‘’Bu takım şampiyon olamaz!‘’
Koca ilkyarı boyunca sadece iki kez rakip ceza sahasında etkili oldu Fenerbahçe. Zaten onlardan biri de golle sonuçlandı. Üzülerek söylüyorum, hakemlerimiz sadece formsuz değil, bir o kadar da yetersizler. Misal, 9’da ve 12’de Valbuena’ya yapılanlara faul çalmayan hakem bence uazun süre düdük çalmamalı. Fransız yıldızın dudağı patlamış, ama hakem oralı değil. Tabii, o zaman da agresif oynamak, yerini dilediğince faul yapabilirsine bırakıyor. Kırmızı kartı bile atladı Halil Umut Meler. Yani Allah derby veya kritik maçlarda Fenerbahçe’yi bu hakemin eline düşürmesin, aksi halde yandı gülüm keten helva.
Elbette sarı lacivertlilerin geçiş oyunundaki yetersizliğini, çoğu futbolcusunun bir türlü kalitesinin kıyısına varamayan performansını görmezden gelmemize gerekçe olamaz bütün bunlar. Hele de Sayın Aykut Kocaman’ın tercih ve felsefesini.
Aslında ikinci yarıya coşkulu başladı Fenerbahçe. Zaten golleri bulmakta da gecikmediler oyunun bu bölümünde. Ama ne hikmetse 3-1 öne geçer geçmez rol çalmak için fırsat kollayan ve “Artiz Mektebi”inden mezun olmuş Kayserispor teknik direktörünün ekmeğine yağ sürdü Sayın Kocaman. Tanrı aşkına rakip aradaki farkı bire indirmişken Mehmet Topal’ı oyuna almak nasıl bir felsefe ve psikolojinin ürünüdür, sorarım size.“Ben, senden korkuyorum ey rakip ve 3-2’yi korumak istiyorum” demekten başka.
Gerçek acıdır, ama adı üzerinde “Gerçek” ve maalesef gerçekler acıdır. Fenerbahçe’nin bu felsefeyle şampiyon olması mucizeden de öte bana göre dolayısıyla, maalesef.
‘’Tam bir düş kırıklığı!‘’
Oyunun merkezinde kaos vardı başrolde oyunun tamamında. Satranç denemezdi. Futbol desen o da değildi. Yakın dövüş desek daha doğru bir tanımlama olur dün akşam Türk Telekom Arena’da tanıklılık yaptığımıza her halde.
Aslında ilk düdükle birlikte gol adına acelesi olan ve bu nedenle daha çok çabalayan taraf Galatasaray’dı. Ama bu aşırı istek telaşa dönüşüp pranga oldu sarı kırmızılı futbolcuların ayağında. Kalite ve kapasitelerine denk düşen performans gösteren bir futbolcu öne çıkmadı doğal olarak evsahibi adına ve telaşın burgacında çırpınıp durdular.
Fenerbahçe özellikle ilk yarıda skin kalmayı, biran önce oyunda denge kurmayı önceledi. Bunu da başardılar, hatta ilk yarıda güme gitse de Janssen’le golü bile buldu Aykut Kocaman’ın öğrencileri. Fakat yarım saate yakın bir kişi eksik oynayan rakibe rağmen kazanmayı hak edecek kadar oynamadıkları bir gerçek.
Galatasaray’ın yılları kapsayan bir Fenerbahçe kompleksi var, bu tartışılmaz artık. İşin garibi bu kompleks o formayı giyen hemen her futbolcuyu da avucuna alıyor hemencecik. Üstelik bununla da sınırlı kalmıyor, sarı kırmızılı teknik direktör ve o formaya gönül verenlerin her kesimindekileri de derinden etkiliyor garip bir şekilde. Bu durumu en iyi şekilde anlatan kanıt da Belhanda’nın 73’te hakemi aldatmaktan aldığı ikinci sarı kartla arkadaşlarını yaklaşık yarım saat yalnız bırakması olsa gerek.
