‘’Temize çekmek‘’
Bir tek kendisi dışında günahıyla, sevabıyla koca sezonu temize çekmiş oldu Fenerbahçe, Trabzon’da. Hakemleri, hataları, söylentileri, beklentileri, Ulusoy’u, federasyonu, Fenerasyonu, medyayı, onurları, şerefleri, şaibeleri, çantaları, komploları, penaltıları, ofsaytları, kartları, ittifakları, beyaz sayfaları; yani futbol dışında ne kadar unsur varsa tekmili birden hepsini...
Ligin çamaşır makinesiydi sanki. İyisiyle, kötüsüyle, nefretiyle, sevgisiyle her şey onun üzerinden tarif edildi. Herkes elini, ayağını, zihnini, beynini O’nda yıkadı, aklandı, paklandı. Teknik direktörler, futbolcular yeteneklerini, hırslarını, meslek namuslarını ve mücadele güçlerini iki maçta test edip geleceklerini garanti altına aldı.
Fenerbahçe’nin kendisini temize çektiği tek yer, beyaz sayfa açtığı tek yer nasıl olduysa Devler Ligi oldu. Trabzonspor tribünlerinin “olamazsın şampiyon” çığlıkları, futbolcuların da maç sonrası çiftetelli oynaması, yıllardır neden şampiyonluğa hasret kaldığı sorusunun kanıtlı cevabıydı aslında...
Fenerbahçe’nin ilk 30 dakikada maçı 4-0’a taşıyarak, Ali Sami Yen’deki maç sonucunu bekleyeceğini zannedenler yanıldı. Psikolojik harekât karşısında, havluyu çoktan attığını Gençlerbirliği maçında da göstermişti çünkü...
Bu sene Avrupa’da yaşattıkları sevinç ve gururun diyeti, bedeli ya da zekâtıysa hediye edilen şampiyonluk, helâl-i hoş olsun. Tabii ki bütün bunlardan gerekli ev ödevlerinin eksiksiz çıkarılmış olması kaydıyla...
‘’Turnusol etkisi‘’
Fenerbahçe’nin ah’la vah’la kaybedilecek dövünecek, peh peh’le poh poh’la övünecek zamanı da lüksü de yok. Çünkü önünü görebilmek için başını hep dik tutmak zorunda. Zaten yönetim ve taraftar olarak bunun önemini kavramış durumdalar. Planlamadan ve hedeflerden milimetre şaşmadan, sapmadan soğukkanlılıkla yoluna devam etmeleri gerektiğinin bilincindeler.
Beyaz Tayfa ittifakları, olan biten bütün haksızlıkları tek bir derbi maçıyla temize çekti. Ne saçma sapan verilen ne pas geçilen penaltılar, ne de 3 metre ofsayttan atılan goller var artık gündemde. Verilmeyen kartlarla ‘en centilmen’ de olabiliyorsunuz anında. Ofsayttan attığı gol sonrası kameralara yapılan dua gösterisi, aslında koca bir sezonu özetleyen bir ikiyüzlülüğün portresidir.
Fenerbahçe yönetimi ve taraftarı, yıllardır bu kulübe karşı dışarıdan ve içeriden yürütülen yoğun psikolojik harekât karşısında çözülmeyince, alışıldığı üzere kendi kimyasını değil, oyunları bozmuştur. Turnusol etkisi yaratmıştır.
Abi’lerin, Baron’ların ve onların yalaka şürekâsının yüzlerindeki maskeyi çekip alan, tarafsızlık makyajlarını bozan sağanak bir yağmur olmuştur. Onların pompaladığı gibi Ulusoy’la değil, Ulusoy düzenine rağmen şampiyon olmuştur mesela. Hem de içinde fikstür rezaletleri, hakem faciaları ve ittifak sofralarının da bulunduğu düzene...
Artık buna takılacak, üzerinde patinaj çekecek, kafa yoracak zamanı da yok. Çünkü birilerinin denizi bitti. Bu sezonun yarısına kadar yine Ulusoy gazıyla geldiklerini de asla hatırlarından çıkarmasınlar.
