Arama

Popüler aramalar

‘’Galatasaray yüzyılı‘’

Geçen yüzyıl, yani 20. Yüzyıl Fenerbahçe'ye aitti!  En çok şampiyon olan, en fazla kupa kazanan ve taraftarı olan; en popüler takım; en, en vs. Lakin, bu tablo 21. Yüzyıl'a dört kala tersine dönmeye başladı. Fatih Terim yönetimindeki Galatasaray 4 yıl üst üste şampiyon olarak Türkiye Ligi için kolay kolay kırılamayacak bir rekora imza atıp lig şampiyonlukları konusunda Fenerbahçe'yle olan makası kapatırken, ülkemize kazandırdığı UEFA ve Süper Kupa zaferleriyle de ezeli rakibinin önüne geçmeyi başardı.

25 yılda 12 şampiyonluk dominasyon

2000 yılı sonrası Galatasaray açısından inişli-çıkışlı bir süreç oldu. Lakin buna rağmen Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor'a karşı mutlak bir hakimiyet kurdu Sarı-Kırmızılı takım. Fazla detaya girmenin alemi yok, çünkü buna sayfalar yetmez! Meraklı okuyucular arşivlerden gerçeğe ulaşırlar!

Ancak burada bazı rakamlar vermek istiyorum: 2000 yılı itibarıyla Galatasaray'ın kazandığı, bu sezonu da dahil ettiğimizde, 12 lig şampiyonluğunun yanı sıra 1 UEFA, 1 de Süper Kupa zaferi var. Buna mukabil Fenerbahçe'nin 6, Beşiktaş'ın da 5 lig şampiyonluğu mevcut. Buna Türkiye Kupası ve Süper Kupa gibi diğer şampiyonlukları dahil etmiyorum. Bu rakamlar şunu gösteriyor: Galatasaray'ın son 25 yılda mutlak bir dominasyonu var.

Trabzon karşısında da baskın karakterdi

 

Dün gece Trabzonspor karşısında da bu baskın karakterini ortaya koydu Cim Bom; ilk yarı hariç! Daha doğrusu ilk yarının son 15 dakikası... İkinci yarı itibariyle de Galatasaray tekrar özüne döndü ve kendisine yetecek puanları cebine koyarak önümüzdeki hafta oynanacak Kayseri maçında taraftarına şölen yaşatmak için gerekli ortamı yarattı.

Bu şampiyonluk dönüm noktası…

Aslında dün geceki Trabzon maçının asıl önemi bu sezonun fişinin çekilme maçı olmasıydı. Bana kalırsa da bu maçın gerçek işlevi, Galatasaray'ın bundan sonraki yıllarda lige tam olarak dominasyon kurmasının yolunu açmasıydı. Zira, kalan üç maçta Galatasaray'ın alacağı bir puan bile şampiyon olmasına yetecek ama bundan daha önemlisi, Sarı-Kırmızılı takımın önümüzdeki yılları da ipotek altına alacağı bir futbol yapılanmasının önünün açılması...

Bu, çok detaylı bir konu; yeni sezonun planlamasıyla alakalı... Biliyorum, yönetime bu konuda pek güven yok, Cuesta, Jelert, Jakops, Frankowski vs gibi transferlerden dolayı... Fakat şunu da unutmamamız gerekiyor: İcardi, Mertens, Osimhen, Davinson, Morata, Lemina, Lucas, Sallai, Abdülkerim, Eren vb. isabetli transferleri de yapan bu yönetim!

Bayern ve PSG gibi olma fırsatı…

O nedenle Galatasaray, bu yaz dönemini gecikmeden isabetli transferlerle tamamlarsa bu şampiyonluklar artarak devam eder ve bazılarının iddia ettiği gibi gerçekten bir Bayern Münih, PSG formatına ve dominasyonuna ulaşır.

Hadi, bize masal anlatma, Trabzonspor maçından bahset diyorsanız; yukarıda az da olsa bahsettim zaten ama eklemek istediğim birkaç detay var tabii... İlk 45 dakika 1-0, belki de 2-0 geriye düşeceği bir maçı ikinci yarıda forse ederek kazandı Galatasaray. Başta Barış Alper olmak üzere Yunus ve Sara takımının en kötü oyuncularıydı bu bölümde. Gelgelelim; bu oyunculardan Sara ve Yunus birer asistle oynadı! Futboldaki rakamlar da işte böyle bir garip!

Eren Elmalı tam bir cevher…

Galatasaray'ın ikinci golü ise tam bir kontra atak ya da günümüzün deyimiyle geçiş oyunu ürünüydü. Burada aslan payı Eren Elmalı'nındı. Sakatlığı ya da hafta içindeki kupa maçı nedeniyle Okan hocanın yaptığı rotasyon nedeniyle maça yedek başlayan Eren'in, oyuna girdikten kısa bir süre sonra topu 50-60 metre sürdükten sonra ceza sahası içine attığı harika pası, birinci sınıf Avrupalı bir bek oyuncusundan esintiler taşıyordu. Herkesin yeni bir Hakan Ünsal olarak tanımladığı Eren Elmalı bence Sarı-Kırmızılı takımın dünya standartlarına ulaşacak potansiyele sahip bir Milli futbolcusu ve sadece kendi adıyla müsemma!

Bu yaz, en kritik transfer sezonu 

 

Galatasaray'ın kalan üç haftada şampiyonluğu kaybetmesi, hayali Marduk gezegeninin Dünya'ya çarpmasından daha zayıf bir ihtimal tabii, ancak yeni sezonun planlamasını şimdiden yapmazsa, 2000 yılında kazanılan UEFA zaferi sonrası yönetimiyle, yönetimi devirmeye yeminli muhalefetiyle, teknik heyetiyle, futbolcularıyla birbirine düşerek darmadağın olan ekibe dönüşebilir! O nedenle, bu yaz sezonu Galatasaray açısından hayati önem taşıyor.

Okan Buruk’a çok haksızlık yaptık

Son olarak Okan Buruk konusuna değineceğim. Ben de sezon içerisinde zaman zaman eleştirdim genç teknik adamı. Eleştirilmeli de... Hata yapan herkes eleştirilmeli. Lakin, bu eleştiriler, eleştirilen spor adamının kişilik haklarına, emeğine saygı sınırlarını aşmamalı. Gelgelelim, Okan hocaya bu konuda çok büyük haksızlıklar yapıldı. Tamam, Avrupa macerasında istenilen sonuçları alamamış olabilir ama Türkiye Ligi'ne böylesine ambargo koymuş bir teknik adama yapılanlar, sosyal medya ergenlerinin seviyesinden farklı değil maalesef. Tabii, burada herkesin farklı bir hesabı var, o ayrı bir konu! Bilhassa, Galatasaray'ı bu noktaya taşıyan yerli teknik adamlar söz konusu ise...

Yusuf Turhan’ın analizi çok anlamlı

Ne demek istediğimi daha iyi anlamanız için bir alıntı yapacağım ve bu konuyu sevgili kardeşim Yusuf Turhan'ın geçen yıl Sabah Gazetesi'nde yazmış olduğu son derece anlamlı bir yazıyla bağlayacağım:

"Galatasaray, Okan Buruk yönetiminde 102 puanla rekor kırıp 24. şampiyonluğunu kazanırken, Türk hoca yönetiminde önemli bir geleneği de sürdürdü. Cim Bom, futbolculuk kariyerinde Sarı-Kırmızılı formayı giyen sembol isimlerin önderliğinde Süper Lig’de toplam 14 şampiyonluk kazandı (bu sezon 15 olacak). Kendi yuvasından çıkan, parçalı formayı büyük bir gurur ve başarıyla ıslatan yıldızlarına olan güveniyle rakiplerine de fark attı. İşte o efsane kramponlar, efsane teknik direktörler...

GÜNDÜZ KILIÇ: Aslan’ın ilk Türk teknik direktörü. 1961-62 ve 1962-63 sezonlarında Galatasaray’ı iki kez şampiyon yaptı. 

MUSTAFA DENİZLİ: 1986/87’de Jupp Derwall’ın yardımcılığına getirildi. İkili, Galatasaray’ın 14 senelik şampiyonluk hasretine son verdi. Denizli, 1987/88 sezonunda patronluğa oturduğunda Aslan’ı ligde bir kez daha zirveye taşıdı. Aynı sezon Şampiyonlar Kulüpler Kupası’nda ise yarı final oynatma başarısı gösterdi.  

FATİH TERİM: 1996’da takımın başına geçti. Üst üste 4 şampiyonluğunu UEFA Kupasıyla taçlandırıp tarih yazdı. İmparator, ardından 2011-12/ 1012-13 ile 2017-18/2018/19 sezonlarında duble yaparak toplam 8 şampiyonlukla Türk futbolunda rekor kırdı.

HAMZA HAMZAOĞLU: 2014-15 sezonunda Sarı-Kırmızılı takımın başına geçti. Galatasaray’daki ilk senesinde şampiyonluk yaşarken, Türkiye Kupası ve Süper Kupa’yı da havaya kaldırıp bir koltuğa 3 kupa sığdırdı.

OKAN BURUK: Galatasaray Akademi'sinin ‘harika çocuğu’ olarak nam saldı. Bitmek tükenmez bilmeyen enerjisi ve hırsıyla 10 yıllık futbolculuk kariyerine 7 şampiyonluk, 1 UEFA Kupası 1 de UEFA Süper Kupa sığdırdı. 2022-23’te göreve geldi. İki sezon üst üste takımı şampiyon yaptı ve birçok rekora imza attı. (Bu sezon da üçüncü kez Galatasaray'ı şampiyon yapıyor).

11 Mayıs 2025, Pazar 07:53
YAZININ DEVAMI

‘’Mayıslar Galatasaray'ın!‘’

Durun, küme düşmeye namzet Sivasspor karşısında alınan kolay galibiyet üzerine hamasi bir laf etmiyorum, slogan da atmıyorum. Sadece bu lafı bilimsel bir temele oturtmaya çalışacağım. Antrenman bilimine...

Bunun için de 'Periyodizasyon' kavramının ne olduğuna ve önemine kısaca değinmemiz gerekiyor. Üst düzey teknik adamların çok iyi bildiği ve çalıştırdıkları takımlara uygulatmaya çalıştığı bu sistem, spor bilimleri terminolojisinde kısaca şöyle anlatılır:

Başarının sırrı 'Periyodizasyon'dan geçer

"Periyodizasyon, antrenmanların doğru yoğunlukta yapılmasıyla kondisyonun yükselme periyoduna gireceği bir süreci ifade eder. Yarış veya performans aktivitelerinin tarihlerini göz önünde tutarak optimize etmeye çalışılır. Bu süreçte ana periyotlar ve alt periyotlar takvime yerleştirilir, haftalar belirlendikten sonra, belirlenen toplam saati haftalık zaman ayrılabilecek günlerde dağıtılır.

Periyodizasyon, antrenman programının sürekli olarak aynı düzende olmamasını sağlar. Bu sayede sporcuların-takımların sürekli olarak ilerleme kaydetmeleri ve performanslarını geliştirmeleri hedeflenir. Aynı zamanda aşırı antrenmanın ve sakatlıkların önlenmesine de yardımcı olur (Okan Buruk’un zaman zaman takıma verdiği uzun süreli izinleri hatırlayalım).

Antrenman programları genellikle birikim, kazanım ve geri dönüşüm olmak üzere farklı fazlara ayrılır. Birikim fazı, temel dayanıklılığın arttırılması ve temel tekniklerin geliştirilmesi için yoğun antrenmanları içerir. Kazanım fazı, sporcuların-takımların güçlerini ve hızlarını artırmak için daha yoğun ve özgün antrenmanları içerir. Geri dönüşüm fazı ise yorgunluğun azaltılması ve sporcuların-takımların dinlenmesi için ayrılmış bir dönemdir.

Periyodizasyon, sporcuların-takımların performanslarını zirveye çıkarmak, uzun vadede başarılı olmalarını sağlamak için önemli bir stratejidir ve doğru planlama-uygulama ile hedeflerine ulaşmaları, potansiyellerini en üst düzeye çıkarmaları mümkün olabilir."

Tüm strateji Mayıs ayı üzerine...

Günümüz endüstriyel futbolunda kuşkusuz bütün profesyonel sporcuların ve futbol takımlarının uygulamaya çalıştığı bir stratejidir bu. Başarıyla başarısızlık arasındaki temel fark ise 'Periyodozisayon' denen bu sürecin ne kadar kusursuz uygulanacağıyla alakalıdır. İşte Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk ve teknik heyetinin diğer takımlara son üç sezonda dominasyon sağladığı konu da budur.

Bu sezonun ilk yarısını hatırlayanlar, ligin başlamasıyla beraber Galatasaray'ın bir galibiyet serisi yakaladığını bilirler. Ardından bir nekahet dönemi geldi. Avrupa Ligi'nde sıradan takımlara karşı başarısızlıklar, ligde ve kupada tökezlenmeler vs. Mart ayı sonları ile Nisan ayında artan ivme ve nihayetinde Mayıs ayında pik yapan bir takım performansı...

Aslında bu, bundan önceki iki sezonda da böyleydi. Teknik heyet açısından tüm planlama, takım performansının her alanda pik yaparak Mayıs ayına gümbür gümbür girmesi üzerineydi. Teknik, taktik, kondisyon, enerji, patlayıcı güç, minimize edilmiş sakatlıklar vs... Başarının asıl sırrı buydu.

Sezon içindeki dalgalanma normal!

22 Nisan 2024 tarihinde Konyaspor ile oynanan Kupa Yarı finaliyle başlayan ve düne kadar gelen 10 günlük süreçte Galatasaray rakiplerine toplam 14 gol attı, buna mukabil kalesinde 3 gol gördü. Futbol ve futbola dair istatistikler açısından ise kelimenin tam anlamıyla ezici bir üstünlük sağladı, tüm rakiplerine. Aslında, İnönü'deki Beşiktaş mağlubiyetinin hemen ardından 2 Nisan'da Fenerbahçe'ye karşı deplasmanda alınan 2-1'lik Kupa zaferiyle yükselişe geçen Galatasaray'ın bu formunun kalan son dört maçta da devam edeceğini ve sezonu zirvede tamamlayacağını söylemem kehanet değil, teknik heyetin doğru, akılcı ve bilimsel planlamasının bir sonucu. 'Mayıslar Bizimdir' söyleminin aslında sahadaki karşılığı da bu planlamadır! İşte dün geceki Sivasspor ve bundan sonra oynanacak diğer maçları da bu bağlamda değerlendirmek faydalı olacaktır.

Ray Manaj'a itiraf ettiren dinamik!

Hani, 'Bir atımlık barutum varsa, onu da Galatasaray'a atabilir miyim' anlayışıyla sahaya çıkan ve ilk yarım saatte sürklase olan Sivasspor'u şaşkına çeviren futbolun ve dominasyonun altında yatan neden de Sarı-Kırmızılı takımın Mayıs ayını sezon başında kendine hedef olarak belirlemesiydi. Galatasaray seyircisinin nefret objelerinden biri haline gelen -bana göre Türkiye'nin en iyi forvetlerinden biri- Ray Manaj'a maçtan sonra verdiği demeçte, "Değil Sivasspor, Real Madrid de olsa dün geceki Galatasaray karşısında şansı yoktu," demecini verdirten de işte bu dinamiktir.

Osimhen, Eren, Torreria ve Lemina...

Her şeyden önce bu dinamik, Galatasaray'ın takım olarak kusursuza yakın bir futbol sergilemesinden kaynaklanıyordu. Lakin bazı özel aktörleri burada anmamak onlara ve emeklerine haksızlık olur. Başta elbette Osimhen. Nijeryalı bu sezon Galatasaray'a Allah'ın bir lütfu, bu kesin. Ardından ilk iki golde aslan payına sahip olan Eren Elmalı'yı söyleyebiliriz. Sanırım Sarı-Kırmızılı takım uzun yıllar sonra gerçek bir sol beke kavuştu. Üstelik yerli! Özgüvenini artırdığı zaman takımın en önemli silahlarından biri olacağı kuşku götürmez. Umarım yaşadığı adale sakatlığı ciddi değildir, aksi taktirde Galatasaray için önemli bir kayıp olur. Ve tabii, yalnız Türkiye'nin değil, Avrupa'nın bile en iyi orta alan ikilisi olan Torreria ile Lemina...

Dans eder Mayıs rüzgarları Seyrantepe’de!

Lemina'nın kaç rakip atak başlangıcını doğru pozisyon alarak kestiğini sayamadım ama Galatasaray'ın oyunu rakip ceza alanına yıkmasında Davinson ile en önemli aktördü. Onun varlığı, daha önce de belirttiğim gibi Torreria'nın da performansını ikiye katladı ve Uruguaylı'nın içinden adeta bir Suat Kaya çıkarttı!

Birkaç küçük defo vardı elbette Galatasaray adına dün geceki maçta ama bunlardan bahsetmenin yeri ve zamanı değil şu anda. Sizin-benim gördüklerimizi elbette teknik heyet de görüyordur ve kalan son 4 maçta gerekli önlemleri alacaklardır. Burada aslolan, son iki sezondur Ali Sami Yen Spor Kompleksi Rams Park Stadı'nın üzerinde dans eden Mayıs rüzgarlarının bu sezon da tekrar sahne almaya başlamasıdır!

*Bu başlık, James Joyce’ın bir şiirinden esinlenmedir.

04 Mayıs 2025, Pazar 08:08
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyonluk ayrıntılarda gizlidir‘’

Aslında hayattaki her türlü başarıyı da başarısızlığı da ufak nüanslar belirler. Özellikle de sonsuz atraksiyonun, hamlenin, karşı hamlenin olduğu futbolda... Siz, "futbol basit bir oyundur" diyenlere pek kulak asmayın. Görünürde basittir elbette; tabii tribünde çekirdek çıtlatarak maç seyredenler için! Lakin kazın ayağı öyle değildir. Futbol artık çok bilinmeyenli matematik denklemi gibidir. Bilhassa günümüz endüstriyel futbolu...

Endüstriyel futbolun en önemli parametresi de elbette sezon başı stratejisi ve planlamasıdır. Yetmediği zamanlarda da kulüplerin imdadına sezon ortası yetişir; yolunda gitmeyen şeyleri tamir etmesi için. Bu planlamanın en önemli parçasının transfer olduğunu söylememe bile gerek yok. Süper Lig'deki şampiyonluk yarışında en büyük kıstasın bu olduğunu da... Ne demek istediğimi aşağıda izah etmeye çalışacağım.

Dengeyi bozan detay, Osimhen’i getiren irade

Dün gece Galatasaray, ligin zorlu takımlarından, ilk yarıda Rams Park'ta puan kaybettiği Eyüpspor karşısında, zaman zaman zorlansa da farklı bir galibiyet elde etti. Form grafiği ligin sonlarına yaklaştığımız şu günlerde bir hayli artan Galatasaray'ın bu galibiyeti aslında beklenen bir sonuçtu. Frankowski ve Sara dışındaki Sarı-Kırmızılı oyuncular üzerlerine düşen görevleri fazlasıyla yerine getirerek son düzlüğe 5 puan fakla girmeyi başardılar. Osimhen'den artık bahsetmek gereksiz diye düşünüyorum, çünkü Nijeryalı, Evren’deki ileri bir uygarlığın temsilcisi gibi. Transfer olduğu ilk günlerde bu lige fazla olduğu yorumları yapılıyordu ama geldiğimiz noktada görünen o ki, Türkiye'de futbol Osimhen ve diğer kulüpler arasında oynanan bir oyuna dönüştü! Sezon başında Osimhen'i Galatasaray'a kim kazandırdıysa şampiyonluk yolundaki en önemli ayrıntılardan biri odur!

Lemina ligin ikinci yarısının kahramanı

Geçelim bir diğer ayrıntıya: Lemina. O gelene kadar Galatasaray'ın 2-0'dan hatta 3-0'dan puan kaybettiği maçlar olmuştu. Attığı kadar gol yediği maçlar çok göze çarpıyordu. Atak zenginliği yaşadığı maçlarda bile ne yapıp edip puan kaybetmeyi başarıyordu. Çünkü, rakiplerine çok pozisyon veriyordu. Ta ki Lemina gelene kadar. Devre arası transfer sezonunun en çok tartışılan figürlerinden biriydi Lemina. Okan hocanın istemediği yazılıp çiziliyor, buna rağmen yönetimin transfer ettiği iddia ediliyordu. Tabi kapalı kapılar ardında neler yaşandı, o kapıların ardındakilerin dışında kimsenin bilmesine imkân yok. Ama Lemina'yı bu takıma kim kazandırdıysa olası bir şampiyonlukta büyük katkısı olduğunu söylemeliyim. Zira takım kurgusunda ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu son haftalarda çok daha iyi görüyoruz. Zaten Galatasaray'a ve ligimize aşina olan Gabonlu yıldız, Sarı-Kırmızılı takımın gerideki bütün zafiyetlerini giderirken, Torreria'nın da performansını ikiye katladı. Daha da önemlisi Okan Buruk'un takım kurgusunu oturtmasını sağladı. Dün gece Eyüpspor karşısında da bu klasiğini sahaya yansıttı. Galatasaray mutlu sona ulaştığı zaman Lemina’nın şampiyonluk hikayesinde çok özel bir rolü olacağı kuşku götürmez bir gerçek.

Kaan Ayhan’ın genç Hüseyin’i teselli etmesi

Tabii bir de Galatasaray'ın futbol kamuoyuna verdiği pozitif bazı görüntüler de şampiyonluk yolundaki en değerli ayrıntıların birer parçası. İlk olarak Eyüpspor maçındaki bir enstantaneden bahsetmek istiyorum. Maçın 87. dakikasında Eyüpspor oyun kurarken Galatasaray önde baskı uyguladı. Bu preste başarılı da oldu ve akabinde 4. golü attı. Sarı-Kırmızılı takımın bu baskısında topu Lemina'ya kaptıran Eyüpspor'un 18 yaşındaki futbolcusu Hüseyin Maldar'dı. Onun hatasıyla maç koptu. Sarı-Kırmızılı bütün futbolcular rahatlamanın getirdiği coşkuyla golü atan Morata'yla sevinç yumağı oluştururken Kaan Ayhan geldi, büyük üzüntü yaşayan genç Hüseyin'e sarıldı ve onu teselli etti. Bu, onun ne kadar büyük bir karakter olduğunun göstergesiydi. Zaten şampiyonluğun en dikkat çekici anahtarlarından biri de böylesine büyük karakterleri takıma katmaktır.

Morata’nın sözleri ve YAPI’nın gerçek adresleri!

Burada yine Osimhen'e döneceğim, çünkü onun da sahada sergilediği futbolunun dışında saha dışına yansıttığı bir karakteri söz konusu. Her maç öncesi ve sonrası tanık oluyoruz Nijeryalı'nın Galatasaray'la bütünleşen karakteristik özelliklerine. Dün gece Eyüpspor maçı sonrası bu davranışlarına bir yenisini daha ekledi, halefi Morata'yı galibiyet coşkusunu yönetmesi için tribünlerin önüne götürerek...

Son ekleyeceğim ise Osimhen'in sahip çıktığı Morata'nın maç sonu açıklamaları... İspanya'nın en kariyerli futbolcularından biri olan Alvaro, Galatasaray'da yedek kalmanın bile kendisi için gurur verici olduğunu ifade ediyordu, maç sonrası açıklamasında...

Bütün bunları parayla satın alamazsınız. Bu bir ruhtur, bir aidiyettir; farklı farklı ama Galatasaray ailesine yakışır standart üstü karakterlerin oluşturduğu bir organizmanın vücut bulmasıdır. Eğer bir 'YAPI' arıyorsanız, Florya'ya, Kemerburgaz'a, Ali Sami Yen Spor Kompleksi Rams Park'a bakmalısınız!

Aksi halde kendi illüzyonunuzda  kaybolursunuz!

28 Nisan 2025, Pazartesi 07:20
YAZININ DEVAMI

‘’Son sprinter Mertens!‘’

Atletizme aşina olanlar bilirler; 4x100 ve 4x400 Bayrak Yarışları gerek Olimpiyat Oyunlarında gerekse Avrupa/Dünya Şampiyonaları gibi diğer üst düzey organizasyonlarda en çok ilgi çeken, merak edilen ve heyecanla beklenen yarışlardandır. Atletizm gibi bireysel bir branşta takım ruhunu yansıtması ve kürsüye çıkıldığı anda ülke olarak madalya ve kupalar alınması nedeniyle bayrak yarışları ayrı bir önem taşır. Bir başka özelliği ise bayrağı devralan son sporcunun takımın en tecrübelisi ve iyisinin olmasıdır. Finişi o yapar!

Formasını Sara'ya kaptırmıştı

Galatasaray'ın son iki şampiyonluğuna en çok katkı sağlayan oyuncu kim diye bir soru yöneltilse Sarı-Kırmızılı taraftarlara ya da futbol kamuoyuna, hiç kuşkusuz İcardi'den sonra en çok ön plana çıkacak oyuncu Mertens'tir. Galatasaray'da muhtemelen son senesini yaşayan 37 yaşındaki Belçikalı yıldız, birkaç haftadır mevkiini Sara'ya kaptırmış ve yedek kulübesine hapsolmuştu. Hatta gelecek yıl Okan Buruk'un yardımcısı olacağı konuşulan Ciro'nun babası, bu söylentilerin doğruluğunu ispatlarcasına birçok maçta saha kenarında yardımcı hoca rollerine bürünüyor, zaman zaman da sahadaki futbolculara su servisi bile yapıyordu.

Mertens uzun zaman sonra Kupa yarı finalinde Konyaspor karşısında ilk 11'de forma şansı buldu ve futbolu ne kadar özlediğini dünkü oyunuyla gösterdi. Bodrum maçındaki futboluyla şampiyonluk havasına girdiğini gösteren Galatasaray aynı performansını dün gece Konyaspor karşısında da devam ettirdi. Takım olarak çok iyiydiler. Ancak bazı futbolcular diğerlerinden bir adım daha öndeydi. Bunların başında ise Mertens geliyordu. Diğerleri ise elbette sezona damgasını vuran Osimhen ile Sallai, Torreria ve Davinson'du.

Torreria'nın içinden Suat Kaya çıktı!

Yaşlı kurt Mertens hemen hemen her pozisyonun içinde vardı ve en önemlisi Galatasaray'ın sahadaki futbol aklıydı. Hem oynadı hem oynattı. Gol atamadı ama gollerde ve yaratılan birçok pozisyonda çok önemli katkısı vardı. Özellikle de maçın kilidini açan Osimhen'in golünde yaptığı orta muhteşemdi. Mertens'in ligin son haftalarına girdiğimiz şu günlerde böyle bir form grafiğiyle tekrar sahne alması, Galatasaray'ın iki kupayı da müzesine götüreceğinin en büyük göstergelerinden biridir. Öyle gözüküyor ki, Belçikalı, her iki bayrak yarışında da son sprinter olarak takımını finişe taşıyacak.

Dün geceki maçın Galatasaray camiasına verdiği diğer bir mesaj ise, Sarı-Kırmızılı takımın kafasının rahat olduğu zaman kazanamayacağı maç olmamasıydı. Rahatlıktan kastım şu: Bir takım algı oyunlarına kapılarak strese girilmesi ve gerçek performansını sahaya yansıtamaması. Bu tarz taktikler gelişmiş ülkelerde pek bir işe yaramaz ama bizim gibi gelişmeye çalışmayan ülkelerde sonucu belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Galatasaray en büyük ezeli rakibinin olmadığı bir ortamda saha dışı taktiklerden uzak bir 90 dakika geçirmenin rahatlığını ve huzurunu yaşadı!

Galatasaray'ın son bölümde skor rahatlığı nedeniyle forma şansı bulamayan oyunculara yer vermesi, son haftalarda Lucas Torreria'nın içinden Suat Kaya çıkması, maçın hakemi Abdullah Buğra Taşkınsoy'un yaşadığı rahatsızlık nedeniyle maçı yönetememesi ve yerine dördüncü hakem Ali Yılmaz'ın görev alması maçın akılda kalan diğer ilginç özelliklerindendi.

Abdülkerim'in anasına küfreden reziller

Tabii bunlara Konyalı olan, Konyaspor'da yetişen ve sonra Galatasaray'a transfer olan Abdülkerim Bardakçı'nın anasına, üstelik tribünde olduğu anda ev sahibi takım tribünlerinden küfürler edilmesi, Dursun Özbek’in bulunduğu locaya saldırılması da eklenebilir. Benim için sürpriz değil bu şerefsizlikler. Meslek hayatım boyunca bu türden tribün eşkıyalarına ve onların pespayeliklerine karşı mücadele ettim, etmeye de devam edeceğim. Beni üzen bunun, "Ne olursan ol gel" diyen Mevlâna’nın şehri, hoşgörünün başkenti Konya'da olması. Ben yıllarca Konya'da maç seyrettim, böyle bir hadiseye hiç tanık olmadım. Ne oldu bu Mevlâna torunlarına böyle, anlamak mümkün değil. Öyle gözüküyor ki, toplumdaki çürümeden fazlasıyla nasiplerini almışlar. Yazık, gerçekten çok yazık...

