Arama

Popüler aramalar

‘’Büyük yürüyüş‘’

Fenerbahçeliler bir kez daha direnmeye ve komplolara meydan okumaya, haksızlığa ve hukuksuzluğa, düzene ve düzeneklere baş kaldırmaya hazırlanıyor.
‘Büyük Yürüyüş’ten alıkoymaya çalışanlara karşı yine ‘Büyük Yürüyüş’le yanıtlarını verecekler. Tarihe kalın harflerle bir şerh düşecekler. Kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla, kınalısıyla, ojelisiyle hep birlikte tek yürek olacaklar.
15 Nisan Pazar günü saat 13:00’te ‘Cadde’de yine Sarı-Lacivert bilinç manifestosu koyulacak. Çubuklulara bürünüp, “haklıyız kazanacağız” diye gururla haykıracaklar. Teslim olmadıklarını ve asla teslim alınamayacaklarını, biat bekleyenlere karşı inatla ve isyanla bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha bıkmadan usanmadan dile getirecekler.
Tribünler yenilirse, taraftar yenilirse ortada ne kulüp kalır, ne de camia... Asıl maçın, asıl mücadelenin, en büyük ve en kritik derbinin saha dışında olduğunu en iyi onlar biliyorlar. Var etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. ‘Çubuklu’yu giymek, kulübün armasını taşımak, bu zamanlarda bölücü örgüt bayrağını taşımaktan daha sakıncalı... Aziz Yıldırım’ın fotoğrafını taşımak, terör örgütü liderinin fotoğrafından daha tehlikeli... Müdahale ve muamele arasındaki fark da bunu göstermiyor mu zaten. Kıyas mekanizması çalışanlar, henüz beyni kurumayanlar bunu apaçık görebiliyor.
O gün o saatte Kadıköy’de olmak tribünde olmaktan çok daha önemli. Maça gitmeyecek, gidemeyecek olanlar bile o yürüyüşte olmalı... Ömrü hayatında maça gitmemişler bile Cadde’ye akmalı...
Bakın şimdi bambaşka senaryolar üretiliyor. Düzenin kalın bağırsakları ekranlardan ve köşelerinden ifrazata devam ediyorlar. Aziz Yıldırım’la ilgili ‘gizli tanık’ soslu Ergenekon senaryoları üretiyorlar. Dahası yeni hazırlanan bir senaryonun alttan alta tanıtımını üstlenmişler. Kamuoyunu buna hazırlıyorlar.
Bir yanda da “kulüplere değil, kişilere ceza” formülü üflenerek, Aziz Yıldırım peşinen suçlu ilan ediliyor. TFF de bu senaryonun içinde. Maksat Yıldırım’ın seçilme hakkını -mümkünse- ömür boyu elinden alarak, Fenerbahçe ile tamamen ayrıştırmak.
Aziz Yıldırım’ın özgürlüğe kavuşma ve yeniden seçilme ihtimali birilerinin uykusunu çok fena kaçırıyor. Ne yapıp edip tutsaklığını uzatma, olmadı allem kallem ‘Çubuklu’dan koparma derdindeler. Bu kulüp eğer hâlâ Fenerbahçe ise, bu eti tırnaktan ayırma uzmanları bile Yıldırım ile Fenerbahçe’yi ayırmayı başaramayacak. Bunu yaşayarak görecekler. Yetmez; bir de ezberleyecekler.
Haydi Fenerbahçeli ‘Cadde’ seni bekliyor.

11 Nisan 2012, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Âlem biliyor...‘’

Fenerbahçe bu, kendi işine bakar, rakiplerin ne yaptığına bakmaz. Kim düşecekmiş, kim şampiyon olacakmış umurunda olmaz. Kimseyle duygusal ya da kaygısal ittifaklara girmez. Hatır-gönül kirliliğine bulaşmaz. Sadece yapması ve olması gerekeni yapar. Kendi göbeğini hep kendisi keser.
Mesela en azından bu yönden kafası ne kadar rahattır Samsunspor’un ve elbette bu yüzden son düdüğe kadar asla rahat edemez Antalyaspor. Fenerbahçe’nin yıllardır yaşattığı ile yaşadığı taban tabana zıttır yine tam da bu yüzden.
İlk yarım saatte rakibinden 4 gol yiyen güya büyük takım mı istersin, Fenerbahçe şampiyon olmasın diye yarım kadroyla sahaya çıkan sözde büyük mü ararsın, şeytan sofralarında kupa paylaşan, bunu da takımlarına açıktan duyuran başkanlar mı ararsın, kendi futbolcularına yenilin diye yalvaranlar kolpa taraftarlar mı ararsın; tekmili birden mebzul miktarda mevcut ! Yıllardır ezberlenmiş acıklı bir komedidir bu. İşin garibi tetiğe asılanlar etiğin hocalığını yapmayı da ihmal etmiz. Başrolleri de figürasyonu da öteden beri bellidir.
Birilerinin ağlak ağlak ahlanıp vahlandığı gibi, biten sona eren normal değil “anormal” sezondur. Play-Off icadıyla da sulandırılmış ve ucuzlatılmış olan “anormal” ligin sezonu.. Bu anomalinin seneye de devam ettirileceği açıklandı üstelik.
Yoksa her şey normal olsa ve Fenerbahçe’ye bu kurgulanmış toplu linç yapılmasaydı, liderliği kimse göremeyeceği gibi, ligin şampiyonu da 8-10 hafta önceden belli olurdu zaten. Bunu da en iyi böbürlene böbürlene ahkâm kesenler biliyor zaten.
Fenerbahçe’nin şampiyonluk için sadece taraftarıyla ittifak yapmaya ihtiyacı var. Başka takımlarla ittifaka değil. Utanma duygusunu ameliyatla aldırmış medya madrabazları Aziz Yıldırım’ın “Fenerbahçe kimseyle ittifak yapmaz” sözünü, bu maçtan sonra ceza olarak bin kere tahtaya yazsın.

08 Nisan 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kadıköy Baharı‘’

Saracoğlu’nun tribünlerinde direnişin çiçekleri açmıştı yine... Tomurcuklarını, filizlerini de yanlarına alıp tribünlere koşmuşlardı. Balıklar kadar, yapraklar kadar çoktular. Sevdaları uğruna haksızlıklara, uğursuzluklara, linçlere, yok edicilere meydan okumaya gelmişlerdi.
Rujlarıyla, baş örtüleriyle, ojeleriyle, kınalarıyla, gökyüzüne açılan elleriyle, güzellikleriyle, bebeleriyle ve çocuklarıyla tek yürektiler. ‘Son kale’yi düşürmemeye yeminliydiler. Destekleri ve tezahüratları okyanus ötesinden bile duyulacak kadar berrak, güçlü ve kararlıydı. Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapan da kupalar, şampiyonluklar, galibiyetler değil, işte tam da bu iradeydi. Zaten kulübün her şeyden çok bu iradeye ihtiyacı var; belki de tarihinde hiç olmadığı kadar hem de! Malum, asıl büyük maç saha dışında oynanıyor.
Şu seyircisiz cezasını kadın ve çocuklara ödüle dönüştürmek, MAA Federasyonu’nun yaptığı tek doğru ve tek güzel iş herhalde...
3 Temmuz’dan herkes elini Fenerbahçe’de yıkamaya çalışıyor. Bunun anlaşılır bir yanı var. Çünkü gırtlaklarına kadar battıkları ve ortak oldukları pislikten arınabilecekleri başka bir mecra yok. Arınabilecekleri yer Kadıköy’ün suları çünkü. Fırsat bu fırsat mantığıyla hep birlikte üşüşüp, güle oynaya, ite kaka temizlenmeye çalışıyorlar.
Takviyeli kadrolarına rağmen “ince ince” yarımlaştırılmış, moralman çökertilmiş, zenginlikleri yağmalanıp peşkeş çekilmiş Fenerbahçe’ye bile rakip olamayanlar, iki sezondur nasıl son saniyeye kadar yarışabilmişler acaba? Sadece bu soru bile şike ‘ithamname’sini çökertmeye, asıl çeteyi deşifre etmeye yeter de artar.
Kadınlar demişken, Ya Azerbaycan’daki kızlara ne demeli? Dinamo Kazan’ı devirip finale yükseldiler. Demek ki asıl keramet sponsorda değil, zihniyet devrimindeymiş. Bakalım Cannes‘dan 2 yıl önce son sette verdikleri kupanın rövanşını alıp Metris’e götürebilecekler mi?
‘Büyük Usta’ Alex’in birebir derbi kopyası golü ve Bursa’nın direkte patlayan iki topu dün gecenin özetiydi. Fenerbahçe hem ihtiyacı olan galibiyeti aldı hem de tribünlerdeki sevdasının ve kavgasının nadide çiçeklerine öpücük gönderdi.
Bu kadar güzelliğin ardından, inşallah bu hafta, Volkan’a sakallarını bir daha bırakmamak üzere kestirecek, anahtarları tersine döndürecek o kutlu gelişme de yaşanır.

