‘’Küçük görerek büyüklük olmaz‘’
Çoğumuzun bebeklikte ‘büyüklük tozu’ karıştırılmış reçellere bandırılan emziklerle uyutulduğu açık! O reçeldeki şeker bedeni ele geçirmiş bir kere... Hele ki futbol söz konusu olunca yönetici ya da taraftar, fark etmiyor, zehir hemen dışa vuruyor kendini!.. Bu nedenle şampiyon olduğu gün rakip takımın bayrağını yakan taraftarla, Turkish Airlines EuroLeague’i ‘hırsızlık’ organizasyonu olarak tanımlayan kulüp başkanı aynı yerde buluşuyor. Amaçları, “O kadar büyüğüm ki!” demek.. Tamam da bunun için rakibi küçültmeye, hor görmeye gerek var mı? Şampiyon olmuşsun, gülüp eğlensene!..
Orman ne demek istedi?
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, ülkenin en hatırı sayılır markalarının sponsor olduğu organizasyona ‘hırsız’ derken başta o lige adını veren Türk Hava Yolları yetkilileri ne düşündüler acaba? Ya da bir günde adını ‘Arena’dan ‘Park’a çevirmeye karar verdiği stadyumun işletmesini de yapan Doğuş Grubu temsilcileri? Veya, Beşiktaş sponsoru ve oynatılan kuponlardan pay veren ‘nesine.com’u yönetenler? Ve de Zubizu, Tadım, Acıbadem, SEK, Seat vd. markaların sahiplikleri?.. Ya da Obradoviç’e, Bogdanoviç’e, Ekpe Udoh’a, takımı üç kupa kazanırken alkışladığı Ergin Ataman’a, Sinan Güler’e, David Platt’a, Doğuş Balbay’a, Jedi Osman’a ne demek istedi?..
Sadece ‘para’ görülüyor
Her oyun bizim için adı üzerinde ‘oyun’dur. Oyun insani etkinlik, bedensel faaliyet, bir arada olma gerekçesi, coşku, umut, mutluluk ya da hüzündür. ‘Oyun’dan bunu anlıyoruz. Belli ki, Fikret Orman futbol da dahil tüm oyunlara bakınca sadece ‘para’ görüyor. Eğer böyleyse elzem bir hatırlatmada bulunayım. Bir organizasyonu, bir markayı yükseltmek minimum da olsa işletme bilgisi gerektirir!. Kendini büyük göstermek için, dahil olduğun para üretim alanı ile ilgili böylesi küçültücü ifadeler kullanırsan sen de büyüyemezsin! En fazla devlet olanaklarını kullanarak borçlanırsın ve senden öncekiler gibi borcu bırakır, gidersin...
ULEB’i anlatmak gerek
Kapıyı ‘hırsızlık’tan açan Sayın Orman’a birilerinin ULEB’i anlatması gerekirdi. Unutmuş olabilir, 3 Mart 2015 tarihinde Finlandiyalı coach Henrik Dettman’ın imza töreninde hem de arkasında Turkish Airlines logosu görünürken şunları söylüyordu: “Beşiktaş basketbol takımın da, ben, EuroLeague şampiyonluğunu alabilecek bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum!..” Tabii daha kıymetli bulduğu (!) FIFA ve UEFA’nın geçirdiği soruşturmaları, oralardaki yönetim değişikliklerinin gerekçelerini de anımsamalı!.. Fikret Orman böyle de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım farklı mı? Ülkeyi televizyonun karşısına mıhlayan muazzam takımını övdüğünü sanıp, kendince ‘başarı’, ‘büyüklük’ çıtaları koyuyor hepimiz için. Diyor ki; “Bu kupa, spor dünyasının bu organizasyona verdiği değer göz önünde bulundurulduğunda, Türk spor tarihinde kulüpler bazında elde edilen en büyük başarıdır.”
‘Güçlü yönetici’ sananlar...
Yani Galatasaray’ın UEFA Kupası ve statü olarak olarak Avrupa’nın en büyük kupası kabul edilen ‘Süper Kupa’nın bir önemi yok artık... Beşiktaş’ın becerdiklerinin, sınırlı olanaklarla defalarca şampiyon olan Trabzonspor’un ya da Bursaspor’un... Artık en büyük biziz!.. Böylece bizler de hiçbir şey düşünemeyen, neden sonuç ilişkisi kuramayan, ‘bağlam’dan haberi olmayan, kitap defter karıştırmamış insanlar oluyoruz onun gözünde. Bundan böyle aklımız ve ruhumuzla değil, kendini muktedir sanan, kârın hepsini almaya ama zararı herkese bölüştürmeye yemin etmiş, kendilerini ‘güçlü yönetici’ sanan bu insanların istediği gibi düşünüp, yaşayacağız!.. Öyle mi?.. Birbirini aşağılayıp, küçük görerek, başkasının gayretini, emeğini, çabasını hor gören kimse büyük olamaz. Büyüklük böyle bir şey ise ondan uzak durup, büyüklenene karşı çıkmak insan olmanın görevidir..
‘’Çiçeklerle çocuklarla şampiyon..‘’
“Futbol insanın en tuhaf yanlarını, çelişkilerini en saf halde yansıtan oyundur” desem abartmış mı olurum? “Kıvanç ile mahcubiyetin, mutluluk ve kederin el ele olduğu oyundur” desem... Sezonun tartışmasız en iyisi Beşiktaş, dibine kadar hak ettiği şampiyonluğu aldı. Maç devam ederken baktım da balkondaki çiçeklerle birlikte rengarenktim. Birlikte kutladık şampiyonluğu...
Altı aylık kızım Leyla Olivia, ilk şampiyonluğu koca adamken yaşayan babasına nazire yaparcasına üçüncü yıldızın yakaya takıldığı sezonda doğdu. Bu bile Beşiktaş’a meftun olmama yeter de artar bile!..
Güzel günler için...
Yine de yolunda gitmeyen bir şey var bu işte! Küme düşmüş bir takımın sahasında olmayaydı bu eğlence iyiydi. ‘Efendi’liğe, ‘duruş’a daha bir yakışırdı. Hani Şenol Güneş söylemişti ya, “Cenaze evinde düğün yapılmaz” diye. Biraz öyle oldu. Gerçi diyeceksiniz ki, “Cenaze sahibi evi düğüne kiraya vermiş! Sana ne oluyor?” Gencebay’ın da dediği gibi “Bence sen de haklısın.” Ama serde Beşiktaşlılık var işte. Bir yerden hüzün icat etmek de bizim işimiz.
Şimdi biz, ben, Salih Mumcu, kasap Sezgin, berber Soner, nalbur Faruk, gümrükçü Suat geçen yıl yaptığımız gibi Kavacık Dörtyol’a usulca gereceğiz Siyah-Beyaz bayrağı!.. Sonra yol ortasında durup, hatıra fotoğrafı çektireceğiz gelecek güzel günler için.
‘’Şampiyonluğun keyfini çıkaralım‘’
Her açıdan izlenirliği düşük ligimizin en izleniri ve en farklısı Beşiktaş hafta sonu şampiyonluk maçına çıkıyor. Malum, rakip Gaziantep, kadrosunun yarısı kaybetmiş bir takım. Antep benzeri mali sorunlarla boğuşan takımların bol olduğu bir ligde ‘kalite’ ve ‘rekabet eşikliği’ aramak saçma olur kuşkusuz ancak bu, Beşiktaş’ın sahada şimdiye değin yaptıklarını gölgelemez. Yaş ortalaması yüksekliğinin tecrübe sayıldığı bir futbol kültürüne sahibiz. Oysa ‘tecrübe’, bilgi ve donanım sayesinde bilginin edinilme süresini kısaltabildiğinde kıymetlidir. Ülkenin futbol denklemini hem bilgi hem de onca yılın birikimiyle özümsemiş olan Şenol Güneş, denklemi çözüp ‘şampiyon teknik adamlar’ kervanına katılmıştır. Bir yandan takımının kırılgan savunma hattını tadil etmeye uğraşırken diğer yandan ofansif zenginliğini artırarak istediği sonucu almayı başarmıştır.
Güneş ve Beşiktaş birlikte yükseldi
Yani o, Beşiktaş’a, Beşiktaş da ona yardım etmiş, birlikte yükselmişlerdir. Tüm bunları düşünerek, “Kalacak mı, gidecek mi?” türü bulmacalar çözmeye kalkışarak zaman kaybetmenin manası yoktur. Bu tür anlamsız tartışmalar ‘zamanın tadını çıkarmayı’ engeller ki, gereksizdir. Zaten şampiyonluk kutlamalarından iki gün sonra herşey değilse bile çoğu şey unutulacaktır. Eskidendi aylarca sokaklarda kalan koca koca bayrakların altından evin yolunu tutmak! Şimdilerde insan duyarlığının, mutluluğunun iki tivitlik, bir instagramlık canı kaldı!. Eğer üçüncü tivitte konuyu değiştirmez, yeni ‘cin fikirler’, aforizmalar bulamaz, fotoğraflar paylaşmaz, capsler yaratamazsan maazallah bayatlarsın!.. Bu nedenle, Beşiktaş’ın üçüncü yıldızı takmasına ramak kalmışken Başkan Fikret Orman’ın ülkedeki çoğu yöneticinin yaptığı gibi sık sık medyadan şikayet etmesine, hayali kimliklerle dövüşür gibi yapmasına gerek yoktur! Geçmezsin kameraların karşısına, didişmezsin ismini veremediğin gazeteci/yorumcuyla, tadını çıkarırsın şampiyonluk yolculuğunun olur biter!
Hayali düşmanlara dikkat
Taraftarlar açısından da yöneticilerin bu ‘dil tuzakları’na, ‘hayali düşman yaratımları’na düşmemeye dikkat etmek gerekir. İnsan biraz düşünür! Ülkenin ve dünyanın en tanıdık iletişim markalarından birinin sponsorluğundaki bir takımı hangi gazeteci, yazı işleri müdürü, yayın yönetmeni ya da gazete sahipliği algı yaratarak yıpratmak ister ki? Böyle bir şeyi neden yapsınlar? Neden futbolun ekonomik değerini düşürüp kendi mesleklerini, işlerini baltalasınlar ki? Eski bir gazeteci, yıllarını Beşiktaş’ın üç tribününde - yeni açık, eski açık ve kapalı - geçirmiş biri olarak söylüyorum, bu tür yönetici tevillerine inanıp, bunları gerçek sanarak sakın ola küşümlenmeyin!.. Hep birlikte şampiyon olmanın keyfini çıkaralım...
‘’Şampiyonluğu aldı diyebiliriz!‘’
Ligin bu vakte kadar en izlenir maçlarına neden olmuş Beşiktaş, sahadakilerle işi bitirdi. Beşiktaş epey önce koparması gereken şampiyonluğu artık aldı diyebiliriz.
Devre arasında yürürlüğe konan transfer politikası nedeniyle Beşiktaş yedek kulübesi sıkışık maçlar için ‘çözüm üretir’ olmaktan uzaklaştırıldı. Daha çok önde götürülen maçları elde tutabilecek savunma nitelikli oyuncular birikti kulübeye. Artık ne yapılacaksa sahadakiler yapacaktı. Dün de sahadaki Atiba’sız kadro maç dengeye gelse Cenk dışında çözümsüzdü. Kaldı ki, onu sahaya sürmek için kimi ‘feda edecekti’ ™enol Güneş, orası da soru işareti. Kasımpaşa, İnönü’deki o bildik tempoya ortak olmaya gayret edince zevkli ama Beşiktaş açısından riskli bir maç çıktı ortaya! ‘Erken gol’e verilen ‘acil yanıt’ Beşiktaş’ı gerdi denemez ancak verimli oynamasını engellediği de bir gerçek. O nedenle ilk devre boyunca topla oynama ve pozisyon kurgulama oranına göre verimliliği hayli düşük kaldı.
Düzensiz yakalandı
Bunun nedenlerinden biri kuşkusuz, Kasımpaşa’nın özellikle ilk yarıda Atiba’nın olmadığı orta sahaya yüklediği yüksek enerjinin yaratabileceği risklerdi. İkinci bölgede yapılacak top kayıpları yüksek gol riski demekti. Bu nedenle kanat hücumları öncelikliydi çünkü bu düzen savunmada güvenliği artırırdı. Talisca’yı daha az görmemizin nedeni de buyduÖ İkinci devrenin hemen başında Kasımpaşa tam da Beşiktaş’ın beklediğini bir hata yaptı!.. Orta sahaya doğru kat etmeye çalışırlarken Oğuzhan baskıyla topu kaptı ve işçilik kokan bir topuk pasıyla oyunu takımı için aktif hale getirdi. Kasımpaşa’nın çok koşan orta sahası düşürken savunma da çıkış anında düzensiz yakalandı. Artık iş becerideydi ve top da iki becerilinin hükmündeydi; Aboubakar/Talisca... Ve maç bitti!..
Hemen toparlandı
Ligin bu vakte kadar en izlenir maçlarına neden olmuş Beşiktaş, sahadakilerle işi bitirdi. Onlar açısından ‘en kritik maç’ denilen karşılaşmayı ikinci devre kurdukları düzenle ve kendilerini savunmak yerine rakibi savunmaya zorlayarak güle oynaya kazandılar. Kendine bir şey yapmazsa bu ligi Beşiktaş’tan almak zordu. Bir ara kendilerine bir şeyler yapar gibi oldularsa da tecrübeli ve yetenekli oyunculardan kurulu kadro işi hemen toparladı. Elbette lig bitmedi ancak görece daha kolay maçlar oynayacak Beşiktaş epey önce koparması gereken şampiyonluğu artık aldı diyebiliriz!..
‘’Sneijder böyle istedi‘’
Futboldan taraftarı çıkardığınızda geriye izlenmeye değer çok az şey kalıyor... Yöneticiler eliyle izlenmez hale getirilen bu güzel oyun ile aramızdaki ilişki de gitgide anneannem Binnaz Hanım’ın dediği şeye dönüşüyor; “22 kişi koşuyor, siz de boş boş bakıyorsunuz!” Durumu şöyle karikatürize edebiliriz; “Taraftar yoksa futbola gerek yok! En iyisi aramızda maç yapmak!” Yine de ne iyi ki, çoğumuzun bu oyuna duyduğu sevda dipdiri. Zaten hüznümüz, itirazımız, isyanımız da bu sebepten değil mi?
Webo&Aminu baskı yapmadı
Peki, “Dün akşam sahada neler oldu?” diye düşünürsek... Bu kadar para ve enerji harcayıp, umut dağıtmış bir takım olarak Galatasaray’ın ilk 20 dakika içindeki savunma kurgusu, hem de hızla ligin dibine yaklaşan Osmanlı karşısında, acınacak haldeydi. Sağdan Sabri, soldan Linnes’i her defasında ekarte ettiler. Ön oyuncuları Webo ile Aminu hata yapma payı yüksek Ahmet ile Semih’i bilinçle baskı altına alsa ya da ofsayta yakalanma problemlerine özen gösterseler oyunun senaryosunu daha bu bölümde değiştirebilirlerdi. Ancak konu futbol, hele de ‘bizim ülkedeki futbol’ olunca, neyin ne zaman değişeceği belli olmuyor! Osmanlı senaryoya el atamayınca sahadaki en özel iki oyuncudan biri olan Sneijder -diğeri Muslera- Galatasaray’ın ilk organize atağında, “O zaman böyle olsun” dedi ve golü yaptı.
Sinan’dan izlenesi gol
Golden sonra oyun iki kale arasında oynanmaya başlamıştı ki, o düzensizlikten Sinan’ın izlenesi golü çıktı. Oynanan alan uzadıkça da ‘takım savunması’ denen yük müdafaa oyuncuları ve kalecilerin üzerine kaldı! İki hücumla iki gol bulup skor avantajını eline alan Galatasaray ikinci devre savunma önüne kümelenip tempoyu ayarlamaya çalıştı. Ancak bu kadar güçsüz görünürken bunu başarmak hayli zor olacaktı, olmadı da!
İyi bir maç ama...
Baştan beri oyuna arzu koyduğu halde beceri ekleyemeyen Osmanlı ise yüklenip durdu fakat yetmedi. Çünkü futbol efor olduğu kadar ‘alan yaratma ve yaratılan alanları kullanma oyunu’dur da. Osmanlı’da eksik olan buydu. Topu belki doğru yerlere götürdüler ama oradakiler ‘doğru’ davranamadı. 75’e doğru onlar da güçten düştü ve Galatasaray’ın her çıkışında az adamla yakalandılar ancak skor değişmedi. Stadyuma gidenler de, televizyon başındakiler de ‘iyi bir maç’ izlediler kuşkusuz ama günümüzde kullanılan kavramları kullanmaya kalkarsak buna ‘güncellenmiş futbol’ demek epey zor olur!
‘’Düzenli, güvenli ve hedef odaklı‘’
İlk devre topu bolca gezdirip Bursa’yı topun peşinde koşturup durdular. Böylece ikinci devreye daha diri girecek kadar tasarruf yapmış oldular. Her açıdan zor bir maçtı Beşiktaş için.
‘Ligin en tatmin edici futbol oynayan takımı olarak anılan Beşiktaş maçların ilk devrelerini genellikle ‘temkin/kontrol’ tonunda geçirir. Bulursa atmaz değil ama eforu yükseltip gerçek ritmine ulaştığı vakitler genellikle 50’den sonraki dakikalara denk gelir. Bunun nedenini anlamak zor değil! Yaş ortalaması 30’a yakla∫an bir oyuncu topluluğuyla oynamak zorunda olmak... Dün ak∫am da öyle oldu. İlk devre topu bolca gezdirip Bursa’yı topun peşinde koşturup durdular. Böylece ikinci devreye daha diri girecek kadar tasarruf yapmış oldular. Devre boyu sadece Quaresma ile o da haniyse kanat çizgisinin bir metre içinde işlevsizce oyalanıp durdu Beşiktaş. En heyecan verici işlerini beş dakika uzamış devrenin 48. dakikasında yine arkadan bol pasla geldikleri akında gerçekleştirdiler.
Yıldırım hareketi görse...
Futbol adına neredeyse izlenir tek aksiyonun gerçekleşemediği devreyi son düdükten önce yaptığı manasız faulle renklendiren ise Quaresma oldu!!.. Yersiz ve kırmız kart olabilecek - faulünün ardından bir de hakemin kararını alkışladı!. Tuhaf!.. Hakem Bülent Yıldırım hareketi görse ya da yardımcıları Yıldırım’ı uyarsa yok yere oyundan atılacak. Üstelikte Bursa’nın tek hücum tehdidinin olmadığı bir maçta... Daha da tuhafı şampiyonluğa en yakın takım olan Beşiktaş’ta birçok mevkiide ikinci bir oyuncunun olmaması!..
Beşiktaş oyuna hükmetti
Vasat futbol ülkesi Türkiye’de yıllardır ‘mühim oyuncu’ olarak algılanan Bogdan Stancu’nun ikinci devre oyuna girmesiyle Bursa hareketlenir gibi oldu. Ancak Aziz Behich’in sakatlanmasıyla bu kez de sol tarafını baştan sona değiştirmek zorunda kaldı ve taraftarının yüksek coşkusuna rağmen zaten hücum anlamında işlemeyen düzeni iyice işlemez oldu. Nihayet 60’a gelindi ve sessiz sedasız giden oyun Beşiktaş’ın ‘ihtiyaca binaen ani ∫eker yüklemesi’ ile kısa sürede bir tür pozisyon düellosuna döndü. Atiba/Cenk değişikliğiyle riske giren Şenol Güneş, Oğuzhan ile Tolgay’ı göbeğe alarak top oyununu zenginleştirmeyi hedeflemişti ki, tartışmalı golcüsü Cenk’le golü bulup oyunu da istediği düzene getirdi. Oğuzhan ile Tolgay’ın birbirlerine yakınlığına Aboubakar’ın önde top saklaması da eklenince oyuna daha hükmeden Beşiktaş, fırsatları kollamaya başladı!.. Onlardan bir de son saniyede geldi...
Zor maçtı
Maçın önemli bölümünde etkisiz görünen Beşiktaş beklenenin aksine gergin değildi. Güneş’in planını daha iyi uygulayabilirlerdi elbette ancak yine de onun istediklerini yapma konusunda kendi seviyelerine ulaştılar. Rakibi kalelerinden, Kubilay’ın pozisyonu hariç, uzak tutarken takımda ciddi bir tedirginlik gözlenmedi. Golü atarken Tolgay, Aboubakar, Cenk üçlüsünün kendinden emin, çevik ama aceleci olmayan üslupları bu durumun en iyi göstergesidir sanırım. Her açıdan zor bir maçtı Beşiktaş için. Başakşehir’in yüklediği stresten kurtulurken Bursa çok zorlamasa da güvenli oyun oynayabilme becerilerini test ettiler ve şampiyonluk yarışında bir haftayı daha ceplerine koydular.
‘’30 dakikada stresi Beşiktaş'a yüklediler‘’
Ülkemiz futbolunun neredeyse yegane mottosu olan “Rakibimize pozisyon vermedik”, esasen aralarında Abdullah Avcı’nın da bulunduğu teknik adamlar kuşağını anlatır. Ne mutlu ki Avcı, mottonun bu haliyle çok şey ifade etmediğini göstermeye çalışan bir oyun karakterine terfi etti. Ya da etmeye çalışıyor. Ancak işi zor... Çünkü artık onun yürüdüğü ve aşmaya çalıştığı yollarda yürümeye çalışan ciddi bir teknik adam kalabalığına karşı oynamak zorunda.
Özat’ın planı doğruydu
Üslubuna dair çekincelerimi saklı tutarak söylüyorum, Ümit Özat elindeki kadroyla ne yapacağını bilen bir teknik adam. O nedenle ceza sahası önüne çoğunlukla beş, önlerine de iki adam koyunca içeri sızmaları engelleyeceğini biliyor. Böylelikle de galibiyeti değil ama mağlup olmamayı ilk plan olarak cebine koyuyor. Geriye müdafaaya da destek veren Aydın ile Rantie ve Khalili’nin süratine dayalı hızlı hücumlar kalıyor. Bu maçta da benzeri oldu ve golü buldular, ilk devre yüzdeyi tuturabilseler fazlasını da bulabilirlerdi. Ama bu model oyunculardaki beceri seviyesini artırabilir mi, işte soru işaretinin büyüğü tam da burada!
Hiçbir şey yapmadılar
Başakşehir’in yediği gol ilginçten de öteydi. Kaleci Hopf’tan çıkıp Rantie’ye ulaşan topa gole kadar eşlik eden tek oyuncu sol kanat Cengiz Ünder’di. Diğerleri sadece aktif izleyici olarak olayın içinde yer aldı! Devre boyunca kalabalık içine sızamayan Başakşehir üstüne bir de Mahmut’un yokluğunda ‘başı boş topları’ ele alamayınca akın sürekliliği sağlayamadığından tempoyu da ayarlayamadı. Oysa top rakiplerine göre onların ayağında daha çok kaldı. Lakin verimlilik de bir o kadar düşüktü. Bu nedenle kazanmak zorunda oldukları maçın ilk devresi için “Haniyse hiçbir şey yapmadılar” denilse kimse çıkıp “Sen hangi maçı izledin?” diye soramaz!
Oyunu değiştirince...
Abdullah Avcı, maçın böyle dönmeyeceğine 57. dakikaya doğru karar verdi. Stoper Bekir ile forvet Pektemek’i değiştirip Gençlerbirliği ceza sahası önü ve içinde sayısal eşitliği sağladı. Ve bundan sonra maç nihayet maça benzedi... Koşu hızı ile mücadele yükselirken, pozisyon sayısı arttı ve bu oyunu izlememize neden olan goller de art arda geldi. Gençlerbirliği açısından durum şöyle cereyan etti; yapacaklarını yapmaya çalıştılar. Ancak rakipleri oyunu değiştirip maçı onlar için bir parça zorlu hale getirince yeni duruma adapte olamadılar ve oyunlarının azami karşılığı olan bir puanı alamadılar.
Ligin en iyisi
Başakşehir açısından ise... Kazanmak zorunda oldukları maçın süresini 30-35 dakikaya düşürüp yedek kulübesinden aldıkları katkıyla kazanmayı bildiler. Ve böylece stresi Beşiktaş’a yüklediler. Taktik disipline bağlılık ve uygulama açısından ligin en yüksek kalitesi onlarda. Gelecek sezon halletmeleri gereken en büyük sorun ise ‘becerili oyuncu sayısı’nı artırmak olacak. Onlar açısından artık ‘giderilemez olumsuzluk’ ise Emre Belözoğlu’nun saha içi vücut dili! Televizyon karşısına geçen hemen herkesin sinir katsayısını bir çırpıda yükseltme becerisi erişilmez noktalarda olan Belözoğlu, bu sempatik takıma futbol becerisiyle katkı sağlarken bireysel algısı nedeniyle de zarar veriyor. Belki de ülkenin açmazı bu; iki olumluluk aynı anda bir arada olamıyor nedense...
‘’Memleketimden futbol manzaraları!‘’
Ülkemiz futbolunda taraftarların büyük çoğunluğu tuttuğu takım aleyhine sürekli komplolar kurulduğu yanılsamasıyla hayatta tutulur! Gerçi maçlara giden yok ve bu kayıtsızlığa ‘bir tür itiraz’ da diyebiliriz ancak futbolun muktedirleri bu durumdan pek rahatsız görünmüyor. Tersine, bu sayede kaynakları gönüllerince her vurup harman savuruyorlar ve işler aynı tas aynı hamam, sürüp gidiyor! Bakın sadece bu hafta neler gördük ve gördüklerim bana neler düşündürttü...
Terim fotoğrafı çektirdi!
* Son Avrupa Şampiyonası’nda takım içinde neler yaşandığını açıklayamayan Fatih Terim ve ekibi, U17 Milli Takımı İtalya’yı 2-1 mağlup edip çeyrek finale çıkınca çocuklarla ‘aile fotoğrafı’ çektirdi. Düşündüm... Acaba Bakü’deki İslami Dayanışma Oyunları’nda Cezayir ve Umman’a mağlup olan U23 Milli Takımı’ndaki gençlerle de benzeri fotoğraflar çektirilir mi? Yoksa ülkenin tanıdık karakteristiği, “Kârın tamamı benim ama zarar olursa bölüşelim” yine devreye mi girer!
Sportif direktörlük...
* Galatasaray Başkanı Dursun Özbek’in kardeşi Mehmet Özbek artık Florya’yla ilgilenmeyip ‘aile işleri’ne odaklanacakmış! Ancak Sayın Özbek, A.Ş.’deki görevinden de istifa etmemiş! Düşündüm... Kapıda adı yazan ancak odada sandalye / masa / sümen / kalemi olmayan biri o makamı neden işgal eder? Ve başkan böyle bir ‘yönetici tipi’ni nasıl içine sindirir?
* Sayın Özbek’in ‘Florya’yı boşaltması’nın nedenlerinden biri Cenk Ergün’ün sportif direktörlük belgesini almasıymış! Düşündüm... ‘Belge’ olmadan Ergün ya da muadili biri -diyelim Levent Nazifoğlu- farklı şeyler mi yapıyordu ya da yapacak? O kurslarda konuşmacı olanların hepsi değil ama çoğu -Dikkat, ders verenlerin demiyorum - sorunların bizzat merkezinde değil mi? Emre Belözoğlu’nun hem kursiyer hem konuşmacı olduğu bir yerden alınan ‘sportif direktör belgesi’, “Bu işi başkaları değil sadece bizim seçtiklerimiz yapsın” anlamına da gelmez mi!
Niye Orman savunuyor?
* Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ın PFDK’ya sevk edilen Anderson Talisca’yı bizzat savunacağı haberlerini okuduk. Düşündüm... Bu kulübün ‘hukuk, mevzuat bilen’ hukukçuları yok mu? Hatırlanırsa Lyon maçındaki olaylar nedeniyle Orman’ın kulübü bizzat savunmak için “Nyon’a uçtuğu” haberlerini de okumuştuk. Sonuç; Beşiktaş’a UEFA turnuvalarından 2 yıl ertelemeli 1 yıl men cezası!
Bu oyuna yakışmıyor...
* Bu ülkede ‘had bildirme’ geleneksel bir tutumdur. Kendini ‘güçlü’ gören sık sık ‘güçsüz’ gördüklerine had bildirme şenlikleri düzenler! En son Yemen Ekşioğlu, ‘had bildirme’ işine soyundu. Oysa, “Cenk’i zevk için Beşiktaş Meydanı’nda yarım saat döverim” diyerek apaçık özür dilenmesi gereken şeyler yazdı. Düşündüm... “Özür dilediğini” belirten biri sözlerine ‘ancak’ ya da ‘ama’ diye devam ederse o işin bir kıymeti kalır mı? Benzetme yapmanın ya da Ekşioğlu’nun deyimiyle ‘motive etme’nin daha zekici yolları bulunamaz mı? Başkanların herkesin gözü önünde insanları tokatladığı ve bunun için de neredeyse ‘takdirname’ beklediği bir ortamda ‘döverim, ‘asarım’, ‘keserim’, ‘haddini bildiririm’ türü ifadeler oyunun ve haliyle hayatın ruhuyla örtüşür mü?