Fenerbahçe sezon başından beri her maçta gol yemiş. Galatasaray ise her maçında gol atmış. Ama bu maçta Galatasaray gol atamıyor, Fenerbahçe de gol yemiyor. Garip, öyle değil mi? Oysa ezeli rakiplerine 8 puan fark atmış bir Galatasaray’dan telaşa “kış, kış” demesini bekler insan. Ama öyle olmuyor işte. Çünkü Fenerbahçe fobisi devam ediyor hala Galatasaray’ın. Dolayısıyla Cüneyt Çakır ve arkadaşlarının performansı da dahil olmak üzere tam bir düş kırıklığı oldu benim için dün akşamki maç.
‘’Tek devre yetti!‘’
İlk devrede bahar gibiydi Fenerbahçe. Ama ikinci yarıda uyudu, uyuklattı deyim yerindeyse. Özellikle ilk yarım saatte çok iyi oynadı Sarı Lacivertliler. Giuliano nihayet oynaması gereken yerde oynatılınca Fenerbahçe’nin performansı da yukarı tırmandı. Demek ki, Sayın Aykut Kocaman daha önceki maçlarda Brezilyalı yıldızı boşu boşuna atıl hale getirmiş, onu kanatta oynatmak ısrarıyla.
Hasan Ali’nin golünden önceki topuk pası Alex’i düşürdü aklımıza. Attığı gol ve forvet arkasında yarattığı üretim ve temaşaysa gözlerimizin pasını sildi resmen.
Giuliano’nun asli yerinde oynaması ve Soldado’nun forvetteki hareketli oyunu haftalar sonra Aykut Kocaman’ın oyun felsefesinin nispeten hayata geçmesine yol açtı. “Önde basmak” vücut buldu ve dönen toplarda üstünlük sağlandı böylece Fenerbahçe adına. Dolayısıyla daha önceki haftalarda yapamadığını yaptı ilk yarıda Kanarya, bu da galibiyete yetti zaten.
Kameni’nin performansı ve kritik kurtarışlarının altını da çizelim yeri gelmişken.
Valbuane “basit oyun” konusunda Giuliano’dan özel ders almalı bence. Topla vedalaşma konusunda onun kariyerindeki bir futbolcu bu kadar amatör davranmamalı. Topu da kendisini de helak ediyor. Oysa onun gibi futbolcuların ne kendisini ispatlamaya çalışmak ne de arkadaşlarına güvenmeme hakkı vardır.
Aykut Kocaman’ın Soldado’yu kenara, Fernandao’yu da oyuna alması biraz spontane geldi bana. İspanyol futbolcunun oyundan çıkması 3. bölgede rakip defansı rahatlatmakla kalmadı, Fenerbahçe’nin ileri ucunu da oksijensiz bıraktı deyim yerindeyse.
Her şeye rağmen önemli bir galibiyet aldı Fenerbahçe, bu bir gerçek. Ama bu galibiyetin anladığımız anlamda ete kemiğe bürünebilmesi ve anlam kazanabilmesi için önümüzdeki hafta sonu Galatasaray’a sezonun ilk mağlubiyetini tattırması şart bence Aykut Kocaman’ın öğrencileri adına.
‘’Suç sistemde!‘’
Yaşadığımız sıkıntıların, düşkırıklıklarının, kısacası futbolumuzun ana sorunu ne Lucescu, ne de Arda’dır. Asıl sorumlu ve suçlu sistemdir çünkü. Ve biz bu sistemi çöpe atmadan da sorunlarımızı büyüterek yakınmaya devam ederiz.
Diyalektiğe inananlardanım. Altyapı üst yapıyı kaçınılmaz olarak belirler dolayısıyla. Yani ekonomik (iktisadi) sisteminiz neyse, (spor, edebiyat, eğitim dahil) diğer tüm her şeyiniz “hık” diyerek onun burnundan düşer maalesef.
