‘’Çocuk oyuncağı mı?‘’
Çok keyifli geçmesi beklenen Beko Basketbol Ligi başladı, hem de müthiş bir maçla. Ancak sezona değinmeden, hafta içine dönmek istiyorum. Müthiş geçen bir başka maça, Cumhurbaşkanlığı Kupası finaline. Daha doğrusu maç sonrasına. Karşılaşmadaki hakem hataları taraflı tarafsız herkesin ortak fikri. Bu hataların çoğu da Fenerbahçe aleyhine yapıldı. Tepki gösterilmesi doğal, ama özellikle Asbaşkan Mahmut Uslu’nun açıklamaları ve FB TV’de hazırlanan bant hayret verici. Yıllardır bıkıp usandığımız, ama her pazar akşamı bütün kanallarda izlemeye mecbur bırakıldığımız hakem cellatlığı programları ve aynı üslup basketbola taşındı. Teker teker tüm pozisyonlar “dan, dan” efektleriyle ekrana geldi. Sayın Uslu’nun söylemlerinden anlaşılan sanki bu hatalar bilerek yapılıyor, kendi önleri kesilmek isteniyordu. Çok uzun süre düşündüm, neden Federasyon göreve gelirken büyük desteğini aldığı, hatta kendi antrenörünü verdiği, ilişkilerinin çok iyi olduğu Fenerbahçe’nin önünü kesmek ister diye. Cevabını bulamadım. Bulan ya da bilen varsa beni de aydınlatsın. Gelelim, “Takımı sahadan çekiyorduk ama Cumhurbaşkanlığı makamına olan saygımızdan bunu yapmadık” cümlelerine. Aynı gün federasyonun kararlarını beğenmeyen Fenerbahçe’nin, voleybol takımını da ligden çekeceğini, sonra kararından vazgeçmiş olduğunu da okuyorum gazetemde. “Ben kızdım oynamıyorum” mantığı içinde olamaz Fenerbahçe Kulübü. Fenerbahçe Kulübü büyüktür, güçlüdür, haksızlığa uğramışsa hakkını alır ve korur. Ama sahadan çekilmez. Bu işler çocuk oyuncağı değil.
Fenerbahçe o maçı kaybetseydi hakemler nedeniyle mi yenilmiş olacaktı, yoksa Mrsiç’in son saniyelerde yaptığı iki büyük hatadan dolayı mı? Tamam; farkın kapanmasında hakemlerin ters düdüklerinin rolü var, ama Tanjeviç’in gereksiz oyuncu değişikleri nedeniyle ritmin bozulması, Mrsiç’in acemice yaptığı faullerin hiç mi önemi yok. 15 sayı öne geçip Telekom’a yenilen Beşiktaş Coach’u Ergin Ataman da çuvaldızı başkasına batıranlardan. Telekom 29 serbest atış kullanmış, kendileri 12. Yani hakemler taraf tutmuş. İyi de her hücumda basket olana kadar topu potaya atan Telekomlular’ı izleyen, tam 19 hücum ribauntu veren Beşiktaşlı oyuncuların da mı suçu yok bu mağlubiyette.
Pınar Karşıyaka’nın tam 23 asist üzeri basket bulup kazandığı TED Kolej maçından, yine Beşiktaş ve Telekom’un 19’ar asist yaptığı, topu takip etmekte zorlandığımız, yüksek tempolu keyif veren mücadelesinden ve diğer karşılaşmalardan bahsetmek isterdim aslında. Yani basketbolun güzel yüzünden. Ama çirkin tarafı ön plandaydı geçtiğimiz hafta. Hakem hataları tabii ki olacak. Ancak tepkileri daha sağduyulu vermeli basketbol camiası, futboldaki gibi kaybettiği zaman tek suçlunun hakem olduğunu zannetmeden, sığ ve seviyesiz tartışmaları basketbolun içine çekmeden.
‘’Yıldızlar dönünce‘’
Son yılların en zor ve kaliteli ligi olacak. Her ne kadar Milli Takım’ın yaşattığı hayal kırıklığının ardından basketboldaki ivme düşer gibi olduysa da, özellikle Beşiktaş, Telekom ve Galatasaray’ın yaptığı yatırım, Beko Basketbol Ligi’ne hayat verecek. Türkiye’de kafaya oynayan takımların sayısının artması ve kulüplerimizin Avrupa’da iddialı hale gelebilmesi için ya yabancı kısıtlamasının kaldırılması, ya da ülke dışına gönderdiğimiz yıldızlarımızı geri getirmemiz gerekiyordu. Bu sene hem Hüseyin Beşok, Serkan Erdoğan, Ender Arslan, Kaya Peker’in yanı sıra, coach Ergin Ataman Beko Basketbol Ligi’ne dönüş yaptı, hem de yabancı sayısı 1 arttı. Bu da ligimize, kalite, heyecan ve renk getirecek.
Perde bugün açılıyor
Son şampiyon ve Cumhurbaşkanlığı Kupası sahibi Fenerbahçe’de, sezon öncesi gördüğümüz kadarıyla coach değişikliğine rağmen, oyun yapısında fazla bir değişiklik yok. Geçtiğimiz sezon sonunda gösterdikleri müthiş performansa devam ediyorlar. Solomon, Mrsiç, Mirsad, Ömer, İbrahim, Semih, Oğuz ana rotasyonda yer alacaklar. Yeni yabancılar Preldziç, Vidmar ve White’ın yeteneklerine laf yok. Geleceğe dönük transferler. Henüz gelişimlerini tamamlamadıkları için, başta Euroleague olmak üzere, üst düzey maçlarda onlardan sorumluluk almaları, ya da fazla etkin olmaları beklenemez. Kanarya, ana kadroyu koruduğu için Türkiye’de yine favorilerden. Dezavantajları, yabancılarının çok tecrübesiz olması.
David Blatt’i takımın başına getiren Efes Pilsen, Wright, Gregory, Hutson, Woods, Serkan ve Ender transferleriyle kadrosunu oldukça güçlendirdi. Eldekiler Nicholas, Kerem, Ermal, Cenk ve Mustafa Abi ile büyük güç. Ama Efes, 5 yabancısının, 5 değişik pozisyonda olması nedeniyle 3+2 kuralından en çok etkilenecek iki takımdan biri. Blatt, Avrupa ve Türkiye’ye göre değişik oyun stratejisi ve rotasyon belirlemek durumunda kalacak. Bu da başta oyuncuların olmak üzere kendisi ve izleyenlerin kafasını karıştıracak. Her hafta iki önemli maç yapacak olan Efes Pilsen’in Türkiye ve Avrupa’da sahaya değişik beşlerle başlayacak olması ve bu maçlara değişik stratejilerle hazırlanmak zorunda kalması nedeniyle Efes’in Euroleague’de daha başarılı olacağını tahmin ediyorum. Ama yine de şampiyonluğun en büyük favorilerinden. Fenerbahçe’nin yabancıları daha çok tamamlayıcı rolde oldukları için, bu kural onları fazla etkilemeyecek.
Ergin Ataman’ın coachluğunu yapacak olan Beşiktaş bu sene oldukça iddialı. Dalmau, Shumpert ve Niceviç hem kaliteli, hem de Euroleague seviyesinde oyuncular. Apodaca İtalya Ligi sayı kralı, Jaacks da yine aynı ligde önemli bir performans sergiledi. Kaya Peker’in son dakika transferi de, ekmek kadayıfının üstüne kaymak oldu. Özellikle ULEB Kupası için iyi bir kadro. Ancak 3+2 kuralından etkilenecek diğer takım da Beşiktaş. Yabancı oyuncu kalitesi ile yerliler arasında dengesizlik bulunan Kartal da, aynı Efes gibi Türkiye Ligi’nde oyuncu değişiklikleri ve hazırlanma sürecinde sorun yaşayacaktır. Gerçek bir oyun kurucularının da olmaması onları yoğun tempo içinde zorlayabilir. Ataman’ın bu pozisyona yaptığı Dalmau tercihi, tartışma yaratabilir.
Flaş transfer El Amin
Geçen yılın flaş takımı Türk Telekom, Khalid El Amin ve Michael Wright transferleriyle bir adım daha ileri gitti. Zaten iyi bir kadro olan Başkent ekibinin de oldukça güçlendiğini söyleyebiliriz. Ancak geçen yıl takımı oynatan ve başarının en büyük mimarlarından Tutku’nun, El Amin transferinden sonra nasıl bir role bürüneceği ve bu durumdan nasıl etkileneceğini zaman ilerledikçe göreceğiz. Jagla’nın gidişiyle dış tehditi olan uzunu kalmaması, dezavantaj olabilir.