25 Mart 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu ne garabet?‘’

‘Saha kapatma’ ya da ‘seyircisiz’ cezası neyin nesi? Bugüne kadar neden olanlar mı cezalandırıldı, kulüpler mi? Ortada şöyle hukuki bir garabet var: Sanki şike yaptığı kanıtlanmış bir kulüp var da, UEFA’dan ‘bir kereye mahsus, bizim hatırımız için’ mantığıyla aman dileniyormuş gibi...

Yanıtı son derece doğru

Elbette Platini’nin verdiği yanıt son derece yerinde ve doğru... Bugüne kadar yapılan uygulama neyse o yapılır. Burada itiraz edilecek tek konu, Platini’nin iddianameye peşinen iman etmiş olması... Onu buna inandırmak için eski TFF yönetiminden kimlerin nasıl canla başla çalıştığı da deşifre oldu zaten. Fenerbahçe’nin kimseden hiçbir zaman böyle bir talebi ya da beklentisi olmadı ve asla olmaz. Bu söylem başlı başına “şikeyi kabul etmek” anlamına gelir. Oysa Fenerbahçe bütün suçlamaları en başından beri reddediyor. UEFA Genel Sekreteri Gianni İnfantino eski TFF’nin ısrarlı yalanını hem de İstanbul’da yüzlerine vurdu. “Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’ne TFF göndermedi” dedi. Acaba birileri utandı mı? Eski PFDK, Aziz Yıldırım’ın ‘sözlü savunma’ talebini reddetmişti. Acaba bu kararı yüz yüze gelmekten korktukları için mi vermişlerdi? Yeni PFDK bu hukuk cinayetini ortadan kaldırıp, tam tersi yönde karar verdi. Yani taammüden yapılmış bir yanlıştan dönüldü.

23 Mart 2012, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Al sana kupa!‘’

Sonra UEFA’nın Genel Sekreteri Infantino, hem de İstanbul’un göbeğinde eski TFF yönetiminin bir kez daha yüzlerine vurdu sürekli tekrarladıkları yalanlarını.. “Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’ne biz değil, sizin federasyonunuz göndermedi” dedi açıktan, açıktan... Bu minik, “önemsiz” ve haddimizi hayli aşan hatırlatma notlarından sonra biz de maça dönelim artık kabaca...

Bir yanda hastalıklı bir hal almış kronik kupa sendromu, bir yanda “seyircisiz” cezası, bir yanda kupada peş peşe gelen şok sonuçlar. Galatasaray ve Trabzonspor’un beklenmedik bir şekilde elenip kulvar dışında kalması Fenerbahçe’yi tetikleyecek yerde titretmiş anlaşılan... “Acaba sıra biz de mi?” korkusuyla 15 dakikayı “peşrev” çekmekle geçirdi.

Fenerbahçe o ana kadar bir türlü rakibinin üstüne gidip, baskı ve hakimiyet kuracak bir kararlılık sergileyemedi. Elbette bunda Samsunspor’un “taktik faul” tuzağının da payı vardı. Rölantide kilitlenen sıkıntılı ve yavaş oyunun düğümü Bienvenu ile çözüldü. Hemen ardından Alex’in “Usta” imzalı vuruşu ile Selçuk’a yaptığı adrese teslim asist Saracoğlu’na çökmekte olan kasveti darmadağın edip, ferahlattı.

İkinci yarıda artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan ve saldıran bir rakip ve 70. dakikaya kadar da buna çanak tutan, seyretmekle yetinen bir Fenerbahçe vardı Kadıköy’de... Dinlenmek topu ve kontrolü rakibe terk edip gerisini kabullenmek değildir. Aktif dinlenmeyi beceremezsen, gereksiz yere hem fiziksel hem beyinsel hem de sinirsel olarak çok daha fazla yorulur ve yıpranırsın. Beceremiyorsan, normal oyununu oyna daha az yorul. Ve Fenerbahçe bunu beceremediği halde ısrarla zorluyor, zorladıkça da başına iş açıyor. Kabus yaşamak istemiyorsan, kendi oyununu oynayacak ve kabul ettireceksin.

Gecenin en güzel yanı maçın geç saatte başlamasına, açık kanaldan yayınlanmasına, hafta içi olmasına ve “seyircisiz” cezasının yeni belli olmasına rağmen tribünlere koşan kadın ve çocuk “direnişçiler”di.

Pardon; kupa mı demiştiniz?

22 Mart 2012, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kadıköy düşmez!‘’

3 Temmuz süreciyle bir rövanş ve bu lince alkış tutanlara, aradan yumruk çakıp kaçanlara meydan okuma maçıydı. Galatasaray için ise sadece puan farkını ve açma, uzun yılların psikolojik baskısını kırma adına önemi vardı.

Karşılıklı peşrevler sürerken, Moussa Sow bir anda zeka, yetenek ve estetik harmanı vuruşuyla ‘gerçek Fenerbahçeli’ oldu. Elbette Ziegler’in ölü topu dirilten takipçiliği de pas geçilmemeli... Sonra “küçük maçların büyük oyuncusu” Alex çıktı sahne aldı. Çıkardığı güdümlü füzeyle Muslera’ya ikinci şoku yaşattı. Dakika henüz 16’yı gösteriyordu. Çağrışımlar güçlendi.

Maçın başındaki uzaktan cılız şutu saymazsak, Galatasaray’ın ilk gol teşebbüsü 29. dakikada Engin’le geldi. İşte o dakikadan sonra da oyun döndü. Sarı-Kırmızılılar hem psikolojik baskıdan kurtuldu hem de baskı kurmaya başladı. Elmander’in golü Fenerbahçe’nin moralini bozarken, onları da cesaretlendirdi.
İkinci yarıyla birlikte de Fenerbahçe kalesinin önünde kelimenin tam anlamıyla Galatasaray karargâhı kuruldu. Sanki ev sahibi ekip sahada 8-9 kişi, ezeli rakibi de 13-14 kişi oynuyormuş gibi bir görüntü çıktı ortaya... Fenerbahçe bir şey yapmaktan ziyade, rakibe bir şey yaptırmama telaşına düştü. Bu da bir sürü zincirleme hatalara yol açtı. Fakat Galatasaray üst üste sunulan ikramlara bir türlü faturayı kesemedi.
Durduk yerde bir kez daha kendi kendini provoke edip sarı kart gören Emre, ikinci kart korkusuyla mücadeleden düşünce, Fenerbahçe’de hatlar tamamen kesildi ve hakimiyet tamamen Galatasaray’a devroldu. Sonunda futbolun adaletini tesis eden Hakan Balta’nın belki de kariyerinin en anlamlı golü oldu.

18 Mart 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu ne yaman çelişki?‘’

Futbolda kolay maç, kolay rakip diye bir şey yoktur, hiç olmamıştır. Bu en temel ve değişmez kuralı anlamamakta ısrar ve inat eden takımlar hayal kırıklığına, hüsrana ve bozguna uğramaya adaydır.
Kolu kanadı kırılmış, yedekler ve PAF karmasıyla sahaya çıkmış bir Ankaragücü olmasa, deplasman kâbusu aynen devam ederdi. Takımdaki bu hasta psikoloji yıkılıp yok edilmediği sürece, Fenerbahçe’ye Kadıköy de dahil, her yer deplasmandır. Çünkü maçı kontratlar, senetler, piyasa değerleri oynamıyor. Oyun kağıt üzerinde değil, sahada oynanıyor.
Maçı kafada kazanmak, kendine güvenmek ayrı bir şey.. “Nasıl olsa kazanırız” havasıyla top ve pozisyon gevezeliği yapmak apayrı bir şey. Fenerbahçe her maçına derbi ciddiyeti ve motivasyonuyla hazırlanmak, sahada da aynı konsantrasyon ve bilinçle mücadele etmek zorundadır. Bu sezonun psikolojik faktörleri göz önüne alındığında, bu faktörler tarihinde belki de hiç olmadığı kadar yukarıda olmaya mecburdur.
Puan farkı ve yaşadığın süreç açısından en kritik döneme denk gelen derbi öncesi, bu maçın başından itibaren gözü kara bir şekilde saldırman gerekmez mi? Golü de erkenden bulmuşken bir an önce işi bitirip, sahada aktif dinlenmeye geçmen gerekmez mi? Mantıklı olan ve olması gereken elbette bu... Fenerbahçe ne yaptı peki dün akşam? En başından itibaren rölantiye sardı. Hal böyle olunca da Ankaragücü karşısında bile baskı yiyip, kendi sahasından çıkmakta zorlandı. Kendini fazladan yordu, gereksiz bir sıkıntının içine soktu. Verdiği komik pozisyonları ya Volkan ya da rakibin acemilik heyecanı bertaraf etti.
Bir kere daha görüldü ki; Alex olmayınca bu takım gücünü, potansiyelini doğru ve efektif kullanamıyor. Bir futbol kaosunun içinde şuursuzca çırpınıp duruyor. Bir hafta arayla oynanan iki maç arasında derin bir uçurum var. Bu yaman çelişki giderilmedikçe sezon sonunda gülen başkaları olur.

10 Mart 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Öze dönüş‘’

Fenerbahçe’nin lig bitimine kadar yarım puan bile kaybetme lüksü yok. Artık sıfır tahammül, sıfır opsiyon virajına girildi. Olmadık maçlarda, hiç olmadık hatalarla bütün marjlar sonuna kadar tüketildi çünkü. Çok rahat öne geçtiği ve çok rahatlıkla kopartabileceği maçlardan bile birçok kez puansız döndü.
Sarı-Lacivertliler uzun bir aradan sonra belki de ligdeki en rahat maçını kazandı. Hem de ligin en mücadeleci ve oturmuş ekiplerinden biri olan Gençlerbirliği karşısında! Belli ki Aykut Hoca bu kez işin ciddiyetini çok iyi anlatabilmiş futbolculara! Onlar da derslerini iyi çalışmışlar. Elbette birileri durumdan vazife çıkarıp buna “Metrissilin” yaftası yapıştıracaktır.
Fenerbahçe normale dön-müştü sadece! Çünkü anormal ve yakışıksız olan öbür görüntüsüydü. Hem kadro yapısı ve gücü itibariyle hem de emekleri aşağılanmış ve gasp edilmiş bir takım olarak. Bu kadro, her şeye rağmen kendisine sahada pervasızca meydan okuyan her takıma bunu yaşatacak güçtedir. Yeter ki takım olmanın farkında olsunlar, kaçak güreşmesinler, savaşmayı göze alabilsinler ve sorumluluk üstlensinler. Maç 6-1’ken, 90+2’de rakip kale önünde bile pres yapmaları, bu anlamda bir kararlılık gösterisidir. İnşallah bu maçla sınırlı kalmaz.
Küçük Dev Adam Stoch maçı daha başlamadan bitiren adamdı. Elbette futbol yüksek mühendisi ‘Büyük Usta’nın önderliğinde! Her şey iyi güzeldi ama rakibe bedavadan verilen saçma sapan pozisyonları bir kenara yazıp gözden geçirmeli! Üzerinde daha titiz bir çalışma yapılmalı! Çünkü bir takım en fazla, en zayıf yanı kadar güçlü olabilir.
Bu takımın, iftira ve karalamalardan medet umanlarla, güç ve moral kaybını fırsat bilip aradan sıyrılanlarla, değneksiz köyde apolet parlatıp caka satanlarla mutlaka hiç kapanmayacak birçok ciddi bir hesabı, bir meselesi ve rövanşı olmalı ve bunu da almalı! Bunun için özel bir şeye gerek yok; sadece ‘takım olmak’ yeter de artar bile!

04 Mart 2012, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI