Arama

Popüler aramalar

‘’‘Video hakem' ne içindir?‘’

Yalan yanlış kavramlarla yürütülen ‘video hakem’ polemikleri ciddi bir ‘mahalle baskısı’ yaratmış durumda. Hürriyet’in iki önemli yazarı Uğur Meleke ile Ali Ece de, uygulamanın bayraktarlığını üstlenenlerden. ‘Adalet’ kavramını doğru yerde kullanmayan Meleke’nin ‘hakem’ ile ‘hakim’i karıştırdığından önceki yazıda söz etmiştim. Ali Ece de aynı hataya düşüp atı arabanın arkasına bağlar; “Hakem kararları bu kadar tartışılırken düdükler adalet terazisinden çok rulet masasına döner.”

Endüstriyel futboldan memnun görünüyor

‘Adalet’ kavramını yanlış yerde kullanan Ali Ece, arkasında kalabalığın gücünü hissettiğinden MHK’ye diklenmekten de geri durmaz; “Benden siz 20 kişi rahatsızsınız yani vız gelir tırıs gider. Sizden ise en az 20 milyon rahatsız haberiniz olsun!”

Tıpkı Meleke gibi ‘algoritmaların gücü adına’ konuşan Ece de şikayet ediyor gibi yaptığı halde ‘aşırı endüstriyel hale getirilmiş futboldan memnun görünüyor.
İyi eğitim şansı bulanlar bu şansa sahip olmayan kalabalıklara dünya hakkında farklı perspektifler sunmak zorunda değil elbette. Ama sunmaya niyet ederlerse büyük çoğunluğun şikayetçi olduğu şu zalim dünya ekseni etrafında bu rahatlıkta dönemez!...

Bir hayli tuhaf!

Hakemlere sordu mu bilmiyorum ama Ali Ece, ‘video hakem’in hatalı karar veren ‘gerçek hakem’ için insan hakkı olduğunu savlıyor. Güya bu durum onların örselenmesini engelleyecek!.. Şimdi şu ifadesini dikkatlice okuyalım; “Taraftarlar takımları hakem mağduru olunca, “Hakem puanımızı çaldı” der ya, işte diğer endüstriyel iş alanlarında birisi bir şey çalınca video görüntüsü hırsızlığı engelleyen en büyük araç olabiliyor. Aynısı hakemler için de mümkün!” Öncelikle belirteyim, bu ifade mantık düzeyinde zaten hatalı. ‘Video görüntüsü’ hırsızlığı engellemez, hırsızı tespit eder! Hırsızı caydıran kamera ve kayıt cihazının varlığıdır. Bu tespiti üzerinden Ali Ece’nin analojisini şöyle de okuyabiliriz; “Hakem aslında ‘potansiyel hırsız’dır. Kameranın onu takip ettiğini düşünürse ‘çalmaz!’” Yani Ece’ye göre hakem hem ‘potansiyel hırsız’ hem de adalet dağıtıyor! Hayli tuhaf!...

Futbolu tv oyunu yapar!

Oyun hızını engellemek, ofsayt gibi sonuca direkt etki edecek durumlarda kullanılmama benzeri teknik sorunlar bir yana futbolu ‘insani etkinlik’ değil sadece ‘sonuç’ odaklı düşünmenin geldiği noktadır ‘video hakem’. Eski deyişle, “Hatice’ye değil neticeye bakmak”tır!.. Bu durum aslında futbolu doğrudan ‘televizyon oyunu’na çevirmenin aracıdır. Üzerine konuşulan ‘futbol’ değil bizzat ‘televizyon içeriği’dir. Evet, oynayanlar insandır ancak birer ‘televizyon karateri’ olarak insan!.. Televizyon açısından da çok önemli bir çelişkiyi bağırında taşır uygulama. Geniş kitleleri oyunun tamamından uzaklaştırıp ‘dar anlar’a odaklar. Çünkü... Diyorlar ki, “Günümüzde bir dakikayı aşan görüntüleri izlemiyor insanlar!..” Her şey bu kadar belirli, algoritmik olacaksa neden 90 dakika ekrana baksınlar ki, değil mi?

Güvensizliğin adıdır!

‘Video hakem’le adalet arayanlara bir öneri... Futbolda gerçekten adalet arıyorsanız takım bütçelerine dikkat çekin. Örneğin, önceki akşam İngiltere FA Cup’ta Chelsea, rakibi Peterborough’u 4-1 yendi. Chelsea’nin takım büyüklüğü 487.3 milyon, Peterborough’un ki 4.25 milyon Euro’ydu. Böylesi bir karşılaşmada ‘adalet’, böyle ortamda ‘adil rekabet’ olur mu? Ya da Ali Ece’nin verdiği Fransa-İrlanda örneği gibi... Bu eşitsizlikte ‘video hakem’ sayesinde bir maç kazanabilirsiniz ama bu ‘ağırlıklı kaybeden’ durumunuzu değiştirmez...

Video hakem uygulaması, tüm dünyanın birbirine güvenmeye en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda futbol bağlamında hakem üzerinden insana güvensizliğin de adıdır. Hayata geçecek görünüyor ancak uygulamanın bizim anladığımız anlamda futbolla ilgisi yoktur. Haliyle ısrara gerek de yoktur.

10 Ocak 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Uğur Meleke'ye... ‘Hakem' kimdir?‘’

Ligin devre arasında memleketimizin iştahla yuttuğu ve bitmeyecek görünen ‘hakem tartışmaları’ konusunda bir kaç yazı yazacağım. Bu onlardan ilki...

Açıkça görüyoruz ki, ‘hakem tartışmaları’ futbolun gerçek sorunlarını bilinçle örten şala dönüşmüş durumda. İşe yarar, dönüştürücü tartışmalar yerine ortalama taraftarda duygusal tatmine yol açtığı için satışı/izlenirliği olan bu koridora giren yazar/yorumcu sayısı hızla artıyor.

Son iki örnek benim de dikkatle takip ettiğim arkadaşlarım Hürriyet yazarları Uğur Meleke ile Ali Ece.

Sözcüğün kökü...

Meleke ve Ece de bir çok yazar/yorumcu gibi hakem sorunu ile ‘adalet’ kavramı arasında doğrudan ve sarsılmaz bir bağ kurduklarından ne yazık ki gemilerini yanlış limana çıkartıyorlar. Arkadaşların tezini şöyle daraltabiliriz; “Hakem sahada adaleti sağlamalı/dağıtmalı...” Bu tezi savunanlara ‘hkm’ kökünden yani ‘hüküm’den türeyen üç ayrı unvana dair okuma yapmalarını öneririm. Bunlar, ‘hakim’, ‘hakem’ ve ‘hekim’!.. Yalnız bunlardan ikisine, ‘hakim’ ve ‘hekim’e, ‘hakem’e davrandıkları gibi davranmamalarını salık veririm!.. Özellikle ‘adalet dağıtan’ ‘hakim’e ‘hakem’e yaptıklarını yapmaya kalkarlarsa en azından o geceyi nerede geçirmek zorunda kalabileceklerini hatırlatmak isterim.

Yönetmemeli, oynatmalı tezi bize uymuyor

‘Hakem’ oyunun başlaması, devamında sevk ve idaresi sırasında oluşacak sorunların çözümü için atanan ‘bilirkişi’dir. Yani bir tür arabulucu olarak görülmeli. Kullandığı araç ise yazılı kurallar, temel aygıtı da gözleri ve aklıdır...

Haliyle Uğur Meleke’nin son yazısında belirttiği gibi “Hakemler yönetmemeli, oynatmalı” tezi çelişiktir. Meleke de kabul eder ki, bizim liglerde ‘oyunu oynamaya’ niyetli takım sayısı bir elin parmak sayısına ulaşmaz. Lakin ‘hız oyunu’ tercih edilse bile ‘endüstriyel futbol’ yönetilemez ise oynanamaz da! O tür oyuna dense dense ‘çocuk oyunu’ denir ki orada bile faul durumunda karar almak ‘kolektif akla’ ya da hakem yerine geçen bir büyüğe aittir.

Hakeme, yani insana olan güven!

Meleke bir çok futbolcunun Cüneyt Çakır için kendisine “Hata yapsa dahi, adaletli olduğuna inandıkları”nı belirttiğini yazıyor. ‘Adalet’ kavramının yanlış kullanımı bir yana dikkat edilirse burada subjektif bir tutumla karşı karşıyayız; “hakeme inanmak.” Bunu ‘güven” diye de çevirebiliriz. İşte hakem tartışmalarını yıkıcı hale getiren ve bu nedenle oynayanların da, izleyenlerin de elinden alınan ilk kavram budur; hakeme yani insana olan güven! Hakemi insan olmaktan çıkarıp, ona ‘eyyamcı’ başta olmak üzere olmadık yaftaları yapıştırdıktan sonra ortada insana ait ‘oyun’ adına ne kalır?

Sonra gelsin ‘Video hakem’

Meleke son yazısında ilginç bir örnek veriyor. Adana-Başakşehir maçında ‘Adanalı Bekir’in karar vermek için bir araya gelen Hüseyin Göçek ve yardımcısından fazla konuştuğunu belirtiyor. Haklı... Ama bu örnek bile esasen bu ülkede oyunun nasıl ayaklar değil eller üzerinde yürütülmeye çalışıldığını gösteriyor. Yazar, onca yıldır hepimizin gözü önünde yöneticiler, taraftarlar ve özellikle televizyon yorumcusu eski hakemlerden aldığı ‘sakatlanmış güç’le hakemlere kan kusturan ‘Adanalı Bekir’lere konuşmak yerine işin kolayına kaçıp Hüseyin Göçek’e konuşuyor.
Bu zehirli atmosfer hakemi dilsiz, sahipsiz, güvensiz bırakıyor. Ve bu ‘zalim piyasa’ çoğu alanda olduğu gibi en güçsüze en güçlü hamlesiyle saldırıyor. Kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin herkesle savaşta olduğu (bellum omnium contra omnes -Thomas Hobbes) bir yaşamda insani olduğu iddia edilen (!) oyun (futbol) gözümüzün önünde iğdiş ediliyor... Sonra, gelsin ‘video hakem’... Bu konuyu da bir sonraki yazıda ele alacağım!..

06 Ocak 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu galibiyetin anlamı büyük‘’

Başakşehir’in bir puanla kapattığı haftada alınan 3 puan eminim sezonun sonunda büyük anlamlar içerecek. Ama diğer taraftan Beşiktaş geçen yılki baskın karakterinden uzaklaşmış görünüyor.

Geçen sezonun ardından bu yıla da iyi bir başlangıç yapan Beşiktaş özellikle Şampiyonlar Ligi serüveniyle ‘durağan’a dönen bir takım görünümündeydi. Son zamanlarda oyun değilse bile skor yönünden bir tatmin sorunu vardı. Gol umudu Vincent Aboubakar üzerinden yaratılan spekülasyonlar yönetimi ‘farklı arayışlar’a itince Antep maçı da özel bir anlama büründü. Bu duruma bir de ‘zor yenilen’ takımlar yarattığı düşünülen İbrahim Üzülmez faktörü eklenince maç daha da önemli hale geldi.

Gaziantep nihayete erdiremeyince

‘’Topu rakibe ver, bekle’’ düzeninde oynayan Antep ilk 20 dakika içinde daha baskın görünen Beşiktaş’a karşı biri çok ciddi üç kontra yakaladıysa da nihayete erdiremedi. Bu bölümde topu doğru kullanan Beşiktaş ise sadece bir kez, Cenk ile gole yaklaşabildi. Lakin ligimiz çok tuhaf! Bir oyuncu işin şeklini sürekli değiştirebiliyor. Çoğu maçta olduğu gibi dün sahada Beşiktaş adına yine ‘olgun güç’ Atiba vardı. Her topu topladığı gibi alıp götürdüğü bir pozisyonda çok tartışılan Aboubakar’a golü de yaptırdı.

Ancak ikinci devre işin rengi bir süreliğine değişti. Antep ilk devre rakibine bıraktığı topu ele aldı. Ve başta Nebil Gilas olmak üzere her hattıyla Beşiktaş’ı geri ittikçe itti. Bunun üzerine durumu fark eden Şenol Güneş elinde topu bilen ve oyunu okuma konusunda takımının en farklı karakterlerinden Gökhan İnler’i sahaya sürerek işi yeniden dengeye getirdi. O dakikadan sonra Aboubakar’la bir de penaltı buldular lakin Oğuzhan’ın ‘gol iştahı’ farkın ikiye çıkmasını engelledi. Bu noktada Quaresma ile Oğuzhan arasındaki ‘arzu’da Oğuzhan’ın kazanmış olması bir kenara not edilmeli!..

Tedirginlik tribüne yansıyor

Zora girmiş görünen Beşiktaş zorlansa da önemli bir üç puan aldı. Başakşehir’in bir puanla kapattığı haftada alınan üç puan eminim sezonun sonunda büyük anlamlar içerecek.
Beri yandan Beşiktaş geçen yılki ‘baskın takım’ karakterinden uzaklaşmış gibi duruyor. Bu da takımın oyununda tedirginliğe yol açıyor. Takımdaki bu tedirginlik ise ‘yeni tribün’e direkt yansıyor!.. Yıkılan İnönü’den kalma ‘demir leblebi’ taraftarlar dışında özellikle yüksek maliyetli tribünlerde konuşlanan skora endeksli seyirciler sessiz ve tedirginlik içinde izliyor maçı. Oysa daha ucuz olan üst tribünlerde yer alan taraflar her zaman olduğu gibi hançereyi yırtarcasına bağırıyor; ‘’Sevemez kimse seni/Benim sevdiğim kadar..’’ Sahi bu oyun kimin oyunu?..

25 Aralık 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Karamsarlık günlerinde oyunla direnmek!‘’

Amansız pusularda çocuklarımızın can verdiği karamsarlık günlerindeyiz. Şaşkınız!.. Ekmeğin tadı, sofranın tuzu, golün sevinci eskisi gibi değil. Bu karabasandan ne zaman nasıl uyanacağız bilenimiz de az. Hiçbir şey yokmuş gibi yaşayamayız elbette ancak geleceğe olan inancımızı da dik tutmak zorundayız. Yoksa, biliyoruz ki hep birlikte kaybederiz... Dünya kaybeder.
Kaçan toplumsal afiyetimiz dün Kasımpaşa Stadı tribünlerine de yansımıştı. Böylesi bir maç için ‘seyrek’ olan tribünlerde bir köşeye sıkıştırılmış Beşiktaş taraftarı da olmasa ‘sessiz sinema’ izleyecektik. Lakin saha bu denli durağan değildi. Ülke ortalamasının üzerinde tempoyla oynanan bir karşılaşma izledik ilk yarı. Genellikle maçların ilk devrelerini ‘boş’ geçiren Beşiktaş, ayarladığı tempoyla oyunu elinde tutmaya çalıştı. Bir yandan şutlarla gol ararken 20-30 arası rakibini iyice geri itip oyun boyunu kısaltmayı başardı. Fakat golü de bir hızlı hücumla buldu. Burada da Cenk, Quaresma, Aboubakar üçlüsünün seri ve pratik olmaları fevkalade önemliydi.

3 dakikada geriye

Adem Büyük’ün yokluğu Kasımpaşa’nın öndeki etkisini ciddi oranda azaltmış olduğundan belirgin bir Beşiktaş üstünlüğü söz konusuydu ilk yarı. Beri yandan ilk devreyi kendi sol tarafından zorlayan Kasımpaşa adına sahada baskın bir Tunay Torun efektinden söz etmek de gerek...

İkinci yarının hemen başında Kasımpaşa tıpkı ilk yarıda olduğu gibi Beşiktaş’ın sağ kanadını zorlayarak golü buldu. Ardından sadece çıkışlara yardım edip gerçek bölgesinde sıkıntılı bir gece geçiren Gökhan Gönül’ün ‘çift dokunuşu’yla ikinci golü... Üç dakikada geri düşünce de onlar adına oyunu toparlamak güçleşti. Şenol Güneş son bölümde çözüm olarak önce Kerim’i içeri aldı sonra Tolgay/Atınç değişikliğiyle Adriano’yu öne sürdü. Ne varki sekiz dakika sonra Olcay oyuna dahil olunca Adriano bu kez ortaya yöneltildi.

Rakipler çözdü...

Yani iş tamamen doğaçlamaya kalmıştı. Artık sonuç, oyun/düzenle değil ‘yüklenme’nin getireceği ihtimaller belirlenecekti, olmadı. Beşiktaş’ın epeydir gözle görülür bir düzen sorunu var. Hücumdaki çözüm yöntemleri öğrenildiğinden beri, yandan, özellikle öne çıkan defansif problemler takım balansını ciddi anlamda bozuyor. Bu da orta saha organizasyonun devamlılığını haliyle hücumdaki etkinliği sekteye uğratıyor. Güneş ve ekibi ‘gol sorunu’ kadar işin bu yanına da kafa yormak zorunda kalacak gibi... Maçın sonunda Beşiktaş taraftarının mağlup takımlarını tribüne çağırması ise onlar adına işleri yoluna koymanın ilk adımı olarak algılanmalı...

18 Aralık 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Arzulu oyunu hatırlayınca!..‘’

Dinamo Kiev travmasının krize dönüşmesini engellemek isteyen Şenol Güneş, son dönemde düşüşte görünen Atiba’ya destek için Olcay/Necip ikilisini sürmüştü sahaya. Bu durum hem güvenliği sağladı hem de maçın ilk 30 dakikasında Beşiktaş’ı lig için astronomik sayılabilecek bir yüzdeyle topun sahibi yaptı. Yine de ilk ciddi atak Bursa’dan geldi!.. Çünkü zaten maçların ilk devrelerini düşük ritmde geçiren Beşiktaş, son dönemde iyiden iyiye hücum çeşitliliğini kaybetmişti. Aboubakar’ın yapamadığı ik ‘iş’in yanına bir de 41. dakikada Gökhan Gönül’ü sağda bir başına bırakan organizasyonda Oğuzhan’ın ataleti nedeniyle şutlayamadığı pozisyonu ekleyin, işte ilk devre... İki takım da gayretli ama verimsiz tamamlandı bu bölümü.

Tempo ve kurgu

Beşiktaş ikinci devreye her zamanki gibi yüksek arzuyla başladı. Gazeteciler bu durumu genellikle “Soyunma odasında hoca neler söyledi?” sorusunun yanıtında ararlar. Oysa gerçek neden Şampiyonlar Ligi verilerinde saklı; “Beşiktaş 32 takım arasında en az koşan ekip! Ve Beşiktaş grup maçlarının yaşça en büyük takımı!...” Sanırım bu veriler tek devre tempo ve kurgunun yettiği ligimizi daha doğru anlamamızı da kolaylaştırır.

Yeterli olmadı!

Beşiktaş baştan beri geri ittiği ama ikinci devre ceza sahasına hapsettiği Bursa’yı üst üste gelen iki penaltıyla çözdü. Bu duruma katkı veren en önemli isim de oyuna ikinci devre dahil edilen Tolgay oldu. Beşiktaş maçta baştan sona topu elinde tutup rakibinin oyuna katılımını engelledikçe topun peşinde koşmak zorunda kalan Bursa oyun kuramadı ve ‘mutsuz’ oldu. Bilinir, mutsuz takımdan yaratıcı oyuncu da oyun da çıkmaz... Beşiktaş’ın tempo düşmeye çalıştığı son 10 dakikada oyuna döndüler ve golü de buldularsa da bu yeterli olmadı.

Seke seke atıyor

Beşiktaş bu maçla ‘arzulu oynadığı’ günleri hatırladı. Sahadaki şevki ölçmek için tribüne bakmak yeterli. Pahalı olduğu için seyrek olan ve maçı erken terk eden ‘maraton alt’ dışında İnönü tribünleri eski ruhu geri çağırıyordu adeta.

Ve bitirirken... Sahi şu ‘’Penaltı atışına gelen oyuncu duraklayamaz’’ kuralının nedenini anlayan var mı? Kim yazdı, neden yazdı ve kim kabul etti acaba? Penaltıcılar seke seke atıyor, hakemler bakıyor ve golü veriyor, bizler de bu kuralın hangi durumda uygulanacağını merak edip duruyoruz!...

11 Aralık 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İlk görev: Yıkıma dönüşmesini engelleme‘’

Şampiyonlar Ligi seviyesinde ‘kötü takım’ yok sadece farkı yaratan ‘çok iyi takım’lar var. Güçlü bir tarihe sahip olan Dinamo Kiev de o, kötü olmayan takımlardan sadece biri. Ne
yazık ki bunu gösterdi... Yönetimi, teknik adamı, yazarı çizeri, taraftarınca ‘tarihi’ olarak nitelenen bir maça çıkan Beşiktaş’ta, oyuncuların bu ruh halinin baskısı altında kalmış olmaları ihtimal dahili. Yine de maçın ilk 30 dakikasında topu kullanma konusunda gayretli, üstün ve estetik olan tartışmasız olarak Beşiktaş’tı. Hem de bu seviyede yenmemesi gereken o ilk golü yemiş olmalarına rağmen. Ancak hangi kitaba sığdığı belli olmayan ‘penaltı/kırmızı kart/gol’ün ardından film tamamen koptu ve devamı bir teferruta dönüştü.

Sorunlar var!

Napoli ve Benfica maçlarında onca pozisyon verilmiş olmasına rağmen Kiev’e büyük umutlarla giden Beşiktaş’ın farklı mağlubiyetinden sonra “Bu seviye zor seviyedir” demek işe yaramaz. Artık Beşiktaş için ufukta bambaşka sorunlar var. Öncelikle, problemler cesurca tespit edilip yapıcı bir strateji oluşturulmalı. Bu skorun uzun sürecek bir yıkıma dönüşmesini engellemek birincil görevdir. Ancak en büyük ve zorlu görev ‘tribünde kimlik değiştirmeye zorlanan’ taraftara düşüyor. Onlar ‘suçlu ya da suçlular aramak’ yerine takımın her üyesini ayakta tutacak bir dayanışma dili bulmak zorundalar ki, bu, Beşiktaş semtinin ve tribününün genetiğine kazınmıştır.

Çok çekti...

Ukrayna’daki planlı faşizan saldırılar ise futbola yuvalanmış gerici, yıkıcı, hayata ve oyuna, insana ve eğlenceye kast eden belalı düşüncelerin başta Avrupa tüm dünyada
kol gezmek için fırsat kolladığını bir kez daha gösterdi. Dünya ırkçı düşünceden çok çekti ama büyük bir kalabalığın tüm acıları unutup, zulmü tekrarlamak için pusuya
yattığı da bir gerçek.

07 Aralık 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Biz bu maçı niye izledik?‘’

Kadrolar açıklandığında görüldü ki, Beşiktaş neredeyse tüm hücumlarını sahaya sürmüş, oyunun 60’tan sonraki son bölümüne Aboubakar dışında etki edecek bir başka yedek bırakmamıştı. Öyle ki, hafta içi Fenerbahçe sosyal medyasının ablukaya aldığı Gökhan Gönül bile kadrodaydı!.. Oysa bilinir, Beşiktaş maçların ilk yarılarını genellikle ‘nafile makamı’nda tamamlar. Fenerbahçe ise ‘güvenle oynayan’ ve ‘kazanmayı bilen’ onbiriyle sahadaydı. Peki, Şenol Güneş’in bu tercihine neler yol açmış olabilirdi?

Söylemek güç...

Öncelikle Fenerbahçe’nin istatistiki olarak rakiplerine göre topla daha az oynuyor oluşu önemli bir etkiydi. Topu üçüncü bölgede tutmayı başardığı oranda hem gol bulmak hem topu kaleden uzak tutmak birinci hedefti. Beşiktaş stoperlerinin ‘kırılganlığı’ da bu planı zorunlu kılıyordu. Ancak bu planın istenilen ölçüde uygulandığını söylemek güç! Çünkü Josef/Topal hattı başta olmak üzere Fenerbahçe hemen her yerde topu Beşiktaşlılardan alarak onların pas trafiğini etkisiz kılarak tempo yapmalarını da engelledi.

Düşük vites!

Bu çerçevede oyun Alper/Atiba eşleşmesine kilitli gitti bir müddet. Daha iyi savunmacı olan Atiba hücumcu Alper’i alacağı ilk topta kelepçeledi daha iyi hücumcu olan Alper savunmacı Atiba’nın top kullanmasını engelledi. Bu nedenle oyun enine genişletilemediğinden ilk 20 dakika pata pat geçti. Sonra Fenerbahçe milim milim topu öne taşıyıp rakip alana yerleşti. Beşiktaş stoperlerinin de dağınıklığı nedeniyle en azından duran topları da gitgide etkili kullanmaya başladılar. İkinci yarı temposuyla bilinen Beşiktaş ise tahmin edilebileceği gibi ilk yarıyı ‘düşük vites’le tamamladı.

Oynamayı değil

Orta sahaların işlerini sadece savunma yönünde doğru yapması nedeniyle maç ikinci yarıda da tempo kazanmadı. Bunu tribün performansından takip etmek de mümkündü. Onlar da sahadakiler gibi ‘suskun’dularÖ Kaleyi bulan şut atılamadan, iki gol pozisyonu yaratılamadan, oynamayı değil oynatmamayı düşünerek ülke vasatının iyi örneklerinden birini izledik hep birlikte!.. Oynayanlar ve hocalar kazandı ama sahi biz bu maçı neden izledik? Yoksa ‘’Onlar koşup para kazanıyor siz boş boş bakıyorsunuz’’ diyen aneannem Binnaz Hanım haklı mıydı?

04 Aralık 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İkinci yarı severler!‘’

Ligin sonucu en çok merak edilen maçlarından birinde ‘düzene dayalı oyun’ ile ‘beceri ve tempo oyunu oynayan’ iki takım karşılaştı. İlk yarı boyunca görüldü ki, ‘düzenli Başakşehir’ adeta düşünmeksizin ezbere oynuyordu. İnönü’ye gelene kadar dersine en iyisinden çalışmış, karşılaşacağı problemlere dair bolca örnek çözmüş, yapabileceğinden emin olduğu için de sakin kalma meselesini halletmişti. ‘Geçiş oyunu’ olarak adlandırılan topun el değiştirdiği anda yapılması gerekenleri harfiyen uygulayan takım Emre/Mahmut merkezli savunma/hücum varyasyonlarıyla Mosorro, Visca, Cengiz ve Mehmet Batdal’ı bol bol pozisyona soktu. Bilinir, ev sahibi Beşiktaş açısından son Benfica maçında da olduğu gibi maçların ilk yarıları her daim sıkıntılıdır.

Yaratıcılık artırıldı

Oyun kurmakta, hızlı çıkmakta, bireysel olarak fark yaratmakta ağırlıklı olarak ‘ikinci yarı’ya kurgulu bir takımdır Beşiktaş. Bu nedenle, değişikliklerle gelen akışkanlığın ya da bireysel becerinin ağırlığını hissettirdiği ikinci yarılara alışmış taraftarı da temkinlidir. Maça biri ‘çaylak’ olan Beşiktaş stoperlerine baskıyla başladı Başakşehir ama ‘işi’ daha çok sağ bek Beck’in üzerinden çözdü. Stoper uyumsuzluğu nedeniyle geniş bir alanı savunmak zorunda kalan Beck, hem hataların hem de savuşturmaların adamı olarak göze çarptı ilk yarı boyunca. Ancak devre sonuna kalmadan Emre’nin sakatlanarak oyundan çıkması maçın akışını da hikayesini de değiştirdi. Tahmin edileceği gibi Beşiktaş, ilk yarının son on dakikasında ele aldığı oyunu ikinci yarının hemen başında daha da öne taşıdı. Çünkü artık hem rakibin en önemli oyuncusu Emre sahada yoktu hem de Gökhan çıkmış yerine Tolgay sahaya sürülerek yaratıcı oyuncu sayısı Oğuzhan’la birlikte ikiye çıkarılmıştı.

Ritmi kaybetmeye başladılar

Beşiktaş oyunu akıtıp Başakşehir’i koşturmaya başlayınca da yedek kulübesi sınırlı ve yaşça ‘olgun oyuncular’dan kurulu Abdullah Avcı takımı ritmini kaybetmeye başladı. Bu arada bir hayli ciddi iki gol pozisyonu da buldular. Beşiktaş ise istediği tempoya ulaşamadıkça çözüm üretmekte zorlandı. Bu durum, ikinci yarı tempoya alışmış taraftarı da aşağı çekti. Neticede ligin bu döneme kadar en iyi işleri yapan iki takımı yenişemedi ancak polemik ve tartışmalar ülkesi Türkiye için ‘ağır çekim’ bir fırsat doğdu.

27 Kasım 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI