‘’Kazanarak gitmek önemliydi‘’
Yeni Zelanda’nın kazanmasıyla, bir anlamda formalite maçı olmuştu. Bana göre grupta 2. ya da 4. olmak, çaprazdan Avustralya, Litvanya ya da Slovenya ile eşleşmek fark etmiyordu.
Ama kazanarak grubu bitirmek ritmimizin devam etmesi ve moral açısından önemliydi.
Kazanmak zorunda olmasaydık böyle oynayabilir miydik bilmiyorum ama, stressiz bir milli takım, Dünya Kupası’ndaki en iyi hücum performansını sergiledi. 22 asit, 10 fast-break sayısı (ki bu bizim için çok önemli), 80’li sayılara yaklaşmak bu turnuvadaki en rahat galibiyeti almamızı sağladı.
Avrupa takımlarına göre Orta Amerika, Afrika takımlarına karşı daha iyi oynuyoruz. Hücumda bireysel oynamaları, savunmada yeteri kadar sert olamalaları, işimize geliyor.
Galibiyetin yanı sıra ilk dört maç çok yıpranan Sinan Güler, Ömer Aşık ve Emir’in yanı sıra oyun kurucularımızı da dinlendirme fırsatı bulmamız önemliydi. İkinci tura hem moralli, hem de çok hırpalanmadan gidiyoruz.
Gerçek bir skorerimiz yok ama her maç bir iki kişi çıkıp sivriliyor. Son iki maç Kerem Gönlüm’ün eski günlerine dönmesi önemliydi. Furkan ilk kez katkı yaptı. Oğuz 9’da 7 ile 15 sayı attı.
18 yaşındaki Cedi dün Kopponen’i savunduktan sonra dün de NBA yıldızı Garcia karşısında çok iyi durdu. Hücumda da gözü kara. Atışı buldu mu gözünü kırpmadan topu potaya gönderiyor.
Turnuvanın en çok gelişim gösteren ismi ise Emir Preldziç. Nazar değmesin, son derece olgunlaşmış. Fenerbahçe’de bu sezon dahil, fazlasıyla tercih hatası yapan, çabuk oynamakla acele etmek arasındaki farkı kavrayamayan, en önemlisi istikrar yakalayamayan Emir, milli takımda soğukkanlı, ne yaptığını bilen, hücumda en doğru tercihi yapan bir yıldız gibi oynadı şu ana kadar.
Rakibimiz Avustralya oldu. 2006’da yenmiştik. Böyle oynarsak kazanmamamız için hiçbir neden yok. İyi savunma yapacağımızı biliyorum. Yeter ki hücumda biraz kolay sayı bulalım, set tempomuzu artıralım.
Son iki gündür stres dozu had safhaya ulaşmış maçlardan sonra dünkü gibi rahat bir karşılaşma seyretmek keyif vericiydi.
‘’Savaşarak kazanıyoruz‘’
Maç 0-0 başladı, 68-68 bitti. 40 dakika boyunca bir kere bile öne geçemediğimiz, 39 dakika 56 saniye geride götürdüğümüz maçı kazandık. İyi oynamadık, çok hata yaptık ama inanılmaz bir mücadele verdik.
Sadece üçlük atan ve savunmada enerji koyan, kolay baskete izin vermeyip sürekli faul yapan bir takıma yeniliyorduk az daha.
Ukrayna maçından sonra dünkü ilk yarı da gösterdi ki, oyun ‘sete set’e kaldığında hiçbir şey üretemiyoruz. Aldığımız faulleri de kaçırınca, oyunumuz içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Sadece iyi savunma yaparak, mücadele ederek her zaman maç kazanılmıyor. Koskoca ilk yarıda sadece 7 basket bulabildik, Finlandiya ise 8 üçlük attı. Fark 17’lere kadar çıktı. Tamam, çok iyi şutörleri var ama biz de dış adam savunmasında hatalar yaptık. Finlandiya’nın tamamı şutör, bizde bir tane bile iyi şutör diyebileceğimiz oyuncu yok. Rotasyonda düşünülmeyen Barış Ermiş’in yerine neden Melih tercih edilmedi? Dün onu çok aradık. Neyse ki son saniyede Cenk, maç boyu aradığımız üçlüğü buldu da takımı ipten aldı.
Ergin Ataman, kısalardan hiç verim alamayınca ilk yarı 12 oyuncuyu da sahaya sürdü. Doğru beşi aradı durdu. Sonunda buldu.
17 sayı geriden gelirken yaptığımız baskıda takımın en genci Cedi ile en yaşlısı Kerem Gönlüm’ün verdiği enerji maçı çevirdi.
Farkı kapamak için mecburen çabuk oynayınca, ikinci yarı 41 sayı attık. Net ribaunt alıyoruz, top çalıyoruz, bir tane bile ‘fast-break’ sayısı atamıyoruz. Set tempomuz çok düşük. Adeta dişlerimizle kazıyarak, savaşarak bir galibiyet aldık. Ender son hücumdan basket çıkarsa ikinci turu da garantilemiştik ama ololsun. Halen şansımız devam ediyor.
Emir, turnuvayı harika oynuyor. Langford gibi bir skorere ihtiyacımız vardı ama eğrisi doğrusuna gelmiş. 13 sayı, 8 ribaunt, 5 asist. En önemlisi ise topta boştaki Cenk’i buldu Emir.
Ömer Aşık ise 2 maçtır fazlasıyla ağır basıyor. Top kayıplarını dün makul seviyeye indirdik ama 16 serbest atış kaçırmamız, Finlandiya’nın üçlüklerden 45 sayı bulması maçı buralara getirdi. Çok efor sarfettik. Sinan, Emir, Ömer ve Ender neredeyse bütün maçı oynadı. Kritik Dominik maçı öncesi yorgunluk olacaktır.
Yeni Zelanda ve Finlandiya maçında neleri doğru yaptık kazandık, neleri yanlış yaptık da farklı gerilere düştük iyi analiz etmemiz gerekiyor.
‘’Topun değerini bilmezsen...‘’
Turnuvaya gelmeden takımın en büyük sorunun top kayıpları olduğunu belirtmiştim. Yeni Zelanda maçında 14, ABD’ye karşı 28, dün de sadece ilk yarıda 9 top kaybettik.
Savunma olarak maça çok iyi hazırlanmışız. Sinan, Jeeter’ı oyundan düşürmüş, bütün ribauntları alıyoruz, 9. dakikada 8 yemişiz. 18. dakikada potamızda gördüğümüz sayı 18.
30 atsak maç bitecek. Ama basit top kayıpları, bırakın yürüyerek oynamayı, resmen durarak oynamamız erken koparacağımız maçta sonumuzu hazırladı.
Rakibimiz sadece ilk yarıda bu top kayıpları yüzünden tam 11 kere fazla hücum etti.
Savunmada yaptığımız onca mücadele, sorumsuzca top kayıpları yüzünden boşa gitti.
Topun değerini bilmezsen böyle olur.
Ukrayna’ya 17’de 3 üçlük attıkları ilk yarıda oyunda kalma fırsatı tanıdık, o girmeyen üçlükler ikinci yarıda girince saçma sapan bir yenilgi aldık. Bir tane ‘fast-break’ sayımız yok. Bir tane geçiş basketimiz yok. Hal böyle olunca da 64 sayı yediğimiz maçı bile kazanamadık.
İnanılır gibi değildi.
Ömer Aşık daha 12. dakikada ‘double-double’ yaptı. Maçı 16 sayı, 20 ribauntla bitirdi.
O yüzde 80’le serbest atış attı ama son iki dakikada Emir ve Sinan’ın, 6 faulun 3’ünü kaçırması, bir ara avantaj sağladığımız Oğuz-Ömer’li iki uzunlu beşin en kritik anlarda savunmada dezavantaja dönmesi yenilgide etken oldu. Zaytzev’in dört numaradan bağıra bağıra bulduğu iki üçlük Ukrayna’nın umutlarını artırırken, bizi yine karamsarlığı sevketti. İki uzun ısrarından erken dönülmesi gerekiyordu.
Şimdi rakip Finlandiya. Sonucu bizim oyunuların ruh hali belirleyecek. Geçen seneki gibi bir yenilgi sonrası turnuvayı bırakacak mıyız yoksa ayakta kalabilecek miyiz?
Bekleyip göreceğiz.
‘’Atletizme yenildik‘’
Ama Ergin Ataman ve 12 Dev Adam, ‘rakipten çekinmiyoruz’ sözünü ‘laf olsun’ diye öylemediklerini ispatladılar dün. İşin özü, rakibin basketboluna değil ama atletizmine yenildik. Finlandiya’yı 31 top kaybına zorlayan Amerika, bize 28 top kaybı yaptırdı. Amerika gibi bir takıma karşı 28 kere topu potaya atamadan geri dönersen, maç da kazanamazsın. Buna rağmen ribauntlarda ezilmedik, 30 dakika maçın içinde kaldık. Ergin Ataman’ın taktiği 30 dakika çok iyi işledi, ama takım yorulunca sonunu getiremedik. Oyunu çok iyi tuttuk, 20 saniyeden önce hücum etmedik, top kaptırmadığımız sürece iyi geri koşup NBA yıldızlarına istedikleri geniş alanı vermedik. ABD, alan savunmamız, değişmeli adam adama savunmamız karşısında 25 dakika hiçbirşey üretemedi. Hücumda yine topu paylaştık. 11 oyuncu da skora katkı yapınca izleyen herkes gibi fazlasıyla kazanma heyecanına kapıldık. Yenildik belki ama o heyecanı yaşamak da güzeldi. Adamlar çok atletik. Kollarını açtıkları zaman bütün sahayı kaplıyorlar. Baskı karşısında yapılan top kayıplarını anlıyorum ama gereğinden fazla da basit top kaybı yaptık. Bu ileride başımızı ağrıtabilir. Ribaunt alıyoruz, elimizden topu alıp basket atıyorlar. Bu tip hatalar sonrası onlar havaya girdi, biz oyunu bıraktık. Yeni Zelanda’yı yenerken kötü oynamıştık, dün 20 fark yedik ama mücadele ve oyun kalan maçlar öncesi umut verdi. Oyuncuların da özgüven kazandığını düşünüyorum. Hakemlere şampiyonanın NBA kuralları ile değil, FIBA kuralları ile oynandığının hatırlatılması lazım. NBA’ciler her hızlı hücuma çıktıklarında ilk adımı fazladan atıyorlar. En az 7-8 tane hatalı yürüme çalınmadı. Bize ise yapmadığımız halde 4-5 tane hatalı yürüme kararı çalındı. Bunlar olmasa biraz daha fazla oyunun içinde kalabilirdik. Sonuçta çok keyifli bir maçtı. 16 bin kişinin maç bitimi takımımızı ayakta alkışlaması da gurur vericiydi.
‘’Mucize galibiyet!‘’
Dün kaybetseydik, bence bu grupta bir daha maç kazanamazdık. 6 dakika kala 11 sayı gerideyken, bitime kadar hiç basket yemedik, 15-1'lik seri ile mucize sayılacak bir galibiyet aldık. Yeni Zelanda ters bir takım. Uzunları bile üçlük atıyor. Hazırlık maçlarında 20 sayı ortalama yakalayan Penny'i durdurduk ama diğerlerini unuttuk. En önemlisi ribaunt almayı unuttuk. Ribauntlarda 47'ye, 31 yenildiğimiz maçı tecrübemiz, son anları iyi oynamayı becermemizle kazanmayı bildik. Oğuz Savaş'ın son çeyrekte attığı 13 sayı, galibiyetin en büyük faktörüydü. Emir Preldziç, 34 dakika oynadı herşeyi yaptı, Barış Hersek öyle kritik anlarda Yeni Zelanda potasına 3 üçlük gönderdi ki, takıma hayat veren isim oldu. Rakibin hareketli uzunlarına karşı Ergin Ataman 2. yarının ortalarında Gönlüm ve Barış'la iki dört numara ile sahada kalınca sürekli geride götürdüğümüz maçı döndürdük. Ama Emir çıkıp, iyi beş bozulunca Yeni Zelanda tekrar farkı açtı. Son çeyrekte, can havliyle yeniden geri geldik ve kabus gibi bir akşamdan gülerek uyandık. Kerem Tunçeri'nin en kritik anlarda çaldığı iki top, Yeni Zelanda'nın da ipini çekti. Sinan'ın maç boyu yaptığı harika savunmanın yanı sıra 8 de sayı atması, galibiyete fazlasıyla yardımcı oldu. Kazanarak başlamak önemliydi. Oyunun başında kafalar yerde, suratlar düşüktü yine. Aynı geçen sene Slovenya'da Finlandiya'ya karşı oynar gibiydik. Galibiyetten biraz daha fazlası olmasını umuyorum dünkü mucize galibiyetin. Devamını getirmek için, -ki geleceğini düşünüyorum; elindeki topları rakibe veren, 1 sayı, 0 ribauntla maçı bitiren Ömer Aşık'ın, savunma yapacağına koltuk tekmeleyen Cenk'in, 1'i smaç olmak üzere 4 tane bomboş pota altı basketi kaçıran Kerem Gönlüm'ün, çoğu yanlış tercih olan 11 şutun 8'ini kaçıran Ender'in de daha iyi oynaması gerekecek. Kazanan haklıdır ama son pozisyona 3 sayı öndeyken, faul yapmak yerine, üçlük yememe kararını veren Ergin Ataman'ın da tercihini doğru bulmadım.
‘’Takım olursak başarırız‘’
Yıldızımız yok ama 12 tane kaliteli, Euroleague ve NBA tecrübesine sahip oyuncumuz var. Bu tip kadroların avantajı, takım olabilirlerse, beklenenin üstüne çıkabilir. Yapacağımız tek şey, üstün olan savunmamızı ortaya koyup, rakiplere de 70'li sayıları göstermemek. Hücumda da hızlı ve basit sayı bulabilmek
A Milli Basketbol Takımımız, yeni bir macera için bugün yolculuğa çıkıyor. 2006'da NBA yıldızları olmadan 6., 2010'da ise evimizde Dünya ikincisi olmuştuk. Aradaki Avrupa Şampiyonaları'nda ise hep madalya hedefi ile gidip, boynumuz bükük ülkemize dönmüştük. Dünya Kupaları'nı daha iyi oynadığımız bir gerçek. Bunda tabii ki, Orta Amerika, Afrika ve Asya takımlarının, Avrupa basketboluna karşı yumuşak kalmalarının payı da var. Kazandıkça moral bulan, moral buldukça daha iyi oynayan bir ülkeyiz. Grupta Yeni Zelanda, Dominik Cumhuriyeti, Ukrayna ve Finlandiya gibi dişimize göre takımların bulunması başlangıç için avantaj. Çünkü ne kadar iyi başlarsak o kadar yol kat ediyoruz.
Şu an için değişiklik yok!
Kadro yapımıza baktığımızda çok umutlanmıyoruz. Ama bu tip takımların ortaya değişik enerjiler çıkarabildiğini de gözardı etmememiz gerekiyor. Hazırlık döneminde yine en kötü yanımız hücum. Ataman döneminde de (şu an için) Tanjeviç ve Orhun Ene'nin takımlarına göre değişen birşey olmadı. Statik, durağan, topu elinde çok tutan, set hücumunu düşük tempo ile oynayan, çok az fast-break bulabilen, doğal olarak da 70'leri göremeyen bir takım durumundayız.
Bir iki topla maç alabiliriz
Ne kadar iyi savunma yaparsak yapalım, ne kadar mücadele edersek edelim, bu şekilde hücum edersek kazanırsak bile bile bir iki topla maç alabiliriz gibi görünüyor. Kendi pozisyonunu yaratabilen, her maç 15-20 civarı atabilecek bir skorerimiz yok. Emir Preldziç dışında oyunu yönlendirebilecek saha görüşü olan ikinci bir isim yok. 12 oyuncumuz da biraz 'tornadan' çıkmış gibi aynı ayarda. Ama bu tip kadroların avantajı, takım olabilirlerse, iyiyi, kötüyü, topu, sorumluluğu, hatayı, süreyi paylaşıp, mücadele edip beklenin üstüne çıkabilme potansiyellerinin olmasıdır. Baktığımız zaman yıldızımız yok ama 12 tane kaliteli, Euroleague ve NBA tecrübesine sahip oyuncumuz var.
Yeni Zelanda karşılaşması önemli
Yapacağımız tek şey, savunmada ortaya müthiş bir enerji koyup rakiplere de 70'li sayıları göstermemek, mümkün olduğu kadar çok hızlı ve basit sayı bulabilmek. Bu 12 kişinin içinde günlük performans sergileyecek isimlerin çıkacağını da umut ediyoruz. O 15-20 sayılık performansları aynı oyunculardan değil, her maç ayrı isimlerden bulabiliriz. Çok umutlu değiliz belki ama karamsar da değiliz. Başlangıçlar her zaman önemli. Grubun yanı sıra, çaprazımızda da yenebileceğimiz takımlar bulunuyor. Güzel bir Yeni Zelanda galibiyeti, bizi beklentilerin üzerine çıkarabilir.
‘’Hazırlanma özürlüyüz!‘’
Yine kötü bir hazırlık döneminin ardından şampiyonaya gidiyoruz. Hazırlık maçı oynamayı sevmeyen, aynı zamanda beceremeyen de bir ülkeyiz. Adı üstünde hazırlık ama galip gelmek de önemli özgüven kazanma, kazanmayı öğrenebilme adına...
Yunanistan maçında bölüm bölüm iyi oynadık. Ama bu seviyelerde takımları yenebilmek için en önemli şey devamlılık.
Hazırlık maçlarında gördüğümüz en önemli eksiklerden biri bu. Çok inişli-çıkış yaşıyoruz, en önemlisi ise maç sonunu oynamayı beceremiyoruz.
Bu anlarda sağlıklı düşünebilen bir ‘el’ gerekiyor. Hücumdaki elimizkolumuz Emir. O da panik anlarını iyi oynayamadı, el yakan anlarda hayatı boyunca doğru seçimler yapamadı.
Sırbistan maçında 4 dakika kala skor berabere. Kazanabileceğimizi düşünüyoruz, ama 15 fark yiyoruz. Dün de iki kere çift haneli farklarla öne geçtik, son dakikalarda 8 sayı geriden gelip beraberlik şansını yakaladık ama olmadı.
Son şampiyonalarda açık ara en kötü faul atan takım bizdik. Dün de çoğu kritik yerde 9 serbest atış kaçırdık.
Gecenin iyi yanı 70 sayının üzerine çıkmamızdı. 4’ü Sinan’dan gelen 12 top kaybı yenilgide faktör oldu.
‘’En zoru Fener'e‘’
Euroleague'de 2014-15 sezonu kura çekimi yapıldı. Barcelona, Panathinaikos, Milano ve Bayern'le eşleşen Fenerbahçe Ülker, Anadolu Efes ve Galatasaray Liv Hospital'a göre nispeten zor bir gruba düştü.
Son üç yıldır, normal sezonları kayıpsız geçip 3 takımla birden Top 16 yapıyoruz. Bu yıl da aynısı olacak gibi gözükse de, maçlar başlamadan, hatta kadrolar henüz oluşmadan öngörüde bulunmak çok da sağlıklı değil. Ama kulüplerin geleneklerine ve geçmiş performanslarına baktığımız zaman, gelecekte de neler yapabileceklerini kestirmek çok güç sayılmaz. Dün itibariyle en zorlu kurayı Fenerbahçe Ülker çekti gibi gözüküyor. Seri başları aşağı yukarı denk takımlar. Burada belirleyici faktör aşağıdan gelen takımların durumları. Fenerbahçe’ye 4. torbadan geçen sezon iki kez yenildiği ve Final-Four’u zorlayan Milano, büyük maddi imkanlara sahip Almanya şampiyonu Bayern Münih geldi. Grupta Barcelona ve Panathinaikos gibi iki büyük kulüp var. Ama geçen yıl da CSKA ve Barcelona’nın bulunduğu grubu lider bitiren Fener’in bir şekilde kendini ilk 4’e atacağını düşünüyorum.
En şanslısı...
İvkoviç yönetimine transfere erken başlayıp, erken bitiren Efes kadrosunu kurdu. Son iki yılın finalisti Real Madrid’i saymazsak, maddi sıkıntılar nedeniyle vasat kadrolarla yola çıkan Zalgiris, ilk kez Euroleague oynayacak olan Nizhny ve Sassari’nin bulunduğu grupta Efes çok şanslı. Büyük olasılıkla elemelerden gelecek olan Unics Kazan gruptaki dengeleri değiştirebilir.
Kaderini kendi çizecek
Galatasaray kaderini biraz da kendi belirleyecek. Şu an hiç transfer yapmadılar. Kadrodan ayrılan isimler oldu. Nasıl bir yol çizecekler, bütçeleri ne kadar olacak? Büyük bir belirsizlik hakim. Olympiakos, Valencia ve Laboral bir şekilde iddialı kadro kuracaklardır. Galatasaray, geçen yılın ayarında bir takımla yola çıkarsa, Kızılyıldız ve Neptünas’ı altına alma ihtimali yüksek olur.









































