‘’Doğru komutanlık...‘’
Sinan’ın ceza sahası içinde ilk net pozisyonuna Maicon’un santrfor olarak oyuna girmesinden 1 dakika sonra girmesi bir tesadüf değil kuşkusuz. Galatasaray yüzde 70’lere yaklaşan bir topa sahip olmayla rakibe kaleyi bulan şut imkanı tanımadan oynuyordu. Ama net gol pozisyonu bulamıyordu. Pivot santrfor ihtiyacı açıktı. Elde olmayınca icat gerekiyordu. Oyundan çıkan Belhanda’nın önünde Sinan, Rodrigues, Onyekuru, iki kanatta Ömer ve Mariano varken oyunu organize edememesini yetersizliğinden mi oyunun iyi çizilmemesinde mi kaynaklanıyor? Tartışmaya açık. Ancak Terim’in hamleleri değil... Donk’un Maicon’un yanına 2. santrfor olarak oyuna girip maçı alması doğru komutanlık. Sezonun flaş takımı Antalya’nın, bu yorgun ve bunca risk alan rakibine karşı son saniye karambolü dışında pozisyon bulamadan maçı bitimesiyse yetersizlik.
Gecenin sorusu
Antalya kazansa an itibarıyla liderdi. İsabetli şut atamadan maçı bitirmeleri Galatasaray’ın savunma sorunlarının azaldığı anlamına mı gelir yoksa Antalya’nın yetersizliğine mi yorulur?
Maçın starı
Santrfor olarak oyuna girip maçı alan stoper/defansif orta sahaysanız maçın yıldızı ya siz olursunuz ya da sizi oraya o görevle gönderen... Heyecansız ve durgun maça Terim’in iki uzun savunmacıyı santrfora yollaması damga vurdu. Donk ya da Terim siz karar verin.
Maçın olayı
Muslera’nın maçın başında ceza sahası dışında Maicon’a yaptığı müdahaleyi Cüneyt Çakır göremedi. Peki VAR niye müdahale etmedi? Muhtemelen pozisyonun sarı kart gerektirdiğine karar verdiler. Sarı kartlara müdahele etme hakları olmadığı için uyarıda bulunmadılar. Herhalde!
Kısa mesaj
Sorun deplasman sorunu değil...
1- Kapalı savunmaları açma sorunu.
2- Set oyunu organize edememek...
‘’Şova dönebilirdi üzücü bitti‘’
İlk yarıda Galatasaray, Fernando’nun mükemmel oyunuyla Porto’nun kurmak istediği baskıyı erkenden kırdı ve rakip alana çıktı. İkinci yarıda sarı kartlı Donk’un yarattığı tedirginlikle savunma görevlerinin ön plana çıkması Brezilyalı’nın etkinliğini azalttı. Bunun zincirleme bir etki yaptığını da söylemek lazım. İlk yarıda Sinan, Onyekuru ve Rodrigues’i demarke bir şekilde geniş alanda topla buluşturabildi Galatasaray. Sert orta sahanın yaptığı baskı Portekizlileri zorladı. İkinci yarıda hem bu sertlik sarı kart tedirginliğiyle yumuşadı hem de presle kapılan toplar azalınca Porto iki hızlı hücum kanadımızı daha rahat kontrol etti. Buna rağmen akan oyunda Porto’dan daha çok net pozisyon bulduk. Galatasaray’ın kadrosuna bakıldığında bir deplasman fobisi olması inanılmaz. Geçiş oyununun profesörü sayılabilecek Fernando, iki uçurtma Rodrigues ve Onyekuru ve dün neredeyse bir Gareth Bale golüne yaklaşmış olan Sinan. İşte dün aslında bu takımın kontra oyununa ne kadar yakın olduğunun bir gösterisini izledik. Kaçan 5 net gol gecenin bir şova dönüşmesini engelledi ama bu gerçeği değiştirmedi.
Gecenin sorusu
44’de Sinan’ın olağanüstü bir dirplingle 70 metreyi kat edip yaptığı vuruşta Rodrigues’e pas verebilir miydi? Hayır doğrusunu yaptı. Rodrigues kendisini tam olarak demarke şekilde gösteremedi ya da savunma pas kanalını kapattı. Sinan yapması gerekeni yaptı. Belki daha iyi vurabilir miydi diye sorabiliriz. Hepsi bu.
Maçın starı
İki kaleciye bu ödülü paylaştırmak lazım. Belki Muslera o korenere çıkabilir miydi sorusunu sorabiliriz. Ama Telles’in ‘pası’ da son derece kalteliydi.
Maçın olayı
Yenen goldeki adam paylaşımı yüksek kalitedeki oyuna hiç yakışmayan bir acemilik. Savunmada kimse Marega’nın nereden çıktığını anlamadı. Halbuki ideal bir alan savunmasında tam orada en iyi savunmacı kule kimse o olmalıydı. Bir an bazen her şeyi yıkıyor işte. Çok yazık.
Kısa mesaj
Üzücü. Buradan 1 hatta 3 puan çıkarmak bu oyunla mümkündü..
‘’Futbol fobisi!‘’
Cocu kararı verildiği gün söylediğimi tekrarlamam gerekiyor. Beenhaker, Hiddink, Rijkaard, Riekering, Advocaat...
Futbol kültürü açısından Hollandalı bakışı burada işlemiyor. Kardeş ekol İspanyol futbolu gibi... Bu maalesef sürekli tekrar eden bir sorun. Ve verilen karar büyük risk taşıyordu. An itibarıyla sonuç dram. Galatasaray’ın deplasman fobisi var ya hani! Fenerbahçe’de bildiğiniz futbol fobisi var. Çok ciddi bir kalite sorunu var. Üstüne büyük bir güven sorunu. Misal geçen haftanın yıldızı Hasan Ali’nin dün yaptığı ortalardan hiçbiri gol bölgesine inmedi. Tamamına yakını ön direğe yerden gitti ve Rize savunması kolaylıkla topladı. Asıl sorun geriden topu çıkartmayı üstlenen bir tek oyuncu olmayışı. Herkesin ayakları titriyor. Çok ağır, hep yana ve çok yüksek bir top kaybı yüzdesiyle oynuyorlar. 2. bölgeden 3. bölgeye topu rakip yerleşmeden geçirmek diye bir şey yok. Benzia dışında topla ilişkisi vasat bir tek oyuncu yok. Okan Buruk bundan çok iyi yararlandı. Geçen sene Fenerbahçe’yi 3 kez yenmişti. Kocaman’ın planına dönen Cocu ise Beşiktaş maçındaki mücadeleye kandı. Top yapmak isteyene karşı bu işe yarar da pusuya yatmışa karşı olmuyor. Olmaz.
Gecenin sorusu
Ali Koç bekleyecek mi? Taraftar Ali Koç, Cocu’yu çoktan yollamıştır. Bakalım Başkan sezonu yakmak pahasına güveniyor mu Holandalı’ya...
Maçın starı
Aslında Okan Buruk demek doğru olur. Ama sahadakilerin emeğine de saygı duymak lazım.
Maçın olayı
Okan Buruk muhtemelen işe Fenerbahçe maçıyla başlamaktan memnundu. Misal Kayseri ya da Malatya’yla evinde oynuyor olsa rakibi bozmak bu kadar kolay olmazdı. Fenerbahçe krizdeyken istenen bir rakip...
Kısa mesaj
SOS... SOS... SOS...
‘’Rus ruleti...‘’
Fenerbahçe’nin en iyi oyuncusu Hasan Ali... Bu, Fenerbahçe’nin kalite çıtasını belirliyor. Beşiktaş’ta ise yoktan gol yapan Babel. Arada kalite farkı var. Bunu kapatmanın yolu ön alan baskısı. Cocu öyle başladı. Beşiktaş da. Stoperlere top aldırmadılar. Uzun vursun istedi. Aslında topu aldırıp sonra baskılasalar pozisyon yaratmak daha kolay olabilirdi. Zira Roman ve Reyes’in ayakları dolaşıyordu. Güneş’in Oğuzhan- Tolga-Atiba tercihinin Fenerbahçe baskısında pasla çıkmaları açısından sonuç verdiğini söylemek mümkün ama öndeki 4 oyuncunun 3’ünün yerinin değişmesi ön alan alışkanlıklarını belli oranda bozdu. Fenerbahçe’nin ikinci yarı başındaki düşen oyununa üstünlük sağlayamamalarının nedeni bu. Ve kontrol oyunu maçın yıldızı Hasan Ali’nin şahane ortasında Ayew’e gol imkanı verdi. Sonrasında orta sahayı alamadılar. İki taraf için şeffaf bir orta saha ve sonlara doğru neredeyse Rus ruleti.
Gecenin sorusu
1-Fenerbahçeli bir çocuk taraftar olsanız seremoniye kimin elini tutup çıkmak için gözyaşı dökersiniz? İsim olarak olmasa da bir yıldız kalitesi eksikliği var. Yani takım yıldız olmalı. 2-Şenol Hoca’nın hayatında Kadıköy’den daha tedbirli olduğu bir yer var mıdır?
Maçın starı
Hasan Ali... Kariyerinin en iyi maçını oynadı. Fenerbahçe Zagreb bozgunu sonrası aradığı lideri beklemediği bir yerden buldu. Takımını her anlamda ayakta tuttu.
Maçın olayı
Hasan Ali’nin Ayew’e attığı topu Ganalı’nın değerlendiremeyişi ve attığı şutlar. Merkeze yaklaşarak takımının en iyisi, sahanın en iyilerinden biri oldu.
Kısa mesaj
Kadıköy’ün büyüsü sürüyor. Şenol Güneş yine kazanmıyor.
‘’Koç için 13 ilke‘’
Ben başkan olsam şu ilkelere uyarım.
1- Görevi devrederken stattan kaçmayacak kadar kendinden memnun ol.
2- Neden seçildiğini hiç unutma.
3- Eleştiriyle saldırıyı birbirinden ayır.
4- Gerçekten güvendiğin adamla çalış. Eğer Aykut Kocaman ise devam et. Ondan ne istediğini anlat. İkna olursan devam et. Sadece değişiklik gerekiyor diye değişiklik yapma.
5- İyi futbol için para gerekir ama iyi futbol da çok para kazandırır.
6- Çok sesliliğe inancını kaybetme.
7- Muhalefetin sesini kesme.
8- Sporcuları dinle. Ama Eski Şeytani Futbolcu Klanı’na teslim olma.
9- Taraftarı dinle ama profesyonel taraftar besleme.
10- Adam kayırma. Liyakata önem ver.
11- Kavga etme, sağlam dur.
12- Yumuşama, sağlam dur.
13- Hayatın sadece Fenerbahçe olmasın. Hayatının en büyük keyiflerinden biri Fenerbahçe olsun.
‘’Yıldırım kaybederse Koç kaybederse...‘’
Aziz Yıldırım’ın başkanlığı bırakması gibi bir durum asla söz konusu olmaz. Bu açık. Geçtiğimiz 20 yıldaki vaatleri ve yaptıklarına şöyle bir baksanız bunu anlayabilirsiniz. Bu seçimi kazanırsa bir sonraki seçime de girer. Sonrakine de... Kaybederse ertesi gün yeni seçim için çalışmalara başlar. Ali Koç içinse durum farklı. Bir taraftan bu görevi çok istiyor. Ama kaydederse bir daha onu seçime ikna etmek kolay olmaz. Ertesi gün teknesine biner, uzun bir tatile çıkar ve unutur.
Bir çocuğu Fenerli yapmak zor
Aziz Yıldırım 20 yıl önce ‘Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak’ sloganı ile göreve gelmişti. Bugün durum bunun tam tersi. 7-8 yaşında bir çocuğu Fenerbahçeli yapmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz. 4 senedir kupa kazanamayan, düzenli olarak final kaybeden bir kulüpte bu zor. 2 haftada 3 final kaybediyor. Final Four’u, ligi ve Ziraat Kupası’nı. İşin acı tarafı bunlar sürpriz değil. Bunun böyle olabileceğini biliyor, bekliyorsunuz... Çünkü Fenerbahçe’de Obra dışında güçlü tek bir figür yok. Sahada, futbol takımında yok. Kulübede yok. Yönetimde yok...
Gücü taraftara geçmiyor
Aziz Yıldırım’ın sahip olduğu güç artık prestijli bir güç değil. Kendi taraftarının tamamını ikna etmiyor. Fenerbahçe futbol takımı şampiyonluğa sadece 1 gol uzaktayken tribünler dolu değilse suçu taraftarda değil bu oyunun unsurlarında aramak lazım. Aziz Yıldırım’ın gücü bir kısım medyayı etkileyebiliyor. Eski Fenerbahçeli futbolcuların oluşturduğu medya klanını etkiliyor. Ama bu taraftara geçmiyor. Geçse Fenerbahçe şampiyonluk maçına stadın yarısı boş çıkmaz.
Tribünler boşken hesap sorulmaz
Aziz Yıldırım’ın seçimdeki tek vaadi 3 Temmuz’un intikamını almak. Kuşkusuz hesap sormak gereklidir. Mağduriyetler giderilmelidir. Ancak 8 yaşında bir çocuğu 3 Temmuz’un intikamını alma vaadiyle Fenerbahçeli yapamazsınız. Fenerbahçe’nin güçlü figürler, ortak hedef ve pırıltılı bir futbol çevresinde bir barış sağlamaya ihtiyacı var. Fenerbahçe böyle büyür. Ve ancak bu şekilde 3 Temmuz’un hesabını sorabilir. Tribünlerinin yarısı boşken hesap soramazsınız. 3 Temmuz’da Fenerbahçe tribünleri hıncahınç doldurduğu için tarihi değiştirdi.
Bu kadar fikir değiştirilmez
Bu iş, ‘3 sene üst üste şampiyon olacağız’ deyip, şampiyon olduktan sonra ‘Ersun şampiyon yapmadı, Galatasaray kötüydü’ demekle olmuyor. ‘Aykut ben görevde oldukça bu kulübün kapısından geçemez’ deyip, sonra onu çağırıp takımın başında yalnız bırakıp sadece seçimle uğraşmakla da olmuyor. Hepimiz fikir değiştiriyoruz ama her yıl her insan için fikir değiştirerek liderlik yapmak zor. Aziz Yıldırım’ın 20 yılı görev verdiği hocaların ardından ne kadar kötü olduklarını anlatmasıyla geçti. Denizli’den Kocaman’a, Yanal’a, Zico’ya kadar.
Kararlı duruşuyla hatırlanacak
Aziz Yıldırım’ın 20 yılı göreve davet ettiği yöneticilerle kavgalarıyla aforozlarıyla geçti. Atilla Kıyat’tan, Uğur Dündar’a, Saran’dan Ali Koç’a... Aziz Yıldırım kaybederse başarılı işleri, kazandırdığı tesisleri, 3 Temmuz’daki kararlı duruşuyla hatırlanacak. Bir efsane başkan olarak tarihteki yerini alacak. Kazanırsa kaybedene kadar seçime girmeye devam edecek. 3 sene sonra da 6 sene de... Asla bırakmayacak... Çünkü bırakamaz. Hayatı Fenerbahçe.
Bu zihniyetle olmaz
Fenerbahçe’nin, Fenerbahçe’den başka bir hayatı da olan, görev delege etmeyi bilen, tüm unsurlarıyla Fenerbahçe’de barış sağlayabilecek, herkesin enerjisinden yararlanabilecek bir lidere ihtiyacı var. Bir tek adama değil... Galatasaray’ın 2 seçimle 3 yönetim değiştirip şampiyon olmasını izleyip, sonra da seçim atmosferinden şampiyonluğu kaybettik diyebilen bir zihniyete değil.
