‘’Sahi ne oynadı Fenerbahçe?‘’
Onca harcamaya rağmen gol olacak son satışı yüksek takım ile şampiyon olamazsa, krizi iyice derinleşecek iki takımın maçı ilk devre boyunca dengede ilerledi.
Yani, ‘’denge’’ dediğimizde aslında ilk devre boyunca pek bir şey olmadı. Peki ama bunca insan neyi, neden izlemek zorunda kaldı? İşte o da, ülke futbolunun kalıcı illüzyonu. Bekle ki, bir şeyler olacak. İlk devre boyunca ‘’gol olacak pozisyon’’ olamadığından ‘’gol beklentisi’’ de ‘yarım gol’’e ulaşamadı! İlk devre normal ilerleyine ikincisine bir şeyler olması beklenirdi. 62’de önce Juan attırdı kendini! Sonrasında yedek kulübesinden İsmail Köybaşı! Fakat neden? 70’e kadar boş geçen bir maç. Hangi takım neyi, neden yapıyor belli değil. İlk maçını kazanan Göztepe anlaşılır belki ancak Feyenoord’a son maçta 5 gol atan Fenerbahçe’nin saha içi davranışını anlamak mümkün değil.
İdrak etmiştir
Feyenoord karşısında taraftarını ayağa kaldıran Fenerbahçe lige dönünce ‘’mevsim normalleri’’nin ne olduğunu sanırım bir kez daha idrak etmiştir. 85’te hazırlanmış olgun bir atağı nihayete erdiremeyen Fenerbahçe’de En Nesyri ile Cenk Tosun’u değiştirdi Jose Mourinho. Yani kaosa, belirsizliği bir zar attı Fenerbahçe. O da olmadı. Derkeeen… O onca para saçılıp adalet dağıtsın diye beklenen VAR devreye girdi ve penaltı verdi hakem. Ancak bu kez onca para dökülen Anderson Talisca penaltıyı atamadı. Böylece Fenerbahçe ilk maçını kazanamadı. Haliyle ‘’Lig zor bir maraton’’ denecek ama maratona geriden başlamak, iki maç kazanmış bir rakibe karşı ligi devamını zor geçeceğini tahmin etmek o kadar da kehanet gerektirmez sanırım. Ve sahi; Fenerbahçe ne oynadı?
‘’Daha çok yolu var‘’
Maç öncesinde çeşitli kanallarda yapılan analizleri, tahminleri izleyenler futbolda ciddi bir ‘Düşünce fukaralığı’ olduğunu ilk devre sonunda fark etmiştir sanıyorum.
Futbol onların anlattığı gibi bir oyun hiçbir zaman olamadı. Bu nedenle ilk maçın skoruna aldanıp klişe yorumlara batmış, olanı olduğundan daha büyük gösterme hastalığına tutulmuş nice değerlendirme izleyip durduk gün boyu. Oysa ilk maç dahil Beşiktaş’ın hazırlık maçlarını izleyenler bu takımın dengesini bulabilmesi için hayli zaman gerektiğini fark etmiş olmalıydı. Kulüp Başkanı Serdal Adalı’nın teknik direktörünü korumak için ’Bu kadroyla bundan daha iyisi oynanamaz’ mealindeki problemli yaklaşımı da futbolun ‘Çok para harcamayla’ eş değer tutulduğu anlayışın somut göstergesiydi. Dünyada tersi onca örnek varken hala bu tezin işleniyor oluşu bunu kabul eden kitlenin kalabalıklığıyla doğru orantılı maalesef. Görülüyor ki Beşiktaş epeydir tempo, ritm bulacak antrenman seviyesine ulaşmış deği. Sık sık değişen idari, teknik ve oyuncu kadrosuyla bu zaten mümkün olamazdı. Üstüne üstlük her gelen yönetim diğer iki İstanbullu’nun transferlerine bakarak takıma ‘Pahalı oyuncu’ doldurma hevesine kapılmış taraftarlarını tatmin etmeyi görev bilince iş iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Kazandı ama...
Dün gece ilk devredeki temposuz oyun başka türlü açıklanamaz sanırım. Ortada etkin bir ‘Takım davranışı’ olmayınca devre arası değerlendirmelerde bazı oyuncuların ‘Sazı eline alması’ gerektiğini vaaz eden anlatı kapladı ortalığı. Bu sazı ele alacak olan oyuncular da ‘Pahalı, özel oyuncular’ olacaktı tahmin edileceği gibi. 64’te oyundan çıkan Orkun Kökçü örneğin, bu haldeki bir takım da o sazı eline istese de alamazdı! İşte futbolu doğru yerden kavramak tam da buradan geçiyor; iyi oyuncu iyi olmak için takıma ihtiyaç duyar o aynı oyuncu marifetiyle takıma sadece yardım eder, katkı verir. Her şeyi yapamaz. Kazanmasına kazandı Beşiktaş ama görüldü ki eksikleri kazanımlarından hala daha fazla.. Bu açığı kapamanın daha çok çalışmaktan başka bir yolu da yok. Ve son olarak, Dolmabahçe’deki boş tribünler için yere göğe sığdırılamayan o ‘Muhteşem taraftar’a da gün içinde bir kaç kelime etmesi gerekir teknik ve idari yöneticilerin.
‘’Gücünü ölçmek!‘’
Sık sık sorulur, ‘’Bizim takımlar Avrupa’da hangi kupada yarışabilecek kudrettedir?’’ Takımlarını ve ülkelerini dev aynasında görenlerin yanıtı düşünmeksizin; ‘’Şampiyonlar Ligi’’dir. Bir süre düşünerek yanıt verenler kararlarını ‘’UEFA Kupası’’ olarak revize ederken, ‘’derin düşünenler’’ için sorunun yanıtı ‘’Konferans Ligi iyidir!’’ olur… Dün akşam piyasa değerleri 2 milyon Euro olan St.Patricks ile 83.7 milyon Euro’luk Beşiktaş aynı turnuvada oynuyordu! UEFA’dan elenen Beşiktaş ile ev sahibi arasındaki fark daha ilk devrede apaçık ortadaydı. Maçın analizini yapmaya hevesli çoktur yurdumuzda da harcanan paradan bahsi açacak olanlara ilk taarruz da onlardan gelir.
Öğretici bir okul
Ne ki, gerçeklerle yüzleşmeyi göze alanlar için futbol hayli öğretici bir okuldur! Beşiktaş kaç sezondur doğruya yaklaşmak yerine ondan uzaklaşmak için olmayan parasını harcama konusunda üst seviye efor harcıyor! Sonuç? Konferans Ligi’nde gruplara kalmak için bu turu geçti gibilerse de bir maç daha yapmaları gerekiyor… Yani Avrupa’da yarışabileceği ‘’sıklet’’ sanırım belli! Haliyle diğer takımlara bakarak kendini tanımlamak yerine Beşiktaş’ın yapması gereken olanaklarını bilmek, yapabileceklerini ölçmek ve gücüne güvenmek olmalı. Kültürel güç ile sahada gücü birleştirmek ise her iki alanda çaba, gayret ve muhabbeti gerektirir. Yoksa bir yener, üç yenilirsin ve şairin dediği gibi ‘’Beni değil kendini de unutursun Mihribanım.’’
‘’İçi boş hayaller zaman kaybettirir‘’
Ders çalışmayıp, ödevlerini yapmayan öğrencinin sınav günü beklentisi ‘Yanıtını bildiğini varsaydığı soruların çıkmasıdır.’ Beşiktaş’ın ki de o misaldi. Geçen sezondan bu sezona ciddi bir oyun mirası devredemediği aşikarken ilk maçta da sezon başı dersine yeterince çalışmadığı su yüzüne vurmuştu. Bu maçta ise ilk golü yiyene kadar Solskjaer’in ‘İlk golü atma’ umudunu taşıyan tek olumlu hamlesi yoktu Beşiktaşlı oyuncuların. Gol arayışları da ağırlıklı olarak Tammy Abraham’a hedeflenen yüksek toplardı ki, tahmin edilebileceği gibi düzenli Shakhtar savunması arasında sonuçsuzluğa mahkumdular. Maçın ilk 20 dakikası hariç Beşiktaş ilk maça göre topla daha haşır neşir görünse bile verimsizlik konusunda değişen pek bir şey yoktu. Arda Turan takımı kimi zaman set hücumlarını kendi kalecilerine dönecek kadar sabırla tekrarlarken topu sükunet içinde gezdirip Beşiktaş savunmasını her defasında hareket etmeye zorladı. Orada oluşan boşluklar da atacakları goller için yetti de arttı bile. Geçmiş yıllara göre sezon başında çok ağır hareket eden bir Beşiktaş’a şahitlik ediyoruz.
Krize doğru...
Yabancı teknik direktörler bağlamında ele alırsak bu durumu ne Valerian İsmail ne de Giovanni Van Bronckhorst takımlarında görmüştük. Nice zamandır tribülanstan çıkamayan, çıkış yolunu klasikleşmiş ‘Transferci politikalarda’ arayan Beşiktaş’ta başta Solskjaer olmak üzere idari ve teknik kadro sorunların nedenlerini tüm berraklığıyla kendi kamuoyuna açıklamak zorunda. Yoksa gittikçe krize evrilecek gibi görünen bu durumdan çıkış zor görünüyor. Günü kurtaracak transfer vaatleri ya da ‘Sonraki maçları kazanacağız’ gibi içi boş ham hayallerle sadece zaman kaybedilir. Ne hocayı değiştirmek çözümdür ne de yeni oyuncular getirmek. Çözüm bellenen her şey bu ortamda buharlaşır. İşin başlangıç noktası, bu ‘Oyunsuzluk sorununun’ sahici bir özeleştirisinden geçmektedir.
‘’Ülke anlayışına pahalı ders!‘’
Futbol çoğu zaman yaşamsal dersler verse de bizim diyarda kulak veren azdır. ‘’Transferci politika’’ların yarardan çok zarar getirdiği her sezon ortasında tecrübe edilirse de bu durumdan ders alınmaz. Futbol basitçe, ‘’atletizm ve oyun bilgisi’’ne dayalı bir oyundur ama bizim ülkede ısrarla ‘’saf yeteneğe’’ bel bağlamış çözümlerin peşinden gidilir. Alınan ‘’yetenekliler’’in yaşı ilerlemiş olanlarına da ‘’tecrübeli’’ denerek işin içinden çıkılır!
Dün akşam gencecik oyunculardan kurulu, atletik bir takıma karşı sahadaydı Beşiktaş. İlk devre görüldü ki Shaktar’ın oyun bilgisi de atletizmi de Beşiktaş’a göre daha iyiydi. Bu nedenle Arda Turan’ın maç öncesinde ısrarla altını çizdiği ‘’an’’ları daha iyi oynayan da onlar oldu. Onca yorumcu kanallarda ya da dijital mecralarda devre arasında ‘’çözümleri biliyor’’ ve yol gösteriyor gibi konuşsa da her çözümün bir karşı çözümü beraberinde getirdiği aşikardır. İlk devrenin sonu ile ikinci devrenin hemen başındaki Beşiktaş eforunu söndüren Shaktar’ın tavrını da böyle ele almak gerekir.
Arda Turan takımı Solskjaer’in beklediği gibi maçın büyük bölümünde ‘’derinde savunma’’ yapmak yerine topa hakim olmayı önceleyen bir tavırdaydı. O nedenle de az sayıdaki kimi ‘’an’’ın dışında Beşiktaş’ı kalesinden uzak tutmayı başardılar. Üstelik attıkları ilk gol setinin benzerini kısa süre sonra yeniden tekrarladılar. İlk devre boyunca David Jurasek alanından etkili hücumlar örgütleyen de onlardı. Golleri atan üç Brezilyalı’nın 19, 20, 22 yaşında olmaları da sanırım bu ülkeye çok az şey anlatacaktır.
Antrenman sayısı arttıkça
Kuşkusuz başta Orkun Kökçü olmak üzere yeni oyuncuların yeterliliği üzerine bolca spekülasyon, okuyup dinleyeceksiniz. Ancak bunların çoğu şimdilik geçerli olsa da antrenman sayıları arttıkça düzelip, olgunlaşmayı da beraberinde getirecektir. O nedenle kestirip atmak yerine teknik heyete ve takıma ‘’yüklenmemek’’ taraftar sorumluluğudur. Ne var ki, birilerinin yerinde gözü olan sayısının hayli fazla olduğu bir coğrafyada bu tavrı beklemek de aşırı iyimserlik olur.
‘’Kazanmak şart değildir!‘’
İki takım açısından da hayli önemli bir maç! Biri üçüncülük yarışında ev sahibi düşmeme derdinde. Lakin ilk devre boyunca sahada futbol adına herhangi bir şey olmuyor. Öyle ki, iki takım açısından ‘’yarım gol beklentisi’’ dahi yok. Yine de ‘’1’’ gol var, o da ev sahibinden. Beşiktaş şut attı, Alanya kalecisi Ertuğrul Taşkıran kurtardı. Koreli Ui-Jo Hwang attı, Beşiktaş savunması dahil Mert Günok kurtaramadı! İlk devre olan biten bunlarla sınırlıydı. İki takım ‘’ligin şampiyonluk gecesi’’nde ikinci devrede de bir şey yapmaya niyetli görünmüyordu. Derken Rafa Silva’nın attığına ofsayt verip vermemek için ‘’yarı ofsayt sistemi’’nin emrine girdik bu maçı izleyenler hep birlikte. Hayli bekledik ve gol! İkinci devre Beşiktaş ‘’sınırda’’ bir gol attı ama ilkine göre görece daha iyiydi. Neticede maç berabere bitti ve Samsun üçüncü sıraya yerleşti. Şampiyonluk yarışına etki koyan Beşiktaş için artık kalan iki maçta ligde kalıp kalmayacak olanlar ile üçüncülükteki kendi yerini tayin maçlarına çıkacak..
Ezberlenmiş alışkanlık...
Maç anında bir kaç kez de Fenerbahçe maçına geçtim yayın sırasında... Ülkede ‘’Büyük taraftarı övmek’’ ezberlenmiş bir alışkanlıktır, bilirsiniz. Ve biliyorum protesto haktır ve yaşamım boyunca bunu savunmuş birisiyim. Ancak yine biliyorum ki, sevmek için ‘’kazanmak’’ şart değildir ve ‘’sevmek’’ tek yönlüdür... Katlanılamaz görünen tüm acıya rağmen! Neden mi? ‘’Biz babadan böyle gördük’’ de ondan. Kadıköy’de tribün boş sayılırdı... Orada ol, takımı sev, protesto edeceksen maç sonunda et. Çünkü yönetim gider taraftar, takım, forma, kültür kalır ve büyüyecekse büyür. Elbette büyütürsen!.
‘’Üstünlük tecelli etti!‘’
Maç öncesi Galatasaray’ın kağıt üzerindeki üstünlüğü başlama vuruşunun hemen ardından hissedilmeye başladı. Galatasaray golü atılmadan öyle ya da böyle atılacağı belli olmuştu. Lakin atılan gol de atmaktan çok ‘’yenilen gol’’dü sanki. Oleksandr Zubkov’un manasız vuruşu Victor Osimhen tarafından Yunus Akgün’e ulaştırıldığında basit bir ‘‘al ver’’ ile yapılacaklar biraz da ‘’tesadüfen’’ gol oldu. Ters tarafına yönelen Yunus rahat pozisyondaki Osimhen’e atacağı topu ‘’belirsizliğe’’ kesti ve savunmanın yetişebileceği yerde önce davranan Barış Alper Yılmaz golü buldu. Akabinde Trabzon topla daha haşır neşirdi hatta Zubkov’unkine benzer bir Davinson saçmalığında Ozan Tufan ile golle burun buruna geldi lakin Ozan hücumcu sakinliğine sahip değildi ve acele bir vuruş denedi... Olmadı! İlk devrenin ilginç notlarından biri de son maçta kornerden gol yiyen Trabzon’un ilk devre rakibine tek korner vermiş olması ama ona da Galatasaraylılar’ın vurmasıydı… Hareketli bir ilk devreydi ama verimlilik iki takım açısından da düşük kaldı.
Öven biri çıkacak mı?
İkinci devre başlar başlamaz maç da bitti ve Galatasaray kupayı kaldırdı! Önce 46’da Osimhen attı… Ardından bir önceki maçta duran toptan gol yiyen Trabzon, bu kez de kullandığı duran topun ardından golü yedi!.. Alvaro Morata’yla öne çıktı Galatasaray ve Yunus, Osimhen işbirliğinden rahat bir gol attı… Maç başındaki ‘’kağıt üzerindeki üstünlük’’ tecelli etti ve ligde epeydir alıp başını giden Galatasaray bu formuyla kupayı da kazandı. Onlar için büyük belirsizlik Osimhen’in geleceği! Bunun için de gerek Galatasaraylılar gerekse rakip takımların yöneticileri bir süre daha bekleyecek.. Ve son bir not; ben asla yapmam ama bakalım 2, 3 santimlik ofsaytı VAR hassasiyeti ile çözen yardımcı hakemler Mustafa Savranlar ve Hakan Yemişken’i öven birileri çıkacak mı ülkede?
‘’Güç farkı büyüktü‘’
Öyle bir akşam ki, BarcelonaReal Madrid arasında oynanan ve ‘’futbol’’ adı verilen karşılaşmadan ara ara küme düşmesi kesinleşmiş Adana Demirspor ile lig üçüncülüğü yarışındaki Beşiktaş maçına dönüyorum... Katalunya’da maç bittiğinde sahada sakatlık nedeniyle üç değişiklik vardı. Haliyle Beşiktaş başlangıç formasyonu iki değişiklik nedeniyle 20. dakikada allak bullak olmuştu. Fakat bu durum sahada olacaklara olumsuz etkiyecek gibi değildi. Sağlı sollu zorlamalar, yerli yersiz şut denemeleri, ‘’rakip ceza sahası içi’’ni mesken edinmeler,
Demirspor kalecisi Deniz Eran Dönmezer’in kurtarışları, Ciro İmmobile ile Mustafa Hekimoğlu zorlamalarında Milot Raschica ve Rafa Silva golleri... Demirspor mecalsiz ve çaresiz ama gol de atıyor! İkinci devre de ilkinden farklı akmıyor, top Beşiktaş’ta ve sıklıkla onların gol girişimlerine tanıklık ediyoruz lakin ‘‘Çalışmamış olmak mı?’’ denir yoksa ‘’acemilik’’, ‘’beceriksizlik’’ mi ayırt etmek zor! Bu kadar tuhaf bir oyun rakibi de maça alıyor.
Belirleyici olacaklar...
Demirspor eğlenmeyi unutmuştu, 60’a doğru hatırladı ve öne gidip üst üste kornerler denedi ancak gerek oyun gerek oyuncular dolayısıyla güç farkı büyüktü. İlginç bir takım Beşiktaş ve ilginç fikstürleri var! Sırasıyla Alanya, Rize, Bodrum maçları. Tuhaf ama kimi zaman delip geçen kiminde uykuya dalan oyunların takımı olarak bu kadar çalkantı, fevkalade önemli değişikliklerin yaşandığı sezonda ligi üçüncü bitirme mücadelesindeler. Ve geldikleri noktada, tıpkı iki maçta yenip 6 puandan ettikleri Fenerbahçe gibi küme düşmeme mücadelesindeki üçlünün de ligde kalma serüvenlerinde belirleyici olacaklar.