‘’Ezip geçtiler‘’
Türkiye’de futbolun gelişememesinin nedenlerinden biri de, 'Rakipsizlik’tir. Karagümrük oyunda uzun süre o kadar yoktu ki, Beşiktaş mı 'Döktürüyor’ rakip mi ‘Yok hükmü'ndeydi ayırt etmek zordu! Beşiktaş soldan, N’Koudou üzerinden yürüdükçe Karagümrük teğellenmiş gibi söküldü. Oysa sol bek Caner’in yerleştiği koridor da o kadar verimliydi. Ancak 'Orta sever’ ülkenin en bildik ‘Orta açıcısı ’Caner’in üzerinden yüklemediler değil ama direklere takılıp durdular. Yine de ilk golü yine o koridordan buldular.
Ülkenin büyük şöhretlerinden Diagne’yi de ilk devre sadece hakeme itiraz anlarında görmüş olmamız futbolun ’Transfer’le özdeş tutulduğu ülkede durumumuzun özeti olsa gerek! İkinci devre, ilk devre bitirilmiş işin devamı olarak geçecekti ki, ‘Sıradan’ı baştacı etme konusunda pek mahir olan ülke genetiği devreye girdi! Diagne ülke yıldızı Caner’in (!) kornerden gelen topuna ayak koyup golü attı. Böylece maçı anlatan arkadaşın Caner’i ’Tam bir duran top ustası’ diye tanımlaması da anlam kazanmış oldu! Golden sonra maç koptu! Orta sahanın olmadığı, topu alanın gittiği ya da uzun vurup ortalığı karıştığı, 'İyi bir gösteri’ye dönüştü maç. Bu arada yardımcı hakem Hakan Yemişken, VAR’dan önce incecik ofsaytlar yakaladı durdu! Elbette takdirname beklemiyordur ancak ‘Yasin Kol’un başına gelen kısa sür sonra onun da başına gelir mi?’ diye düşünmeden edemiyor insan.
Can havliyle savundular
Beşiktaş’ın uzun süre ezip geçtiği bir maçtı. Rahat rahat oyun kurup, rahatça oynadılar. Topu da kullandılar, alanları da. Ancak 65’ten sonra anlaşılmaz biçimde onlar da kayboldu! Weghorst ileride yapayalnız kaldı. Karagümrük’ün plansız hücumları kolayca savuşturulduysa da topu ön alana efektif biçimde taşıyamadılar. Çünkü 3-1 öndeki takım rakibini son 30 metrede karşılamaya yeminli gibiydi. Karagümrük şuursuzca yüklenirken Beşiktaş da can havliyle savundu ceza alanını! Yine de bir son dakika golü bulmayı bildiler. Skora rağmen kendine güvenli bir ‘Tasarım oyunu’’ oynayamadı Beşiktaş. Kısaca, skora rağmen gelecek için ‘Belirsizlik’ hali sürüp gitti.
‘’Böyle istedi İsmael!‘’
Beşiktaş, ilk maçını dört golle kazanan rakibine karşı son anda kazandığı bir önceki maç gibi mi oynayacaktı acaba? Çünkü, ilk maçın ilk devresinde 'Dinlenip’ fiziksel yeterliliğini ikinci devreye saklamıştı. Ancak Alanya’da tam tersi pratik, güçlü, dayanıklı ve bilinçli başladılar maça. Weghorst’un dağıttığı ön alanı başta N’Koudou, devamında Ghezzal ve Salih ile savurup durdular. Uzun oyuncusunu arka direğe gönderip attıkları ilk golün ötesinde özellikle Salih’in attığı golün organizasyonu, alan yaratımı ve kullanımı açısından fevkalade olumluydu. Maç3-0devam ederken genç Emrecan’ın gerek kendini hiç yoktan attırması gerekse olayın ardından hakeme itiraz etme hali ülkenin çocuklarını nasıl yetiştirdiğinin olumsuz örneğiydi.
İkinci devre, 10kişilik takımın olası fiziksel kayıplarını düşünen Valerian İsmael maça 'El koyma’ya karar verdi! Üç verimli hücumcusunu (Ghezzal,Salih,N’koudou) ikisi savunmacı (Montero,Necip,Boyd) üç isimle değiştirince maçın rengi de değişti. Alanına kapandı Beşiktaş. Özellikle ceza sahasını kapatıp Alanya’yı ülkemizde en sevilen ancak çok çok az iş yapılan uzun ve belirsiz ortaya zorladılar. Ancak hücum olmadan artık doğru savunma tesis etmek hayli zor. Beşiktaş, ceza sahası içi yerleşimini iyi yaptığından işler uzun süre iyi gitti ancak bu kadar geride kalabalık kalmak riskli ve 'Kaza’ya açıktır.
Pas cimrisi ülke!
Saiss de o kazayı yapınca Alanya’yı yeniden maça aldılar. Ve ardından bir ‘Kaza’ daha! Kazanç ‘Kaza’sını da arayıp durdu Alanya ama tutturamadı! Maç bu hale geldiyse/getirildiyse bu daha çok tercihti, Valerian İsmael’in tercihi! Son bir not... Malum, pas cimrisi bir ülkede yaşıyoruz! Dün akşam her iki takım da set oyunlarında pas çoğaltmak yerine 4-5pas sonra mutlaka ’Bitirici pas’ ya da orta atmaya yönelip durdular. Tahmin edilir ki, çoğu eriyip gitti. Oysa pas, kendi oyun zevki kadarrakibi savunmada savurma ilkesini de içerir. Top ele geçtiği anda pas sayısını artırmaya çalışmak gole götüren temel ilkedir. Alanya ikinci devre bunu yapabildiyse bu kendilerinden daha çok Valerian İsmael’in tercihleri sayesinde gerçekleşti.
‘’Ghezzal'ı bulana kadar!‘’
Sezon başı yüklemelerinin ağırlığı kuşkusuz önemli etki ancak Beşiktaş açısından böylesi bir ilk devreyi bununla açıklamak mümkün olamaz. Bir diğer gerekçe, kaleci dışında neredeyse her bölgenin yeniden ama manasızca oluşturulmuş olması denebilir. Bu daha kabul edilebilir... ‘’Hiç hükmünde’’ oynanan devre gösterdi ki, Beşiktaş’ın pas bağlantılarının olgunlaşması bu orta sahayla epey bir zaman alacak gibi duruyor! Ghezzal’ın doğaçlamalarına bel bağlanmış, yegane seçenek ise uzun Weghorst’a indirilecek uzun kenar topları olmuş. Örneğin, 54. dakikada maçın ilk bol paslı organizasyonunda Masuaku birkaç opsiyona rağmen yine uzuna ‘’ortaladı’’! Öte yandan Kayseri az geldiği pozisyonların neredeyse tamamında gole yakın durdu.
Karimi atılınca...
Maçta ta ki, ilkinin benzeri saçma bir giriş yapan Karimi’nin kendini attırmasına kadar. Ardından Beşiktaş oyunu karşıya yığdı ancak ya yüksek top ya şut seçeneğinin dışında ‘’özel bir şeyler’’ yapamadı. Ne hikmetse, Kayseri ceza yayı içi ya da üzerindeki arkadaşlarını görmezden geldiler! Ta ki 96’da yay içine gelen Ghezzal’ı bulana kadar...İkinci devre tempoyu yükleme konusunda daha iyi görünen Beşiktaş’ın Weghorst’un varlığından yararlanıp o dahil farklı seçeneklerle gol araması şart görünüyor. Yoksa bu ‘’orta’’cı yaklaşımı tedavi etmek ilerleyen haftalarda rakipler açısından kolay çözüm olur.
Takdire şayan!
Birkaç not: Ne kadar kızarsa kızsın taraftarları ama Necip hâlâ bu takımın en önemli parçası. Hem de her açığı kapatan bir parça... Ve yine taraftarın önemli bölümünün yere göğe koyamadığı Cenk Tosun’un o kadar kısa sürede kendini attırmayı başarması da takdire şayan olsa gerek!.. Carole! Mensah! Bu ülkeye bir kez giren yabancı oyuncuların bir daha dışarı salınmamasının iyi örneklerinden. ‘’Bizde oyuncu yetişmiyor’’ diyenlerin baş tacı oyuncularından!..
‘’Son derece kıymetli‘’
Ülke, ‘’üçlü mü dörtlü savunma mı?’’yı tartışa dursun Fenerbahçe sezona yine üçlü görünümlü bir formasyonla giriş yaptı.. Ve ilk devre boyunca hücum bilgisi olan ama onu uygulayacak oyuncu yeterliğine sahip olmayan bir takım karşısındaydı dün akşam. Altınordu yetiştirmesi kaleci Ertuğrul Çetin’e ulaşamayan Slovacko’da Iraklı Doski hariç ilk 11’in tamamı Çekya’dandı. Yaş ortalaması bizim ülke ortalamasının bir parmak üzerindeydi ama iki takım arasındaki tahmini piyasa değeri arasında da uçurum vardı; 187 milyon Euro'ya karşın sadece 9 milyon Euro! İlk devre boyunca baskılı oynayan Fenerbahçe tehdit olmamasına rağmen ayağı iyi Arao’ya en arkadan oyun kurdururken orta sahadaki yüklenicisini Miha Zajc olarak belirlemişti.
Arao üzerinden yürüdü
Yine de işler baştan beri takımın en görüneni olan Arao üzerinden yürüdü. İki kenar Ferdi ile Osayi öne akıyordu akmasına ama sınırlı sayıdaki Slovacko ataklarında defansif zaafları da ortaya çıkmıyor değildi. Kiev maçının tartışılan ismi Emre Mor da rakip hücuma çık(a)madığı için ön alanda ‘’döktürdü’’ durdu… İkinci devrenin başında Slovacko 10 kişi kalınca onlar açısından zaten kurgulanamayan oyun dengesi iyice bozuldu. Baştan beri topu rakip alana yıkan Fenerbahçe ise lig öncesi son derece kıymetli bir ‘’pas antrenmanı’’ yapmış oldu. Bu maçla birlikte Jorge Jesus kafasındaki ikili ve üçlüleri de tasarlama fırsatı yakalamıştır diye düşünüyorum.
‘’Rahat oynadı, rahat kazandı‘’
Sezon başı... Bedenler henüz tempo için hazır değil ama sezon içinde de bu ritmin üzerine çıkılır mı? Elbette çıkılmaz. Ülkede çoğu teknik adamın amacı yenilmemek! Yenmek ise 'Yakalama’ya yani 'Kontra’ya kalmış... 32 yaş ortalamalı 'Tecrübeli Sivas’ da bu takımlardan biri. Hocasının onca tecrübesine rağmen Sivas’ta hâlâ kornerlerde ön direğe bir adam sarılıyor. Ancak bu tutumdaki çoğu takım gibi onlar da kornerden gelen toptan arka direkten gol yedi! Öyle ya da böyle gol atacağından emin görünen Trabzon ise ilk devre boyunca dengeliydi. Oyuncular birbirlerinden kopmadan oynadı. Evet, topun öne taşınması konusunda epey ağır kaldılar ama kontra oynayan rakiplerine karşı onların da ilk planı güvenlikti. İkinci devrenin hemen başında Visca’nın orta dahi olmayan amaçsız ortası Cornelius’a bir gol daha yazdırdı.
Bireysel hatalar can simidi!
Bu tip goller bizde ’Bireysel hatadan gol yedik’ diyen teknik direktörlerin can simididir. İlk goldeki ’Bireysel hata’ kiminse artık? Trabzon’da yeni transferleri, örneğin Eren Elmalı’nın performansını ölçecek bir maç olmadı. Ancak maç boyunca Trezeguet’nin de adı pek duyulmadı. Tıpkı rakibin 36 yaşındaki santrforu Yatabare gibi! 80’inci dakikada 4-0 gerideyken üçe iki yakalanan Sivas’ın sahada pek görünmediği maçta Trabzon rahat rahat oynadı. Hâl böyle olunca teknik direktörü Abdullah Avcı da takımıyla birlikte bir kupa daha kazandı. Son not...Hani hakemler ‘Yüreksiz’, ‘Eyyamcı’ deniyor ya ülkemizde! Maçın hakemi Mete Kalkavan kime, nerede, ne demişti hatırladınız mı?
‘’Set oynayıp geçtiler!‘’
Maç tahmin edilebilir başladı. İlk 30 dakikada Fenerbahçe tempo yükleyip aradı, Dinamo Kiev savunma boyunu kısa tutup defans arkasında boşluk gözledi. Kiev o boşluğu bulamadı ama Fenerbahçe ilk maçta olduğu gibi iki üç ‘’olabilir pozisyon’’ üretti, olmadı. Arao’nun atak başlangıçlarını organize etmek için stoperlerin arasına girişlerinde hem savunma üçlenerek güvenlik sağlandı hem de Ferdi ile Osayi’nin kenarlara daha rahat yerleşmesi mümkün oldu. Lakin orta saha ile forvet hattı arasındaki bağı kurması beklenen İrfan Can yetersiz kalınca verimlilik de süreklilik de mümkün olamadı. Fenerbahçe orta sahada sayısal olarak üstündü ancak 30’dan sonra Kiev tempoyu aşağı çekince pozisyon fakiri dakikalara mahkum olduk. İkinci yarıya tahmin edilebileceği İrfan’sız başladı Fenerbahçe. Yerine giren Emre Mor bu devrenin ilk ciddi ataklarının içindeyse de orta saha savunmacısı İsmail’in atılması denklemi değiştirdi.
Temasa yeltenmedi!
Savunma için daha yüksek efor gerekiyordu ama gol öncesi yapılan onca Kiev pası sırasında Fenerbahçeli tek bir oyuncu bile temasa yeltenmedi! Düşündüm; ‘’Acaba maç öncesi yaşanan faul polemiğinin etkisinde mi kaldılar?’’. Eksik Fenerbahçe gol sonrası dağınıklığı toparlayamayınca Jesus, yeni oyuncularla yeni bir plana geçti ve o ara Emre Mor yine kenara alındı. Yine de akan oyundan gol zor görünüyordu artık seçenek duran toptu, uzatmaya götüren gol de oradan geldi. Maçın büyük bölümünde pas yaptığı için zinde kalan Kiev, uzatmada da stilini koruyup tehlikeler yaratmayı sürdürdü. Attıkları ilk goldeki gibi yine pasla yarattıkları alanları doğru kullanıp tıpkı hentboldeki gibi sürekli set oynayarak ikinci golü de bulup turu geçtiler.
‘’Kazanmak istediğini gösterdi‘’
Özletiyor bu oyun kendini! Taraftarı olduğumuz takımın duygusu başka ama bir oyun olarak futbol takım fark etmeksizin bambaşka... Dün akşam Fenerbahçe, ilk 20 dakikadaki önde baskısı dinene kadar özellikle sol koridordan gayet olumlu çalıştı. Ferdi destekli Rossi hücumları vaatkârdı. 20-30 arası Dinamo Kiev biraz görünür gibi olduysa da Fenerbahçe yeniden maça el koymayı bildi ve üst üste heyecan verici pozisyonlar buldu. Gerek zaman zaman defans içine girip oyun kurulumunda gerekse öne hamlelerde, Arao anahtar oyuncu rolündeydi. Hâl böyle olunca kenarlardan Ferdi ile Osayi orta sahadan da İrfan ile İsmail ilk devre boyunca maçın en görünenleri oldu.
İstanbul'da turu geçer
İkinci devreye Serdar/Tisserand değişikliğiyle başlayan Jesus arkada ayağı görece daha iyi bir stoperi oyuna göndererek orta sahada Arao/İsmail/İrfan üçlüsünü daha verimli hale getirmek istedi. Ancak bu düzenden verim alınamayınca Lincoln ile Bruma’yı oyuna atıp beceri faktörünü öne koyan oyuna döndü. Ve nihayet maçı kazanmayı istediğini gösteren Arda/Serdar değişikliği... Kısaca Fenerbahçe maçı kazanmak için yapılması gerekenleri yaptıysa da mümkün olmadı. Ancak oynanan oyun, maçın lehine işleyen temposu, oyuncu değişikliklerinin getirdiği seçeneklerle oluşan fırsatlar gösterdi ki, bu Fenerbahçe turu İstanbul’da geçer.
‘’Doğru oyun zaferi getirdi‘’
İlk 10 dakikadaki hareketlilikten sonra hızla ülke normallerine ulaşan kupa finalinde acaba golü kim atacaktı? 36 yaşındaki Mustapha Yatabare mi yoksa Mustafa Pektemek (34) mi? İkisi de olmadı. Savunma takımı olarak nam salmış Sivas, kolay savuşturup hatta hücuma dönüştürülebileceği Kayseri ortasında golü yedi. Peki bu nasıl oldu? Sivas savunmada bir fazlaya geçmeye çalışırken sol bek Uğur Çiftçi içe kayıp stopere yaklaşınca alan darmadağın oldu! Yani Uğur, stoper mi bek mi derken pozisyonunu kaybetti ve en olmayacak yere vurdu topu. Bir zamanlar ’Fenerbahçe’nin geleceği’ diye adlandırılanlardan Ramazan Civelek de esasen Pektemek’ten bekleneni yaptı. Sivas karşılığı önce, tahmin edilebileceği gibi ‘Bilindik bir duran duran top’la verdi. Öne çıkışları ise ancak oyunun yavaşladığı, daha doğrusu Emrah Başsan’ın dolayısıyla Kayseri’nin yorulduğu bölümlerde mümkün oldu. Rakip hücumlar ortadan kalkınca Sivas oyunu iyiden iyiye işlemeye başladı. Örneğin 80’de Erdoğan Yeşilyurt’un kaleciye karşı karşıya bırakılması gibi. Oyun, uzatmaya gidene kadar ülke ortalamasını yakalamış gibiydi. Nihayetinde Max Gradel ’Akan oyun’da beceri vuruşuyla işi bitirdi.
Bu ülkede...
Ama burası Türkiye yani orta yapma cenneti! Taç çizgisinden yapılan ortada ’Kısa’ İlhan Parlak, ‘’uzun’’ Appindangoye’nin üzerinden kafayı vurup eşitliği getirdiyse de maçı epeydir doğru oynayan Sivas kolektif çabayla ‘Boş kaleye’ bir gol atıp, işi bitirdi ve kupayı almayı bildi! Ve son not... Ülkenin en büyük kentinin zor ulaşılan stadyumundaki maça ilgi stat ölçeğinde düşük kaldı. Bu stat için yapılan kamusal harcamayı bir biçimde değerlendirme gayretini anlıyorum ama o, bu maç değil! Bu final merkez statlardan örneğin İnönü’de oynansa, maç için kent dışından gelenler Boğaz’ı da gezebilme fırsatı yakalasa, maç bitimi ulaşacağı yere daha kolay ulaşsa iyi olmaz mıydı?. Ama futbol için çok az düşünülen ülkede bu kadarını beklemek aşırıya kaçmak olur değil mi?