‘’Bu kadarına şükretmek lazım‘’
Bir Şampiyonlar Ligi Finali’ni bu kadar sakarlık ve sakatlıkla Real Madrid’e karşı 3-1’le bitirebilmek bile başarı. Karius’un 2 akıl almaz hatası ve Salah’ın sakatlık sebebiyle gözyaşları içinde sahadan erken ayrılışı sonrası bu kadarına şükretmek lazım. Liverpool’un Salah’ı sakatlığı sonrası performans kaybı yüzde 80. Maçın maçında rakibini baskı altına almayı başaran İngilizler. Mısırlı’nın oyundan çıkışı sonrası sadece onu değil, tüm hücum organizasyonunu kaybetti.
Böyle olunca Real savunma tedbirlerini gevşetti. İki savunma kanadı oyuna katılmaya başladı. Bu da yetmedi. Casemiro’nun merkezinde durduğu yapı en az 10 metre ileri gitti. Aslında Klopp bundan bir baskın oyun planı çıkartmalıydı fakat Liverpool orta sahası bu tip bir mücadale için sıradan kaldı. Halbuki City eşleşmesinde bunu çok iyi yapmışlardı.
Real için zor olmadı
Böyle olunca Şampiyonlar Ligi’ni, Ziraat Türkiye Kupası standardından gören Real Madrid için hayat çok da zor olmadı. Ronaldo’nun kariyerinin en iyi durumunda olmadığını biliyoruz. Ama genel yapı, Ramos ve kaleci farkı bile yetti. Real Madrid 20. yüzyılın kulübüydü. 21. yüzyılda bunun da ötesine geçtiler. Her şeyin onlar için bu kadar kolay olması biraz cansıkıcı. Ancak oluşturdukları kültürü taktir etmemek mümkün değil.
‘’Bir kişi daha‘’
Bir tek Melli... Açık söylemek gerekirse bunu beklemiyordum. Kuşkusuz maçın başında hakemlerin uyguladığı ince faul uygulaması uzunlarımızı erken sıkıntıya soktu. Tabii maçın sonunda çalmadıkları da maçı... Kısaların kolay geçilmesi maç başı faul politikasından mı yoksa onlar kolay geçildiği için mi bu yaşandı bilemiyorum. Dış şutlardaki düşük oranlar ve bu ribaunt seviyesi de şaşırtıcıydı. Ama o çember altında kaçırılan boş şutlar, çemberden dönen smaçlar inanılmazdı. Yorgunluk diyeceğim ama finalde yorgunluk kalır mı? Ben bu işin kuşkusuz uzmanı değilim. Bir basketbolsever olarak Obra’nın bench’e dönüp baktığında, çağırıp sahaya sürdüğünde bu kadar karşılık alamadığı az maç vardır herhalde. En iyiler de bazen çaresiz kalabiliyor demek ki. Bunun finalde olması ne kadar üzücü. Yine de teşekkürler... İki sene önce söylediğim gibi. Seneye kesin yaparsınız...
Gecenin sorusu
Jan Vesely... İnce faul politikası olmasa bu maçı alır mıydı? Bir oyuncuya daha ihtiyaç vardı. O olmalıydı...
Maçın starı
Maçın yıldızını bilmiyorum. Belki MVP seçildiği Doncic... Ama maçı ‘biraz maça’ çeviren ve takımını ayakta tutan Melli’ydi. Benim için yıldız o.
Maçın olayı
Real’in kendisine güveni. Geçen sene Fenerbahçe ne kadar o kupayı alacağını biliyorduysa Real de dün o kadar kendilerine güvenliydi. Elleri tiremedi. Ama bu duruma, kötü oyunumuza ve hakemlerin küçük dokunuşlarına rağmen son saniyeye kadar oyunda kaldık.
Kısa mesaj
Seneye mutlaka...