‘’Atacak atamayacak‘’
Taraftar maç öncesi ne kadar ‘yüklendiğini’ gösterircesine başladı maça. “Atam izindeyiz / Atam izindeyiz / sirozdan öleceğiz”. O kadar yüklenmişlerdi ki, tatsız tutsuz geçen ilk devre boyunca gördüğüm en yorgun kapalı tribündü; ta ki Bobo’nun golunü kadar. Bobo’nun golüyle birlikte sevinçten o kadar efor sarfettiler ki, terle birlikte maçtan önce yüklendikleri tüm alkol, vücutlarından çıktı ve hepimiz için maç o andan itibaren başladı. Burnum keskindir. Rakının kokusunu 100 metreden alırım. Golün başlama vuruşuyla birlikte ortalığı keskin bir rakı kokusu kapladı. Nereden girdi, nasıl girdi bilmiyorum. Bildiğim şu ki, sanırım paylaşılamayan rakı, elden ele dolaşırken alt sıralardan birilerinin üzerine döküldü. Maç bitene kadar sağımızdan-solumuzdan rakı kokuları yükseliyordu. İkinci devreyle birlikte, Galatasaray oyunu dengeye alınca, beklenmedik golden sonra tribünün tansiyonu da beyine bir pıhtı attıracak kadar yükseldi. Gerilmiş sinirlerin yardımcısı Mehmet oldu. Ricardinho penaltıyı atmak için topun başına geçtiğinde tribünde olmanızı çok isterdim. İkiye bölünmüşlerdi, ‘atamayacak’çılar, susun diyorlar ve iki elleriyle ağızlarının ortasına bir budist rahibinin selamını yapıyordu. ‘Atacakçı’lar rahattı. Her şeyi görmek için gözlerini ‘atamayacakçı’larınınkinin de yerine sonuna kadar açmışlardı. Ricardinho topun başına geldi, yanımdan biri “Digitürk oynatmış, Rico golü atmış” dedi. ‘Atamayacakçı’ların sinirleri daha da bir gerildi. Ricardinho Digitürk’ü mahcup etmedi. Topu köşeye çaktı. Ben hafta içi Vestel Manisa maçından sonra Tigana’ya İbrahim Akın ile ilgili bir empati kurulması gerektiği yönünde bir yazı yazmıştım. Tigana, empatiyi kurdu ama o beni Radikal’in spor müdürü Uğur Vardar’a mahcup eti. ‘ntvspor.net’in başındaki Adnan Bostancıoğlu, maçın skorunu 2-1 ben ise, 3-1 olarak tahmin etmiştim. İbrahim Akın, son dakikalarda öyle üç pozisyon harcadı ki, benim empati dileğim, tribündeki derin antipatinin yanında okyanustaki bir zere kadar kaldı. Olan da bana oldu, hayatımda ilk defa bir maçı doğru tahmin edecektim olmadı.
‘’‘Bu benim meselem derin mesele'‘’
Hani Müslüm Gürses söyler ya, “Bu benim meselem derin mesele/Ezelden ebede giden mesele” diye, bu İbrahim Akın meselesi de o kadar ‘derin bir mesele...Vestel Manisa maçının ilk devresinde Beşiktaş neredeyse rakip ceza alanına hiç giremedi ya ben de İbrahim Akın’ı düşündüm...Memlekette yetenekli solak sayısı zaten az. Bu arkadaş da hem solak, hem hızlı, hem yetenekli(ydi).. Haliyle bir futbol seyircisine neşe verecek üç temel özelliğe sahip. Ne varki bu topraklarda top koşturan bir dolu yetenekli adam gibi o da kendini bir gram olsun geliştiremedi, biliyoruz.Yine de insanın gönlü böyle genç ve yetenekli arkadaşların ziyan olup gitmesine el vermiyor.Ve tam da bu nedenle bu anda empati (Kişinin kendisini, karşısındakinin yerine koyup, olaylara onun bakış açısından bakması ve hissetmesi çabası) giriyor devreye...* * * Bir takımı yönetmek sadece taktik, teknik ya da işletme bilgisiyle mümkün olmuyor. Sonuçta futbol, insanların oynadığı bir oyun ve insan, ‘ruh hali’ çok çabuk sendeleyen bir varlık.Sordum kendime... Böylesi rahat bir maça (?) İbrahim Akın gibi bir oyuncu hem de hafta içinde idmana çıkarıldığı halde götürülse ve de oynatılsa faydalı bir iş yapılmış olunmaz mıydı?Tigana belki ona ders vermek istiyor belki sildi defterden. İkisi de olabilir ve elbette ikisi de anlaşılabilir.Ama, bu yaştaki insanların ‘kırılgan’ olduklarını hatırlayıp, aslında düşüşü devam eden bir bünyeyi ayağa kaldırmanın bir yolunun da ona ‘güven’ vermek olduğunu düşünemez miydi?İyi bir örnek, ‘Kirli Para’ adlı filmdir. Hatırlayanlar için, bahisçiler kralı Al Pacino’nun çırak bahisçi Matthew McConaughey’i ne pahasına motive ettiğini izlemiştik.Unutmayalım, moral değerler ve empati yeri geldiğinde yeteneğin pırıl pırıl parlamasına yol açabilir. Bu maçı izlerken “İbrahim Akın’dan bunları esirgememek gerek” diye düşündüm nedense...* * *Maça gelince. O kadar baktım, bir şey göremedim. Bir kamyon küfür duydum televizyonda arka planda. Kimin ettiğini anlamadım ama ‘dümdüz’ gidiyordu birileri. Bir de Beşiktaş’ı ve tribünlerde taraftarları göremedim? Sahi yoklar mıydı, bana mı öyle geldi?Bütün bunlara rağmen, izlediğim maç ne kadar kötü de olsa futbol, tuttuğumuz takım ve hayatımızla olan ilişkimiz Müslüm Gürses’in şarkısının devamı gibidir; “Bir sevda türküsüdür meselem/ Aşkımın öyküsüdür meselem/ Yeryüzü gökyüzüdür meselem...”
‘’Geçici bir hafıza kaybı!‘’
Ne var ki Konyaspor maçında, ilk yarının o ‘isteksiz’ ve ‘beceriksiz’ Beşiktaş’ı sanki geri dönüyorum diyordu. Trabzon’da ilk yarı ağzımıza bir parmak bal çalan Beşiktaş ikinci yarıda futbolu yine unuttu. Önce orta sahayı terk etti, sonra müdafaayı.Kural açık; günümüz futbolu orta sahada oynanıyor, orada tutunamazsanız maç kazanamazsınız. Trabzonspor maçın ikinci yarısında orta sahayı elini kolunu sallayarak geçerken bütün yükün bindiği Beşiktaş müdafaası da hata üzerine hata yaptı kaçınılmaz olarak.İbrahim Toraman ve Baki ile müdafaa göbeği yapmak, orta hızda her futbolcu için kaleciyle karşı karşıya kalmak anlamına geliyor. Bu Baki ile Toraman’ın yavaş olmasından değil müdafaa yapmanın temel ilkelerini bilmiyor ya da bir zamanlar biliyorlarsa da ‘unutmuş olmalarından’ kaynaklanıyor.Müdafaanın bu denli hata yapmasında elbette ki orta saha oyuncularının Trabzonspor’un hızlı oyuncularına ilk koşuyu yapacak fırsatı tanımış olmalarının da payı var. Beşiktaş ilk yarı iki pozisyonda iki gol buldu. Onun dışında son dakikalardaki şuursuz bir kaç atağın dışında koca bir ikinci yarı neredeyse rakip kaleye bir kez bile aklı başında bir atakla gelemedi. Bunda da yine orta sahanın topu rakip alana taşıyamamasının daha doğrusu bunun için gerekli olan ‘topu kapma’ gibi futbolda en gerekli olan işi yapamamasının etkisi vardı.Son iki maçta yine futbol oynamayı unuttu Beşiktaş. Oysa eğlenceli bir oyundur futbol ve yapılması gerekenler bellidir; alanı paylaşma, yardımlaşma, arkadaşının arkasını kollama. Tıpkı mahallede yaptığımız gibi.Dileyelim Beşiktaş’ın bu hali ‘geçici bir hafıza kaybı’ olsun ve hızla futbol oynaması gerektiğini hatırlasın...Yoksa biz yine maça gideriz ama eskiden olduğu gibi sıkılırız..
‘’Tatsız maç, tuzlu sonuç‘’
“İstediğin kadar yetenekli ol, eğer saha tarla gibiyse topu tutman, sürmen, pas yapman imkansızdır..” Böyle zeminlerde teknik değil, kuvvet ve hata konuşur. Yer tuttuğunu sanırsın, top en olmadık yerde seni yalnız bırakır. Futbol da zaten bu değil mi? Her şey uygun olsa, hep Ronaldinho’nun takımı, hep para kazanır değil mi?Soldan orta geliyor, Erman Özgür öne fırlıyor ve rahat bir kafa atıyor. O kafa normalde gol olmaz ama oluyor. Top önce Gökhan Zan’ın göğüs kafesinden sekiyor oradan son haftaların en iyisi İbrahim Üzülmez’i ve Beşiktaşlılar’ı üzmek için ayaklara dolanıyor. Zemin müsait olsa, top tek tıkla radyasyonlu alanın dışına çıkacak, ama olmuyor. Runje ellerini açmış bekliyor top kaderin bir cilvesi olarak tıngır mıngır içeri giriyor.Haaa, bu gol öyle de Beşiktaş’ınki farklı mı? Yine soldan orta geliyor kafalardan sekip arkaya iniyor, Delgado Allah ne verdiyse çakıyor, Özden yatıyor, tuttum sanıyor ama top Nobre gibi ‘puslu havaları seven’ birinin en istediği işi yapıp koltuğun altından kayıveriyor. Nobre de oradaki ayak ve el karmaşasının içinden golü çakıyor.İkinci devre başladıktan sonra tartışmalı bir gol geliyor. Tahmin etmiyor biliyorum, maçta Tayfun’un attığı bu golden başka hiçbir şey konuşulmayacak. “Ofsayttı”, “Değildi” derken yine saçlarımıza ak düşecek.. Golün ardından maç bir kör döğüşüne dönüyor. Konya haklı olarak kapanıyor. Beşiktaş açısından maçın kilidi Ricardinho ve Delgado’nun elinde ama o da olmuyor.Özellikle Rico, ikinci devre orta sahada aldığı toplarda oyunu kurmak için defalarca arkadaşlarına iki elini yanlara açarak ‘kendinizi gösterin’ işareti yaptı. Ama diğer oyuncular kendini göstermemekte inat edince Konya’nın kilidini açmak da mümkün olmadı.Beşiktaş’ın golü karambole bağlı bir hatadan gelmişti. Sona doğru bir umut bolca karambol yaratıldı. Ancak Konya hata yapmayınca Beşiktaş için yapacak bir şey de kalmadı.Doğru, Beşiktaş ikinci devrenin en kötü oyununu oynadı. Ama bunda Konya’nın yıllar sonra Ömer Üründül’e nihayet kulak verip alan daraltmasının da etkisi vardı şüphesiz! Hem alan daraltıp hem de girdiği üç pozisyondan ikisini gol yapınca maçı da kazandı.Demiştik ya, zemin futbola elverişli değildi ve atraksiyonsuz, tatsız ama heyecanlı geçen maç Beşiktaş’a tuzluya maloldu.
‘’Güzel bir gece‘’
Stada yaklaştığımda yeni açık tarafından bir ‘gol’ sesi patladı. Tuhaf olan bundan sonrasıymış, içeride anladım. Golü Ricardinho atmış, herkes görmüş. Fakat stat anonsundan ‘Beşiktaşımız’ın golü, 11 numaralı formasıyla Mert’ diye bağırınca anonsu yapan arkadaş, düşünceli Beşiktaş taraftarı onu mahcup etmemek için ‘Nobre’ diye yanıt vermiş... Ben de içeri girince bunu duydum. Golü göremedim ama Delgado’dan Serdar Kurtuluş’tan, Ricardinho’dan, birbirinden şık hareketler gördüm. İlk devrenin ortalarına doğru, Serdar Kurtuluş’un kendisini marke eden Denizlili oyuncuyu ayağının dışıyla topa vurarak tek hareketle ekarte etmesi, hala gözümün önünde. Feridun Düzağaç, gerek muhteşem şarkı sözleri, gerek hatırnaz arkadaşlığıyla her zaman ciddiye aldığım biridir. İkinci devrenin başında şöyle birşey dedi: Bobo’nun iyi olduğu her maçta çok iyi oynuyoruz. O ara Bobo, kendisine atılan ara topuna ofsaytı bozarak daldı, kaleciyi çalımladı, ortalık ‘Bobo’ diye yıkılırken, biz Feridun’la birbirimize müstehzi ifadelerle gülüyorduk.Denizli hiçbir şey yapamıyordu. Her şey Beşiktaş’ın elindeydi. Derinlemesine toplar, ceza yayı üzerinde 2’li 3’lü oyunlar, kanat bindirmeleri... Derken 50-55. dakika arasında tribünlerde kıyamet koptu. Kapalı altın, kapalı üste mizah içinde sataşmasıyla başlayan tezahürat rekabeti, 3-4 dakika kadar depreme dönüştü. Hele ki 53’te Serdar Kurtuluş’un şutu az farkla auta gidince kopan kıyameti varın siz düşünün. Oyuna girdikten sonra Burak’ın yaklaşık 12 bin defa ofsayta düştüğünü iddia etti yanımdaki. Ama Gökhan Güleç, 90+1’de o topu Burak’a atmayınca Burak’ın yediği küfürlerin yaklaşık 5 katını beş saniye içinde yedi.Maç bitti sokağa akanların hepsi önce Fenerbahçe, sonra da Galatasaray ile ilgili, içinde malum küfürlerin olduğu tezahüratlar eşliğinde gidecekleri yere yöneldiler. Biz de elbette Beyoğlu Ocakbaşı’na.
‘’Biz aşkımıza bakalım‘’
Tuhaf ve çok neşeli oynuyor. Bir kaç maç daha böyle oynarlarsa çok eğlenceli maçlar izleyeceğimize emin olabiliriz.Dün Antep’te ligin ikinci yarısına en iyi başlayan takım olan Beşiktaş, yine döktürüyordu. Antep, ilk devre boyunca oyunu ortasahanın kendi alanında tutmak için çırpınıp durduysa da, Beşiktaş rahatlıkla gol olabilecek en az 5 6 pozisyon buldu. Olmadı, olsun varsın. Olsa tadından yenmezdi ama gol de herşey değil ki... Sonuçta, iyi oyun iyi oyundur...Erdoğan Arıca oyunu ortasahaya sıkıştırınca geniş alanların gösterişli oyuncusu Ricardinho ilk devre boyunca kalabalığın arasında sıkışıp, kayboldu. İleri çıkışlarını daha çok Delgado ve Koray üzerinden yürüten Beşiktaş, ilk yarıdaki etkisiz Rico’ya rağmen Bobo ve Burak’ın da pozitif futboluyla oyunu heyecanlı bir tempoda tutmayı başardı.İkinci yarıya Antep biraz daha istekli girdi ama oyunun temposunu ayarlayan yine Beşiktaş’tı ve müsaade edilir de kaba bir futbol deyimi kullanırsak rakibini ‘ısırdı durdu’.Delgado/Gökhan Güleç değişikliğiyle Ricardinho’ya biraz daha iş düştüyse de, doğrusu ya Rico 80’e kadar durumu idare eder bir tarzda oynadı. 80’den sonra tüm atakları o biçimlendirdi ama vakit de artık iyice daralmıştı. Bence bu sıkışık maçta Beşiktaş’ın en iyisi Serdar Kurtuluş’tu. Rakibin tüm yollarına çıkarken Antep ataklarının olgunlaşmasına izin vermedi. Bu tip ‘hamal’ oyuncular topla az oynadıkları, gösterişten uzak oldukları için genellikle takımda ne iş yaptıkları çok belli olmaz. Bu nedenle yorumcuların kendilerinden en az bahsettikleri oyuncular onlar olur. Dün de Digitürk’ün yorumcusu Sanlı Sarıalioğlu ilk devre Serdar’ın hiç görünmediğini söylüyordu. E, o zaman Antep ortasahada niye top yapamadı diye sorsak yanlış mı olur?Antep ilk devre hiç, ikinci devre ise sadece birkaç kez gelebildiyse Beşiktaş kalesine kuşkusuz bunda en büyük pay Serdar’ındı.Bu arada genellikle sessiz olan Antep tribünleri, Beşiktaş taraftarının forse etmesiyle hareketlendi. Özellikle ikinci yarının başında iki takımın da istekli oyununda taraftarların sahaya yansıyan neşesinin önemli etkisi vardı.Türkiye’deki futbolun izleyenleri tatmin etmemesinde Erdoğan Arıca tipindeki hocaların payının çok büyük olduğunu düşünürüm öteden beri. Israrlı bir başarısızlık dünyanın neresinde bu kadar ödüllendirilir gerçekten anlayamıyorum. Neredeyse oynattığı her takımı başarısız olan bir hocaya hala nasıl takım verilir? Bunun acısını Samsunlular çekiyor umarım Antepliler çekmez. Antep gibi bir kentin takımının oyuncularının kendi sahalarındaki maçın bitimindeki sevinçleri, morallerinin ne halde olduğunu göstermesi açısında çok açıklayıcıydı bana göre.Maçın sonlarına doğru Antep biraz daha oyunu ileri taşır gibi oldu ama Beşiktaş berabere bitirdiği bu maçta bence gerçekten iyi top oynadı. Haaa olmayan sadece goldü. O da arada bir olmayıversin. Ne diyordu Nazan Öncel, “Biz aşkımıza bakalım...”
‘’Fotoğrafa bak!‘’
Bütün bindirmeler gördüğüm kadarıyla Bobo’dan geliyordu. Bobo üzerine ahkam kesmek üzereyken arkadan bir el omzuma dokundu, “Yazarsın artık bunları” dedi. Ne yazacağımı bilmiyordum ama “Yazarım merak etme” dedim. Oyuna döndüğümde kaleye çapraz koşan Koray’ın sol ayağının dışıyla topu benim ve Fevzi’nin bakışları arasında deniz tarafındaki kalenin soluna gönderdiğini gördüm. Tabi ki ortalık yıkıldı. Golden sonra 30’a kadar gözüm hep Ricardinho’daydı. Ama işi vatandaşı Bobo yapıyordu. Uzun koşular atıyor, adam geçiyor, orta yapıyor, uygun noktada top istiyor, velhasıl bir forvet oyuncusunun yapması gereken herşeyi yapıyordu. Ve o pozisyonlardan birinde verdi-aldı, gitti ve attı. Ortalık da bir kez daha yıkıldı: Boboooo! Boboooo!30’dan sonra maç durdu. Bu kez önümden geçen biri yakama yapıştı, “Yaz bunlar,ı yaz” diye... Hafif tehdit, bir parça sevgi, epey alay, fazlasıyla coşkuyla yüzüme doğru bağırdı. İlk devreden aklında ne kaldı derseniz, Delgado’nun muhteşem birkaç pası, Koray’ın müdaha önündeki ileri-geri çıkışları, İbrahim Üzülmez’in bindirmeleri, Serdar’ın çilekeş mücadelesi... Ha bir de eline top değmeyen Runje’nin benim gibi maçı izleyişi. Vestel ne mi yaptı? Zaten böyle bir Beşiktaş karşısında hiçbir şey yapamazdı.İkinci devre ilk devreden her yönüyle daha iyiydi. Başta kapalı son 10 yılın hemen hemen gözde bütün bestelerini art arda akordu çok sağlam bir orkestra gibi okudu, söyledi, dans etti. Sahada ise başta Bobo, Ricardinho, Delgado, onların hemen arkasında Koray, tribündekiler kadar akortları sağlamdı. Çok uzun zaman sonra başta ben ve tüm taraftarlar tıpkı yukarıdaki fotoğrafım gibi ağzımız kulaklarımızda evlerimize dağıldık. Bunda Vestel’in ortalıkta görünmemesinin de de önemli bir payı vardı.
‘’‘Böyle oynayın...'‘’
‘Ben gittim ama boş oy attım’ dedi ilk konuşan. ‘Boş oy atacağıma hiç gitmem abi, şeytan görsün yüzlerini’ dedi öteki. Sonra ellerindeki biralardan iri birer yudum çekip kapalının yolunu tuttular.Misafirim Ufuk’un biletini bekliyorum. Eğer Hayati “canım ciğerimden” gelebilirse stada girip neler olduğunu göreceğiz. İçeriden neşeli şarkılar geliyor, meraklanıyorum. Hayati 1 dakika kala geldi, maçtan 5 saniye önce tribündeydik. Hakem ilk düdüğü çaldığında bir kapalı klasiği başladı; Şşşşştttt! Biiirr, ikiii üüüçç... Önce üçlü, ardından lay lay.Etrafımdaki sesleri dinliyorum. Herkes takımı çok özlemiş, kimse maçla ilgilenmiyor. Hepsigırtlaklarını parçalarcasına takımın bir parçası olmak için çırpınıyorlar. Hava buz gibi ve ısınmak için ziyadesiyle içki içmiş kalabalık yer yer kavga ediyor. Sebebini bilmiyorum ama arkamızdaki kavganın ayrılması 15 dakika sürdü. Bir ara sahaya döndüm, arka direkte Nobre topla buluştu, golünü attı, kavga da bitti. G kapısından girilen tribünde bir misafirimiz var. Up uzun saçlarıyla Barış Akarsu. Maç öncesinde polislerin yakın ilgisiyle karşılaşıp bol bol fotoğraf çektiren Barış’a aynı ilgi tribünde de sürdü. Bu ara alt kapalı da karıştı. 2 tane genci 20 kişi ayırmaya çalışınca olay 20’li itiş-kakışa döndü. Neyse ki kısa sürdü. Kafamı kaldırdım, sahada şunu gördüm, deniz tarafındaki kaleye süzülen top, havada bir Nobre ve topun ağlara gidişi. Nobre’den bu statta 2 gol görmek mucize diye düşünüyoruz. Yanımdaki altın portakallı yönetmek Zeki Demirkubuz anlattı; “Storedan atkı almaya girdim. Bir cam bomba gibi patladı. Dedim ki kendime, nazar bozuldu, kazanacağız. Devre biterken şu ses yükseliyordu; böyle oynayın, canımızı verelim.2. yarının başında Serdar Akar’ın güzel filmi, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ın sonundaki kaleci Torba Suat’ın söyledikleri gerçek oldu. Suat şöyle diyordu çalıştırdığı miniklere: 4 doğru pas yüzde 90 goldür... 50’li dakikaların başında Manisa 4 doğru pas yaptı, yüzde yüz gol oldu! Buz gibi hava taraftarı da soğutuyor derken, Burak sahneye çıktı. Orta alanı şimşek hızıyla geçip Bobo’ya getirdiği top Nobre’nin ayağından gol olunca taraftarın keyfi tekrar yerine geldi. Artık aklınıza ne gelirse... Tanıdık bildik tüm tezahüratlar eşliğinde bitti maç. Kapalıdan çıktığımızda yine bir trafik rezaletinin içinde bulduk kendimizi. Binlerce insan, onlarca arabanın arasından geçip evinin yolunu tuttu.