‘’Sinsi bunlar sinsi!‘’
Henüz ilk dakikalar, Galatasaray çökelek gibi çökmüş üzerlerine. Taç atışı esnası, İsviçreliler’in yedek kulübesinden bir top yuvarlandı içeri. Neden? Sion savunması yerleşmemişti çünkü! Hakem oyunu kesti ve atış tekrarlandı. Aynı ince ayarlarla Milli Takımımız’ı yiyenler, yine iş başında(!) Sinsi bunlar sinsi!
Arda savunmalarını adeta grogi hale getirdi ve işi Lincoln, Karan muhabbeti bitirdi: 1-0. Biraz sonra da Şükür yine Karan’a bıraktı ve Germano adeta portmanto oldu! As asabildiğin kadar 2-0. Ehhh... İki Ümit golü sonrası Sionlular’ın korkuları da geçti, rahatladılar!
İsviçreliler inekleri üçüz doğursa, süt bolluğu ve çikolata bereketi nedeniyle bayram ederdi. Kalecileri doğurunca üzüldü! Evet Lincoln şahane vuruyor ve üçüzleri de oluyor. Dakika henüz 37 ve 3-0. Galatasaray kır bahçesinde, bebek arabasıyla dolaşan mutlu baba rahatlığındadır artık.
Dün gece Beşiktaş maçının Sağlam’ı tribüne gönderen Hollandalı’sı olsaydı, sanırım Sion teknik direktörünü asardı! Adam pilli bebek gibi zıpladı durdu.
Teskereci olması nedeni acaba yine Galatasaray mı olacak? Aslına bakarsanız tur geçememe endişem hiç olmadı da, üzüntüm Türkiye’nin kaybettiği UEFA puanları nedeniyleydi.
Cim Bom, ikinci yarıya da kendinden emin başlıyor, ciddiyetini de koruyor. Uğur, Barış, Volkan, Arda gibi gençler de şahane oynuyor.
Bu saatten sonra hiçbir endişem olmadığını, aksi halde yazımı yiyeceğimi beyan eder, Hakan o iki gol pozisyonunu nasıl kaçırdı? Düşünmek için izninizle tefekküre dalmak isterim...
Hadi bana eyvallah!
‘’Kabahat kimde?‘’
Yaşanan kimi tatsızlıklar sonrası sorarız ya: ‘Kabahat kimde?’ En sıcak cevaplardan biri de şöyle olmalı: ‘Kabahat seni sevende!’ Galatasaray derbi gününe, sevgiden kaynaklanan kabahatler ve ceza uygulamalarıyla başladı. Almanlar’ın ne denli kuralcı olduğunu biliyoruz. Ama Galatasaray’da yıllardır süregelen işleyişi de iyi biliyoruz. En görkemli başarıların yaşandığı dönem, Florya’nın gerilim yüklü bir hazırlık standı olmadığı günlerdir.
Mustafa Denizli zamanı ‘Köylü Yusuf’ Florya tesislerine davet etmişti. Bilardo salonunda oturuyoruz, az sonra Denizli geldi. Selam verip, bir başka koltukta oturdu ve sonra gitti. Tedirgin olmuştum açıkçası. Fenerbahçe maçı vardı ertesi gün. Daha sonra Denizli’ye bu olayı anlattığımda şu cevabı verdi: “Sevgili Oğuz, ziyaretçi olduğunu öğrenince geldim. Ama baktım ki futbolcularım son derece mutlu. En ufak bir rahatsızlıkları yok. Bizim amacımız da onların huzurlu, stresten uzak olmalarını sağlamak değil mi? Eğer senden rahatsız olduklarını gözlemlesem, kampı terk etmen gerektiğini söylerdim. Fakat problem yoksa niçin kurcalayıp gerginlik yaratayım?”
