Arama

Popüler aramalar

‘’İyi başlangıç‘’

Amma da şom ağızlıymışım. 25 Temmuz Salı günkü yazımda, “RVP’yle uzun vadeli plan yapmak Rus Ruleti’dir.” demiştim. Ve çarşamba günü haber geldi, sakatlıktan ötürü sahaya çıkamayacakmış perşembe günü Avrupa’da oynanacak ön eleme maçında Hollandalı. E, tabi boşuna dememişler; Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir, diye. Çünkü antrenman ve maç eksikliği tavan yapmış, iki sezondur kendisini takımdan üstün gören, yaşı ve sakatlığı hayli ilerlemiş RVP’yle yola çıkmak zaten bile bile lades demekti ne yazık.

Neyse, iyi ki öyle olmuş. Zira yıllar sonra da olsa altyapıdan gelen bir yıldız adayı Ahmethan sahne aldı böylece. Doğrusu heyecanlandım ve umutlandım futbolumuzun geleceği adına. Nitekim, Fenerbahçe’nin ikinci golü Valbuena’nın kullandığı köşe atışının asiste dönüşmesinden geldi ve o korneri de Ahmethan’ın takipçiliği, fizik gücü, yaptığı doğru koşuları yarattı. Bu da kalite demektir ve Yusuf Yazıcı’dan sonra bir yıldız adayının daha bu yoksul futbol ortamına “Merhaba!” dediği anlamına geliyor kanımca.
Dirar’dan bir şey anlayamadık şimdilik. Ama Valbuena resmen kaliteyi yükseltmiş Fenerbahçe’de. Aynı şey Mauricio Isla için de geçerli elbette. Alper mi? Alper kanatlarda oynayınca iş yapmak ne kelime kanatlandırıyor Fenerbahçe’yi resmen bence.

Aykut Kocaman, Avrupa’da ne yapılabileceğini, nasıl oynanacağını kestiren, hatta bilen teknik direktörlerimizin en tepesinde yer alıyor kanımca. Ahmethan’ı ilk onbirde sahaya sürmesi ve uzunca bir süre sahada tutmasıysa ayrıca alkışı hak ediyor, bilmem katılır mısınız bana?

Sonuçta harika bir skorla dönüyor bence Fenerbahçe, Avusturya’dan. Çünkü hazır, organize olmayı maçın genelinde beceren bir rakiple oynarken bile deplasmandan galibiyetle dönmek sonuna kadar alkışı hak ediyor.

27 Temmuz 2017, Perşembe 22:15
YAZININ DEVAMI

‘’Bu kadar geç kalınır mı?‘’

Oldukça pozitif düşünüyor, davranıyor Aykut Kocaman yeniden göreve geldiğinden beri. Özgüveni alkışı hakediyor doğrusu. Takımına güvenini dillendirme şekli ve oyuncularına yaklaşımı da öyle.

Ama gene de işi zor, hem de hayli zor Sayın Kocaman’ın. Şüphe yok ki, işin zorluk derecesini katlayan en önemli neden Fenerbahçe’nin bir türlü aşamadığı ekonomik darboğazdır. UEFA’nın sıkı takibi var, dolayısıyla hareket serbestisi yok. Bu durum kaçınılmaz olarak dolaylı yoldan Aykut Kocaman’ın da plan ve tercihlerini olumsuz yönde etkiliyor.

Başarılı hocanın işini zorlaştıran bir diğer önemli neden de forvet bölgesindeki fukaralıktır. Oysa, önemli hedeflere ulaşmak için olmazsa olmazların başında forvet bölgesindeki zenginlik gelir futbol takımları niçin. Hele skor üretecek santraforunuz sorunluysa.

Sow gelemedi. Fernandao’nun sağlığına kavuşması, fazla kilolarından kurtulması ve katkı verecek hale gelmesi ayları bulacak. Geriye Van Persie ve gencecik Ahmethan Köse kalıyor şimdilik.

RVP’ye güvenerek uzun vadeli plan yapmak Rus Ruletinden farksızdır bence. Güvenin böylesi olsa olsa aşırı derecede iyimserlik olur kanımca. Çünkü Aykut Kocaman önde basmayı oyun felsefesinin merkezine almış gibi görünüyor şu ana kadar izlediğimiz hazırlık maçlarına baktığımızda. Buda daha çok efor ve dayanıklılık demektir.

İyi de Hollandalı cebinde sakatlık problemiyle yaşıyor. Dolayısıyla antrenmanların tamamında yer alamıyor. Bu durumda nasıl oynama istikrarını yakalayacak ve ayakta kalabilecek güce kavuşacak

Maalesef, bütün bunlar gerçek. Ancak bu gerçeğe rağmen santrafor sorununun şu ana kadar çözülememesi tam bir yöneticilik zafiyetidir. İşte geldi çattı öneleme maçı. Oysa aylar öncesinden belliydi Fenerbahçe’nin bu tarihlerde öneleme maçı oynayacağı. Tamam, anladık, mali sıkıntı var. E, iyi de yönetici ve yöneticilik dediğimiz şeyler de bu tür sorunları zamanında çözmek için vardır zaten, öyle değil mi? Maalesef bu konuda sınıfı geçememişlerdir Aziz Yıldırım ve arkadaşları.

24 Temmuz 2017, Pazartesi 21:30
YAZININ DEVAMI

‘’POPÜLİZMİ ÇÖPE ATALIM‘’

Futbolcu yanlış yapınca hatta yararlı olmayınca hemen gönderiliyor. Aynı şeyler teknik direktörler için de geçerlidir ülkemizde.

İşte özelde futbolumuzun, genelde de sporumuzun en büyük açmazı bu anlayıştan kaynaklanıyor. "En büyük"lerimizin bile Avrupa'nın major kulüplerinden çağ farkı yemesi bundandır işte.
Kulübün kaynaklarını istediği yerde ve şekilde kullanan başkan. Kulübün hedefini tayin ve ilan eden başkan. Kulüple ilgili her türlü mühendisliği yapan veya yapamayan başkan. Kriterleri bilimle tanışmadığı için sportif ve etik olmayan ilişkilerle teknik direktör atayan ve gönderen başkan vs. vs.

Ama, sayısını unuttuğumuz kadar yanlış ve hata yapma lüksü var başkanların ülkemizde. Anlayacağınız kalıcı başarılar için elzem olan "istikrar" sadece başkan ve arkadaşları için yürürlükte Türkiye'miz adına.

Oysa ki, kulüp veya takımın başarı ve başarısızlığından en büyük sorumluluk başkanların olmalı, değil mi? Tabi eğer bilime sırtımızı dönmemişsek. Ama öyle olmuyor bizde bu iş. Tüm sevaplar başkanın, veballer ise futbolcu ve teknik adamların hanesine yazılıyor maalesef. İyi de bütçeyi yapan, hedefi tayin eden, teknik direktör konusunda son kararı veren başkansa, olumsuzlukların faturası neden alttakilere kesiliyor, garabet değil mi bunun adı?

Sadece Aziz Yıldırım'ın başkanlığında 16 teknik direktör çalıştırmış Fenerbahçe'yi. Daum ve Aykut Kocaman'ın ikinci kez gelişlerini de hesaba katarsak 18. Neredeyse her sezonda bir teknik direktör öğütmüş Sayın Yıldırım.

Beşiktaş'ın Del Bosgue ve diğer hocalara verdiği veya vermek zorunda kaldığı tazminatın bedeli 10 milyon Euro'yu geçmiştir herhalde. Ama, aynı Beşiktaş şu anda elzem olan takviyeleri mali kriterlerden ötürü yapamıyor ve en değerli oyuncularından biri olan Marcelo'yu satmak zorunda kalıyor.

Aragones ve Daum’a verilen tazminatlar olmasa Fenerbahçe şu anki mali açmazla karşı karşıya kalır mıydı?

İnsanın içi acıyor. Bir de Altınordu ile Hüseyin Eroğlu, Başakşehir ile Abdullah Avcı'nını yılları bulan birlikteliği ve başarılarına bakın. Yani, şimdi Salih Uçan, Çağlar Söğüncü, gencecik Berke ve Cengiz Ünder'le eğer göğsümüz kabarıyorsa, gönenmenin böylesinde Hüseyin Eroğlu ve onu göreve getiren Mehmet Seyit Özkan'ın vizyonlarının payını inkar mı edeceğiz?

O halde gelin bilimle barışıp, popülizmi çöpe atalım artık ne olur, lütfen.

17 Temmuz 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galiba gömü buldular‘’

UEFA mali kriterleri sorunu bulunan Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray dahil transfer yapmayan kulübümüz yok neredeyse. Yeni sezon hazırlıkları başlamışken bundan doğal ne var, dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Ama işin başka boyutları var ne yazık ki. Çünkü, transfer demek milyonlarca dolar ve euro demektir. İyi de borcu boyunu aşmış çoğu kulübümüzün. Yani, olmayan ve yakın gelecekte de olması pek mümkün görünmeyen paraları harcıyorlar.

Galatasaray’ınki biraz anlaşılır gibi. Zira hem değerli taşınmazlarını sattı, hem de Bruma, Podolski ve Semih Kaya’nın bonservislerinden 15 milyon euro civarında gelir elde etti sarı kırmızılılar. Ama diğer kulüplerimizin böyle bir geliri de olmadı maalesef.

Başakşehir’in para sorunu yok. Ve doğrusu Abtullah Avcı’nın onayıyla gıpta edilecek bir transfer politikasıyla alkışlanacak takviyeler yaptılar. Chedjou, Clichy, Eljero Elia ve kiralıktan geri dönenlerle göz kamaştırıcı bir kadro oluşturdular diyebiliriz.

Fenerbahçe’nin en büyük transferi Aykut Kocaman’dır bence. Mehmet Ekici, Valbuena, Nabil Dirar ve Idriss Carlos Kameni’nin büyük katkı sağlayacaklarından da şüphem yok. Ancak, Emenike’den başka oyuncu elden çıkaramadı sarı lacivertliler. Oysa bir santrafor sorunu var ve mali kriterlerden dolayı da adım atamıyor şimdilik maalesef.

Beşiktaş’ın Süper Lig adına pek endişe edecek hali yok. Zira şampiyon kadroya Pepe gibi bir dünya markası ilave ettiler. Ancak, eğer Şampiyonlar Ligi’nde bir hedefleri varsa forvet ve orta saha takviyesi şart gibi duruyor. Hele de Aboubakar ve Talisca belirsizliği sürüyorken.

En dikkati çeken hareketlilik ise Anadolu takımlarında gözleniyor. Kayserispor, Antalyaspor, Bursaspor, Göztepe, Y.Malatyaspor ve diğerlerinin transfer ettiği oyuncu sayısı daha şimdiden 20’yi aştı. Galiba gömü buldu bizimkiler. Zira bu kadar borç yükük borç nanik yapıyorken bu kadar para harcamak izaha muhtaç ne yazık ki.

Neyse, biz şöyle teselli edelim kendimizi; Transferler teknik direktörlerin önerileri doğrultusunda, ayakları yere basan bir ekonomi politikle yapılıyor. Dolayısıyla, bu sezon hazın hamağında sallanıp duracağız ve hafta sonlarını iple çekeceğiz. Başka elimizden ne gelir ki, zaten.

10 Temmuz 2017, Pazartesi 22:10
YAZININ DEVAMI

‘’Açmadan solan çiçekler‘’

Büyük paralar isteniyor iyi futbolcular için artık. Ortalamanın biraz üstünde yeteneğe sahip olanların bonservis bedeli bile 2-3milyon euroyu buluyor. Dolayısıyla dört büyükler de dahil hayli zor kulüplerimizin işi.
Tabii en çok da Fenerbahçe ile Beşiktaş sorun yaşıyor bu konuda. Aboubakar ile Talisca’nın durumları netleşmedi henüz siyah beyazlılarda. Tallisca’nın da öyle.
Günler de çabuk geçiyor böyle zamanlarda sanki. Nitekim başladı işte sezon açılışları. Bilmeyen yok, Fenerbahçe de Beşiktaş da öyle istediği her futbolcuyu transfer etme gücü ve özgürlüğüne sahip değil. Zira UEFA’nın mali kriterlerinden ötürü eli zayıf kalıyor ikisinin de. Öte yandan en namüsait şart ve durumda dahi şampiyonluktur ikisinin de amacı ve misyonu. Bu da yaman bir çelişkiye dönüşüyor doğal olarak.
Oysa yıllar ötesinden süregelen güne oynamak ve geleceği ihmal etmek egemen hale gelmese kulüp yönetimlerinde, şu andaki sorunları yaşamayacaktı büyük ihtimalle. Özellikle Yıldırım Demirören ve benzeri yöneticilerin kulüplerin kapısına bıraktığı faturadır bence şu andaki açmaz ve çaresizlik.
Oysa ne yetenekli futbolcuları gün yüzüne çıkarmıştır futbolumuz. Tamam, yıldız kaynamıyor ama nice yıldız adayı çocuk var bu topraklarda. Yeter ki, o yeteneklere gereken özeni gösterip doğru yolda yürümelerini öngörsün, önlem alsın futbolumuzu yönetmekle sorumlu olanlar.
Tarık Daşgün, Okan Koç, Mehmet Hanefi, Muhammet Demirci, Recep Niyaz, Olcan Adın, Sercan Yıldırım, Batuhan Karadeniz, Abdülkadir Kayalı, Özer Hurmacı, Salih Uçan, Cafer Can, Ozan Tufan vs. vs…
Ne yazık ki, açmadan solan çiçek oldu çoğu. Neden? Çünkü kulüplerimiz doğru organize edilmiyor. Yöneticilerin büyük çoğunluğu bilime, bilimsel yönteme sırtını dönüyor. Doğal olarak bu gencecik yeteneklerin sorunları öngörülemiyor, çözülemiyor. Oysa futbolcuların büyük çoğunluğu alt gelir grubuna mensup ailelerin çocuklarıdır. Yani, donanımsız ve hazımsızdırlar. Johan Cruyff’un deyimiyle “Fakir ailelerden gelip iyi futbol oynadıktan sonra zengin olarak sapıtan futbolcular…” onlar.
İşte yöneticilik biraz da burada ortaya çıkmalı. Bu yetenekli çocuklara yaşam koçu veya mentör ayarlamalı, bu sorunları öngörmeli ve yumaklaşmadan gereken önlemleri alabilme yetenek ve iradesine sahip olmalı, öyle değil mi?

02 Temmuz 2017, Pazar 22:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yüzleşmek lazım!‘’

Medyadaki haber ve yorumlara göre daha şimdiden 30’u buldu dört büyük kulübümüzün yaptığı transferler.
Tamam, asparagas olanı da var ancak haberlerin büyük çoğunluğunun kaynağı kulüp yöneticileri ve bu takımları adım, adım izleyen muhabir arkadaşlarımızdır.
Şüphe yok ki, transfer haberlerinin böyle bir görüntüye bürünmesinin ana nedeni Fenerbahçe ve Beşiktaş başta olmak üzere kulüplerimizin içinde bulunduğu maddi sıkıntılardır.
Galatasaray, Bruma ve Podolski’nin satışından gelen parayla nispeten rahatladı. Ama maalesef Fenerbahçe ve Beşiktaş hala kılı kırık yararak adım atmak zorunda oldukları mali açmaz içinde kıvranıp duruyorlar. Dolayısıyla, UEFA’nın mali kriterleri ikisinin de başında Demokles’in Kılıcı gibi sallanıp duruyor ne yazık ki.
Doğal olarak kulüplerimiz çok istedikleri futbolcuları bile transfer etmek özgürlüğünden yoksunlar. Bütün bunlara (yabancılar başta olmak üzere) futbolcuların dudak uçuklatan bonservis bedelleri de eklenince, belirginsizlik katlanıp gidiyor ve her yeni gün yeni futbolcuların adları dolaşıp duruyor ortalıkta.
Bu durumda yapılacak şey bellidir: Mevcut kadrodan birkaç futbolcu satarak kaynak yaratmak. Fakat bu kez de hesap kitap yapmadan gözü kapalı kontrat imzaladıkları yabancı oyuncular sorun oluyor.
Yabancılar da haklılar kendilerine göre. Çünkü (Çin hariç) dünyanın hiçbir yerinde kazanamazlar bizim ülkemizde kazandıkları parayı. Hele de Van Persie, Van der Wiel, Emenike veya Sneijder gibi yaşı ilerlemiş futbolcular…
Yerli-yabancı ayrımına karşıyım, “iyi futbolcu” adına. Ancak bizim kulüplerimizin sıkça yaptığı gibi yabancı oyunculara bu denli bonkör davranılmasının, kulübün gelecinin ipotek edilmesinin de şiddetle karşısında olduğumu belirtmek isterim.
Tamam, şu andaki kötü görüntünün tek sorumlusu günümüz yöneticileri değil. Ama eskileri taklit etmeden, güne oynamadan gelecek adına bir plan-program yapmak da asli görevidir her yöneticinin. Gerçekler acıdır, fakat yüzleşmek lazım ne yazık ki. Misal, Fenerbahçe’de Yiğithan, Hakan Cinemre var. Altınordu ve Galatasaray’ın Avrupa Şampiyonası’nda yarı finale yükselmiş U 17 ulusal takımımızda yer alan pırıl pırıl gençleri var. Artık biraz da onlara yönümüzü dönmek zorundayız, bu gerçeği görenin zamanı gelmedi mi hala Tanı aşkına?
Not: Huzur ve güvenle bezenmiş bir bayram geçirmenizi diliyorum tüm içtenliğimle.

26 Haziran 2017, Pazartesi 21:05
YAZININ DEVAMI

‘’Yine başaracak!‘’

“Zeki, çevik ve ahlaklı” bir futbolcuydu Aykut Kocaman. Onu sevmeyenlerin büyük bir bölümü bile bu gerçeği teslim edecektir herhalde.

Teknik direktörlüğü de futbolculuğuyla atbaşı gidiyor Sayın Kocaman’ın. Teknik direktörlüğe İstanbulspor’da oyuncu-teknik adam olarak başlamıştı. Cem Uzan tarafından yüzüstü bırakılmıştı ve küme düşmenin en büyük adayıydı Sarı Siyahlılar o sezon.

İki elin parmaklarından azdı bitime kalan haftalar ve karavana yiyordu parasızlıktan futbolcular. Ama Sayın Kocaman’la kümede kaldılar mucizevi şekilde. Anadolu’da devam etti sonraki yıllarda antrenörlüğe ve Fenerbahçe’ye hoca oldu sonra bildiğiniz gibi. Ve ilk sezonunda şampiyon yaptı Sarı Lacivertlileri. Sonrasında da 3 Temmuz Depremi’ni yaşadı bildiğiniz gibi asırlık çınar.

Bir şampiyonluk, 2 Türkiye Kupası kazandırdı ama asıl önemlisi 3 Temmuz Kumpası döneminde sergilediği o her kesimden saygı gören ortaya koyduğu saygın liderlikti bence. Tam bir karakter örneği sergiledi süreç boyunca. Futbolun felsefesini ve futbolcu psikolojisini derinlemesine özümlemiş ender spor insanlarındandır benim için Aykut Kocaman. Hocalık yaptığı hemen her takım karakter sıçraması yaptı, bu bir başka gerçek. Misal, ikinci kez başına geçtiği Konyaspor’u bu kez ilk sezonunda ligde 3. yaptı.

İkinci sezonundaysa Türkiye Kupası kazandırarak yeşil beyazlılara tarihinin en büyük başarılarını yaşattı. Elindeki kadroyla neler yapabileceğini bilen, oyuncusundan gerekli verimi alabilen, ekibine total futbol oynatmaya çalışan bir teknik direktördür Aykut Kocaman. Şimdi daha da deneyim kazanarak ikinci kez geldi Fenerbahçe’nin başına.

Dolayısıyla da son iki sezonda neredeyse sönmüş bir ateşi andıran Fenerbahçe’ye resmen ilaç olacağına inanıyorum. Ve çok büyük bir aksilik olmazsa göreceksiniz, yine başaracaktır Aykut Kocaman.

20 Haziran 2017, Salı 22:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kulüplerimiz boğulmak üzere!‘’

Sayın Celal Doğan döneminde sıfıra yakın borçla oldukça dişli bir takımdı Gaziantepspor. En önemlisi de hemen her sezon gencecik oyuncular armağan ediyordu futbolumuza. Ama küme düştü maalesef kırmızı siyahlılar. Hem de parasızlık ve başdöndüren teknik direktörlük değişikliklerinden ötürü.

Eskişehirspor’un şu an içinde bulunduğu durumun ve Süper Lig’in dışında kalmasının nedenleri de pek farklı değil ne yazık ki. Dolayısıyla kulüplerimizin ayaklarındaki pranganın kötü yönetilmek ve çapsız yöneticiler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz her halde.

Oysa ki, kulüp yöneticilerimizin önemli bölümü başarılı iş adamları arasından çıkıyor. Ne hikmetse kendi şirketlerini hep ileri taşıyanlar, istihdamda, planlama ve harcamada kılı kırk yaran bu yöneticiler sıra kulüplerine gelince insanı hayretler içinde bırakıyorlar. Sportif başarı yok, altyapıdan oyuncu çıkarmak yok ama borç katlanarak altından kalkılmaz hale geliyor. Söylemeye gerek yok ki, bu iç karartan görüntünün ana nedeni kötü yönetilmektir maalesef. Rahmetli Johan Cruyff’ün çok önemli bir tespiti var; “…içlerinde kulüplerinin DNA’sını taşıyan oyuncular daima takımlarına fazladan bir şeyler katarlar…” der.

Mantıklı ve bilimsel bir tespit değil mi? Çünkü aidiyet duygusu güçlü olan futbolcu sadece kendisi için değil, aynı zamanda takımı ve camiası için de yürekten oynar, pes etmez ve yenilgiyi kabullenmez. O zaman yapılacak iş bir an önce altyapıya hak ettiği önemi vermek ve o doğrultuda organize olmaktır. Üstelik Altınordu örneği de var önünde sorumluların.

Sayın Seyit Mehmet Özkan’dan öneri ve yardım alınabilir pekala. Birkaç milyon vatandaşımızın yaşadığı Avrupa’da milli takımımızın formasını giyecek kalitede bu kadar çocuğumuz yetişiyorsa gurbette, pekala 80 milyonluk Türkiye’de bilimin izinden gidilirse yüzlerce cevher keşfedilebilir bana göre. Zira asla ve asla bir yetenek sorunumuzun olmadığına inananlardanım. Futbol Federasyonu ve Kulüpler Birliği başta olmak üzere tüm yetkililer vahameti görmek zorunda artık. Akdi halde boğulacak borç batağında kulüplerimiz.

15 Haziran 2017, Perşembe 21:55
YAZININ DEVAMI