Fenerbahçe bu yıl da kendi hedeflerini yakalamıştır. İçerde bedel ödese bile, dışarıda koyduğu çıtayı aşmayı başarmıştır. Transfer hamleleri ve planlaması artık tamamen Devler Ligi’nde varılan noktayı aşmak üzerinedir. Yani kadro kalitesini zenginleştirmek ve derinleştirmek üzerine...
Çünkü kendini yanlışı ve doğrusuyla gerçek anlamda test edeceği, kıyas mekanizmalarını doğru çalıştıracak mecra odur. Çünkü bütün unsurlarıyla sadece futbolun geçerli olduğu, komploların ve komplo teorilerinin barınamadığı bir arenadır. Türkiye’nin turnusolu için takım, teknik direktör, sistem, yönetim, taraftar, kurumsallaşma, istikrar ve ekonomik güç açısından turnusol etkisi yapacak boy aynası da Devler Ligi’dir.
Fenerbahçe artık sakin bir güçtür. Rakiplerini istikrarlı olarak büyüyen bu gücün azâmeti değil, eğilip bükülmeyen sükûneti ürkütüyor. Hedef doğrultusunda Alman kaba inşaatı bitirdi, Brezilyalı da ince işçiliğini gerçekleştiriyor. Gelecek açısından Zico’nun da Daum’un görev süresini geride bırakması, en az başarılarını geride bırakması kadar önemli...
‘’Olma hali‘’
Hiçbir zorluk karşısında yumruklarını ve yüreklerini çözmediler. Bozgun rüzgârlarına karşı inatla direndiler. Tam 10 yıldır camianın içinde bilinç ve aydınlanma mücadelesi veriyorlar, gericilere meydan okuyorlar. Ne acıları sindirdiler ama en sinsi oyunlar karşısında bile sinmediler. Bedel öderken/ödetilirken yutkundular ama asla yutmadılar. Her platformda Fenerbahçe gericilerine karşı, karanlığı özleyenlere karşı aydınlanma ve farkındalık savaşı verdiler. İnsanüstü bir sabır ve inatla yüzyıllık kulübün kaderini değiştirdiler.
Denizli travmasından iki gün sonra kombine ve forma kuyruğundaydılar. İstikrardan yana en radikal tavrı koyanlar yine onlardı. Seyircilikle taraftarlığı karıştıranlara, ıslıkçılara, yuhçulara karşı büyük hedefin yanında derviş sabrıyla saf tuttular. Ne ahlandılar, ne vahlandılar, ne de hayıflandılar. Neyin kaybedildiğini, neyin kazanıldığını çok iyi biliyorlardı. Çemberin ne içinde, ne dışında tam da ortasındaydılar.
Liderin 35 puan gerisine düşüldüğü 2003 senesinde, buzlu camdan bakıyormuş hissi uyandıran, gök delinmiş gibi yağan o yağmurun altında oynanan sezonun son maçında bile 23 bin kişiydiler. Dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi.
Bu zenginliği onlar yaratmıştı, onlar üretmişti ve yağmalanmasına da kesinlikle izin vermeyeceklerdi. Sevda ve kavga manifestosunun altında onların imzası vardı. Kimseden övgü beklemediler. Câhiliye devri ulemâlarının büyük bir iştahla kurduğu engizisyonlara, darağaçlarına tek bir kelle vermemeye yemin etmişlerdi. Vermediler.
Son maçta stadı yakıp yıkmalarını, ağlak ve zavallı hallerini bekleyenler bir kez daha yanıldılar. Çünkü onlar efsunluydular. Kimseyi güldürmemeye, rahat nefes aldırmamaya kararlıydılar.
İkinci depremlerini yaşıyorlar. Ama ne yaşamak. İşportaya düşürmeden, ucuzlatmadan, ağlamadan, dilleri dolaşmadan... Çünkü geleceğin kimin olduğunu biliyorlar, daha da ötesinde kendileri olduğunu biliyorlar.