Fi tarihinden beri giderek bozulan kulüplerimizin ekonomisini unutursak, futbolumuzun neden bu hallerde olduğunu asla kavrayamayız ne yazık ki. Mutlaka farkındasınız, büyük vaatlerle iş başına gelen her başkan kulübünün borcunu altından kalkılmaz hale getirirken, altyapıya üvey evlat muamelesi yapmıştır, bir futbolcuya verdiği transfer parasının beşte birine ihya olacak, geleceği kurtaracak altyapıya şaşı bakmıştır maalesef.
İstanbul’un bir ilçesinin nüfusuna sahip İzlanda kaç yıldır futbolcu ihraç ediyor. Avrupa’da yaşayan üç, dört milyon insanımızın çocukları arasında İlyas Tüfekçi, Erhan Önal, Murat Yakın, Hamit Altıntop, İlkay Gündoğan, Mesut Özil, Emre Can, Oğuzhan Özyakup, Cenk Tosun ve daha adını saymadığım onca yıldız futbolcu yetişiyor. Ama bilime sırtını dönmekte ısrar eden 80 milyonluk Türkiye ya devşirme, yada Avrupa’da yetişen çocuklarla günü kurtarmaya çalışıyor.
Yapılacak iş çok basit oysa. Başarıyı yakalamış ülkelerin altyapı konusundaki doğrularını benimseyecek, tercih ve politikalarını bu doğrultuda şekillendirecek.
Ve en önemlisi çocuklarımıza yol gösterecek, onlardaki yeteneği ortaya çıkaracak ortam ve şanslar yaratacağımıza, oyun oynayabilecekleri alanlar da bırakmazsak onlara, daha çok yakınmaya, dövünmeye devam ederiz maalesef.
‘’"Hata" deyip geçemeyiz!‘’
Evvelki sezonlarda da çokça hatasına tanıklık ettik hakemlerimizin. Ama bu sezonkiler hepsinin üstüne tüy dikti, deyim yerindeyse.
Çünkü ilk haftadan başlayarak maçların skor ve sonucunu etkileyen tercihlerde bulundu hakemlerimiz. Mesela ligin ilk haftasındaki Trabzonspor-Konyaspor maçında sonucu dolaylı da olsa hakem Hüseyin Göcek’in vermediği kartlar belirledi.
Trabzonsporlu Perira tam 3 kez kasti faul yaptı hakemin gözünün önünde. Fakat her faulü yanına kar kaldı Portekizli oyuncunun. Keza yine Hüseyin Göcek’in görüş alanı içinde Durica, Konyasporlu Traore’nin ayağını kırdı ve bu canice hareketi kartsız bıraktı hakem.
Fenerbahçe-Beşiktaş maçında da sonucu etkiledi hakem maalesef. Ali Palabıyık hem bariz golünü iptal etti Beşiktaş’ın hem de Neto’nun ceza sahası içinde Cenk’e yaptığı penaltıyı gerektiren hareketine gözlerini kapattı.
Akhisar-Fenerbahçe maçında Bülent Yıldırım’ın Alper Potuk’a çıkardığı kırmızı kart ise taraflı-tarafsız herkesin vicdanını sızlattı resmen.
Galatasaray-Karabükspor maçında skor 2-2 yiken Ceyhun Gürselam’a, Alper Ulusoy’un gözünün önünde faul yapıldı ve muhtemel bir Karabükspor akını engellendi. Ama Alper Ulusoy hiçbir şey olmamış gibi davrandı ve akabinde de ev sahibi takım galibiyet golünü attı.
Beşiktaş-Trabzonspor maçı da pek farklı değildi hakem hataları açısından. Sarı kartı bulunan Okay Yokuşlu aleni şekilde iki eliyle Cenk Tosun’u engelleyerek umut vaat eden bir akını sonlandırdı, Fırat Aydınus ise kargaları dahi güldürecek bir tavırla olup bitene gözlerini kapattı.
Ne yazık ki, saymakla bitmiyor hakemlerimizin misyon ve kariyerlerine yakışmayan hareketleri bu sezon. Hem de daha şimdiden. Oysa başta hakemler olmak üzere her futbolseverin zevkle izleyeceği kaliteye sahip artık ligimiz. Pepe, Valbuena, Nasri, Eto’o, Vagner Love, Talicca, Gomis başta olmak üzere Avrupa’nın bildiği, kariyerine saygı duyduğu yıldızlar top koşturuyor bildiğiniz gibi şu anda ülkemizde.
Dahası, golsüz tek maç hatta neredeyse üst bitmeyen maç yok Süper Lig’de. Dolayısıyla hakemlerimizden de bu seviyeye eşlik eden bir performans beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum.
O kadar zor da değil aslında hakemlerimizden istediğimiz şey. Kuralları uygulayacaklar, kralsızlıkta formanın rengine ve futbolcunun ismine bakmadan karar verecekler kurallar içinde, hepsi bu işte.
‘’Başrolde "Kötü" vardı‘’
Evet, maalesef kötüler başroldeydi dün akşam Manisa 19 Mayıs Stadı’nda. “Jön”, sahanın zeminiydi.
Futbol Federasyonu yıllardır bu stadın zemininin çayırdan farksız olduğunu biliyor, görüyor fakat ne vicdanı sızlıyor ne de kılı kıpırdıyor. Oysa Avrupa ve Dünya Kupası Şampiyonalarına götürdüğü 4, bilemedin 5 davetli kafileye harcadığı parayla Manisa 19 Mayıs Stadı’nın zeminini futbol oynanabilir getirebilirdi pekala. Ne yazık ki, sorumluluklarını savsaklıyor federasyon ve futbola, futbolcuya yazık etmeye devam ediyor. Ama hakem Bülent Yıldırım “Başrol benim!” dedi ve dediğini de yaptı, herkesi ve her şeyi ikici plana itti. Mesela Alper’e çıkardığı kırmızı kart… Aynı anda aynı yüksekliğe çıkmış iki ayak var ve ayağına darbe alan futbolcu kart görüyor. Adeta Ali Palabıyık’ın geçen hafta Fenerbahçe lehine yaptığı hata ve hafta boyunca konuşulanlarla dolu bir heybeyle çıkmıştı sahaya dün akşam Bülent Yıldırım. Kariyerinin en kötü maçını yönetti maalesef.
Aykut Kocaman da farklı değildi doğrusu dün akşam. Öylesi bir zeminde oynayacak ilk futbolcu Alper Potuk’tur. Hele de Josef’in yokluğunda tek kanatlı kuşu andırıyorsa orta sahanız… Mehmet Topal yetersiz kalıyor artık, hem de kaç zamandır. Tereciye tere satılmaz elbette. Ama acı gerçek de tellal çağırtıyor nicedir.
Sayın Kocaman, Alper’i oyuna alırken Valbuena ve Ozan Tufan’ı da kenara aldı. Oysa tam da Ozan, Alper ve Valbuena’yla oyunun iki yönünü yüz akıyla oynar orta sahası Fenerbahçe’nin. Ve iddia ederi Mehmet Topal’ın pozisyonunda Ozan, Ozan’ınkinde de Alper oynasa Bülent Yıldırım’a rağmen skor böyle olmazdı.
Açıkçası, ilk yarısı keçiboynuzu tadındaydı dün akşamki maçın. Ama maçın genelinde ön plana çıkansa “kötü”lerdi maalesef.
‘’Gerilim filmi gibi‘’
Sarı kartlar havada uçuştu. 5 tane kırmızı kart var. Gol var, penaltı var. Tam bir gerilim filmi, tam bir heyecan fırtınasıydı dün akşamki maç. İlk yarının tartışmasız üstün olan tarafı Fenerbahçe’ydi. Oyunu her yönüyle üstün götürdüler ilk 45’te ve buda Beşiktaş’ın bazı oyuncularının kimyasını bozdu. Bunların başında da Querasma yer aldı. Dolayısıyla ilk yarının tamamında istediklerini minimum düzeyde yapabildi siyah beyazlılar, bu fotoğraf da Şenol Güneş’in bile sakin kalmasını olumsuz yönde etkiledi. Olumsuzluğun bu kadarı da kırmızı kartlarla sonuçlandı doğal olarak. Tabi, Neto’nun ilk yarının uzatmalarında gördüğü kırmızı kartın Beşiktaş’ın uyuna tutunmasında önemli rol oyadığının altını da çizelim.
İlk penaltının tartışılacak yanı yok. Ama ikincisi adına bu kadar net değilim. İsmail Köybaşı’nınki kırmızı kartsa, Tosiç’in İsmail’e yaptığı kırmızıoğlu kırmızıydı bence. Caner’in top oynamaktan ziyade rakip ve tribünlerle oynamasını kınıyorum, ayıplıyorum.
Tartışmasız şekilde ilk yarıdaki Mehmet Ekici’yi alkışlıyorum. Zaten maç kondisyonu zaafından ötürü yoruldu ve Aykut Kocaman haklı olarak ikinci yarıda kenarda tuttu kendisini. Ozan Tufan doğru zamanda doğru yerde bulunuyor, ama son vuruşları o kalitede değil. Bence bu yönünü geliştirmeli ve son vuruş çalışması yapmalı, hem de hemen.
İkinci yarıda daha arzulu ve üstün olanı Beşiktaş’tı. Ama daha sakin ve bilinçli taraf da Fenerbahçe’ydi.
Janssen kalite katmış Fenerbahçe’ye. Bir futbolcu kadar önemli işte. Gol atıyor, penaltı alıyor, arkası dönük oynuyor, ikili mücadeleden kaçınmıyor ve kazanıyor. Nihayet santraforunu buldu galiba sarı lacivertliler yıllar sonra. Josef’in ve sonradan oyuna dahil olan Alper’le birlikte Isla’nın da üstün performansıyla Fenerbahçe nihayet sahasında maç kazandı ve şampiyonluk mücadelesine ciddi şekilde tutundu.
‘’Terapi gördü‘’
Futbol, takım oyunudur. Bu, tartışılamaz. Ama gerçeğin böylesine rağmen, 1 ya da 2 futbolcunun sahaya karakter koyması işin rengini olumlu yönden farklı yerlere taşıyor. Hele de sendeleme sözkonusuyken. Uyum sorunu var. Kaleci sorunu var. Sakatlıklar can sıkıyor. Hepsi doğru. Fakat Fenerbahçe’nin bütün bunların ötesinden en önemli sorunu psikolojiktir. Lige kötü başlangıç yapmaları, Avrupa kulvarında düşkrıklığına uğramaları pranga olup yapıştı ayağına futbolcuların. Dolayısıyla telaş büyüdü, özgüven zedelendi, Fenerbahçe forması giyen bir oyuncunun yapmaması gereken hataların altına imza attılr. 9’da Hasan Ali’nin, 12’de Josef’in ve 17’de Dirar’ın tercihlerini anımsarsanız, ne demek istediğim anlaşılacaktır.
İşte psikolojisi bu denli sorunlu olan takımın imdadına yetişti birkaç oyuncu dün akşam. Bunlardan biri Valbuena’ydı. İsyan etti resmen Fransız. Sonra Vincent Janssen.Tam isabet. Arkası dönük oynuyor. Dribbling yapıyor, penaltı alıyor ve en önemlisi gol atıyor. Isla da katkı yaptı dün akşam Alanya maçında. Fakat Neto’nun oyun anlayışının ve performansının altını özel olarak çizmezsem ayıp etmiş olurum. Skrıtel’in yokluğuna ve aksayan Roman Neustadter’e rağmen defans bloğunun sırıtmasına izin vermedi Portekizli oyuncu. Öne doğru oynayarak takımının ileri çıkmasına defanstan katkı yaptı, garanti ve doğru pas tercihleriyle fark yarattı Neto.
Gerçeği söylemek gerekirse önemli bir galibiyet aldı dün akşam Saffet Susiç’in takımı karşısında sarı lacivertliler. Hem de Beşiktaş maçı öncesi. Bu da terapi olmakla eşdeğerdir sanırım.