Hani Özdemir Asaf demiş ya; “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler” diye… O misal: Ben de birinciliği Konya’ya veriyorum!

23 Nisan 2025, Çarşamba 08:40
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray şampiyonluk yolunda‘’

Hafta içi her kafadan bir ses çıktı. Çeşit çeşit kafalar! Kimi zamanın ruhuna göre renkten renge giren tuhaf bir kafa (!), kimi kendi yarattığı paranoyanın içine hapsolmuş bir meczup, kimi sosyal medyada biraz daha popüler olma peşinde koşan bir zavallı, kimi de Galatasaray düşmanlığıyla sahip olduğu beş duyuyu yitirmiş, gerçeklik algısını kaybetmiş bir takım ruhani zevat...  Hepsi konuştu, yazdı, çizdi; çeşitli senaryolar ürettiler...

Üretilen bütün senaryolar çöktü

Temel senaryo; Mourinho'nun eski yardımcısı Morais'in Fenerbahçe'den yediği dört gol ile Trabzonspor'un attığı üç gol dışında Bodrumspor'un başında hiçbir takımdan gol yememesi ve dolayısıyla Galatasaray'a da sorun çıkaracağı üzerineydi. Hatta maç öncesi çok daha çirkin söylentiler de almış başını gitmişti... Bizim memleket ahvaline özgü; Fenerbahçe'ye karşı çıkardığı yedek kadro ve buna mukabil dün gece Galatasaray'a karşı sahaya ideal 11 ile çıkması ve herkesin midesini bulandıran akçalı mevzular üzerine!..

Galatasaray'ın ürkütücü sessizliği!

Gelgelelim, bütün bu gürültü patırtı arasında hiç sesi çıkmayan, tam bir sessizliğe gömülen bir camia vardı: Galatasaray. Aslına bakarsanız bu sessizlik Galatasaray camiası adına olumlu bir gelişmeydi; rakipleri için ise ürkütücü... Zira herkesin malümu olduğu gibi Galatasaray Nisan ayı ortalarında sessiz sedasız vitesi artırıyor, mayıs ayında ise damalı bayrağı görüyordu! Ve bunu dünya tarihine geçecek bir sükûnetle başarıyordu! Ekseriyetin şuurunu yitirdiği şu sürrealist ortamda da zaten sükûnet en büyük silahtır; zeki ve akıllı camialar için!

Muazzam futbolla göz dağı verdiler

Sarı-Kırmızılı takım dün gece tam da bu karakteristik özelliğini sahaya yansıttı. Hafta içinde yapılan Divan Kurulu'nda yönetim ve diğer kulüp paydaşları, tesis, bütçe, arazi, ada vb. gibi kulüple alakalı ama şampiyonluk mücadelesiyle hiç alakası olmayan suyuna tirit konularda ahkam kesip, teknik heyeti ve futbolcuları tamamen tartışmaların uzağında tutarken, Okan Buruk da yeni inşa edilen Avrupai tarzdaki Kemerburgaz Tesisleri'nde takımını şampiyonluk moduna sokuyordu. Nitekim Okan Hoca'nın planını dün gece futbol adına gözlerimizin pasını silerek izledik. Özellikle de ilk yarı...

İlk yarı skoru Bodrum için mucizeydi!

Muazzam bir ilk 45 dakika seyrettik. Yazının bu bölümünü istatistiklere boğacak değilim. Zaten meraklı okurlar rakamları çeşitli internet platformlarında bulabilirler. Ancak Galatasaray'ın bu sezon oynadığı en iyi 45 dakika olduğunu söylemeliyim. Bırakın pozisyon vermeyi, Bodrumspor'a orta sahayı geçirtmeyen bir takım izledik. Buna mukabil denedikleri sayısız hücum atraksiyonunda ise ya son paslarda ve vuruşlarda beceri noksanlığı gösterdiler ya da kaleci Sousa'ya ve kale içinden top çıkaran defans oyuncularıyla direklere takıldılar. İlk yarının 1-0 bitmesi Bodrumspor adına bir futbol mucizesiydi.

Muslera'ya tek bir top bile gelmedi

Galatasaray'ın ikinci yarının başında da aynı hırs, tempo ve futbol anlayışıyla yine Bodrumspor'un üstüne kâbus gibi çöküp fişi çekeceğini düşünenler yanıldı. Sarı-Kırmızılı takım yine topun sahibi, sahanın hakimiydi; ancak ilk yarıdaki boğucu üstünlüğünden uzaktı. Muhtemelen bunda hafta içinde oynanacak Konyaspor Kupa yarı finalinin etkisi vardı. Hatta kısa bir ara Bodrumspor, Galatasaray'ın sahasına oyunu yıkmayı bile başardı! Ama bunlar tabii cılız hamlelerdi. Zira, maç sonuna baktığımızda; Galatasaray'ın 14'ü kaleyi tutan toplam 35 şutuna karşın Bodrumspor'un kaleyi bulmayan sadece 1 şutu vardı! Diğer istatistiklere ise bakmasak daha iyi olur! Özellikle Bodrumspor ve Türk futbolu adına!..

Cim Bom için her maç gerçekten final

Aslına bakarsanız, bu maç her sezon oynanan sıradan maçlardan biriydi. Lakin, ligin suyu o kadar bulandırıldı ki, iş o kadar sahanın dışına taşındı ki, küme düşmeye namzet bir takımla oynanan karşılaşma Galatasaray taraftarı için hayat memat maçı olabiliyor. Bu sürecin bundan sonra da artarak devam edeceğini söylemem kehanet sayılmaz. Dolayısıyla Galatasaray bundan sonra oynayacağı her maça, sanki 90 dakika sonunda şampiyon olacakmış gibi çıkmak ve ona göre konsantre olmak zorunda. Tıpkı dün gece Bodrum karşısında olduğu gibi...

Eren Elmalı ve Lemina fark yarattı

Son olarak şunu belirtmek istiyorum: Galatasaray dün geceki futboluyla çok çok büyük bir aksilik olmazsa ipi göğüsler. Bunda en önemli etken hiç kuşkusuz takım savunmasının kusursuza yakın olmasıdır. Şampiyonluk mücadelesi verilen bir lig yarışında son haftalara girilirken bir takımın kalesinde hiç pozisyon vermemesi ya da çok az pozisyon vermesi 'Mutlu Son'un en önemli alametidir. Okan Hoca, son birkaç haftadır takım savunmasına büyük katkı yapan Lemina'yı ve dün gece sahanın yıldızı olan Eren Elmalı'yı ilk 11’e monte ederek ideal kadroyu kurmayı başardı. Bu iki oyuncunun başarısı, başta Torreria ve Davinson olmak üzere bazı kilit futbolcuların da performansını üst düzeye taşıdı.

2025 Mayıs'ı da Galatasaray'ın gibi!

Şu unutulmamalı ki, şampiyonluk yolunda en büyük güvence hücumdaki etkinlik kadar savunmadaki başarıdır aynı zamanda. Galatasaray da, son birkaç haftadır bu momentumu yakaladı ve sezon sonuna kadar da bunu bırakacak gibi gözükmüyor. Sakin güç Dursun Özbek liderliğindeki yönetimiyle, teknik ekibiyle ve karakterlerini, inançlarını sahaya yansıtan futbolcularıyla 25. şampiyonluğa doğru koşar adım gidiyorlar. Öyle gözüküyor ki, 2025 Mayıs'ı da Galatasaray'ın olacak. Tıpkı bundan önceki 24 adet Mayıs'ın olduğu gibi!..

19 Nisan 2025, Cumartesi 08:06
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray güzel bir ailedir!‘’

Malum; 2025 Yılı Türkiye'de 'Aile Yılı' ilan edildi. Gerçekten de aile toplumun temelidir; ama sağlıklı bir toplumun! Bu konulara daha fazla girmeyeceğim elbette; çünkü, her ne kadar yaşadığım hayat açısından usta sayılsam da akademik olarak benim çok fazla uzmanlık alanım değil ve çetrefilli mevzular bunlar! Lakin, ailenin önemini de yadsıyamayız. Hiçbir dönemde, hiçbir şartta; asla... Hele, bizim gibi geleneksel ve feodal aile yapısına sahip toplumlarda!..

Aslan fabrika ayarlarına dönüyor

Şimdi, aile kavramının Galatasaray-Antalyaspor maçıyla ne alakası var ve sen neden 4-0'lık sıradan bir lig maçı sonrası bu konuya giriyorsun, diye soracak olan çok fazla okur olduğunu tahmin ediyorum. En son söyleyeceğimi hemen şimdi ifade edeyim: Aile kavramının bu maçla çok yakından ilgisi var; elbette Galatasaray açısından. Özellikle de son haftalarda Sarı-Kırmızılı takım için iç karartıcı senaryolar yazılıyorken…

Bütün spor ya da salt futbol kulüplerinin kendilerini aile kavramı içinde değerlendirdiğini biliyorum. Kendi açılarından haklı olabilirler. Lakin, bu kavramın altını ne kadar doldurabiliyorlar? Asıl mesele bu! Ülkemizde, kendilerini profesyonel olarak nitelendiren birçok kulübün, bırakın aile olmayı, belli bir dönemde aile olmuşlarsa bile zamanla paramparça olarak böylesi bir bütünlüğün çok uzağında kaldıklarını söylememe bile gerek yok. Örnekler ortada! İlla isim vermek gerekirse, çok çarpıcı olmaları sebebiyle, birer futbol şehri olan Bursaspor ve Eskişehirspor, diyelim ve bu bahsi kapatalım.

Son zamanlarda gerek oynadığı futbol gerekse aldığı sonuçlarla kendi taraftarlarının dahi hedef tahtası haline gelen Galatasaray'ın dün gece Antalyaspor'u rahat geçeceği bütün futbol otoriteleri tarafından zaten tahmin ediliyordu. Öyle de oldu. Daha fazlası da olabilirdi; şayet maçın son yarım saatinde Sarı-Kırmızılı ekipte bazı futbolcular laubali davranmasaydı!

Victor Osimhen'den aidiyet dersi

Lakin bu maçta Sarı-Kırmızılı takım bana kalırsa şampiyonluğu ezeli rakibine bırakmayacağının sinyallerini verdi. Tamam, Antalyaspor ligin en zayıf halkalarından biri ve küme düşmeye namzet bir ekip. Ancak Galatasaray dört farklı kazandığı bu maçta şampiyon olduğu geçtiğimiz iki yılı anımsatan bir futbol sergiledi. Cim Bom, bundan önceki haftalarda da Anadolu takımlarına karşı skor olarak üstünlük kurmuştu. Fakat bu kadar dominasyon sağladığı bir maç olmamıştı.

Maça son derece coşkulu başlayan Galatasaray pozisyon bulduğu, ancak gol bulamadığı ilk 10 ile 30'uncu dakikalar arası hariç neredeyse maçın tamamında Antalyaspor'u sürklase etti. Bunda elbette en büyük pay Victor Osimhen'indi. Sarı-Kırmızılı takımın bundan önceki iki sezonunda saha içi liderliğini yapan İcardi'nin yokluğunda bu görevi üstlenmişti Nijeryalı yıldız. Bu tespitimin hat-trick yapmasıyla hiçbir alakası yok. Ülkemizde ilk kez üçleme yapması elbette çok önemli ama Osimhen attığı goller kadar saha içi ve saha dışı davranışlarıyla Galatasaray'ın bir aile, bir aidiyet ve his takımı olduğunu dosta düşmana bir kez daha gösterdi.

Mertens'in kulübeden katkısı!

Nijeryalı yıldızın, gol krallığına giderken, kazanılan penaltıyı ligde henüz golü olmayan Morata'ya bırakması, uzun süredir sakatlığı nedeniyle takıma katkı veremeyen Yunus'un kendisine yaptığı asist nedeniyle kramponlarını cilalaması, oyundan çıkarken sahaya atlayan çocuğa formasını, her nasıl olduysa mixed-zoon'a giren çocuklara eşofmanını vermesi, forma şansı bulamayan Jelert'i maç sonu sahada teselli etmesi, tribünleri coşturması, takımını ateşlemesi Galatasaray aidiyetinin en önemli göstergesiydi.

Elbette başrolde Osimhen vardı ama kulübede oturan Mertens'in de 'Galatasaray Ailesi'ne katkılarını unutmamalıyız. Belçikalı yıldızın, yedek kulübesine çekilmesine rağmen, sanki teknik heyetin bir parçası gibi kenarda futbolculara direktif vermesi, oyunun durduğu zamanlarda saha içindekilere su servisi yapması, oyuna alındığı anda sahadaki futbol aklı olması ve arkadaşlarını yönlendirmesi 'takım ruhu'nun sahaya yansımasıydı.

Şampiyonluk modu açılmış, belli!

Osimhen, Mertens ve şampiyonluk modunu açtığı her halinden belli olan Kaptan Muslera'nın yarattığı sinerjiyle son 8 haftaya girilirken Galatasaray'da oluşan 'takımdaşlık' şampiyonluk yolunda Sarı-Kırmızılı ekibin en büyük avantajı olacaktır.

Doğru, başta Milli aradan sonra oynanacak deplasmandaki Beşiktaş maçı olmak üzere çok zorlu bir fikstüre sahip Galatasaray. Gelgelelim, dün gece Antalyaspor maçındaki gibi bir kenetlenmeşlik ve aidiyet duygusuyla sahaya çıkarsa Sarı-Kırmızılı ekip, puan avantajını ligin sonuna kadar korur ve 5. yıldızı takar göğsüne... Burada işin püf noktası, başta teknik heyet olmak üzere tüm takımın saha içine odaklanmasıdır. Bunu da sağlayacak olan yönetimdir. Yönetim, her türlü manipülasyonun, dezenformasyonun önüne geçmekle mükelleftir. Tüm saldırılara karşı takımın önünde bariyer olmak zorundadırlar. Ki, Okan Buruk, teknik heyeti ve futbolcular rahat rahat işlerine baksınlar. Onlar rahat olursa zaten gerisi gelir. Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır!