Onlar dimdik durdukça son dakika şampiyonlukları bile kursaklarında kalıyordu bazılarının... Çünkü ancak Fenerbahçe’nin karışması mutlu ederdi onları. Camia ve tribünler karışmalı, yönetim istifa etmeli, kadro ve teknik direktör katliamı olmalıydı ki, sevinebilsinler. Yine yanıldılar. Bir taraftarın yaşayabileceği en büyük iki travmanın acısını bir şehit babası kadar vakur ve mağrur yaşadılar. Gözyaşlarının ve paylarına düşen hüzünlerin kutsal mahremiyetini kimseye ihlâl ettirmediler. Fenerbahçe’nin asıl kıskandıran gücü ve geleceğinin teminatı, devlet kasası ve kıyakları, federasyonlar ve ittifaklar değil, taraftarındaki bu ‘olma hali’nin ta kendisidir.
Devrim artık olgunlaşıyor!
‘’Düşmeyen tek kale‘’
Fenerbahçe, Sivas’taki maçtan tamamen bağımsız olarak kendi hedef maçına çıkmıştı ecel teri döken Gençlerbirliği önünde.. Sanki düşme korkusu yaşayan ve deplasmanda oynayan Sarı-Lacivertliler, şampiyonluk trenini son anda kaçıran ve ev sahibi olan Kırmızı-Siyahlılar’dı. Orta alan, misafirperverlik gereği Başkent ekibine terk edilmişti. İkinci toplarda hiçbir Fenerbahçeli yoktu. Hazırlık karşılaşması sanabilirdi bilmeyenler.
Kararlı olan, hangi şartta olursa olsun kaleyi asla düşürmeyeceğini ele güne ilan eden tribünlerdeki devrim muhafızlarıydı. Kulübe çağ atlatan koşulsuz desteklerinden asla taviz vermeyeceklerini dosta düşmana gösterdiler bir kez daha... Sakatlıklar yüzünden felç inen sol kanada monte edilen Ali Bilgin, vücudun alışamadığı başarısız bir ‘protez’ gibiydi. Sivas’tan ilk gol haberi geldiğinde Fenerbahçe iki kişiyle ayrı ayrı yönlere taç atışları kullanıyordu Saracoğlu’nda. Kahe’nin zincirleme hatalarla gelen gelen golü bile yetmemişti inancı sarsılmış Sarı-Lacivertliler’i silkelemeye... Oysa zaten asıl hedef Şampiyonlar Ligi’ydi.. Şampiyonluk ise olsa olsa ‘bonus’ olabilirdi. Bu maçtaki galibiyetin manevi getirisi ve devrime katkısı bir yana, riske edilen maddi gelir kulüp kasasına bu yıl giren 43 milyon YTL’ydi en azından... ilk yarının uzatmalarında Edu’nun ‘eli’ ile gelen beraberlik golü, “ancak böyle atabilirdi” dedirtti herkese... İkinci yarıda Semih ve Deivid ile rahatlayan, Hakan’ın golüyle yeniden endişeye kapılan Fenerbahçe, Galatasaray’ın galibiyetiyle Devler Ligi’ni garantiledi. Peki benzer bir ilâhi ironi hafta sonunda neden tekrarlanmasın?
‘’Sizce hangisi?‘’
Usanmadan yazmaya da söylemeye da devam ediyoruz ve edeceğiz; Türkiye’de futbol sadece konuşulmadığı kadarıyla var.
Bu ahvâl ve şerâit içinde Fenerbahçe’nin yaşadığı değişim ve dönüşümündeki derinliği, sığ kafaların algılamasını beklemek tam bir safdillik. Zaten derdimiz de onlara bu felsefe farkını anlatmak olmadı hiçbir zaman. Ama niyeyse durumdan vazife çıkaranlar, aptalca bir gayretkeşlikle cevap yetiştirmeye çalışmaktan telef oldu.
Hayatlarını “kazanan haklıdır” fütursuzluğu üzerine oturtmuş ve amaca giden her yolu meşru gören çarpık zihniyetle hayatın hiçbir alanında işimiz olmadı ve olmaz. Meşrebimiz “haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır” mantığının azınlıktaki işgüzâr savunucularıyla örtüşüyor, o kadar.. Bu halimizle de rezilliğin, utanmazlığın, pişkinliğin ve seviyesizliğin sınırının kalmadığı, hatta kutsandığı bir mahallede ‘salyangoz satıcısı’ndan zerre farkımız da yok. Bunu da biliyoruz ve hiç gocunmuyoruz zaten.
Yoksa teknik direktörlere aşağılayıcı lâkaplar takmak, futbolcuları tribünlerin önüne atmak, yönetimlere kapılanmak, ahkâm kesmek, tribünlere oynamak makbul adam olmak için en mâkul yol. Komplo teorileri üretmek, komplo düzenine güzellemeler döktürmek, gerçekleri dillendirmekten daha cazip ve kolay bir iş. Yaptırımı da riski de yok yalanların; çünkü gerçekler kadar rahatsız edici olmadılar hiçbir zaman.
Bonservis bedelleri, yıllık kazançları, takım bütçeleri üzerinden ukalâ kutsamalar ve aşağılamalar üretmek, sahte kahramanlar türetmek, destanlar yazmak nasıl bir şeydir bilmem. Yorumculuğu teknik direktör hocalığıyla karıştırıp, kurs verir gibi 1-2-3-4-5 rakamlarından toplamı 11 eden farklı diziliş reçeteleri vermenin kışkırtıcı hazzını da erbâbına sormak gerek.
Naçizâne kendi cürmümüzce yıllardır dönüp dönüp dillendirmeye çalıştığımız özetle şu cümlelerden ibaret: Futbol takım oyunudur. Basit bir oyundur. Ukalâlığa asla tahammülü olmayan, tokadı anında indiren bir oyundur. Her takım saygı duyulacak takımdır. Büyük veya küçük takım yoktur. Kolay maç yoktur. Maç bitmeden maç bitmez, lig bitmeden lig bitmez. Her maç derbi maçtır. Mücadele etmeyenin, koşmayanın yetenek farkı ortaya çıkmaz. Futbolu bonservis bedelleri ya da bütçeler değil sahadaki futbolcular oynar. Değerler, ilkeler, felsefeler ve hedefler şampiyonluklardan ve başarılardan çok daha önemlidir.
Fenerbahçe zümrelerin, cemaatlerin, lobilerin takımı olmasın. Kazanmak için her yolu mübah görmesin. Meydan okuyarak, direnerek kazanacaksa bir anlamı var.
Biat ederek, teslim olarak, benzeyerek, kendini inkâr ederek ya da ittifaklarla kazanacaksa hep kaybetsin!
‘’Aslolan devrimdir...‘’
Fenerbahçe, büyük bir avantajı eliyle sundu Galatasaray’a... Sahadaki oyuna bakıldığında maçın hakkı da bu sonuçtan başkası değildi zaten.
Bu takım Real Madrid’in, Milan’ın göremediği çeyrek finale çıktı Şampiyonlar Ligi’nde... Dünya devi Chelsea’ye kafa tuttu. Üstelik bunları yaparken ne maçını erteletti, ne hamaset yaptı, ne ayrıcalık talebi oldu. Derbi oynayıp gitti, döndükten sonra gene derbi oynadı. Nisan ayı geldiğinde bile hâlâ Avrupa’daydı.
Eğer bu gururlu yorgunluğun ve başarının bedeli şampiyonluktan olmaksa, varsın olsun. Ancak bir tek şartla; önümüzdeki sene yine Şampiyonlar Ligi’nde yer alarak.
Liverpool’a bakın... İstanbul’da Milan’ı 3-0 geriden gelip devirdiği ve Avrupa’nın en büyük kupasını kazandığı sene, kendi ligindeki sıralamasından dolayı Şampiyonlar Ligi’ne katılamıyordu. UEFA statü değiştirmek zorunda kaldı. Son 3-4 yılın en başarılı takımı Liverpool’dur Devler Ligi’nde ama Premier League’de yıllardır şampiyonluk görmüyor. O da bedel ödüyor. O’ndan daha fazla hatta çılgın yatırımlar yapan Chelsea’nin, Liverpool olabilmek için daha onlarca yıla ihtiyacı var. Kültür, gelenek ve tecrübe parayla satın alınamıyor çünkü...
Devlet kasasından tek kuruş yardım almadan stadını kendisi yapan, federasyonun hamiliğine sığınmadan mücadele eden, Fakir Fukara Fonu’na göz dikmeden taraftarlarının olağanüstü fedakarlıklarıyla yeniden diriliş yaşıyor Fenerbahçe. Kombinesiyle, lisanslı ürünüyle, hep destek tam destek felsefesiyle.
Bu devrimin hedefleri başkalarının hayallerine sığamayacak kadar büyük. Sabırla, inatla, dayanışmayla bu meşakkatli yolda emin adımlarla ilerliyor. Bazen kendi ayağına dolansa da, bazen ittifaklar tarafından sendeletilse de, ağlamadan, hatalarından dersler çıkararak yürüyüşünü sürdürüyor.
Fenerbahçe’nin kendi gerçeklerine ve ülke gerçeklerine karşı verdiği mücadele, Türk futbolunun Kurtuluş Savaşı’dır. Hangi zor şartlar ve sancılar altında olursa olsun bu yapısal ve zihinsel devrimin rotasından ödün vermemek boynunun borcudur.
Yoktan var edilen bu zenginlik, sabırla oluşturulan direnç noktaları ve yağmacı rantiyelere karşı örülen aşılmaz barikatlar ‘hep destek tam destek’ diyerek meydan okuyan devrim muhafızlarının başarısıdır. Karşı saldırıya geçmek için fırsat kollayanların değil.
Sevgili kardeşim Adnan, “Tarih Elif’leri yazar, öküzleri değil!” diyordu Kurtuluş Savaşı’nın adı bile bilinmeyen kahramanı Elif’in öyküsünü aktarırken.. Cepheye kağnıyla mermi taşırken, ölen öküzünün yerine tereddüt bile etmeden kendini bağlayan Elif.
Ortalıkta öküzden çok bir şey yok da, marifet Elif olabilmekte!
‘’Gol atan galip‘’
Fenerbahçe’nin, üstelik bir kader maçında kendi karakterinden ve oyun kurgusundan bu kadar uzaklaştığı macadelede, istediğini alması mümkün değildi. Maçın tam anlamıyla Rus Ruleti’ne döneceği önceden belliydi. Nitekim skoru belirleyen de Volkan’ın tek hatası oldu.
Ancak bütün olan biteni dönüp dolaştırıp Volkan’ın sırtına yüklemek büyük haksızlık olur. Galatasaray önce en etkili silahı olan kanatlarını durdurdu rakibinin. Sonra da Alex’i etkisiz hale getirerek göbekten bindirme olasılığını bertaraf etti.
Oyun uzatma dakikalarına kadar Galatasaray’ın inisiyatifinde geçti. Daha dikkatli olan, daha çok isteyen, daha çok mücadele eden, daha çok farkında olan Sarı-Kırmızılalar’dı. Ve canlarını dişine taktıkları karşılaşmada hak ettiklerini de aldılar. Hem de Volkan’ın eliyle yaptığı bir asistle...
İkinci toplarda hep Galatasaraylı futbolcular vardı. Fenerbahçe’nin etkili ayaklarını felç ettiler. Üç pas üst üste yapma olanağı tanımadılar.
Şimdi iki maç daha var ama şampiyonluk kaçarsa kimse sakın bu maça bağlamasın. Tıpkı Denizli’de olduğu gibi. Bu karşılaşma ‘neden’ değil ‘sonuç’ maçıdır. Sorunun cevabı koca sezonu ‘yazı-tura’ya getiren diğer maçlarda aranmalıdır.
Hakem Fırat Aydınus’un asla ön plana çıkmadığı, sonuca en küçük tesiri olmadığı maçta Galatasaray, galibiyete uzanıp çok büyük bir avantaj elde etmiştir.
Şampiyonlar Ligi’ndeki başarının Süper Lig açısından yarattığı motivasyonsuzluğun sonucudur dünkü karşılaşma...
Ancak hep dediğimiz gibi, büyük hedefler ve istikrar anlayışından sapma yaşanmadığı taktirde, Fenerbahçe yine de bu ligin kazananıdır.
‘’Kazanan belli‘’
Pazar günü son yılların en kritik derbisi oynanacak. Tam anlamıyla ‘Rus Ruleti’ gibi. Futbolsuz bir futbol gecesi olabilir, ama mücadelenin, psikolojik harbin, hem sahadakilerin, hem tribündekilerin, hem de ekran başındakilerin sınırlarını zorlayacağı kesin.
Fenerbahçe geçen sezon suyun haricinde her şeyin atıldığı, ama propaganda ile ‘su maçı’ seviyesine indirgenen provokatif atmosferden sükunetiyle başı dik ayrılmayı başarmıştı. Şimdi bir karar maçı daha onları bekliyor. Ancak bu kez şartlar daha farklı, tansiyon çok daha yüksek.
Bu tür maçlarda bütün parametreler, istatistikler felç olur, hatta bazen tersine işleyebilir. Daha çok mücadele eden, daha çok koşan, daha dikkatli ve sakin olan ayakta kalabilir ancak. Fenerbahçe her maçta yaptığı gibi yine kendi oyununu oynamaya ve bunu rakibine kabul ettirmeye çalışacak. Asla beraberliğe oynamayacak. Galatasaray ise pas yapan ayakları etkisizleştirip, kaos ve karambol futbolundan sonuç almaya çalışacak. Ancak bu maç şampiyonu mutlak belirleyecek maç değil. Ondan sonra iki maç daha oynanacağını kimse unutmasın.
İki camianın hedefleri açısından çok farklı anlamı var bu şampiyonluğun. Yıllarca kendi zaferlerinden bile hezimetler üretmeyi başaran Fenerbahçe yok artık. O devir eskide kaldı. Mutlu sona ulaşamazsa sadece bir şampiyonluk kaybeder, o kadar. Ne hedeflerini şaşırır, ne de Büyük Yürüyüş yolundaki rotasından ve planlamasından sapar. Ancak şampiyon olursa çok daha ötesinde kazanımları olur. Her şeyden önemlisi de Türk Futbolu’nda bir devrin kapanıp, yeni bir devrin açıldığını bağıra bağıra ilan eder. ‘Papermoon’ ittifakçılarının canını en çok sıkan, rahatsız eden ve paniğe sevk eden işte tam da bu.
Galatasaray ipi göğüslerse sadece bir şampiyonluk kazanır. Yüzleşmeye yanaşmadığı gerçeklerini halının altına süpürür ve biraz daha zaman kazanır. Ancak bu, on yılı aşkın süredir devam eden ‘devr-i saadet’in bittiği, bu halkanın zincirlerinin kırıldığı gerçeğini değiştirmeye yetmez. Ama şampiyon olamazsa, çok daha fazlasını kaybeder. Bütün güzelleme dolu hamasetlere rağmen çok ciddi bir sarsıntı ve hesaplaşma yaşayacakları da muamma değil. Bu kaybı, kazanca çevirmek de ellerinde, çünkü önlerinde acılardan, ihanetlerden ve kaostan süzülerek bunu başarmış Fenerbahçe örneği var.Hakem hatalarının, sporu utandıran çirkefliğin, saha içi ve saha dışı provokasyonun, şiddetin öne çıkmadığı, sadece futbolun konuşulduğu bir maç olsun yeter. Sonuç ne olursa olsun, kazanan şimdiden belli!