Arama

Popüler aramalar

‘’'bn' meselesi değil!'‘’

Günlerdir öyle yoğun ki gündem... Mahmut Özgener ağır bir dille eleştirdiği ve aynı dille cevap aldığı Fenerbahçe Başkanı’nın olduğu yere, voleybol maçına nasıl olur da gidermiş!

Bunu ‘onursuzluk’ olarak tarif eden yönetici de oldu, bu onursuzluğun (!) ‘hakemin puan çalması’ ile sonuçlandığını söyleyen de...

Bu konulara en iyi cevabı ‘Telegol’e bağlanan TFF Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Aydınlar verdi. Özgener’in seyahatini onaylamayan yorumculara, “Ne yani, bundan sonra ne olacak? Birbirlerini mi öldürsünler! Spor tam da bu dargınlıkları gidermek için bir fırsattır” deyip, konuyu gerçek bir spor adamı gibi noktaladı..

Sanmıştık...

Sonra Demirören’in mesajı düştü gündeme...

“bn l Kızıl olduğu surece bndn snra karsndayım saygılar” mesajındaki ‘bn’nin ne olduğunu bulmaya çalışıyor herkes...

Kızıl, Demirören’e sormuş, Demirören ‘bn’nin ‘ben’ olduğunu belirtip, “Yanlış anlaşıldıysa özür dilerim” cevabını verince “Benim için konu kapamıştır” demiş, ama konu kapanmadı.

Özgener, Demirören ve Kızıl en az 20 senedir arkadaştır, belki özel hayatlarında daha ağır dille konuştukları dahi olmuştur.

Demirören’in mesajı eleştiri sınırlarında mıdır, değil midir tartışma konusu. Özel bir mesajın kurullara sevkedilmesi doğru mu değil mi, bir başka tartışma konusu. Ama ‘bn’ ‘ben’di, ‘.bn.’ydi tartışmasının gölgesinde kalan esas mesaj tartışılmalı.

“L Kızıl olduğu sürece karşındayım...”

Neden? “Lig yarışında Bursaspor’un zirvede yer alması ve 4 büyükleri sollamasının sebebi Levent Kızıl’dır” diyorsa Başkan, bu iddiayı kanıtlamalıdır. Beşiktaş Başkanı’nın gönderdiği bu mesaj yıl sonunda hedefin uzağında kalan tüm rakiplerin ortak beyanı mı olacak?

Levent Kızıl ilk yarıda Bursaspor-Diyarbakırspor maçının ardından Diyarbakır taraftar sitelerinde ‘hedef adam’ ilan edilmişti. Demirören’in mesajı da topluma açıklanınca daha kalabalık kitlelerin hedefi haline getirilmiyor mu?

Federasyonun iletişiminde ciddi eksikler var, Kızıl’ın da. Geçmişte Bursaspor taraftarlarınca “Fenerli başkan istemiyoruz” tezahüratlarıyla hırpalanan Kızıl, bugün bir tek Demirören değil, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’la da şeker renk.

Ne federasyon, ne Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı, ne de Levent Kızıl bu algının değişmesi için ciddi bir çaba sarf ediyor. Kızıl, Demirören’in o kısaltmanın ‘ben’ olduğu beyanından sonra konuyu kapatıyor. Kapatmamalı, deşmeli. Kapatınca ne oluyor? Ünlülerin uğrak yeri bir lokantada, aralarında İbrahim Yazıcı ve Levent Kızıl’ın da bulunduğu 7-8 kişilik futbol adamının bulunduğu masaya gelen herkes, “Başkanım hepimiz Bursa’nın şampiyonluğunu istiyoruz” derken Levent Kızıl’a yöneliyor. Kızıl herkese, “Kardeşim, Başkan burada. Temenni ve tebriklerinizi başarının sahibine yöneltin” dedikten sonra, “Ulusal gazetelere ‘Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı’dır’ diye ilan vermekten başka şansımız kalmadı” esprisini yapıyor.