Ozan Ergün harika bir maç yönetti

Hakemden yazı içinde bilerek bahsetmedim. Çünkü Ozan Ergün, yabancı hakem diye tepinenleri taca çıkaracak harika bir yönetim sergiledi ve asla maçın önüne geçmedi. Zaten futbol da böyle bir şeydir. Hakemler bu oyunun çok önemli bir parçasıdır ama kesinlikle başrol olmamalıdırlar! Onlar futbolculardan ve teknik adamlardan rol çalmadığı müddetçe sadece futbol konuşuruz. Yıllarca hakemler başrole kendilerini oturttular ve hala bu cendereden kurtulmuş değiliz. Genç hakemimiz Ozan Ergün, dün gece futbol konuşma şansını hepimize verdi, kendisine ve ekibine bir teşekkür borçluyuz.  İnşallah ağabeylerinin etkisinde kalmadan yoluna devam eder ve sadece futbolda kalır.

 

15 Mart 2025, Cumartesi 08:26
YAZININ DEVAMI

‘’Okan Hoca kalpten yiyorsun‘’

Az ömür tüketmedik Mecidiyeköy'deki Ali Sami Yen Stadı'nın çevresinde, içinde, dışında... Bugün ikisi de hayatta olmayan rahmetli babam ile yıllarca avuç içi kadar transistörlü radyosundan maçları birlikte dinlediğimiz yine rahmetli İsmail dayımın anlattığı Metin Oktay efsaneleriyle Galatasaraylı olmuştum. Yıl 1973'tü. O sene Galatasaray Brian Birch ile 3. kez üst üste şampiyon olmuştu. Ben henüz 8 yaşındaydım. Hem Metin Oktay'a hem Cim Bom'un üç kez şampiyon olmasında çok büyük emeği olan Metin Kurt'a hem de o efsane takıma sevdalanmıştım. Nereden bilecektim ki, o takımın hocasıyla, kadrosuyla, yönetimiyle dağılacağını, 1987 yılına kadar toparlanamayacağını ve benim çocukluğum, ergenliğim ile gençliğimin heba olduğu 14 yıl boyunca Galatasaray'ın şampiyonluk yüzü göremeyeceğini... Gazetecilik mesleğime başladığımda ise Galatasaray ile olan taraftar ilişkim bitti ve profesyonellik başladı.

 Şu gruptan kart sayısıyla çıkmak!

Bunu neden anlattım? Galatasaray-Konyaspor arasında oynanan sıradan bir kupa maçına böylesine kişisel bir girizgâh yapma ihtiyacını niçin hissettim? Çünkü dün gece kameralara ve fotoğraf makinelerinin vizörüne yansıyan bir Okan Buruk görüntüsü vardı; maçın son bir iki dakikasında Eyüp-Başakşehir maçının golsüz berabere devam ettiğini sahadaki oyunculara iki elinin parmaklarıyla sıfıra sıfır işareti yaparak belirtiyordu!

Okan Buruk... Koskoca Galatasaray'ın teknik direktörü... Son iki yılın şampiyonu olan takımın hocası... Konya, Başakşehir, Eyüp, Çorum ve Bolu'nun olduğu grupta 7 puanlı Konya'nın ardından 5 puan toplamış ve Başakşehir'le her türlü puantajda eşit iken kaderi sarı ve kırmızı kartlara kalmış. Eyüp ile Başakşehir takımlarından birinin gol atması halinde kupaya veda edecek hale gelmiş ve sahadaki oyuncularına, 'relaks olun diğer maçta da gol yok, biz çıkıyoruz' anlamında direktif verebiliyor! Takımının sergilediği utanç verici futboldan hiç gocunmadan... Bu, Galatasaray teknik direktörüne yakışmayacak bir harekettir. Galatasaray'ın 14 yıl boyunca şampiyon olamadığı yıllarda bile böyle acziyet içinde bir teknik direktör görüntüsüne ben şahit olmadım. Üstelik, Galatasaray kalibresinde olmayan birçok teknik adamın yönetimler tarafından kulübede oturtulmasına rağmen!

Galatasaray futbol oynamıyor

Galatasaray son iki aydır futbol oynamıyor. Ligde oynadığı son dört maçta dört gol attı. Biri penaltıdan olmak üzere 3'ü Osimhen'den, biri de Ahmet Kutucu'dan. Avrupa Ligi'nden ve Türkiye Kupası'ndan ise hiç bahsetmeyeyim diyeceğim ama kupadan yukarıda az da olsa bahsettik. Biraz daha bilgi verip kapatayım bu Türkiye Kupası bahsini! Konya maçı öncesi şöyle bir tablo vardı: Galatasaray kazanmak zorunda. Grup birincisi olup, en azından kendi sahasında oynayacağı daha kolay bir eşleşmeyi hedeflemesi gerekiyordu. Gelgelelim Okan Hoca öyle bir rotasyon yaptı ki, sahaya sürdüğü 11 sabaha kadar oynasa gol atamazdı. Zaten atamadı da...

Yedekler, bu takımın yedeği olamaz!

Ama işin asıl üzücü olan yanı, kupa maçında şans bulan oyuncuların inanılmaz derecede kötü oynamaları ve amatör kümede bile görülmeyecek ölçüde hatalar yapmalarıydı. Ben iddia ediyorum, ilk 11'de sahaya çıkan oyuncuların en az 7-8 tanesi Galatasaray formasına layık değil. Şimdi bu oyuncuların hazır olmaması Okan Buruk'un mu kabahati, yoksa kendilerinin mi? Oyuncuların da suçu var elbette ama kabahatin büyüğü bence Okan Hoca'nın...

Galatasaray’ın altıda biri takım!

Ayrıca şunu da belirtmeliyim: Galatasaray iki üç oyuncu hariç yedeklerle sahaya çıktı. Konya da yarı yarıya öyle... Gelin iki takımın futbol piyasasındaki değerine bir bakalım. Galatasaray'ın yedekleri 46 Milyon 500 Bin Euro, Konyaspor'un yedekleri 8 Milyon 450 Bin Euro! Yani, Galatasaray'ın değeri rakibinin 6 katına yakın! Ama Sarı-Kırmızılı takımın sahadaki en iyi oyuncusu kaleci Günay! Burada bir yanlışlık yok mu Sayın Okan Buruk! İki şampiyonluğun yüzü hürmetine bütün taraftarlar yanlışlarınıza hoş görüyle yaklaşıyor ve Avrupa başarısızlığı ile cepten yediniz. Dün geceki maçla doruk noktasına ulaşan ümit kırıcı futbolla kalpten yiyeceğinizi de bilmeniz lazım sevgili Okan Buruk...

28 Şubat 2025, Cuma 08:00
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'dan Pirus zaferi!‘’

Kazanırken ne kaybediyoruz ya da kaybederken ne kazanıyoruz! Bütün spor karşılaşmalarının özünde aslında bu paradoks vardır. Spor felsefesinin, sosyolojisinin, psikolojisinin alanına giren bir konudur ve her türlü spor müsabakasında karşımıza çıkan bir çelişkidir bu... Ama kazanırken kaybedilenin ya da kaybederken kazanılanın ne olduğu sorusu kolay kolay cevap bulamaz. Özellikle de bizim gibi ilkesellik, objektiflik, hak-hukuk, adalet vb gibi konularda standardı olmayan ülkelerde...

Her türlü alanda onca problemi olan Türkiye, son bir aydır neredeyse Galatasaray-Fenerbahçe derbisiyle yatıp kalktı.

Futbol nedeniyle kutuplaşma yaratıldı

On yıllardır oynanan ve bundan sonra da muhtemelen yüz yıllardır oynanacak olan bir futbol müsabakası koca bir ülke için hayat memat meselesi haline geldi. Zaten ideolojik, ırksal, mezhepsel, bölgesel, zengin, yoksul ayrımında kıvrım kıvrım kıvranan ve her bir toplumsal katmanın bıçaklarını bilediği bir ortamda halkın bir de futbol nedeniyle kutuplaştırılması kanımca bu ülkeye karşı ihanetin en büyüğüdür. Sanki bu konu, çok daha vahim sonuçları olacak başka bir amaca hizmet eden bir aparata dönüşmüş gibi geliyor bana!

Kifayetsiz yöneticilerin sorumsuzluğu

Bu minvalde, şampiyonluk yarışını etkileyecek bir maç oynandı dün gece Ali Sami Yen Stadı'nda... Ben oynandı diyorum ama aslında bir şey oynanmadı! Ezeli rakipler -devamında ebedi dostlar diyecektim ama diyemiyorum- çıktılar sahaya ve birbirlerini yenmemek, bir başka deyişle yenilmemek için kora kor mücadele verdiler. Karşılaşma mücadele açısından seyre değerdi ama bir futbol müsabakasında görmek istediğimiz pek çok şeyi göremedik. Tabii buna futbolun meyvesi gol de dahil.

Bunda elbette maç öncesi yaratılan atmosferin çok önemli etkisi vardı. İki takım futbolcuları da bu gerilim filminin bir parçası olmaktan dolayı çok huzursuzlardı. Özellikle de yabancı oyuncular. Dün gece Rams Park'ta sahaya çıkan ilk 11'lerde Fenerbahçe'nin 7, Galatasaray'ın 8 futbolcusunun yabancı olduğunu göz önüne alırsak ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Zira, bu adamlar dünyanın çeşitli ülkelerinden buraya sadece futbol oynamak ve ekmek paralarını kazanmak için geliyorlar; manasız bir kavganın bir parçası olmak için değil! Lakin zaman içinde bazılarını kendimize uydurduğumuz da bir gerçek! Kifayetsiz ve muhteris birtakım yöneticilerin başlattığı yangını körükleyen karakter yoksunu bazı yerli futbolcuların da bunda katkısı elbette çok büyük.

Fenerbahçe kazanmak için çok çabaladı

Kazanmaya ihtiyacı olan taraf Fenerbahçe'ydi. Rakibini yenerek puan farkını azaltmak ve fikstür avantajıyla da şampiyonluk şansını yüzde 50'nin üzerine çıkarmak için çok çaba sarf etti Sarı-Lacivertli takım. Daha fazla pozisyona girdiler, daha fazla şut çektiler, daha fazla gole yaklaştılar. Ancak bu kez karşılarında risk almayan bir Galatasaray vardı. Yenilmemeyi öncelikli hedef olarak gören Sarı-Kırmızılı takım, geçmiş maçlara oranla takım savunmasını çok daha iyi yapınca Fenerbahçeli forvetler istedikleri boşlukları bulamadılar. Savunmayı geçtikleri pozisyonlarda ise yılların tecrübesi Muslera'ya takıldılar. Galatasaray'ın bu savunma başarısında aslan payı hiç kuşkusuz sahanın yıldızı Lemina ile Davinson'undu...

Galatasaray korner atamadan bitirdi!

Galatasaray alışılmışın dışında kontrollü bir oyunu tercih etti. Savunma ile orta alanda geçmiş maçlara oranla daha agresif ve yardımlaşma içindeydiler. Topa daha fazla sahip oldular, ancak üretkenlikten yoksundular. Kanatlarda oynayan Sallai ve Barış Alper ile forvet arkasında görev alan Sara beklentilerin altında kaldılar. Bu üç futbolcunun kendi standartlarını tutturamaması ise Fenerbahçe savunmasını tek başına bir hayli zorlayan Osimhen'i ileride yalnız bıraktı. Yapılan oyuncu değişiklikleri de buna çare olmadı ve Galatasaray bu sezon kendi sahasında hücum zenginliği açısından en utanç verici maçlarından birini oynadı. Öyle ki, rakip kaleye atılan ve biri kaleyi bulan toplam 4 şut, 0 korner ve 0,12 gol beklentisi, rakip ceza sahasında 7 topla buluşma... Neden bu kadar kibirlendiğini anlayamadığım Okan Hoca rakip teknik direktör ve yöneticilerle, hakemlerle, kendisine sorulması gereken sorular soran gazetecilerle dalaşacağına bu tabloya bir çözüm bulmalı! Aksi takdirde bu maçta elde ettiği avantajı rakibine nazaran daha zorlu bir fikstüre sahip olduğu için kaybetme ihtimali yüksek. Zaten hiçbir Galatasaraylıyı tatmin etmeyen dün geceki oyunla elde ettiği avantaja güveniyorsa, bu bir Pirus Zaferi'dir!

Sloven hakem Vincic tedirgindi

Bu maça atanarak ligin kaderini belirleyecek derbinin önüne geçen Sloven hakem Slavko Vincic ise genel itibariyle komplo teorilerini boşa çıkaran bir yönetim gösterdi. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; Avrupa kupalarında göstermiş olduğu standardın altındaydı bu maçta. Belli ki, yapılan spekülasyonlar bunca yıllık tecrübesine rağmen onu da olumsuz etkilemişti. Maçta çok sık faul düdüğü çalması (GS:20, FB:15, Toplam: 35), Galatasaray'a 5, Fenerbahçe'ye 2 olmak üzere toplam 7 sarı kart göstermesi Vincic'in kariyerine yakışmayacak düzeydeydi. O da bizim yerli hakemler gibi çok sık faul düdüğü ve bol kartla otorite sağlama yoluna gitti. Oysa misal olarak vereceğim; Şampiyonlar Ligi'ndeki Arsenal-PSG maçında 8'er olmak üzere toplam 16 faul düdüğü çalmış ve toplam 2 sarı kart çıkarmış.  Diğer Avrupa maçları da pek farklı değil. Ayrıca Osimhen'e ceza alanı içinde yapılan hareketi penaltı ile değerlendirebilirdi ama VAR'daki meslektaşıyla birlikte bu pozisyonu es geçti. Belli ki maçın berabere bitmesi onun için de en ideal skordu!

O meşaleler stada nasıl sokuldu?

Maç sonunda Mourinho'nun hakem odasına girmesine, her iki taraftan verilen çirkin demeçlere, hakaretlere, yakıştırmalara ise hiç değinmek istemiyorum. Zaten TFF denen bir otorite olsa, hiç kimse ortada bu kadar at oynatamaz. Maçın bitimine yakın Fenerbahçe tribünlerinden Galatasaray tribünlerine atılan meşaleleri de İstanbul Valiliği'nin ve spor savcılarının takdirine bırakıyorum! O meşaleler nasıl girmiş stada? O vahşiler çoluk çocuğun da olduğu tribünlere yangın çıkarabilecek ve insan hayatına mal olabilecek o meşaleleri nasıl atmışlar? 32 bin güvenlik görevlisi nasıl engel olamamış bu olaya? Biliyorum, bu soruların cevabı olmayacak ama biz yine de soralım.  

25 Şubat 2025, Salı 07:14
YAZININ DEVAMI