Bir başka şık örnek de, Fatih Terim olmalı... O dönem sporcu ailelerinin buluşma ve mutluluk üretim merkezinden farksızdı Florya. Brezilyalı, Rumen, Türk aileler, çocuklar cirit atardı kampta. Mangal ziyafetleri, sohbetler, dertleri paylaşım, özveri, yani bir ekibi başarıya taşıyacak tüm olumlu unsurlar... Yıldızları bir araya toplamak mümkün ama bir takım oluşturmak çok zor. Galatasaray, Florya etkinlikleri ve hoşgörü ilkeleriyle aşmıştır bu tür engelleri. Kıymetini bilen ve doğru değerlendiren için bulunmaz bir huzur yuvasıdır Florya. Bu değerler mutlaka korunmalı, devam ettirilmeli.
Gözlemlediğim kadarıyla sıkıntının sorumlusu olarak Ahmet Akcan işaret edilecek. ‘Niçin kendisi uyarmadı da, Kalli’yi gerdi?’ diye de düşünülecek. İki sene önce Akcan’la Florya’da buluşmuş ve uzun uzun dertleşmiştik. Neden birinci adam olarak doğru anlamda değerlendirilmediği konusunda sıkıntılıydı. O gün dilimin ucuna kadar gelip de söyleyemediğimi şimdi söylemem gerek: İşte bunun için sevgili Ahmet! Cumartesi gecesini toz kaldırmadan, sorumluluk alıp, tek başına çözseydin, ‘birinci adam’ olma yolunda büyük bir adım atardın... Atamadın!
‘’Gestapo generali!‘’
II. Dünya Savaşı sonrası... Müttefik Divan-ı Harp, bir Gestapo generalini yargılıyor. Heyet sigarasını içerken, tiryaki olduğu belli Alman’a da ikram edilir. Kabul etmez general. Karar verilir: ‘Ölüm.’ Az sonra idam edilecek suçluya son sigarasını ikram ederler. Yine reddeder Alman ve ‘Burada sigara içilmez’ levhasını işaret eder.
Böyledir Almanlar... Kurallara son derece bağlı. Bu genetik yapı dün sabah devreye girince Kalli, muharebeyi kaybetmeyi göze alıp önemli silahlarından ikisini tribüne yolluyor. İşin özünde haklıdır da. Amaç harbin sonunda kazanmak değil mi? Üstelik Florya’da duvara asılı, Kalli kanunları belli. İki deneyimli yapmayacaktı. Sorun başka türlü çözülür müydü peki? Belki!
Galatasaray operasyonu, Beşiktaş’ın da kafasını karıştırmış gibi. Cim Bom daha iyi pas yapıyor. Konuk mu? Tutuk. İki pozisyonda Nobre’yi görseler, elini kolunu sallayıp gidecek, ama top başka adrese yollanıyor. Korner mi, değil mi? Dereli de süzemeyip, üç görülemeyen (!) bir araya gelince, ortaya çıkan Galatasaray golüdür. Hakanlar’ın, Balta olanı ve 1-0. Bu çocuk aslında zambak, zambak!
Beşiktaş, Marsilya’dan ders almış belli! Sertlik yerinde maşallah, ama ‘Topu yine ileride tutamıyorlar’ derken, Tello iyi çaktı 1-1, sonra Nonda ofsaytta kaldı ve ara!
İkinci yarı önce Yozgatlı, sonra Delgado var, Galatasaray mı? Aynı... Gol arıyor Arıkan’a takılıyor. Arda’ya yapılan penaltı, Nonda vurdu: 2-1. Son turfanda Topal ve Bouzid oyunda! Beşiktaş’ta da Higuain. Kalli galibiyeti koruyacak, Sağlam beraberliği kurtaracak. Alman’ın isteği gerçekleşti. Bitti.
İki büyükten çıkan küçük futbolun kazananı Galatasaray ve elbette Kalli...
‘’Terbiyesiz Hıncal Abi!‘’
Basın terbiyeli olur mu?... Olabilir mi?... Olması mümkün mü?... Olursa basın olur mu?’ demiş Hıncal Abi. Terbiyeli; toplum kurallarına göre hareket edecek biçimde eğitilmiş kimse...
İtaatkâr, saygılı, uyumlu, sessiz, çekingen demekmiş!
Terbiyesizlikse, başkaldırıymış...
Özgürlükmüş...
Terbiyeli insanlar, terfi ettirilmez, iyi bir para teklif edilmezmiş...
Terbiye insana düşünmeyi değil, düşünenin söylediğini yapmayı öğretirmiş.
Yani?
Terbiyesiz olunca, terfi ve para gırla!
Terbiyesizliği dört dörtlük uyguladıkları için Sportif Ekran Diva’sı ve Hıncal Abi hep başrollerde, nakit vaziyetleri de Allah bereketlerini artırsın, şahane.
Terbiyesiz Hıncal Abi ve Ahmet Çakar yükü götürecek, terbiyeliler de bakacak! Kimler mesela?
Öcal Uluç, Arif Kızılyalın, Tunç Kayacı, Tamer Bağlan, Metin Tükenmez, Basri Baykoç, Coşkun Özarı, Güven Taner, Ömer Üründül, Ercan Güven, Atilla Gökçe ve daha niceleri...
Saydığım isimler ve onlarca gazetecinin içinde ‘bir düşünenin’ söylediklerini yansıtan veya yapan bir ismin varolduğunu iddia edebilecek çıkar mı?
Affetsinler ‘terbiyesiz’ olduklarını söyleyebilecek var mı? Ahmet Çakar’ı haklı çıkarma uğraşı için, Hıncal Abi boyunca yanlışa batıyor.
Tekrarlıyorum ‘terbiyesiz’ sıfatını kişisel olarak asla kabullenmem.
Rıza gösterene de ‘Afiyet olsun’ der, ama bana yutturmaya çalışana da yediririm. Ahmet Çakar özür dileyecek ve iddia ettiği gibi adamsa, terbiyesizleri tek tek isim vererek ilan edecek. Bu sıfatı seven, beğenenlerle de yakıştırmasını paylaşacak.
Hıncal Abi penceresinden ‘terbiyesiz’ sözcüğü değerlendirmesine bakınca, bir başka gerçek daha ortaya çıkıyor...
Yıllarca yazdı ‘terbiye özürlü adam’ diye. Demek ki Efsane Başkan Ali Şen’i methediyor, yere göğe sığdıramıyor ama biz anlamıyormuşuz (!).
Cin Nuri annesine soruyor, “Babam akşam sana ne yapıyordu?” “Dövüyordu oğlum!” “Hmmm! Demek ki hizmetçiyi de hep merdiven altında dövüyor!”
Hıncal Abi’nin ‘terbiyesiz’ yaklaşımıyla, Cin Nuri’nin babasının dayak anlayışının pek farkı olmadığını düşünüyor, bu türü sevenlere ‘bravo!’ diyorum nokta.
‘’Sportif Ekran Diva'sı!‘’
Canım sıkıldı, Sportif Ekran Diva’sı röportajını okuduğumda. Görüşleri kendisini bağlar, ama camiayla ilgili sallama meraklılarını da bağlar. Mesleği ‘çok para’ hırsıyla ucuzlatanlar, üzerine de herkesi kendisi gibi zannetmeyecek. Yani! ‘Şefaatinizden vazgeçtik, mezarımızdan taş çalmayın yeter’ demek sanırım en iyisi. Diva ve türleri sabah programlarına çıksa, hem daha fazla reyting yapar, hem de daha kalın nakit hamili olur.
Kişisel olarak ithamlarını kabul etmiyor, tespitlerini tamamen kendisine mal etmesini istiyorum. Herkesi kendisi gibi zanneden insan yapısının kire dönüşmüş, düşünceleriydi okuduğum. Bir insan nasıl bu hale gelir, çok da üzüldüm. Diva ilk tanıdığımda, asla böylesi defolu model değil, üstelik saygın biriydi. Şöhret ve nakit cazibesi fena halde kirletti. Yazık oldu. Hem kendisine, hem sıfatlarına, geçmiş mükemmel kariyerine vesaire vesaire...
Neyse, Diva ve benzerlerini kendi dünyalarında, layık olduklarıyla baş başa bırakalım ve başka konuları paylaşalım. Yöneticiler nasıl korkunç yabancı transferi cinayetleriyle kulüpleri katlediyorsa, TMOK de Olimpiyat Stadı marifetiyle milyonlarca doları katletmiştir. Kalli’nin sözleri çok anlamlı ‘Orada sadece güzel bir binanın fotoğrafları çekilebilir’ Enkazla ilgili her şey aklıma gelmişti de, fotoğraf çekimi hiç gelmemişti. Alman o yörede müthiş reklam çekimleri yapıldığını da hatırlatmış oldu. Ben dev bir yüzme havuzu haline getirilmesi ve rüzgârlı havalarda, ‘ki hep rüzgârlı hatta genelde fırtınalı’ yelken, fita, optimist yarışları, surf kursları açılması gibi etkinlikler düşünüyordum! Başka şey olamaz oralarda. Üzeri kapansın diyenler var... Evaze etek gibi açıldıkça açılmış bir yapıya, XX Large şapka bile olmaz. Yani stadın üzeri kapanamaz. Şu olabilir; rüzgâr kesen sistemi mesela. Karadeniz’den itibaren stada yaklaştıkça yükselen duvarlar. Bu duvarların arkası, İstanbul’da artık en bol bulunan atık madde olan, molozlarla(!) beslenecek ve Çin Seddi’ne benzeyen bir yapı daha elde edilecek. Başka önerisi olan?
‘’Protesto haftası!‘’
Siyah giyerek tepki vermek moda. Protesto haftası etkinliklerine siyah formalı Galatasaray’da uymuş! Üç gol atıp fiyakalarını bozan Sion’u mu protesto ettiler ne? Rüzgârlıydı hava. Bu vaziyet ilk yarı fırtınamsı duruma karşı oynayan ev sahibine yaradı, Cim Bom top kontrolünde sorun yaşadı. Kadir Özcan ‘Kale arkasına doğru vurun, o top döner içeri düşer‘ dedi belki! Çünkü top savruluyor, Orkun dışarı gitti diye bırakıyor ama melun yuvarlak kale alanına düşüveriyor. Bu şartlarda taktik maktik uğraşmayacak, paldır-güldür oynayacaksın. Kader güldürür belki!
Yıllardır söylüyorum ‘Burası su doldurulacak ve sörf, yelken, fita, mita merkezi olacak. Adını da Esençatı koyup Alaçatı’ya çağrışım yapacaksın ki, sosyete gelsin!’ Sutopu da oynanabilir ama ayak topu asla. Lincoln gibi adamın bile üç topu Marmara’ya, ikisi Yeşilköy’den kalkan uçağa doğru gitti. İnsan telafatı olmasa da, futbol telafatı oldu. Şaş’ın penaltısı sebebi, balon gibi uçup ceza alanına düşmesi, Karan’ın kaçırması da uçan topun denize düşüp kaybolması endişesidir. Sağlama aldı! Khalid’e tutanak mukabili, teslim etti.
Bouzid fena oynamadı. Hele bir topuk pası yaptı! Şahane. Cim Bom’un üç Hakan’ından bir gol çıkar mı diye beklerken, Karan öyle bir gol attı ki... Aman Yarabbim! Khalid bile ‘Yediğime değdi’ demiş, kaçan penaltının tutanağını yırtıp atmıştır 0-1... Berbat 90 dakikanın tek ışıltısı, bu estetik gösteri oldu.
Olimpiyat Stadı futbolun, mutbol olup dekatlonla, pentatlon arası uygulanması şeklidir. Bu nedenle sporcuları memnuniyetsiz kalıp eleştirmek haksızlık olur...
‘’Şok nedir şok?‘’
İlkokul öğrencisiyim, Sivil Savunma kursları moda. Sakarya İlkokulu binasındayız tüm mahalle. Görevli şoka girildiğinde yapılması gerekenleri uzun uzun anlattı ve ders bitti. Sobacı Eşref ağbi ayağa kalkıp söz istedi ve sordu ‘Şok nedir şok?’ O an görevli de şoka girince, şok’un ne olduğu anlaşılamadı! Neredeyse yarım asır sonra cevap İsviçre’den geldi. Sion attıkça anladım ki, sadece Galatasaray’lılar değil milletçe yaşadığımızın adına şok denir şok! İki kafa vuruşu, bir de Song kaidesi düzeltmesi... A aa! Şok-0 şey çok-0 amaaan 3-0 oluverdi.
Kalli... Hadi biz Mevlana hoş görüsüne aldandık, ya sen? Oynanmamış maçı kazandım zannetmek yakıştı mı? Carrusca’nın bıngıldağı henüz sertleşiyor! Konya ovasında idare etti ama ya dağ havasında? Hele hele Alp’lerde ayağı kaydı, dibe giderken mangayı da götürdü! Üzerine de Sion çığ gibi düştü. Haydi şimdi uğraş dur gün yüzüne çıkmak için. Galatasaray 3 yedikten sonra uyandı ancak! Devre Lincoln’un vuruşuyla 3-1 bitti. Orta alan teleme peyniri, savunma kevgir! Ayhan çare olursa İstanbul için ümit belirir mi? Ümit’in Karan olanı sahada belirdi! Volkan’dan çok güzel bir asist ve 3-2. Bastırıyor üç-üç-üç diye bizler mırıldanıyor, gurbetçi kahramanlarımız da yırtınıyor. İsviçre’liler ürktü, tempo yükseldi,oyun güzelleşti. Biz kaçırıyoruz, rakip kaçırıyor, insan merak ediyor ‘Galatasaray nasıl beceriyor da bu kadar çok pozisyon veriyor?’ Futbolcu kalitesi farkı çok, futbol icra farkı mı? Yok. Hatta lehlerine. Bloklar arası, uydu kentlerde dahi bu kadar boş değil be birader!
Çinkoyu onlar yaptı tombalaya devam!
‘’Elbette severim...‘’
Net TV’de yaptığımız programda dediler, “Sen Emre’yi seversin, bu nedenle yaptığına da ses etmezsin.” Emre’yi elbette severim. Çocuklarımı, ailemi, dostlarımı da severim, ama bu duygu, hata yaptıklarında eleştirmem gereğine mani değildir ki. Bizde karıştırılan şu; kendi çocuklarımıza uygulamaya kıyamadığımız infaz modellerini, başkalarının evlatlarına reva görüyoruz. Hele hele bu çocuklar toplumun tepe noktalarındaysa, onları alaşağı etmekten vahşice haz duyuyoruz. Bu hâl kıskançlık ve haset duygusunun bir farklı versiyonu da olabilir mi acaba?
Emre Belözoğlu yaşadığı baskı sonucu hatalı bir davranış yapmış, kendisine hiç de yakışmamıştır. Ona ceza vermesi gereken kurum TFF ve teknik direktörü olmalı. Ama cezayı medya kesmeye kalkarsa, otomatik olarak koruma duygusu devreye girer. Doğru analiz edilip, doğru yorumlanması gereken bir ruh hâli sahneledi Emre. Milli Takım kaptanlığına kadar yükselmiş bir gencin, toplumun büyük kesimince şık bulunmayan davranışına elbette hoşgörü penceresinden bakılmayacak, ama infaza da soyunulmayacak. Emre’nin bu tepkisi, öncelikle tıbbi tedavi gereğinin resmidir. Hep söylerim; çocuklarımızın kas yapısını, cüzdanını, üst başını, midesini besliyor, ama beyin zenginliğiyle ilgili hiçbir çaba göstermiyoruz. Sorun sadece Belözoğlu’nun değil, toplumun genel sorunu.
Herkesin, her işin infaz memurluğuna soyunduğu yerde, Emre de kendisine yapıldığını düşündüğü haksızlığın cezasını kesti aklınca! Oysa TFF bünyesinde sporcuların ruh hâlini inceleyecek, zaafiyetli olanları tedavi edecek birimler olmalı. En az teknik adamlar kadar önemli bir gruptur bu. Ama Ulusoy ve çevresi kendi kavgalarına dalıp, takımı Allah’a havale edince, Emre de ‘İş başa düştü’ dedi. İyi ki Pele’nin malum protestosunu denemedi!
Galatasaray bu kez herkesin beğenisini kazandı. Kalli kutlanmalı. Özellikle Uğur uçuyor adeta. Aynen soyadı gibi. Barış’a da maşallah. Fazla süslü püslü olmayan, ama futbol renklerinin tümünü sunan genç adam, Cim Bom’un ışıltılı geleceğinin neferlerinden biridir.
Dört ekibimize de başarılar diliyorum.