Bu dört takımın ardından Galatasaray geliyor. Onlar da Hüseyin Beşok’u transfer ederek, yerli kadrosuna önemli bir takviye yaptı. Ancak yabancı transferinde yaşadıkları şanssızlıklar, sezon başı itibariyle onları hedeflerinden biraz uzakta bıraktı. Bulacakları bir ya da iki üst düzey yabancı, Galatasaray’ı zirveyi zorlayacak bir takım haline getirebilir.
Karşıyaka ve Banvit diğer 11 ekibin biraz önünde gibi. Mutlu Akü Selçuk, Alpella, Mersin, CASA TED Kolej, Darüşşafaka, Oyak Renault, Beykoz, Antalya BŞB ve Antalya Kepez Belediyesi de aşşağı yukarı denk takımlar. Sıralama için büyük çekişme yaşanacak ve sürpriz galibiyetler alınacaktır.
‘’Hatalar zinciri‘’
Basketbol adına olumlu ve olumsuz herşey vardı dün gece sahada. Fenerbahçe, kolay kazanması gereken ve hak ettiği maçı son saniye basketi ile alabilirken, iki takım ve hakemler adına öyle hatalar yapıldı ki inanılır gibi değil.
Önce sondan başlayalım. Fenerbahçe 4 sayı önde, bitime 20 saniyeden az var top Efes Pilsen’de. Sahanın en tecrübeli ismi hiç kuşkusuz Damir Mrsiç. 36 yaşındaki yıldız hiç gerek yokken, Nicholas’a centilmenlik dışı faul yaptı. İki atış, top da Efes’te. Kazanılan maç, uzatma hatta kaybedilme riski ile karşı karşıya. Geçen yılki final serisinde sahadan silinen Nicholas, Ömer karşısına gelince adeta şeytan çarpmışa dönüyor. Dün de potaya bile bakamadı, psikolojik olarak da etkilenince sürekli kaçırdığı faullere bir yenisini daha ekledi, fark 3’e indi. Mrsiç yaptığı büyük hatanın üstüne saniyeler sonra bir yenisini daha ekledi. 3 sayı yememek için yapması gereken taktik faulü geç kalıp ancak Ender 3’lük atarken yapınca, skora denge geldi. Burada Tanjeviç devreye girdi. Molasını Ender’e faul yapıldıktan sonra değil de, serbest atışlardan sonra alsaydı son 12 saniyede Fenerbahçe topu orta sahadan oyuna sokacak, daha kolay bir hücum şansı bulacaktı. Solomon güç bela sahayı geçebildi, son saniyede Rashad Wright’ın üzerinden attığı basketle kupayı Fenerbahçe’ye getirdi. Savunma yönünü pek beğenmediğim Wright da, David Blatt tarafından daha tecrübeli, daha iyi savunmacı Ender’in yerine oyuna sürülmüştü. Bu hatalı değişiklik de Efes için belirleyici oldu.
Başa dönelim. Fenerbahçe kaldığı yerden devam ediyor. Aydın Örs’ün geçen yılki finallerde zirveye çıkardığı takım, hemen hemen aynı basketbolu oynuyor. Savunmada agresif ve saldırgan, hücumda tempolu ve yüksek yüzdeyle şut sokan. Efes’i adeta sürklase ettiler. İbrahim’in müthiş oyunuyla fark 15’lere çıktı. Ancak oyuncu değişikliklerinin ardından momentum kayboldu, fark kapandı. İkinci yarıda Fener bir kez daha domine etti oyunu. Bu kez bir iki dengesiz düdük, Fener’in de dengesini bozdu. Hutson, yukarılara çıkamayan Oğuz’un üzerinden orta mesafe şutlarını arka arkaya soktu, herkes seyretti, maç yine kafa kafaya geldi.
Efes kağıt üstünde çok iyi kadro ama 3+2 saçmalığı nedeniyle Türkiye’de o gücünü kullanamayacak. Dün de öyle oldu. 5 çok kaliteli yabancıya sahip olan Lacivert-Beyazlılar’ın, hepsini aynı anda oynatamadığı, değişiklikleri bir yerine 2’şer 2’şer yapmak zorunda kaldığı için ritm bulması oldukça zor. Efes’in Euroleague ve Türkiye’de oynadığı basketbol arasında önemli farklar olacak gibi gözüküyor.
‘’Erken kalkan‘’
Sezona iddialı bir şekilde hazırlanan iki ezeli rakibin, sezon öncesi böyle bir turnuvayla karşı karşıya gelmesi, alışık olmadığımız bir durumdu. Asırlık Çınarlar turnuvasının gelecek yıllarda Fenerbahçe’nin de katılımı ile daha da renklenmesini bekliyoruz.
Erken kalkan, erken yol alır derler. Beşiktaş, aylar öncesinden transferlerini yaptı, kadrosunu kurdu ve tam takım olarak idmanlara başladı ve hemen hemen hazır hale gelmiş. Galatasaray ise halen arayışta. Dünkü farkın en önemli nedeni buydu.
Önce kazanandan başlayalım. 5 tane üst düzey yabancı transferi yapan Beşiktaş, kalburüstü yerli oyuncularıyla da, gerek Türkiye Ligi, gerekse ULEB Cup için yeterli sayılabilecek bir kadro kurdu. Niceviç, Dalmau ve dün oynamayan Shumpert, önemli derecede Euroleague tecrübesine sahip. İtalya sayı kralı Apodaca, her pozisyonda potaya gidebiliyor, hem şutu, hem birebiri çok iyi olan atletik ve yenetekli bir forvet. Yine dün oynamayan Jaacks da, yaşanan pota altı sorununa çare olabilir. Rakibine oranla çok daha hazır olan Beşiktaş, farklı kazanmasına rağmen rakibe 20’ye yakın hücum ribauntu verdi, neredeyse bütün sayıları çember altından yedi.
Beykoz’dan sonra, Beşiktaş karşısında da bekleneni veremeyen Galatasaray ise tam tersi durumda. Aslında Galatasaray da, transfer döneminin başında hedeflediği isimleri kadrosuna katabilseydi, şu an bambaşka bir performans sergiliyor olabilirdi. Dee Brown’un gelmesiyle, Brian Greene gibi gönderilmesi gündemde olan William Avery, kendisinden beklenenin çok azını veriyor. Dün sahada en ufak bir olumlu hareketi yoktu. Charles Gaines, Joventut’ta oldukça başarılı bir sezon geçirdi. Dün de iyi niyetli ve çalışkandı. Ancak o, yaratıcılığı olmayan, daha çok tamamlayıcı ve görev adamı rolünde. Yanında oynayanların özellikleri, onun performansını doğrudan etkileyecektir.
Dee Brown Galatasaray’a çok şeyler katabilir. Ancak Cim Bom’un transferlerini bir an önce tamamlaması gerekiyor. Tüm bu olumsuzlukların üstüne Cüneyt’in erken sakatlığı, maçı da çok etkiledi. Bu arada Hüseyin Beşok’a TBL’ye “hoşgeldin” diyorum. İki maçta da Galatasaray’ın ayakta kalan tek ismiydi.
‘’Yeni kurban kim?‘’
Tanjeviç’in görevde kalacağını açıklayan Turgay Demirel, faturayı yine oyunculara çıkardı. Hüseyin, Kerem Tunçeri ve Serkan’dan sonra kimlerin kurban olacağı merakla bekleniyor...
Madalya hedefi ile gidilen, ama ilk sekize bile kalamadan geri dönülen üst üste 3. Avrupa Şampiyonası’nı geride bıraktık. Türkiye dönüşü, Basketbol Federasyonu’nun nasıl bir tutum takınacağı aslında belliydi. Daha İspanya’dayken tek suçlunun Tanjeviç olmadığını vurgulayan Turgay Demirel, beklendiği gibi faturayı yine oyunculara çıkardı. Dün yaptığı açıklamada, “Teknik kadroda bir revizyon, radikal bir değişiklik yok gündemimizde. Ama basketbol milli takımının oyun anlayışını ileriye götürecek, istekli, arzulu oynayacak ve 2010 Dünya Şampiyonası’nda başarılı olacak yeni genç oyuncular kadromuzda olacaktır. Kadromuzu bu anlamda revize edeceğiz” diyor başkan.
Anlaşılan o ki, Kerem Tunçeri, Hüseyin Beşok, Serkan Erdoğan gibi Türk basketbolunun yetiştirdiği önemli değerler gibi, yeni bir kaç isim artık milli formayı giyemeyecek. Peki bu isimler kim olacak. NBA’deki yıldızlarımız Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur mu, yerine yabancı oyun kurucu aranan Ender Arslan ya da Engin Atsür mü, yoksa yaptıkları açıklamaları beğenmedikleri Kaya Peker ile Ermal Kurtoğlu mu kurban seçilecek 2010 yolunda.
Değerler kolay yetişmiyor
Türk Milli Takımı’nın oyun anlayışını ileriye oyuncular mı taşır, yoksa vizyon sahibi antrenör ile basketbolu yönetenler mi?? Değerler kolay yetişmiyor sayın başkan. O faturanın kesileceği oyuncularla Türk basketbolu bir yerlere geldi. Tanjeviç’le ise hala bir yerlere gelmesini bekliyoruz.
2010 hedefi doğrultusunda iki şampiyona heba oldu. Anlaşılan o ki 2009 Avrupa Şampiyonası’ndan da birşey beklenmiyor. O da hazırlık kapsamında olacak. Peki siz ve sayın Tanjeviç 2010 Dünya Şampiyonası’nda madalya garantisi veriyor musunuz. Tabii ki böyle bir garanti olamaz. O zaman 2010 kadrosunun çekirdeğini oluşturacak oyuncular nerede. Nerede Hakan Demirel, Semih Erden, Cenk Akyol, Oğuz Savaş, Valentin Pastal, Barış Ermiş ve diğerleri. Aradan 4 yıl geçti. Hangisi üst düzey bir oyuncu olabildi. Pardon unuttum. Bu oyuncuların yeterli gelişimi sağlayamamasında tek suçlu kulüpler ve kulüp antrenörleri! Söz kulüplerden açılmışken Oktay Mahmuti ve Aydın Örs de yok artık. Zaten Türkiye’nin en iyi antrenörleri Tanjeviç ve Nihat İziç. Orhun Ene de biraz tecrübe kazanınca 3. sıraya da o gelecek. Erman Kunter’ler, Ergin Ataman’lar Avrupa’da torpille iş buluyor.
İşin kolay yolu
Başarısızlıkta faturanın oyunculara çıkmasında önemli bir neden daha var. O da Aydın Örs’ün yerine Fenerbahçe’nin başına Tanjeviç’in getirilmesi. Şimdi Sırp hocanın görevine son verilse, sormazlar mı, “Madem bu adamı kovacaktın, niye bize verdin” diye. Tabii ki sorarlar. Ama bir iki oyuncunun bileti kesilse bu kadar yaygara kopmaz. Konuşmazlar çünkü başları derde girmesin diye, ortalık da süt liman olur, herşey unutulur.
‘’Tarih onu yazacak‘’
Son 10 yıldır yerlerde sürünen Rusya’yı ayağa kaldıran David Blatt, kimsenin beklemediği şampiyonluğu kazanarak bir ülkenin kaderini değiştiren isim oldu
Bir coach, bir takım üzerinde ne kadar etkili olabilir? Sporun adı basketbolsa coach takımın en önemli parçasıdır. Gerek hazırlık döneminde, gerekse maç içinde sürekli oyuna müdahele edebilme şansı vardır basketbol teknik direktörünün. Peki bir coach, bir ülkenin kaderini bir anda nasıl değiştirebilir? 1993’ten bu yana final göremeyen, bronz madalya aldığı 1997 yılından sonra da dibe vuran, özellikle Avrupa Şampiyonası elemelerinde kaybettikleri Belçika maçından sonra adı “Kaybedici”ye çıkan Rusya’yı tekrar zirveye çıkaran David Blatt, bir ülkenin kaderini değiştiren adam oldu İspanya’da.
Blatt için sihirbaz ve mucize adam diyenler var. Ama o sadece işini çok iyi yapan ve bilen bir basketbol adamı.
Basketbol dehası
Önce Rusya’yı nasıl şampiyon yaptı, onu bir irdeleyelim. Son yıllardaki başarısızlıklar nedeniyle moralleri iyice bozulan, geçtiğimiz sezon da doğru dürüst bir performans sergileyemeyen oyunculardan bir takım yaratmayı başardı kısa sürede. Kariyerinin en kötü sezonunu geçiren Kirilenko’yu hayata döndürdü, MVP olmasını sağladı. Kendi takımlarında neredeyse hiç oynayamayan Pachutin ve Ponkrashov, son demlerini yaşayan Morgunov gibi oyunculardan maksimum verim aldı. Basketbol dehasının yanı sıra, oyuncularla kurduğu mükemmel iletişim sayesinde yerlerdeki Rus basketbolunu ayağa kaldırdı Blatt. Rusya Basketbol Federasyonu’nun bile büyük bir beklentisi yoktu şampiyona öncesi ama o tarihe adını altın harflerle yazdırdı.
Herkes onu hücum coachu olarak tanıyor. Ama Blatt elindeki kadroyla nasıl oynanması gerekiyorsa, o basketbolu oynatan bir teknik adam. Savunma yaparak nasıl şampiyon olunurun en güzel örneğini sergiledi Ruslar. En az sayı yiyen, en çok top çalan, en çok blok yapan, yani mükemmel müdafa yapan bir takımdı Rusya. Hücumda ise en çok asist sonrası basket bulan ekip. Yani top paylaşımını mükemmel uygulayan, bol paslı oynayan, geri düşse de asla pes etmeyen, dirençli, inatçı bir takım izlettirdi Bla+tt Madrid’de.
Yetenek avcısı
İsrail asıllı Amerikalı’nın geçmişisine bir göz atalım. ABD’deki oyunculuk kariyerinin ardından ülkesine döndü. 1996 yılında Hapoel Galil Elyon’dayken İsrail’de “Yılın coach”u seçildi, milli takımı da çalıştırdı. Modern basketbolun simgelerinden biri olan Blatt, bu başarıların ardından 4 sene Maccabi Tel Aviv’de Pini Gherson’un ardından ikinci adam olarak çalışarak, ego manyağı biri olmadığını da gösterdi.
Blatt’in en büyük özelliklerinden biri de “yetenek avcısı” olması. Maccabi, bu süre içinde Euroleague’de Final-Four’lar oynayıp, şampiyonluk kazanırken, kadrosundaki Anthony Parker, Maceo Baston, Nate Huffman, Ariel McDonald, Sarunas Jasikevicius, Beno Udrih gibi birbirinden değerli ve Avrupa basketboluna damgasını vuran oyuncuların transfer edilmesinde, onların gelişimini sağlamasında büyük rol oynadı genç çalıştırıcı. Bu misyonunu Benetton’da Andrea Bargnani’yi dünya basketboluna sunarak sürdürdü. Maccabi’den sonra gittiği Rusya’da St.Petersburg’u FIBA Avrupa Kupası şampiyonu yapan Blatt, bir kez daha “yılın coach”u unvanını elde ediyordu.
NBA yolcusu
Benetton Treviso’da iki yıl çalıştıktan sonra bir çok teklif aldı Blatt. Özellikle NBA takımlarından Boston Celtics, ileride onu head coachluğa hazırlamak için çok istiyordu. Dinamo Moskova da kesenin ağzını açmıştı İsrail asıllı çalıştırıcı için. Ama o tercihini Efes Pilsen’den yana kullandı. Türkiye’ye Avrupa Şampiyonu unvanıyla geliyor Blatt. Yine yabancı tercihlerinde nokta atışı yaptı. Yeni Efes Pilsen’i ilerleyen günlerde irdeleriz. Ama görünen o ki, David Blatt’in macerası Efes Pilsen’den sonra NBA’de devam edecek.
‘’Enayilik!‘’
İlk defa adam bir maç çıkardık Avrupa Şampiyonası’nda. Çeyrek final için son şansımızdı. 40 dakika boyunca İtalyanlar’ı adeta ezdik her alanda. İki sayı ve üç sayı yüzdemiz onlardan çok iyiydi. Doğru düzgün savunma yapıp zor atışlara zorladık rakibi. Ribauntlarda büyük üstünlük kurduk (30’a 43). Bu istatistiklere bakınca normalde farklı kazanmamız gereken maçı, her zamanki hastalığımız nedeniyle kaybettik, enayice. Bu kadar üstün bir oynarken tam 10 faul kaçırdık, İtalya ise sadece 3. Onlar 40 dakika boyunca 2 top kaybederken, biz 12 hücumu boşa harcadık. Uzatmalarda da iş işten geçmişti zaten. Çıldırmamak elde değil. Sonuna kadar hak ettiğin bir maçı, kendi ellerimizle İtalya’ya hediye ettik. Ben almayayım, sen al. Kazansaydık, diğer sonuçlara göre bir Fransa galibiyeti bizi çeyrek finale taşıyacaktı. Daha önce çok kötü oynayarak farklı yeniliyorduk, şimdi iyi oynadık yine kaybettik. İşler ters gitmeye başladı mı, dönüşü olmuyor.
Tanjeviç uyarıları dikkate almış olacak, iyi giden beşi bozmadı, ilk periyodu hiç oyuncu değiştirmeden tamamladı. İkinci çeyrekte 6 dakikada sadece 3 sayı atabilince İtalyanlar maça ortak oldu. Niye kaybettiğimizi yazdım zaten.
Hidayet tek başına savaştı İtalyanlar’a karşı. 34 sayı, 6 ribaunt, 4 asistlik müthiş performans. Maçın diğer yıldızı ise Kaya’ydı. İlk 12 dakikada 4/6 isabet oranı ile 11 sayı ve 5 ribauntla oynadı. Kalan 28 dakikada ne mi yaptı? Kenarda çıldırdı. Çünkü o kadar istekli ve iyi oynuyordu ki, cezası maçı izlemek oldu. Sonuçta arka arkaya üç Avrupa Şampiyonası’nda çeyrek final yüzü göremeden geri dönüyoruz. Aydın Örs’ün görevine son verilmişti son sekize kalamadığı için. Tanjeviç geldiğinden bu yana çeyrek final göremiyor. Allah’ın hakkı üçtür. 2009’da da çeyrek finalist olamazsak o zaman göndeririz Bogdan hocayı.
‘’2010'a iyi hazırlık oldu‘’
A vrupa Basketbol Şampiyonası oynuyoruz, güçlü bir kadro ile İspanya’ya gelmişiz, tüm hazırlık dönemi boyunca 2010 yılı telaffuz ediliyor. 3 sene sonra kim öle, kim kala. Niye rezil oluyoruz cümle aleme, sıkıntıdan kurdeşen döküyoruz buralarda. Böyle mi 2010’da başarılı olacağız. Garantisi var mı 2010’da madalya alacağımızın. 2007’yi boşa geçtik, 2009’u da mı heba edeceğiz.
40 yılın başı mücadele ederek başladık Slovenya maçına. Tamam şutlarımız girmiyor, atamıyorduk ama en azından savunmada direniyorduk. Fark 2. çeyrekte 10 sayıya kadar çıkmasına rağmen, ribauntlardaki üstünlüğümüz nedeniyle oyundan kopmadık. Devre sona erdiğinde yüzde 33’le hücum etmemize rağmen, 24-14’lük ribaunt üstünlüğü ve 10 hücum ribauntu ile oyunda kaldık.
İkinci yarıya da daha iyi mücadele ederek başladık. İlk kez maç kazanabileceğimiz hissine kapıldım. Savunmada yine attırmıyorduk, 3 sayı da öne geçtik (39-36). Biraz da olsa Tanjeviç’in bitirdiği özgüvenlerin yerine gelebileceğini sanmıştım. Ama moladan dönen Slovenler, Slokar’la iki üçlük bulunca birden ip koptu. Mücadeleyi o kadar çabuk bıraktık ki, Slovenya aradaki koskoca ribaunt farkını bile kapadı. 9 dakikada sadece 1 sayı bulup, 21 sayı yedik. İnanılır gibi değil. 4. çeyreğe 6 sayı geride başlamışız. Mehmet ve Hidayet dışında sayı atan oyuncumuz yok. Maçı alıp götürecekler. Tanjeviç ikisini de kenarda oturtuyor. Aklından ne geçiyor anlayabilmek mümkün değil. Belki, turnuvada hiç oynamayan Semih, Cenk ve Hakan Demirel’in 3 yıl içinde ne kadar gelişim kaydedebileceğini hesap ediyor o sırada. Oyuncuların hiçbiri ona inanmıyor artık, ama Başkan Turgay Demirel’in inancı sonsuz. Ne de olsa basketbolun patronu, bu işi en iyi o biliyor!