Gerçekten öyle bir algı oluştu ki değiştirmek zor. Levent Kızıl kendisi üzerinden federasyon ve kurullarına yapılan eleştirileri bir basın toplantısıyla yanıtlamadığı takdirde ‘sükut ikrardan gelir’ yorumları da haksız olmaz...

Mesele ‘bn’den daha derin!

16 Nisan 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fark yaratan Brezilyalı‘’

Büyük futbolcu sorun çözüyor. Alex takımın temposunu düşürüyor, Alex koşmuyor, Alex rakipten top kazanmıyor ama Alex sorun çözüyor. Güven’in güçlü olması halinde rahatlıkla gol yapabileceği ve Manisaspor’un tur şansını yükselteceği pozisyonun dönüşünde bütün sorunları çözdü Brezilyalı. Yine ve kimbilir kaçıncı kez... 3 kişiyi başka yere, topu da sağ alt köşeye gönderip, takımını da, tribünde ve televizyon başında kurdeşen döken taraftarı da rahatlattı Brezilyalı.

Mütevazı kadrosuyla pozisyon yakalayan da, golü bulan da, futbol oynamaya çalışan da Reha Kapsal’ın takımı Manisaspor’du. Momha’nın güzel ortasında Güven’in ayağından gelen güzel gol de döndürmedi Fenerbahçelileri futbola. Takımın en önemli oyuncusu Emre geliyor, stoperlerinden topu alıyor, bir o yana bir bu yana, Sarı Lacivertliler 20 pası tamamladığında top daha yarı sahayı geçmemiş oluyor. Bekir Bilica’yı, Deniz Gökhan Gönül’ü aratıyor. Topuz çok çalışıyor ama topla barışık değil. Soldaki Brezilyalılar bir türlü çizgiye inmiyor, inemiyor. Ligin bitimine birkaç hafta kala futbol adına değer üretemeyen ama kulübüne iki kupa daha vaat eden bu takım, Emre rakip ceza alanına yaklaşmadığı müddetçe, kanatları kullanamıyor, üçüncü bölgede çoğalamıyor, keyif almadığı gibi keyif de vermiyor.

Ne zaman ki Özer, Guiza ve Deivid gibi topla barışık 3 oyuncu birden oyuna dahil oluyor, Sarı Lacivertliler maç boyu yakalayamadığı pozisyonları 5 dakikada buluyor. Fenerbahçe bu maçta istediğini almış olsa da, oynanan futbol Beşiktaş maçı öncesi galibiyet vaat etmiyor. Saracoğlu Stadı’nda seyircinin ateşlemesi takımın temposunu ne kadar artıracak bekleyip göreceğiz...

14 Nisan 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Acılı galibiyet‘’

Ligin bütün dişleri sökülmüş tek takımına karşı oynadı Galatasaray... Stoper Erdinç kadro dışıydı affedildi, ama sakat Diallo kulübede. Baki kadro dışı, Ümit sakat... Orta sahanın en iyi elemanı Ayman ile Abbas ülkelerine gitmiş. Kaleci Gökhan kadro dışı, Metin sakat sakat sahada...

Galatasaray seyircisi Leo Franco ve Jo’yu protestoda çok samimi. 100 milyon Euro’nun üstünde harcanarak oluşturulmuş rüya kadronun başarısızlığındaki fatura önce Franco’ya kesilmiş. O golü yemese sanki Galatasaray zirvede! Ya kayıp diğer 27 puan ?

Tüm takıma dönük 5 dakikalık protestoda da sorun yok. Gerçi protesto bittiği anda Galatasaray altyapısından yetişen Erhan düzgün vursa Kurtar’ın talebeleri 1-0 önde başlayacak, ama Aykut da gerçekten Franco’dan daha iyi duruyor.

Baros Arda’nın pasında çok kötü bir vuruşla pozisyonu heba ediyor, ama Keita’nın iki ortasında, Burak’ın bakışları arasında iki kopya gol atıyor. Stoper olmadığı için rakipleri “nazarla” durduramayan Burak, hocasını oyuncu değişikliğine mahkum ediyor. Diallo oyuna girerken, Burak orta sahaya geçiyor ama bu kez Diyarbakırspor’lu Milan sakatlanıyor. Burak’ın stopere dönüşüne sanırım en çok Baros seviniyor! Önce Burak, sonra Diallo ve Metin’in mihmandarlığında üçüncü golünü atıp geceye damgasını vuruyor.

Çalışkan Caner acemice bir kart görüyor. Galatasaray 2 kez Neill, bir kez Keita ve bir kez de Elano ile kaleyi yokluyor. Metin seke seke, sektire sektire kurtarıyor. 60’tan sonra biraz Diyar kıpırdıyor. Bebbe Sabri’nin pasında yapamadığını, Goran’ın pasında yapıyor. “Alem” haberleri doğruysa ki doğru, bu takımda işi olmayan Jo 75’te sahaya girince maç “yuh” nidalarıyla bitiyor.

Arda’lı, Avusturalya’dan Neil, Meksika’dan Dos Santos, Fildişinden Keita, Brezilya’dan Elano, Çek Cumhuriyeti’nden Baros’lu takım Diyarbakırspor’u geçiyor, bize de tebrik etmek kalıyor...

12 Nisan 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İştahlı takip‘’

Galatasaray galibiyeti takıma sınıf atlatmış. Rakip kale alanına 4-5 kişiyle giren bir takım görmeyeli uzun zaman olmuştu. Bir tek o da değil. Dönen toplara 2-3 kişiyle saldıran, rakiplere ikili sıkıştırmalarla nefes aldırmayan bir takım... Hiç olmadığı kadar çabuk, hızlı ve tempolu başlayan Fenerbahçe, hakettiği bir galibiyet aldı. Emre’nin dönüşü geçen haftanın yıldızı Selçuk ile Topuz’un daha da iyi oynamasını sağladı. Soldan Santos, sağdan Gökhan hücuma doğru katkı verince, dönen topları Sarı-Lacivertliler kazanınca pozisyon zenginliği seyirciyi hop oturttu hop kaldırdı. Souleymanou müthiş kurtarışlarıyla Fenerbahçe’nin skor üstünlüğünü hemen eline geçirmesini engellerken, gol makinesi Makukula, Lugano’ya yalnızca bir kez üstünlük sağladı, onda da iyi vuramadı.

Özer’in kazandığı toplarla çizgiye inmek yerine içeri dönmesi Fenerbahçe’nin sol kanattan istediği nitelikte hücumlar geliştirmesini engellese de Emre ve özellikle Alex’in pas trafiğini yönetmekteki büyük ustalığı inisiyatifin maç boyu ev sahibinde kalmasını sağladı. Alex her ne kadar ofsayt olsa da Gökhan’a attığı pas usta, Gökhan’ın vuruşu kral işiydi. Alex’in sezon biterken formunu bu kadar yükseltmesi Kanarya’nın en büyük avantajı. Gökhan Ünal da formanın kendisine verilmesini beklememeli, almalı. Çünkü Güiza’dan eksiği yok fazlası var. Onun kadar süratli, onun kadar pasör, bir de hava toplarında zamanlama ve vuruş üstünlüğü var... Bir de Lugano tabii. Makukula ile başa çıktığı gibi, Alex’in kullandığı kornerde kafa vuruşuyla attığı gol muhteşemdi.

05 Nisan 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Daha bitmedi‘’

Şampiyonluğu isteyen bir olgunlukta değildi Beşiktaş... Takımın omurgası sayılabilecek Ferrari ve Ernst yoktu, Tello da yoktu, Yusuf da. Oyunu ve arkadaşlarını oynatma becerisine sahip ustasını yanında oturtan Denizli, Fink’i sola çekip Necip’le Uğur’a orta sahayı teslim edince oyunun kontrolü hiçbir zaman Beşiktaş’a geçmedi. Taraftarının Bursaspor’a yaptığı tezahüratlarla kimlik bunalımı yaşadığını düşündüğüm Ankaragücülü futbolcular pekala Beşiktaş kadar oynadılar, iyi kanat savunmasıyla İbrahim ve Ekrem’in hücuma çıkmasına pek de fırsat tanımadılar. Hücumda Bobo çok etkili oynasa da, Holosko topla daha dün tanışmış gibiydi. Atamadığı paslar, vuramadığı şutlar maçın kaderini belirledi. Rüştü iki kritik kurtarışıyla yine görevini yaparken, Serkan da iki önemli kurtarışla tabelanın değişmesini engelledi. Denizli’nin hamleleri geç kaldı. Ama yine de Beşiktaş’ın kazanacağı zaman vardı. Yusuf direksiyona geçince, Serdar Özkan sorumluluk alıp doğru futbol oynayınca, İsmail soldan Ekrem sağdan çizgiye inince, Toraman risk alıp rakip ceza alanına girince, Beşiktaş son 15 dakikada maç boyu yakalayamadığı kadar fırsat yakaladı ama olmadı. Hakem Barış Şimşek’in, İbrahim Kaş’ın Vassell’e yaptığı harekete penaltı vermeyişi, İbrahim’in de Beşiktaş’ın da şansıydı. Hoca, ‘2 puan kredimiz var’ demişti geçen hafta ve eklemişti; ‘şampiyon olacağız’. Beşiktaş bu tablodan şampiyonluk çıkartırsa tarihinin en görkemli zaferini kazanacak.

03 Nisan 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hakkıyla...‘’

Fenerbahçe’nin bilinci ve oyun disiplini yıldızlar topluluğu Galatasaray’ı sahadan silerken, çok çalkantılı bir sezon geçiren Sarı-Lacivertliler şampiyonluk açısından belkide en önemli galibiyeti aldılar. Emre’nin yokluğunda zafiyet göstermesi beklenen orta sahada, Selçuk ve Topuz hem basarak, hem topu iyi kullanarak Fenerbahçe’nin oyunda hakimiyet kurmasını sağlayan isimler oldular. Galatasaray forvetlerinin hiç dönmemesi, orta sahadaki Topal’ın, top rakibe geçtiğinde Alex’le adam adama oynaması Fenerbahçe’yi orta saha ve oyunun sahibi yaptı. Sarı-Kırmızılılar ilk pozisyonunu 56. dakikada yakalarken, maçın favorisi olmayan Fenerbahçe Güiza’nın kontrol edemediği toplarla 2 net pozisyonu harcamış, yardımcı hakemin hatalı ofsayt bayrağıyla da bir başka tabelayı değiştirme fırsatını kaçırmıştı. İlk yarıda yaptığı bir kaç pas hatası dışında olağanüstü oynayan yüksek karakterli Selçuk, Leo Franco’yu 25 metreden avlarken, Keita’nın mükemmel şutunu harika kurtaran Volkan fark yaratan bir diğer isim oluyordu. Tam da, “Volkan kaleci falan değil” diyenlere, “Hakettikleri cevabı verdi” diye yazmaya hazırlanıyorduk ki, Volkan yaptığı inanılmaz çirkin bir jestle hayatı boyunca taşıyacağı bir kamburu sırtına koyuyordu. Özür dilemeli. Bu feci oyundan sonra Lugano’nun Santos’a yaptığı hareketin penaltı olup olmadığını tartışmak hayal kırıklığı için ucuz bir mazeret olur.

Yıldızları çok olan değil, takım olan kazandı. Galatasaray yönetimi şu feci oyun ve sezon boyunca yaşanan hayal kırıklığından sonra Rijkaard konusunda bir karar vermeli. Rijkaard takımını hafta boyunca iyi hazırlıyorsa, bir oyuncu kendini aşmışsa, bir oyuncu değişikliği tabelada olumlu fark yaratmışsa tabiki onunla devam edilmeli. Ama bu güven bunalımında işleri zor. Aynı şeyleri Daum içinde söyleyebiliriz. Ama kazanan haklıdır.

29 Mart 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Herkesin ağbisiydi...‘’

Adanmış hayatı olanlar ölmüyor, ölmez...
Biz spor gazetecileri herkesin imrendiği bir iş yapıyoruz. Şimdi anlatmanın önemi de gereği de yok, sıkıntısı da çok, ama keyifli taraflarını da söylemeden geçemeyiz. Oyuna, oyunun başrol oyuncularına, gündemden hiç düşmeyen sporcu ya da teknik adamlara yakınız...

Sizin sevdiğiniz ya da sevmediğiniz, hayran olduğunuz ya da nefret ettiğiniz figürlerin neler yaşadığına ve öbür yüzlerine tanığız...

Rahmetli Hasan Doğan’ın şok ölümünün ardından yazamadım, konuşamadım. Sevdiğiniz insanların ardından ne yazsan boş, kelimeler yetmiyor ki... Ama Galatasaray editörümüz Yasin Cam’ın, “Abi, Canaydın senin hayatına imza atmış, yazmasan olmaz” demesinin ardından kayıtsız kalamadım.

E, attı imzayı... O centilmen insan, haber koordinatörlüğü yaptığım dönemde Galatasaray’ı ilgilendiren her haberin arkasından, “Galatasaray’ın haklarını korumak için” arayıp tartışan insan, sanıyorum genel yayın yönetmenlerinden, muhabirlere herkesin hayatında hoş bir anı bırakacak jestler yapmıştır.

Kızımın doğduğu gün... Annem, kayınvalidem, eşim Bahar ve kızım Zeynep hastanedeyiz. Sağ kolu Sara hanım telefonla aradı; “Hakan Bey müsaitseniz başkanım görüşecek” deyince, “Müsaitim konuşalım” cevabını verdim, “Öyle değil biz kapıdayız, oda müsaitse ziyaret edeceğiz” dedi. “Lütfen buyursun” cevabımın ardından, 4-5 yönetici arkadaşıyla birlikte odaya girdi. Annemleri kutladıktan sonra, eşimi tebrik edip, Zeynep’in yastığının altına nazar boncuklu altınını yerleştirdi. Bana döndü, “Bak evladım, bu güne kadar kendin, eşin, ailen için yaşadın” diye lafa başladı, taze baba ben, farklı bir son beklerken, “bugünden sonra kızın için yaşayacaksın” demedi. “Bugünden sonra damadın için yaşayacaksın. Zamanı gelince bir çocuk gelecek, bütün hayatın boyunca çalışıp kazandığın paraları ve kızını alıp gidecek” dedi... Her tarafımdan ter boşandı, gülüştük.

Ama bitmedi. “Kızınızın ismi belli mi” dedi. “Zeynep” dedim. “Ne güzel” dedi. “İsmini kim okuyacak” diye sordu. “Ben” cevabını verdim. Kızdı, “Olur mu evladım, ailenin saygı duyduğu bir büyük okur” dedi. “Öyledir” dedim, “Uygun görürseniz ben okumak istiyorum” diye ekledi. Bir daha dağıldım! “Aman efendim, şereftir” falan derken, dönüp yanındaki Şükrü Ergün’e, “Kıble nerede” diye sordu. Böyle bir soru beklemeyen Ergün de aynı soruyu bana yöneltti. Kızdı ona. “O ne bilsin. Onun aklı başında mı, çabuk tespitini yap” dedi, Ergün lafın altında kalmadı, “Başkanım gazeteci kendisi. Onlar her şeyi bilir o bakımdan” diye yeni bir espri yaptı. Neyse kıble bulundu, o dev gibi adam kızımın hayatı boyunca taşıyacağı ismi kulağına okudu.

Bizim için özeldi. Özel kalacak, hayatımız boyunca da bu gururla yaşayacağız.

Ama sevgili abimiz bir tek bizde değil, Galatasaray oldukça hep yaşayacak. “Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil” demiş ya şair, öyle. Yüzlerce kez seyahat ederek, siyasetçisinden bürokratına, ikna çabalarının ödülünü Galatasaray camiası tarih boyunca alacak. Galatasaray’ın borcu için çoluğunun çocuğunun 70 milyon Dolar’ını teminat olarak gösteren “En hakiki Galatasaraylı” Galatasaray’ın geleceğini kurtaracak stadın yükselişinin de tanığı oldu. Keşke açılışta da o stadyumda olsaydı, ama olmadı.

Siyasetin baskısının en ağır olduğu dönemde dostlarını, sevenlerini karşısına aldı. TFF Genel Kurulu’nda şimdiki başkan Adnan Polat’la birlikteyken kendisine sorduğum soruya verdiği cevap beni hiç şaşırtmadı. O dönem kendisini en ağır eleştirenlerden biri olan bana, “Başkan artık bugün son... Kendinizi, prestijinizi yitirmek pahasına böyle devam etmeyeceksiniz, değil mi?” dediğimde, “Bak evladım. Anlamalısın beni. Zordu, farkındayım. Ama Galatasaray için bütün bunları yapmak zorundaydım...”

Bu kadar işte. Hem, her ölüm erken ölüm, hem de ölüm senin adın yine kalleş olsun...
Nur içinde yat Özhan Abi...

24 Mart 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güiza'dan hayat öpücüğü‘’

8’de 8’in ardından Daum’un Türkiye’deki balayını bitiren Gaziantepspor, Fenerbahçe’nin etkili savunması karşısında maç boyunca neredeyse tek pozisyon üretemezken, pozisyon sayılabilecek tek atağında da Beto’nun şutu gövdesini siper eden Bilica’ya takıldı.

Fenerbahçe’de orta sahanın iki kanadında oynayan Topuz ve Özer’in o pozisyonların oyuncusu olmaması Fenerbahçe’nin hücumdaki akıcılığını yok ederken, yine de Özer hem savunmaya yaptığı katkı, hem de rakip defans arkasına attığı toplarla önemli işlere imza attı. Özer, Santos’un doğru koşularını 2 defa güzel pasla ödüllendirdi ama Santos, Serdar Kurtuluş’un müdahalelerinde Kuddusi Müftüoğlu’nu ikna edemedi. İlkinde kendini gerçekten çok kolay bırakmış gözükse de, ikincisinde Serdar’ın rakibinin bacağına sarılmasını penaltıyla cezalandırmalıydı.

Gerilen maçı, kolay gollerin kaçırıcısı, “Pozisyonda Güiza varsa mutlak gol şansı yoktur” denen adam olağanüstü güzel golüyle tribünleri de arkadaşlarını da rahatlattı. Tam da zamanıydı. Lugano dengeli, Bilica risksiz ve uzun zaman sonra çok faydalı, Alex ise neredeyse etkisiz elemandı. Performans ve çabaya bakınca Özer kalmalı, Alex çıkmalıydı. Böyle bir gecede takımın en etkili ismi Emre sarı kart görmemeli, sahada biraz daha uzun süre kalabilmeliydi. Emre’nin yerine giren Selçuk hazır gözükürken, Daum’un bu haftayı hücum çalışarak geçirmesi şart. Yoksa iki stoperin arasına adam koşturarak, ceza alanında çoğalmadan kazanmak çok zor...

21 Mart 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI