‘’Yeni kavga!‘’
3 gün önceki hüsrana tanık olanlardan sadece 3-4 bin dolayında fire verdi tribünler... O kadar da olacaktı artık! ‘Küme düştü’ sayılırdı takım çünkü. Ama taraftar o gecekinden çok daha coşkulu, çok daha destekçiydi; stat hoparlörlerinden takviye almadan üstelik. “Yattara gidemez, akıllı olun!” sloganı dışında başkan ve yönetime tepki de olmadı. Sanki 3 gece önce stadyumu inleten onlar değildi, ‘istifa, istifa’ diye. Belli ki dondurucuya koymuşlar tepkilerini. Ama buralarda sigorta çok sık atar, elektrik kesintileri de çok sık olur. Dondurucu işlevini kaybeder. Nitekim öyle de oldu. Yenisi oyuncu değişiklikleriyle ilgili baş gösterdi. Yattara, 2 golde vardı, iki şutu direkten döndü, bir penaltısı verilmedi. Tomas Jun için ışıklı tabelada 11 yazdığında ıslıklamalar, Yattara’ya alkışlar... İbrahim Ege için “7” yandı yine ıslıklar, Szmykowiak’a alkışlar... Islıklık kadar olmasa da, tepkilere yabana atmamak gerek. 2-1’den sonra, uzatmalar dahil 12 dakika bitmek bilmedi çünkü. Ama merak etmeyin bu kavga da biter, maçtan sonra da bitti gibi...Neyse dönelim maça, yani asıl konumuza; 15 dakika müthiş bir Trabzonspor ve 3 önemli pozisyon... Yattara birinde direk engeline, birinde de Ergün’ün kurallarla ilgisi asla olmayan ama Bülent Demirlek tarafından sadece izlenen müdahalesine takıldı. Sonra Szymkowiak denedi olmadı. Şok olan Kayserispor, nefes aldığı bir anda Gökhan’la şansını denese de Yattara ve Szymkowiak ağırlıklarını koydu ve birbirlerine asist yaparak skor rahatlığını ilk yarıda sağladı.Sonrasında, hani vardır ya, yenik durumda olan takım risk alır, yüklenir, gol ya da golleri kovalar. Kayserispor’un risk alacak gücü de yoktu. Trabzonspor oynadı, pozisyon buldu, kaçırdı, direkler, Metin Aktaş’ın kurtardıkları derken skor 32. dakikadaki 2-0’a takıldı kaldı. Tabii bunda Bülent Demirlek’in de payı vardı. Kendi çapımızdaki hakem sınıflamamızda ‘iyi’ kategorisine çekinmeden koyacağımız Demirlek’in iyi başlangıç yapamadığına tanık olduk. Yattara’ya Ergün’ün, Gökdeniz’e farklı pozisyonlarda Johnson ve Bülent Bölükbaş’ın yaptığı müdahaleler penaltıydı. Bülent Karaman’ın basit bir savunma ve kaleci hatasıyla gelen golü sadece oyunun seyrini değiştirip Kayserispor’un en azından bir puan için umutlandırsa da yetmedi. 3 puanın adresi Trabzonspor oldu.
