiyle yüzünüze gözünüze bulaştırdınız. Milyonlarca dolar geliri çar çur etmeye ne hakkınız vardı? Taraftarın sevincini kursağında bıraktığınız İstanbulspor maçı unutuldu mu zannedersiniz? Galatasaray’ın boşvermişliğinden küme düşen diğerinin hakkını kim ödeyecek? Aykut Kocaman da elle atılan gol sebebiyle değil, o gün ne hak yere küme düşen rakibine reva görülen haksızlık sebebiyle “Teknik direktörlüğü bıraktım” diyebilecekti ki, ‘Ne doğru ne dürüst adammış’ denilsin. Adalet sadece kendi canı yandığında dağil, başkalarının da canı yandığında aranmalı.Ali Dürüst, Cayman Adaları’ndaki kuruluşları, şirketleri anlatsın hele. Haaa... Uzakdoğu’dan stadyum gemiye yüklenmiş, yola çıkmıştı. Ne oldu? Geçenler de Hint Okyanusu sahillerinde kıyıya vurmuş koltuk, büfe, sosis, salam, boş şişeler ve kalaslara rastlanmış! Acaba sizin yoldaki stadın enkazı mı? Hımmm demek ki Uzakdoğu menşeli tribünleriniz tsunamiye kurban gitti. Peki, kulübün paraları nereye kurban gitti? Adamlara parayı peşin mi ödemiştiniz? Bu arada da Fenerbahçe’nin Stadı yapıldı bitti. Sonra; “Biz Fenerbahçe’den ilerideyiz” Evet ileridesiniz. Boğazın ötesinde, sadece birkaç kilometre!Nihat Özdemir de Fenerbahçe’nin yeni Çavuşoğlu versiyonudur. Her lafın altından çıkmakta. ‘Bizi örnek alın’ demiş. Neyinizi örnek alsın Galatasaray?Tamam. Bazı kulvarlarda Galatasaray’ı geçtiniz. Gürsoy doğru söyledi. Ama esas ihtisas sahibi olduğunuz kulvarlarda sizi yakalamak mümkün mü?

12 Ekim 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ramazan münasebetiyle!‘’

“Fenerbahçe bizi geçti” söylemi de, herkesin! Düşündüğünü paylaşmak suç mu? Gürsoy aynı duyguları paylaşan ama susanların sesi oldu sadece.Galatasaray ‘Battı, batıyor’ diye yazmayan kaç kişi kaldı? Kendi aralarında her şeyi konuşan hatta daha da ileri gidenler, medya karşısında ‘Galatasaray’ın büyüklüğü....’ diye başlıyor ve sallıyor da sallıyor. Osmanlı İmparatorluğu da aynen böyle batmıştı. Ne olduğunu, olacağını görmek istemeyen palavracılar yüzünden.Şu andaki vaziyete bakınız. Hangi aklı başında insan, “Galatasaray, Fenerbahçe’nin önünde” diyebilir? Sarı-Lacivertliler her platformda büyük atakta. Ya Galatasaraylılar? Bakmakta. Üzerine de bol bol dedikodu yapmakta. Ne için? Yönetimin işini bitirmek için. Projeler üreten, ‘dayanışma sağlayıp, sinerji oluşturalım’ diyen var mı? Herkes birbirini yemenin peşinde.Kurumlar aynen devletler gibidir. Var oldukları müddetçe yarışırlar. Herkesin rakibi boyuna göre. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş da amansız çekişme içinde olan büyük kurumlar. Zaman zaman birinin, diğerlerinin önüne geçmesinden daha doğal ne olabilir? Gürsoy günün şartlarını işaret etmiş, belki de uyanması gerekenleri uyandırmıştır. Bu söylem kötü niyetlerin kusulması fırsatı için değil, akılların başa gelmesi adına çok da yararlıdır aslında. Kurumların suskun pısırıklara değil, düşündüğünü söyleyen ve yürekli insanlara gereksinimi var, daha iyi yarınlar için.En büyük tepkiyi kulübü bu vaziyete getirenler vermiş! Güldüm. Hallerini neye benzettim biliyor musunuz? Eski Türk filmlerinin aktörlerine!.. Senaryo gereği zengin çocuğu, salaklıkları yüzünden çulsuz kalmıştır. Gerçeği yüzüne vuran dostuna haykırır; “N’ayır, n’ayır... N’olamaz. Ben üstü başı dökülen, beş parasız ama geçmişi ve ruhu zengin bir insanım.” Arkadaşı hüzün içinde bakar... Çaresizce susar. Cevabı ben vereyim... ‘Tamam ruhun zengin ama ya vaziyetin? Bitik be birader!’Özhan Canaydın kucağında öyle bir Galatasaray kasası buldu ki, kendisi bile inanamadı. Günümüz vaziyetinde elbette sorumluluğu var. Var da eskilerin resmen suçu var. Halı altına süpürülen pisliklerin bir gün ortaya çıkması kaçınılmazdı. İşte yaşandı.Ben dahi duruma vakıf olup, ‘Özhan ağabey, başkan adayı olmakla büyük hata yapıyorsun. Geç kaldın!’ diye yazdım. İnat etti geldi. ‘Bu profesyonel kadrolarla, başarılı olman mümkün değil’ diye de yazdım. Direndi devam etti. Ediyor.Gürsoy’un bu yürekli söylemi, bazı şeyleri değiştirir mi? Belki!

10 Ekim 2005, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI