‘’Şampiyonluğun en güçlü adayı‘’
İki sezon üst üste şampiyon olurken ülke ortalamasının üzerinde bir tempoya ulaşan Beşiktaş, imrenilen oyunu ile ‘gerçek futbol izleri’ne pencereler açtı. Vasatı aşamakta zorlanan, “Rakibimize pozisyon vermedik”ten başka bir şey bilmeyen ve bunu da hepimize futbol diye yutturmaya çalışanların arasında ligin en heyecan veren takımı oldular. Güneş ile yola devam eden Beşiktaş, önümüzdeki sezonun da en güçlü şampiyonluk adayı. Çünkü;
■ Artık kazanmayı alışkanlık haline getirmiş oyuncu grubuna sahipler.
■ Diğer takımların ‘tribün halleri’ düşünüldüğünde arkalarında çok güçlü taraftar rüzgarı var.
■ Doğru planlama şartıyla Şampiyonlar Ligi’nde oynuyor olmak transferler konusunda yönetimin elini rahatlatan bir koz. Bu koz aynı zamanda eldeki oyuncuların birer ‘piyasa aktörü’ olmaları yani kulübün gelirleri açısından da önemli. Tüm bu olumlu göstergelere rağmen işlerin son iki sezona göre daha çetin gececeğini tahmin etmek de zor değil. Bu bölümün ‘çünkü’lerini de şöyle sıralayalım...
Hiç hesapta yoktu
■ Mevcut kadronun 30’a yaklaşan yaş ortalaması bir yıl daha ‘büyüyecek!’ Örneğin, takımın ‘kilit taşı’ Atiba’nın - ve haliyle diğerlerinin - geçmiş koşu seviyelerinde kalması günler geçtikçe güçleşecek.
■ Diğer yandan hangi oyuncunun nerede, ne yapacağı konusunda rakipler artık daha tecrübeli ve zaten ‘oynatmama merkezli düzen’e sahip takımların birincil hedefi şampiyon alt etmek olacak. Bu da önemli handikaplardan biri...
■ Son günlerdeki Pepe odaklı transfer haberlerine bakılırsa geçmiş yılların en yakıcı sorunlarından ‘stoper ihtiyacı’ öncelik kazanmış görünüyor. Lakin burada da Marcelo sıkıntısı baş göstermiş durumda. Hatırlanırsa Beşiktaş, 2017 bütçesinde 71 milyon liralık futbolcu satış geliri öngörmüştü. Bu nedenle ilk akla gelen isimler Adriano, Quaresma ve Oğuzhan olduysa da Marcelo hesapta yoktu. Pepe ya da benzeri güçte bir transfer gerçekleşse bile Marcelo’nun olası yokluğu stoper sorununun süreceği anlamına gelir ki, bu ciddi bir sorun.
Uçaklar bekleniyor
Ancak tüm bu sorunlar ‘gerçekçi ve işlevsel bir revizyon’ ile aşılmayacak türden şeyler de değil. Bu seviyelerde devamlılık açısından ‘ikinci oyuncular’ hayli önemlidir. Beşiktaş’ın elinde Tolgay, Cenk ve Necip gibi ‘ikinci oyuncu’ özellikli bir üçlü var. Ancak Şampiyonlar Ligi de düşünüldüğünde beklerin ve kanat oyuncularının ‘yedeklemeleri’ de bir plan çerçevesinde yapıldığında bu yıl da, ‘izlenirlik seviyesi yüksek takım hüveyeti’ni sürdürecekleri muhakkak. Alttan oyuncu yetiştirme konusunda ülkenin hiçbir umudu kalmadığına göre bakalım Beşiktaş’ın indireceği uçaklardan kimler çıkacak?
‘’Tartışmaları halledecek gibi durmuyor‘’
‘Futbolda haksızlıkları giderip, tartışmaları bitirecek’ iddiasındaki Video Yardımcı Hakem (VAR) münferit uygulamaların ardından nihayet Rusya’daki Konfederasyon Kupası’nda huzura çıktı! Çıktı çıkmasına da görünen o ki, pek de öyle tartışmaları halledecek gibi durmuyor. Tersine, yepyeni sorunları da beraberinde getirdi. Portekiz - Meksika maçından sonra Ricardo Quaresma, “Konuşursam ceza alırım” diyerek söylemek istediklerine dair ipucunu verdi. Çünkü örneğin, Pepe’nin golü üç pozisyon öncesindeki ofsayta dayanarak iptal edilmişti! Kamerun - Şili maçında ise Arturo Vidal daha da ileri gidip, “Ben de izleyeceğim o pozisyonu” diyerek video hakem odasına dalmaya kalkıştı!..
Peki gol olacak pozisyon kesilirse?
Daha yakıcı sorunlar ise sahadaydı. Görüldü ki, uygulamayla ‘korunacakları’ vaaz edilen hakemler pek de öyle etliye sütlüye karışma niyetinde değildi. Özellikle yardımcılar haklı olarak, “Madem parayı teknolojiye yatırdınız özellikle ofsaytlarda kararı videocular versin” havasındaydı. Bu minvalde futbolu yöneten ‘bilmişler’e ve destekçilerine şunu sormak farz oldu!.. Diyelim, yardımcı ofsayta hükmetti, orta hakem de uydu ve gol olabilecek pozisyon kesildi. ‘VAR’dan değil ama biz televizyondan pozisyonun ‘temiz’ olduğunu açıkça gördük! Ne olacak o çok titizlendiklerini iddia ettikleri ‘oyunun adaleti’?..
Yıldız merkezli oyun ne hale gelir
Ya da bir başka soru... Velev ki, üç pozisyon önce bir faul var ve hakem süzemedi top da gitti gol oldu!.. Nerede kaldı senin ‘oyuna adalet getirme’ iddian?.. Veyahut bir sonraki maçta oyuncunun oynayıp oynayamayacağını belirleyecek olan ve VAR’ın karışamadığı ‘sarı’ ya da ‘kırmızı kart’ kararları!.. Bir, iki hatta yarım santimlik ofsayt kararlarıyla oyuna hakkaniyet getireceklerini iddia edenlere bir uyarı; özellikle önde oynayan sprinter oyuncular ‘MOBESE’ye yakalanmamak için bek ve stoperlerin bir kaç metre gerisine çekilirlerse sizin o ‘yıldız merkezli’ oyununuz ne hale gelir, düşündünüz mü acaba? Öyle ya, sonsuz sayıda sprint atılamaz. Usain Bolt olsanız bile onun da bir sınırı, sayısı var!..
Televizyonda gördüğümüz gibi değil!
Biliyor musunuz, bilmem. VAR bizlerin televizyondan gördüğümüz görüntüler üzerinden çalışmıyor. Onun ayrı kameraları ve sabit bir düzeni var. Bu da başlı başına maliyet! Bu maliyet de öyle ya da böyle izleyenden çıkacak. Bu sistem, üçü ekran başında yedi hakeme ihtiyaç duyuyor. Sezon düşünüldüğünde uçaklar, oteller, yeme içme, temiz çarşaf, banyo terliği, şu bu derken bu da ciddi bir harcamaya tekabül edecek. Sanmayın ki, biri sizler için bu maliyeti karşılayacak. Bu paralar öyle ya da böyle sizin cebinize yansır. Benden söylemesi!...
Sınırlı becerideki hakemlere güvenelim mi?
Beri yandan bu sistem, ‘yıldız futbolcu’dan daha da ‘yıldız hakem’ler yetiştirmeyi öngörüyor. Hakemleri koruma bahanesiyle ‘hiç’leştirip, itibarsızlaştıran bu düzenleme sahadaki yetişmişe güvenmiyor ve işe teknolojiyi bulaştırıyor. Öte yandan bizden de ekran başındaki ‘sınırlı beceri’deki hakeme güvenmemizi bekliyor! Neden güveneyim ve nereye kadar güveneyim?.. Zaten sahadakinden daha iyi olsa, o hakem sahada olmaz mı?.. ‘Altı hakem’li düzenlemedeki tartışmaları hatırlayanınız var mı? Ne kıyametler kopuyordu değil mi? Ne oldu uygulamanın akıbeti? Bu tartışma elbette çok su kaldırır. Peki, oyunu sadece ‘gol’ ve bazı ‘an’lara indirgeyen bu işe neden kalkışıyorlar, hiç düşündünüz mü? Yanıtı düşünürken size bir de ‘ipucu soru’; “Neden maçların sürelerini 60 dakikaya indirmeyi tartışıyorlar bu aralar?” Ufuk açıcı yanıtlarınızı bekliyorum...
‘’‘Fenomen'ler savaşı!‘’
Nasıl bir unvan olduğu, görev ve sorumluluk sınırlarının nerelere uzandığını sınırlı sayıda insanın bildiği Türkiye Futbol Direktörlüğü makamında oturan Fatih Terim’in iki gün önceki gün açıklamaları Kosova maçını otomatik olarak önemsizleştirdi. Ben dahil çoğu insan, oyun ve sonuçtan çok Terim’in maç sonu söyleyeceklerine hazırladı kendini. Bu öyle bir durumdu ki, Arda Turan’ın şuursuz eylemine karşı daha şiddetli bir şuursuzlukla yanıt vererek üste çıkma gayreti gibi duruyordu. Çünkü belli ki gerek Terim gerek Turan, kendilerini ülkenin yegane ‘futbol fenomeni’ gibi görüyorlar. Ve ne yazık ki, kendilerine biçtikleri bu kaftanın içini doldurmaya çalışırken de acıklı durumlara düşüyorlar.
Küstahlığa terfi edebiliyor
Evet, şüphesiz ikisi de ‘fenomen’. Ancak fenomen var ‘fenomen’ var!.. Ülke gözünü futbol, futbol adamı ve futbolcuya değil de ‘fenomen’e diktiği için maddi olarak kendini bir parça güçlü hisseden ya da devletin zirvesine yakınlığını bilgi, beceri ve insani duyarlığının önünde görenler kabalık ve kibir yarışına tutuşuyor. Bu yarış zaman zaman öyle noktalara varıyor ki, kibir ve kabalık rahatlıkla küstahlığa terfi edebiliyor. Diklenmeler, saldırmalar, had bildirmeye kalkışmalar, küfürler gözlerimizin önünde gırla gidiyor... ‘Bayrak’, ‘gurur’, ‘onur’, ‘şeref’ gibi hepimize ait kavramlar ile ‘’Adamım’’, ‘‘Adam gibi adam’’, ‘’Adam değilsin’’ türü büyük kalabalığın hoşuna giden bayağılık kokan boş lakırdılar havalarda uçuşuyor. Bu arada da ‘oynanmayan futbol’un ürettiği milyon milyon eurolar oyunun sahibi geçinen ‘mutlu azınlık’ arasında üleşiliyor! Kitle ise boş gözlerle ekrana bakıyor.
Toplantıdan söz etmiyor
Beri yandan sınır tanımayan saçmalıklar da akıl sağlığımızı zorlamayı sürdürüyor. Örneğin, ülkenin Futbol Direktörü Terim, ‘’Arda Turan’ı kamptan gönderme kararı benimdir’’ diyor da, oyuncunun milli takım otelinde yaptığı basın toplantısından söz etmiyor! Yani ‘kovulmuş oyuncu’ bazı takım arkadaşlarıyla birlikte resmi alanda basın toplantısı yapıyor, buna göz yumuluyor ve bizim bunu ‘normal’ karşılamamız bekleniyor! Durumu Terim’in ifadeleriyle yazıya dökersek, ‘’Vah benim milli formam, vah benim memleketim vah!..’’ Haaa bu arada maçta ne mi oldu? Transfer sitelerine göre 26 futbolcusunun piyasa değeri 132 milyon Euro olan Türkiye, 22 oyuncusuyla piyasa değeri 27 milyon Euro olan Kosova’yı yendi! Ben de çoğu insan gibi maç bitimi Terim’in söyleyeceklerini beklemeye koyuldum
‘’Burası Türkiye!‘’
Duyarsınız, birileri sıklıkla “Futbol basit bir oyundur” deyip durur. Burada ‘basit’, ‘kolay’ anlamında kullanılır. Oysa, iş gibi, sanat gibi alanlarda ‘basit’ olan ‘zor’a tekabül eder. Ancak ‘basit’, bizim ülkede futbolu yönetmek adına makamları işgal edenlerin becerisi için kullanılıyorsa ona “Hayır” denemez. Başta Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim olmak üzere Türkiye Futbol Federasyonu yetkilileri, 2016 Avrupa Şampiyonası’ndan bu yana süre gelen krizi yönetememiş ve gazeteciye saldıran futbolcuyla birlikte uçağı yere çakmışlardır!. Ülke futbolunun /futbolcusunun emanet edildiği Fatih Terim’in uçak içindeki nümayişe, “Sesleri duydum ama... Görmedim...” türü açıklamalar getirmesi en hafif ifade ile çocukçadır.
Devlet sırrı değil
Federasyon yetkililerinin ve Terim’in, takım otelinde ve bazı futbolcuların önünde Arda Turan’a basın toplantısı yaptırmaları ise tuhaf ötesi bir durumdur ve iş bilmezliğin açık kanıtıdır. Kendi yapmaları gereken toplantıyı gazeteciye saldıran futbolcuya yaptırmış olmalarına ‘iş yönetimi’ açısından söylenecek söz bulamıyorum... Federasyon yetkilileri ve Terim’e defalarca yapılan çağrıyı yineliyorum; “Avrupa Şampiyonası’nda yaşananlar devlet sırrı niteliği taşımıyor. Neler yaşandığını artık açıklayın ki, sular bir nebze durulsun.”
Ne yazık ki Arda...
Arda Turan’a gelince... Bütün modern toplumlarda, ‘Sivil Havacılık Kuralları’ gereği neden olduğu olay nedeniyle uçaktan elleri plastik kelepçeyle bağlı olarak indirilebilirdi!. Bunlar yetmezmiş gibi bir de kokpite girdiği yolunda haberler okuyoruz!.. O nedenle sıklıkla altına sığındığı o bayrağın semalarında dalgalandığı bu ülkeye dua etsin! Ne yazık ki ülkemiz her tür aymazlığı rahatça sineye çekiyor! Kasıla kasıla dile getirdiği “Pişman değilim. Diğerleriyle de karşılaşırsam yine yaparım” türü ifadeleri futbol oynadığı ülke de dahil o toplumlarda bu rahatlıkta savunsa karşılaşacağı tepkileri tahmin eder sanırım.
Menacerleri o özürü diletir
Reklamlarına çıktığı markalar, “Bizi bu tür davranan bir sporcu temsil edemez” desin bakalım pişman oluyor mu, olmuyor mu? Bu endüstriden milyonlarca Euro kazanan menajerleri o özürü diletiyor mu, diletmiyor mu? O zaman görürüz! Ama Aykut Kocaman’ın Alex de Souza’ya dediği gibi “Burası Türkiye, burada işler böyle yürüyor!” Yılda milyonlarca Euro kazanıp, yüz milyonlarca Euro’nun döndüğü bir sektörde iş yaparken “Biz mahallede yetiştik” demagojisini de ancak ‘bizim mahalleli’ yutar...
Efendi Beşiktaş!
Bu konuda bir örnek vermek gerekirse, bakın, Rıdvan Dilmen’den neler öğrendik... THY EuroLeague için “Hırsızlık organizasyonu” türünden ipe sapa gelmez ifadeler kullanan Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, THY Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı’ya bir ‘özür mektubu’ göndermiş. Ama o dilinden düşürmediği “Beşiktaş duruşu”na, “Efendi Beşiktaş”a yaraşır şekilde adı geçen mektubu kulübün resmi internet sitesine koymayı başaramamış! Neden? Çünkü, burası Türkiye!..
‘’‘Gülüşü gülden güzel' bir gün!‘’
Eğlencesi ve izlenirliği ne denli düşük ise polemiği ve kuru gürültüsü o kadar yüksek futbolumuzun en izleniri Beşiktaş, yazın ilk sert sıcağında şampiyonluğun keyfini sürdü. Belki de o kadar çok duydukları için futbolu sadece “Rakibe pozisyon vermemek” sanan insanların ülkesinde, pozisyon aramanın adı oldu Beşiktaş iki sezondur. Oynadı, rakiplerini de oynamaya davet etti. Tıpkı hepimizin yaşadığı gibi tökezlediği zamanları da oldu ama çarçabuk ayağa kalkmayı bildi. Maç kaybedildiğinde taraftarlarını tedirgin etse de bu ‘çarçabuk’luk nedeniyle paniğe sokmadı hiçbirini. Beklentilerin yüksekliği oranında hayal kırıklığı ve hüznü olmaz mı bir takımın, vardı ama mutluluğu neşesi kat kat fazlaydı. Bütün bunların sonunda plan, program ile problem çözme becerisi ve yüksek bireysel özellikler ustaca birleştirildi ve ortaya - herkes değil ama çevremdeki büyük çoğunluktan edindiğim izlenim üzerine söylüyorum - ‘eğlenceli bir takım’ çıktı. Ve o takım bir kez daha şampiyon oldu.
Orman dahil tüm yöneticiler
Kimler mi vardı takımda? Ülkenin ve dünyanın her yanındaki siyah beyazlı kadınlar vardı, çocuklarıyla birlikte... Bırakın maçı, İstanbul’a dahi gidemeyen, bilet alacak parası olmayan, traktörle indikleri kasabada iki çay parasına kahvede dip dibe Beşiktaşlarını izleyen insanlar vardı... Şenol Güneş ve ekibinden tutun da Talisca, Tolga, Oğuzhan ve Quaresma’yla idmanlara çıkan bütün futbolcular vardı... Kucağında top, her golde yumruğunu havaya diken İnönü Stadyumu’nun top toplayan çocukları vardı... Fikret Orman dahil tüm yöneticiler...
Köyiçi’ni inlettiler
Maça gidemediği halde her golde Beşiktaş Köyiçi’ni inleten insanlar vardı... Dünyanın her yanında nefesini içine hapsetmiş, dört gözle golü bekleyen binlerce Beşiktaşlı vardı o takımda... Bizim mahalle vardı... Dostum Kasım’ın kızı Ayşe Kıroğlu, Hayati’nin maç kaçırmayan oğlu Ulaş Kurt vardı... Sabah formasını giymiş site içinde babasıyla gezen 3-4 yaşlarındaki Ege vardı... Bizim altı aylık gevezesi Leyla Olivia da vardı ama meselenin farkında mıydı, işte ondan emin değilim!.. Kısacası, “Ne mutlu, yaşıyoruz be!” dedirten o güzel günlerden bir gündü... Aydınlık, pırıl pırıl, ‘gülüşü gülden güzel’ bir gündü!
‘’Küçük görerek büyüklük olmaz‘’
Çoğumuzun bebeklikte ‘büyüklük tozu’ karıştırılmış reçellere bandırılan emziklerle uyutulduğu açık! O reçeldeki şeker bedeni ele geçirmiş bir kere... Hele ki futbol söz konusu olunca yönetici ya da taraftar, fark etmiyor, zehir hemen dışa vuruyor kendini!.. Bu nedenle şampiyon olduğu gün rakip takımın bayrağını yakan taraftarla, Turkish Airlines EuroLeague’i ‘hırsızlık’ organizasyonu olarak tanımlayan kulüp başkanı aynı yerde buluşuyor. Amaçları, “O kadar büyüğüm ki!” demek.. Tamam da bunun için rakibi küçültmeye, hor görmeye gerek var mı? Şampiyon olmuşsun, gülüp eğlensene!..
Orman ne demek istedi?
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, ülkenin en hatırı sayılır markalarının sponsor olduğu organizasyona ‘hırsız’ derken başta o lige adını veren Türk Hava Yolları yetkilileri ne düşündüler acaba? Ya da bir günde adını ‘Arena’dan ‘Park’a çevirmeye karar verdiği stadyumun işletmesini de yapan Doğuş Grubu temsilcileri? Veya, Beşiktaş sponsoru ve oynatılan kuponlardan pay veren ‘nesine.com’u yönetenler? Ve de Zubizu, Tadım, Acıbadem, SEK, Seat vd. markaların sahiplikleri?.. Ya da Obradoviç’e, Bogdanoviç’e, Ekpe Udoh’a, takımı üç kupa kazanırken alkışladığı Ergin Ataman’a, Sinan Güler’e, David Platt’a, Doğuş Balbay’a, Jedi Osman’a ne demek istedi?..
Sadece ‘para’ görülüyor
Her oyun bizim için adı üzerinde ‘oyun’dur. Oyun insani etkinlik, bedensel faaliyet, bir arada olma gerekçesi, coşku, umut, mutluluk ya da hüzündür. ‘Oyun’dan bunu anlıyoruz. Belli ki, Fikret Orman futbol da dahil tüm oyunlara bakınca sadece ‘para’ görüyor. Eğer böyleyse elzem bir hatırlatmada bulunayım. Bir organizasyonu, bir markayı yükseltmek minimum da olsa işletme bilgisi gerektirir!. Kendini büyük göstermek için, dahil olduğun para üretim alanı ile ilgili böylesi küçültücü ifadeler kullanırsan sen de büyüyemezsin! En fazla devlet olanaklarını kullanarak borçlanırsın ve senden öncekiler gibi borcu bırakır, gidersin...
ULEB’i anlatmak gerek
Kapıyı ‘hırsızlık’tan açan Sayın Orman’a birilerinin ULEB’i anlatması gerekirdi. Unutmuş olabilir, 3 Mart 2015 tarihinde Finlandiyalı coach Henrik Dettman’ın imza töreninde hem de arkasında Turkish Airlines logosu görünürken şunları söylüyordu: “Beşiktaş basketbol takımın da, ben, EuroLeague şampiyonluğunu alabilecek bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum!..” Tabii daha kıymetli bulduğu (!) FIFA ve UEFA’nın geçirdiği soruşturmaları, oralardaki yönetim değişikliklerinin gerekçelerini de anımsamalı!.. Fikret Orman böyle de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım farklı mı? Ülkeyi televizyonun karşısına mıhlayan muazzam takımını övdüğünü sanıp, kendince ‘başarı’, ‘büyüklük’ çıtaları koyuyor hepimiz için. Diyor ki; “Bu kupa, spor dünyasının bu organizasyona verdiği değer göz önünde bulundurulduğunda, Türk spor tarihinde kulüpler bazında elde edilen en büyük başarıdır.”
‘Güçlü yönetici’ sananlar...
Yani Galatasaray’ın UEFA Kupası ve statü olarak olarak Avrupa’nın en büyük kupası kabul edilen ‘Süper Kupa’nın bir önemi yok artık... Beşiktaş’ın becerdiklerinin, sınırlı olanaklarla defalarca şampiyon olan Trabzonspor’un ya da Bursaspor’un... Artık en büyük biziz!.. Böylece bizler de hiçbir şey düşünemeyen, neden sonuç ilişkisi kuramayan, ‘bağlam’dan haberi olmayan, kitap defter karıştırmamış insanlar oluyoruz onun gözünde. Bundan böyle aklımız ve ruhumuzla değil, kendini muktedir sanan, kârın hepsini almaya ama zararı herkese bölüştürmeye yemin etmiş, kendilerini ‘güçlü yönetici’ sanan bu insanların istediği gibi düşünüp, yaşayacağız!.. Öyle mi?.. Birbirini aşağılayıp, küçük görerek, başkasının gayretini, emeğini, çabasını hor gören kimse büyük olamaz. Büyüklük böyle bir şey ise ondan uzak durup, büyüklenene karşı çıkmak insan olmanın görevidir..
‘’Çiçeklerle çocuklarla şampiyon..‘’
“Futbol insanın en tuhaf yanlarını, çelişkilerini en saf halde yansıtan oyundur” desem abartmış mı olurum? “Kıvanç ile mahcubiyetin, mutluluk ve kederin el ele olduğu oyundur” desem... Sezonun tartışmasız en iyisi Beşiktaş, dibine kadar hak ettiği şampiyonluğu aldı. Maç devam ederken baktım da balkondaki çiçeklerle birlikte rengarenktim. Birlikte kutladık şampiyonluğu...
Altı aylık kızım Leyla Olivia, ilk şampiyonluğu koca adamken yaşayan babasına nazire yaparcasına üçüncü yıldızın yakaya takıldığı sezonda doğdu. Bu bile Beşiktaş’a meftun olmama yeter de artar bile!..
Güzel günler için...
Yine de yolunda gitmeyen bir şey var bu işte! Küme düşmüş bir takımın sahasında olmayaydı bu eğlence iyiydi. ‘Efendi’liğe, ‘duruş’a daha bir yakışırdı. Hani Şenol Güneş söylemişti ya, “Cenaze evinde düğün yapılmaz” diye. Biraz öyle oldu. Gerçi diyeceksiniz ki, “Cenaze sahibi evi düğüne kiraya vermiş! Sana ne oluyor?” Gencebay’ın da dediği gibi “Bence sen de haklısın.” Ama serde Beşiktaşlılık var işte. Bir yerden hüzün icat etmek de bizim işimiz.
Şimdi biz, ben, Salih Mumcu, kasap Sezgin, berber Soner, nalbur Faruk, gümrükçü Suat geçen yıl yaptığımız gibi Kavacık Dörtyol’a usulca gereceğiz Siyah-Beyaz bayrağı!.. Sonra yol ortasında durup, hatıra fotoğrafı çektireceğiz gelecek güzel günler için.
‘’Şampiyonluğun keyfini çıkaralım‘’
Her açıdan izlenirliği düşük ligimizin en izleniri ve en farklısı Beşiktaş hafta sonu şampiyonluk maçına çıkıyor. Malum, rakip Gaziantep, kadrosunun yarısı kaybetmiş bir takım. Antep benzeri mali sorunlarla boğuşan takımların bol olduğu bir ligde ‘kalite’ ve ‘rekabet eşikliği’ aramak saçma olur kuşkusuz ancak bu, Beşiktaş’ın sahada şimdiye değin yaptıklarını gölgelemez. Yaş ortalaması yüksekliğinin tecrübe sayıldığı bir futbol kültürüne sahibiz. Oysa ‘tecrübe’, bilgi ve donanım sayesinde bilginin edinilme süresini kısaltabildiğinde kıymetlidir. Ülkenin futbol denklemini hem bilgi hem de onca yılın birikimiyle özümsemiş olan Şenol Güneş, denklemi çözüp ‘şampiyon teknik adamlar’ kervanına katılmıştır. Bir yandan takımının kırılgan savunma hattını tadil etmeye uğraşırken diğer yandan ofansif zenginliğini artırarak istediği sonucu almayı başarmıştır.
Güneş ve Beşiktaş birlikte yükseldi
Yani o, Beşiktaş’a, Beşiktaş da ona yardım etmiş, birlikte yükselmişlerdir. Tüm bunları düşünerek, “Kalacak mı, gidecek mi?” türü bulmacalar çözmeye kalkışarak zaman kaybetmenin manası yoktur. Bu tür anlamsız tartışmalar ‘zamanın tadını çıkarmayı’ engeller ki, gereksizdir. Zaten şampiyonluk kutlamalarından iki gün sonra herşey değilse bile çoğu şey unutulacaktır. Eskidendi aylarca sokaklarda kalan koca koca bayrakların altından evin yolunu tutmak! Şimdilerde insan duyarlığının, mutluluğunun iki tivitlik, bir instagramlık canı kaldı!. Eğer üçüncü tivitte konuyu değiştirmez, yeni ‘cin fikirler’, aforizmalar bulamaz, fotoğraflar paylaşmaz, capsler yaratamazsan maazallah bayatlarsın!.. Bu nedenle, Beşiktaş’ın üçüncü yıldızı takmasına ramak kalmışken Başkan Fikret Orman’ın ülkedeki çoğu yöneticinin yaptığı gibi sık sık medyadan şikayet etmesine, hayali kimliklerle dövüşür gibi yapmasına gerek yoktur! Geçmezsin kameraların karşısına, didişmezsin ismini veremediğin gazeteci/yorumcuyla, tadını çıkarırsın şampiyonluk yolculuğunun olur biter!
Hayali düşmanlara dikkat
Taraftarlar açısından da yöneticilerin bu ‘dil tuzakları’na, ‘hayali düşman yaratımları’na düşmemeye dikkat etmek gerekir. İnsan biraz düşünür! Ülkenin ve dünyanın en tanıdık iletişim markalarından birinin sponsorluğundaki bir takımı hangi gazeteci, yazı işleri müdürü, yayın yönetmeni ya da gazete sahipliği algı yaratarak yıpratmak ister ki? Böyle bir şeyi neden yapsınlar? Neden futbolun ekonomik değerini düşürüp kendi mesleklerini, işlerini baltalasınlar ki? Eski bir gazeteci, yıllarını Beşiktaş’ın üç tribününde - yeni açık, eski açık ve kapalı - geçirmiş biri olarak söylüyorum, bu tür yönetici tevillerine inanıp, bunları gerçek sanarak sakın ola küşümlenmeyin!.. Hep birlikte şampiyon olmanın keyfini çıkaralım...









