‘’Yattara'yı kovmak!‘’
Yönetim Kurulu’nun maç sonrası yaptığı durum değerlendirmesi toplantısında, düşen tansiyonu nedeniyle zor anlar yaşamış ve büyük olasılıkla bu durumun verdiği olumsuz psikolojiyle, golü (!) atmış: “Yattara büyük bir sorumsuzluk örneği gösterdi. Onu kovabiliriz, iyi para veren olursa satabiliriz!”Bu ne ya! Ne oluyor? “Et kokarsa tuz var. Tuz kokarsa!..” Biz bekliyorduk ki, oturup sağlıklı bir şekilde düşünecekler ve özeleştiri yapacaklar.Örneğin sanıyorduk ki, Atay Aktuğ şunları söyleyecek: “Bu iki oldu ey Trabzonsporlular. İkidir başaramıyoruz. Geçen sezon bir stoper almayı beceremedik, şimdi ise elendiğimiz maçlarda santraforu tribünde oturttuk. Hatalıyız, ama üçüncüsü olmaz. Bize güveninizi kaybetmeyin. Gelin birlik olalım, krizi aşalım.”Transfer komitesi üyeleri de itiraf edeceklerdi bizim beklentimize göre: “Kusura bakmayın Trabzonsporlular, hatasız kul olmaz. Biz küçük hesaplar yaptık. Birbirimize girdik. Trabzonspor’un transferdeki önceliklerinden çok kendimize oynadığımız için geç kaldık. Yoksa 3 milyon Euro maliyetli Zurawski’yi zamanında alıp da kamplara götürmek varken, neden son dakikada Çek golcüyü alıp da, hayati maçlarda tribünlerde oturtalım, di mi!”Şenol Güneş de diyecekti ki; “Evet bizim de bazı yanlışlarımız oldu. Yol açılışı tabi ki kamptan önemli değildi, ama o gün şartlar onu gerektirdi. Kıbrıs Rum takımını ben de izlemeliydim, en azından Dinamo Minsk kadar önem vermeliydim. Özellikle ilk maçtaki oyuncu değişikliklerim tartışılsa da bu bir teknik adam tercihidir!”Futbolcular örneğin; “kamuoyunda tartışıldığı kadar paracı değiliz. Bizim ücretlerimizle ilgili görüşmelerimizin kötü performansımızla ilgisi yok, buna yansıtmayız. Ama kötüydük işte başaramadık, affettireceğiz.” diyebilirlerdi. Bir Şenol Güneş konuştu önceki gün, her Trabzonsporlu gibi yüreğine bıçak saplandığını, bunda teknik direktör olarak önemli payı olduğunu ama telaşa kapılmamak gerektiğini söyledi. Başkan ise sorunu Yattara’yla sınırladı. Demek istedi ki yani; “Ey Trabzonsporlular, suçlu Yattara’dır. Elenmemize o neden olmuştur.” Biz öyle algıladık.O zaman hadi sat bakalım Yattara’yı. İyi para veren olmadı ve satamadın, oynat bakalım! Olmadı. Sizin gibi bir spor adamına yakışmadı. Maalesef bugünlerde çok sık kullanmaya başladığımız cümleyi yineleyeceğiz: Dil sürçmesidir dil! Değilse; dakika bir gol bir. Öyle tahrip edici ki, üstelik.”Ben dedim, ben yaptım oldu” ile olmuyor bu işler, gördünüz işte. Dün başarıyı pek paylaşamadınız, bugün hüznü paylaşın hiç olmasa, Yattara’yı da..
‘’Burada kavga bir gün sürer!‘’
Ama bu kadroyla Trabzonspor’un, Şampiyonlar Ligi ön elemelerinin ikisini birden rahat aşmasını beklemek fazla iyimserlik olur. -ilkini bile geçemedi! - Transferler yetişir de, Fatih kadroya girerse hadi oldu diyelim. Ama bu dar kadroyla uzun soluklu bir yarıştan sonuç beklemeyi izah edecek tek kelime hayalciliktir. Bu haliyle Trabzonspor ve başarı... Bu durum bize şu sözleri anımsattı: 2 rayı gibiyiz tren yolunun. Yakın olması neyi değiştirir ki istasyonun!” demiş ve sormuştuk. “Ne dersiniz!” - Bu sözler Sunay Akın’a ait, o gün hata yapmıştık, özür! -Sonra, dostlardan, “İsviçre’den Türkiye’ye, ciddi derecede güvensizlik pompalama” ve “felaket habercisi olma” sitemleri...Gelinen nokta, tren rayları gibi durduğunu gösterdi bu Trabzonspor ile başarının maalesef. Bir araya gelmeleri olanaksız. Ucu açıktır, uzar gider. Hani biraz “Biz dememiş miydik!” gibi olacak ama olsun. Biz diyelim de, transfer çalışmalarını, bu insanlarla dalga geçer gibi sürdürenler versin hesabını.Dün, bu sonucu bir dizi yanlışların doğurduğunu söylemiştik. İlk maç sonrasında da detaylandırmıştık. Yinelemeye gerek yok. Transfer, ciddiyetsizlik, aymazlık, sorumsuzluk, beceriksizlik, rakibi hafife alma vs... Ekle eklediğin kadar. “Hakem son dakikalardaki penaltıyı verse, o kadar fırsat kaçmasa” vs... Bunları geçiniz artık. Glasgow Rangers’ın iki temsilcisi maçı izledi. Biri pür dikkat iki takımın taktiğini inceledi, diğeri tek tek istatistik tuttu. Daha doğrusu onlar işlerini bu kadar ciddi yaptı. Anorthosis ile ilgili bizdeki özet rapor: “Onlar mahalle takımı.” İyi ki mahalle takımıydılar yani. Tanrı Trabzonspor’u nelerden korumuş baksanıza!Gelinen nokta çok kötü. Ama ne olursa olsun zaman, sakin olma zamanıdır. Maç sonrasındaki, “Yönetim istifa!” temposu bir çok nedenle haklı da olsa çok duygusal bir yaklaşımdır. Bugün yönetimin istifası, teknik kadronun “azli” veya kendi isteğiyle ayrılışı demek, 96 sendromu demektir. Yani Trabzonspor’u 10 yıl geriye götürmek demektir. 96’dan bugüne geçen süreci bir anımsayın; göreceksiniz ki, istifa eden birim, bugüne kadar verdiği zararı daha fazla katlayacaktır. O zaman ihanet söz konusudur ki; affedilemez. Faruk Özak ve arkadaşları, onca iyi niyetli ve yararlı çalışmalarına karşın, bugün hala “Bırakıp kaçtılar” diye anılıyor. Atay Aktuğ bu hatayı yapmamalı.Sonra Trabzonspor’u, dolayısıyla yönetici, teknik adam ve futbolcularını Atay Aktuğ’un korktuğu gibi bir “vatan hainliğiyle” suçlamak komikliktir. Sonuçta bu bir futbol müsabakasıydı.Ancak bütün bunlar, başta transfer olmak üzere nerede hata yapıldığını, bu hataların direkt muhataplarının kim olduğunu sorgulamayı asla engellememeli. Yönetim ve teknik kadro; kendini sorgulamalı ve sonuçlarını çekinmeden açıklamalıdır. “Biz şu şu nedenlerle şurada hata yaptık. Ders aldık, yinelemeyeceğiz” demelidir. Futbolcular, şu iyileştirme taleplerine takılmamalı. Kafaları orada, asli görevlerini unuttular. Kişi başına yıllık talepleri, Trabzonspor’u eleyen 3 milyon dolarlık takımın neredeyse yarısına eşit. Ama ne yaptılar? Biri ilk maçta yarı yolda bıraktı, bir çoğunun da varlığıyla yokluğu belli değildi. Lütfen bir düşünsünler. Para asla hiçbir zaman her şey demek değildir.Taraftarın tepkisi tabi ki olacak, anlayışla karşılayın. Onlar daha duygusal, daha agresif ve bu gayet normal. Dün Can Dündar, Milliyet’teki “Çırpınan Karadeniz” adlı dizisinde, ismini vermediği bir Trabzonlu’nun şu sözünü yazdı: Bu şehirde kavga en fazla bir gün sürer. Unutmayın! Eksikleri takviyeyle gönüllerini alın. Alternatifsiz bu kadro yeterli değil, küçük tüccar hesabına takılmayın, özellikle savunmaya takviye yapın.
‘’Son slogan!‘’
Trabzonspor’un, yemeden atacağı en az iki gole gereksinimi olduğu rövanş maçının, beklenenden çok düşük tempoyla oynadığı ilk yarısında, Gökdeniz’in bireysel çabası, kaptan Fatih’in olağanüstü futbol zekası tur umudunu filizlendirdi. Yoksa Celalettin’in maçın hemen başındaki pozisyonunun dışında karşı kaleyi hiç rahatsız edemeyen Trabzonspor, devreyi belki de gol atamadan kapayıp, rakibin direncinin artmasına neden olacaktı. İşte hazırlanışı ve son vuruşu açısından son derece estetik bu gol çok şeyi değiştirdi. Takıma getirdiği hareketi, tribünlere sağladığı coşkuyu ilk yarının bitiş düdüğü kesti.Konuk ekip bu yarıda hiç hata yapmadı. İlk maçın yıldızı, antrenör - futbolcu Ketsbaia Temur, bu yarıya takımı adına adete tek başına ağırlığını koydu. Bütün toplar ona geldi, o yönlendirdi. Çok etkili olamasalar da, Trabzonspor kalesine onun paslarıyla gidildi. Yedikleri gole yapılacak bir şey yoktu.Şenol Güneş ikinci yarıya, hücum etkinliğini artıracak bir değişiklikle başladı. Mehmet Yılmaz girince Gökdeniz daha sağa kaydırıldı. Onun taşıdığı bir topla Mehmet Yılmaz ve Fatih ikilisi turu getirecek bir fırsatı akıl almaz biçimde harcadı. Sonrasında solda yorulan Volkan’ın yerine Lee alındı. 70. dakikada da aksayan Erdinç’in yerine de Özgür sahaya sürüldü ve takıma son şekli verildi.Bu sıralarda Ketsbaia da boş durmadı. Önce Kingladze’yi sürdü sahaya, sonra kendini dışarı alıp Konstantinlau’yu. Böylece daha çok adamla savunma yapıp, kontratakla gol aramayı amaçladı. Ama bu riskli durum sürekli baskı yemelerini sağladı. Baskı hata getirdi ve 74. dakikada 10 kişi kaldılar. Fakat ters motivasyon dedikleri bu olsa gerek, bundan sonra amansız bir direnç gösterdiler. Profesyonelce davranıp kuralların kendilerine verdiği hakları sonuna kadar kullandılar.Trabzonspor ise 180 dakikalık mücadelenin tamamında yapması gerekeni dün gecenin son 16 dakikasında yaptı ve tüm gücünü kullanarak saldırdı. Ama olmadı, olma umudu bir ara Gökdeniz’in ortasını ceza alanında bir kaleci gibi çelen Haxhi’yi sadece izleyen Gerald Lehner’e takıldı. Sonuçta Kıbrıs Rum Kesimi takımı Trabzonspor sayesinde ikinci zaferini Avni Aker’de çılgınca kutlarken, son düdüğe kadar umutlarını yitirmeyen tribünlere ise son olarak tek bir slogan hakkı kaldı: Yönetim istifa...
‘’Şimdi futbol zamanı‘’
Bir taktik savaşıydı anlayacağınız “en soğuk” biçiminden, sahadakinden sonra! Halbuki sahadaki taktiği de çok iyiydi, Şampiyonlar Ligi’ne takım hazırlayabilecek bir antrenör için genç sayılabilecek Gürcü’nün. Yattara’yı görmüş Samaras - Haxi değişikliğini yapmış, onu oyundan attırmış amacına ulaşmıştı. Orkestra şefliğini kendi yapmış önce, ardından görevi yurttaşı; İngiltere Premier Ligi havasını solumuş Kingladze’ye bırakmıştı, hiç kaprissiz. En önemlisi O’nun Türkiye - Kıbrıs Rum Kesimi ilişkileriyle pek ilgisi yoktu. Forma aşkıydı, profesyonelliğiydi önemli olan, tribünlerdeki bayrak aşkının aksine. O yüzden kazanmıştı.Ama biz - kısmen de olsa bu satırların yazarı da dahil - çağ dışı uygulamayla stadyumda soyunma odasına girişte, futbolcuların çıkarılan ayakkabısına - çorabına, X - ray cihazından geçirilen su dolu pet şişeye takılı kaldık. Bugün artık futbolu düşünmek zamanı. Trabzonspor ne kadar futbola yoğunlaşırsa, ilk maçtan çıkardığı dersleri ne kadar iyi çalışmışsa sonuca ulaşma şansı o kadar çok olacak. Futbolcu için gün, futbol günü. Tribünler için ise tıpkı Rum Kesimi vatandaşlarının olduğu gibi forma artı bayrak aşkı. Sonuna kadar, en büyük coşkuyla ama kesinlikle centilmence.Trabzonspor bu takımı eleyebilecek güce sahip. İlk maçtaki performanslarıyla değerlendirilip öğütülecek futbolcu yok. O maçı bir kaza diye kabul etmek gerek. Güneş’in kaleci tercihini yine Brezilyalı’dan yana kullanma olasılığı yüksek. Aynı savunmayla başlar kanısındayız. Burada iki değişiklik yaptıktan sonra 10 dakika içinde iki gol yendiği gerçeğini gözden kaçırmaz. Ortada, ilk yarıdaki antrenör - oyuncu Ketsbaia, devamında Kingladze’ye top yapacak alan bırakmayacak bir oyuncuya gereksinme var. İbrahim Ege mi olur, Adem mi bilemeyiz. Ama Yattara’nın yokluğunda böyle bir tercih kaçınılmaz. Bu iki kişi rakip takımın her şeyi. Beyin onlar, pozisyon yaratan, öldürücü noktalar top atan onlar. Eğer bozulurlarsa, iş kolaylaşır, çünkü rakibin temeli çöker. Hüseyin - Szmkowiak ikilisinin ilk maçtan borçları var. Kapatacak çabayı göstermeleri şart. Hücumda Gökdeniz, ilk maçtaki kadar top ezmemeli, şans verilirse - ki verilmeli - Mehmet Yılmaz da kendini affettirmeli. Fatih Tekke’ye söylenecek bir şey yok. 90 dakika zor onun için, haksızlık olur. Ama kısa da olsa sahadaki duruşu bile yeterli.Haydi Trabzonspor. Sen Gönüllerin Şampiyonu’sun. Dikkat et bu unvanına leke sürdürdün. Bu akşamki futbolunla bu lekeyi temizlemelisin.
‘’Her yönüyle kritik rövanş‘’
İşin sportif yönüyle ilgili bölümüne, “1-1’i yakalayıp da ikinci golü bulma şansınızı amatörce heba ederken güvenlik önlemlerinin olumsuzluğundan etkilenmemiş miydiniz?” sorusuyla müdahale edip tartışmanın boyutunu değiştirebilirsiniz. Siyasal boyutuyla ilgili olarak da eski hariciyeci yeni siyasetçi-ama düzgün siyasetçi-Onur Öymen’in dediği gibi, “Siz hiç birbirini tanımayan ülkelerin anlaşma imzaladığını duydunuz mu?” yaklaşımıyla Kıbrıs’taki fiili durumu bütün çıplaklığıyla gözler önüne serebilirsiniz.İşte bu nedenlerden ötürü kim ne derse desin bu maç, uluslararası siyasetin gölgesinde kalmıştır. Sportif yönünü ön plana çıkaran tek olay ise orada alınan ve haklı olarak hezimet diye değerlendirilen yenilgidir. Orada polis marifetiyle yaşanılanları-ki bir çoğuna çıplak gözle tanık olduk-tümden konuk ekibe mal edip, “kısasa kısas” mantığıyla hareket edilmesini pek akılcı bulmadığımızı itiraf edelim. Ama bu demek değildir ki, biz gazeteciler olarak bile, seyircilerin sadece bilet gösterip girdiği stada muhtelif aramalar yetmezmiş gibi bir de X-ray cihazından geçirilmemizi unuttuk.-Her şeye rağmen Kıbrıslı Rum meslektaşlarımızın jestine bu vesileyle teşekkürler bir kez daha.-Sonra artık köylerde bile sorun olmayan telefon-internet hizmetlerinin bir Avrupa Birliği ülkesinin başkentindeki stadyumun basın tribününde bulamamak nasıl izah edilebilir? Sonra stadyuma girerken UEFA’nın 3 gözlemci atadığı bir maçı oynayacak futbolcu kafilesinin çoraplarına kadar çıkarılıp aranmaları, nasıl görmezden gelinebilir ki? Yaa bırakın her şeyi futbolcunun elindeki pet su şişesi de X-ray cihazından geçirilir mi? “Aman canım konuk futbolcuların suçu ne?” gibi bir yaklaşım da gösteremeyeceğiz açıkçası.-Unutmadan ekleyelim orada tepkileri gören polis, Kıbrıs takımını da benzer uygulamalara tabi tutarak, ayırım yapmadı sözde! Zira göstermelik olduğu her halinden belliydi. Ama bütün bunları düşünürken gerçek görevi askıya alma yanlışlığına düşmemeye dikkati çekmek istiyoruz. Sonuçta maçı sahadaki oyuncular, kendilerine verilen taktiği en iyi şekilde uygulayarak bitirmek ve turu geçmek zorunda.Evet Kıbrısla siyasal ve sportif kritik ilişkilerin yaşandığı şu günlerde, açıkçası sportif başarı için Trabzonspor’a ve 12. adamlığını en coşkulu biçimde yapacağına inandığımız taraftarına güveniz sonsuz. Bunu aşarız aşmansa da, sormadan edemiyoruz: siyasal alanda atılan o imzayla-geçen akşam televizyon kanallarının birinde Barış Harekatı anılarını anlatan gazinin gözyaşları çağrışım yaptı-Kıbrıs’ı verdik mi acaba! Orada şehit ve gazi olanların annelerine soruyoruz; “Bu iş Trabzon’daki seçimi kaybetmeye benzemez değil mi sevgili anneciğim.”
‘’Dil sürçmesidir!‘’
Öğrenim gördükleri (!) Amerika’dan o günlerde İstanbul’a gelen, hazır gelmişken de bu büyük mücadeleyi izlemek isteyen bir grup taraftarın attığı taş ve koltuklarla ilginçtir, kendileri gibi büyük bir rastlantı sonucu ülke dışından Belçika’dan Trabzon’a gelen gurbetçi ailenin minik Büşra’sının başının yarıldığı maçtı.Bu olaylara neden olan taraftarı korumaya alan kulübe ceza verilsin mi, verilmesin mi tartışmalarına katılan Başbakan, herkesin yüreğini dağlayan Büşra’nın başındaki kan, yüzündeki korku ve ağlamalarına karşın, “Neden ceza verilsin ki, onlar misafirdi!” deyince kopmuştu kızılca kıyamet. Onun temennisi, emir sayıldı, ceza verilmedi. Türkiye’de başlattığı bir ilkle ödüllendirileceği yerde neredeyse suçlu ilan edilen Kulüp Başkanı, bugün gereksiz gibi duran bir protestoyla görevinden istifa etti. Sonra yerel seçimler ve ülkenin gündemine bomba gibi düşen yakınma: “Trabzon’u kaybettik anneciğim.”Öykü bu! İki tarafın o olaydan sonra yıldızı barışmadı. Halbuki Başbakan da bu ülkenin bir vatandaşıdır ve her vatandaş gibi bir takım tutabilir. Bunu açıklaması da bir çağdaşlıktır. Yanlışlık görevde olduğu sürece taraf olmasındadır. Neyse daha sonra bu olayla ilgisi olmadan hak ettiğine inandığımız Trabzonspor Kulübü Eski Başkanı Faruk Özak’ın Bayındırlık Bakanlığı’na getirilmesi buzları eritir gibi oldu. Başbakan’ın, kendi dönemine sadece 500 metresi denk düşen muhteşem törenli yol açılışına Trabzonspor, Başkan, Yönetici ve kampı bırakarak gelen teknik adam düzeyinde temsil edildi. Orada, “Şampiyon olmamız engellenemez” diyen küçük bir gruba da, Kasımpaşalı edasıyla,”Oldunuz da engelledik mi?” şeklindeki yanıt ortamı yeniden gerdi ve sezon açılışındaki siyasilerin Faruk Özak hariç hemen hepsini hedef alan “yuh çekme” olayına gelindi. Ama nedense sadece Başbakan’ın Trabzon’daki adamları, yangına körükle gitmekte sakınca görmedi. Başbakan’a yaranma adına dozu öyle kaçırdılar ki; “Trabzon’a Bakanlık verdi daha ne yapsın?” diyerek partilileri çok saygın bulduğumuz Faruk Özak’ı küçümsediklerinin farkına bile varamadılar. Son olarak da, “Trabzon halkı onurlu ve haysiyetlidir. Başbakanına hakaret edecek kadar alçak ve şerefsiz değildir!” denilerek olay çığırından çıkarılmıştır.“Yuh çeken” grup çok küçük azınlıktır. Ama telgraftaki duyguların samimi olmadığında hem fikir olan herkes - bu satırların yazarı da dahil - “yuh çekmenin” üzerinde doğal olarak çok da durmamıştır. Bu mantığa göre stadyumdaki herkes o kategoridedir. Bir bilim adamı olarak, siyasetten önce ömrünü şerefli - şerefsiz ayırımı yapmadan insan yaşamına adamış bir kişi olarak adam gibi adamlığına bizim de kefil olabileceğimiz hocamızın dili sürçmüştür eminiz. O yüce makama kendisini getirenler arasında ima ettiği sıfata dahil olanlar da vardır çünkü, düzeltecektir. Aman hocam, o sandık var ya..!
‘’Bu nedir?‘’
Rezalettir: Tribünlerdeki, kulüp değil, bayrak aşkıydı. Siyasal içerikliydi. Maç anına kadar, “sorun yok” demiştik, maç öncesi ve içinde acısını çıkardılar. Ey UEFA uyuma! Hangi ülkede sadece ve sadece futbol maçı oynamaya giden bir kafilenin oyuncuları stadyuma girerken, ayakkabıları ve çorapları çıkartılarak aranır. Hangi futbol takımının maç içinde kullanacağı içme suları bile X-ray cihazından geçirilir. Bu psikolojik baskı nasıl açıklanabilir? Güney Kıbrıslı Gazeteci Adonis Pallixrides’in tabiriyle, “Bu aptalca, seviyesizce” uygulama başka hangi ülkede, hangi takıma yapılmıştır. Güney Kıbrıs Kulübü, sorumluluğu polise attı ama, Trabzon’da da polis olduğu gerçeği unutuldu. UEFA’nın 3 gözlemcisi ne görmüştür, göreceğiz.Aymazlıktır: Yattara, kulüple sorunu her neyse bu işi yapacağının sinyallerini taa İsviçre’de verdi. Sözde kendisiyle konuşuldu, düzeldi. Ama bir futbolcu nasıl olur da, 3 dakikada hiç de gereği yokken çok, ama çok acemice takımını eksik bırakır. Acaba bu hareketin, anlamı şu mudur: “Eğer paramı artırmazsanız sonucu budur! O zaman kendi de bu işin sonuçlarına katlanmak zorundadır.”Hafife almadır: Trabzonspor bu rakibi ciddiye almamıştır. Bu rakibe Başbakan’ın yol açılışına verilen önem verilmemiştir. Sonucu budur. Bu rakip izleyenler tarafından, “Sıradan, bir mahalle takımı” gibi gösterilmiş, futbolcunun konsantrasyonu bozulmuştur. Ama rakip işini ciddi tutmuş, belki de işi daha ilk maçta bitirecek skoru bile alabilecek şansı yakalamıştır. Ama 3-1’le yetinmiştir.Beceriksizliktir: Bu takımın geçen sezonki gibi Şampiyonlar Ligi Ön Elemeleri’ni oynayacağı nerdeyse 2 ay önceden belli olmuştur. Trabzonspor İzleme Komitesi ve Transfer Komitesi 6 aydır sıkı bir çalışma içindir. Ama ne gariptir ki, iyi futbolcularla 100-200 bin dolar fark için küçük esnaf pazarlığı yapıla yapıla bugüne gelinmiştir. Kaleci ve yeni stoper kampa yetiştirilememiş, “nedir ne değildirler” tam bilinmeden sahaya sürülmüştür. Üçüncü tercih konumundaki kaleci daha ilk maçta dökülmüş, güven yitirmiştir. Stoper, Erdinç’le kötü oyun konusunda bayağı uyumlu çıkmıştır. Mehmet Yılmaz, kaçırdığı golün etkisiyle oyundan düşmüş, Fatih oyuna girene kadar takım santrforsuz oynamıştır. Ama anlı şanlı komiteler, hezimet yaşanırken oynuyor olması gereken oyuncuyla daha pazarlık aşamasındadır.Sorumsuzluktur: Her ne kadar şimdi hesaplaşma zamanı olmasa da, Trabzonspor’un çıkarlarını gerekçe göstererek, farkında olmadan buna en büyük darbeyi vuranlar, bunun bedelini ödemek zorundadır. Bu takım Anorthosis takımına asla elenmez. Ola ki elenirse, yönetim ve teknik kadro bu işten kolaylıkla sıyrılmamalıdır. Çünkü bütün bunların uyarısı daha önceden yapılmıştır: Trabzonspor’daki transfer yanlışlarına yönelik eleştirilere “moral bozucu” oluyor denilerek olumsuz tavır takınılmıştır. Perşembe’nin geleceği Çarşamba’dan bildirilmiştir.Bundan sonrası onur mücadelesidir: Anorthosis güçlü bir takım değildir. Asla gerçek gücünü sahaya yansıtan bir Trabzonspor’la kıyaslanamaz. Trabzonspor Trabzon’da bu takıma kendine lazım olan 2 golden çok daha fazlasını atabilecek güce sahiptir. Yeter ki oyuncuları, kulüple yaptıkları çingene pazarlıklarını - istisnalar kaideyi bozmaz - hiç olmazsa belli bir süre için bir kenara bırakıp da onurları için mücadele etsinler. Tribünler de tıpkı onlar gibi bayrak aşkını forma aşkının üzerine çıkarmalıdır.