Arama

Popüler aramalar

‘’Ayarlar bozuldu‘’

1 - Beşiktaş son üç maçını kaybetti, zirveden iyice uzaklaştı. Sizce bu durum doğal mı, yoksa Beşiktaş kan mı kaybediyor?

Beşiktaş için “Zirveden iyice uzaklaştı” demek doğru olmaz kanısındayım. Puanların ikiye bölüneceği play-off’a kadar bu köprünün altından daha çok sular akar elbette. Ancak Beşiktaş’ın ‘ayarları’nın bozulduğu da bir gerçek. Bir de UEFA ve Türkiye Kupası maçları düşünülürse bu ‘ayar’ın kolay yapılamayacağı da... Bu durum Beşiktaş gibi bir takım için elbette doğal değil. Asıl gereken ise Carvalhal ve ekibinin ligin başındaki “Takım olamama” eleştirilerini dönüp tekrar tekrar okumaları. Takımdaki ‘yıldız oyuncular’ sorumsuz ve savruk tavırlarını inatla sürdürürken onlarda ısrar edilmesinin işleri zora sokacağını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.

2- Sizce Beşiktaşlı taraftarlar, Yıldırım Demirören’e tepki göstermekte haklı mı?


Benim bu yönetim hakkında görüşlerim hayli nettir. Bu kulüp her anlamda doğru yöneltilmiyor. Öte yandan, transfer dönemlerinde havaalanlarında adam karşılayıp ‘Beşiktaş genlerine’ hiç de uymayan rüküş gösterilere katılanların işler bozulunca protesto vagonuna binmeleri de bana pek samimi gelmiyor. Yine de, yolun nereye gideceği başından belliyken ‘şöhretli transferlerle’ kamaştırılan gözlerin bir parça da olsa açılıyor olması elbette olumludur... Ama Demirören’e karşı yükselen tepki, yönetme biçimiyle mi yoksa şu “Fenerbahçemiz” vurgusuyla mı ilgili onu da doğru kavramak gerekiyor.

3 - Quaresma’nın şu anda bulunduğu noktayı görünce, Guti’ye haksızlık yapıldığını düşünüyor musunuz?


Guti’ye haksızlık yapıldığını hiç düşünmüyorum. Sonuçta sözleşmesiyle hak ettiği olan parayı alıp, gitti. Quaresma konusunda ise şimdiye kadar yazdıklarımda ne yazık ki yanılmadım. Başta oyuncunun geçmişiyle ilgili kısa bir ‘okuma’ yapılsaydı gelecekte karşılaşılacaklar tahmin edilebilirdi. Ama ‘şöhret açlığı’ bazı insanların gözünü kamaştırıyor. Görüldü ki, Quaresma’nın da Guti’nin de attıkları taş ürküttükleri kuşa değmedi. Umarım ki bundan sonra Quaresma beni yanıltır ve Beşiktaş taraftarını mutlu eder. Yine de akılda tutmakta sonsuz fayda var; “Yanlış bir hayat doğru yaşanamaz!”

4- Derbideki olayları hepimiz gördük. Acaba bu yaşananların ardından yetkililerin ‘deplasmana rakip takım seyircisi yok’ yasağı güçlenerek geri mi dönecek?

Son yaşananlar futbolu ‘uslu, temiz ve paralı çocukların oyunu’ yapmaya niyetli olanların elini güçlendirdi elbette. Yine de biliyoruz ki bu oyunun gerçek dinamiği ‘para’ değil, ‘arzu’ ve ‘eğlence’dir. Bu da ister istemez hem sahada hem tribünde ‘ciddi bir rakip’ gerektirir. Tribüne gidenlerin ‘ortak iradesi’ problem çıkarmayı bir halt belleyen bu lümpen toplulukla baş edecek biçimde tecelli etmezse iş polisiye tedbirlere kalacak kuşkusuz. Bundan da çok insan rahatsız olacak. Kaldı ki hayli sert yaptırımları olan bir yasa da var yürürlükte. Ben sorunun başladığı yerde, tribünde çözülmesi gerektiğine inananlardanım. Bunun için yapılması gereken taraftarlar arası diyaloğun, son yılların moda deyimiyle söylersek gerçek anlamda bir ‘taraftar açılımı’nın sorunun çözümünde çok işe yarayacağını düşünüyorum. ‘Açılım’ın içini doldurmak ise tribünlere giden herkese düşer kuşkusuz.

08 Şubat 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Vasatı aşamadı‘’

Maçın hemen başındaki üç kontra, Fenerbahçe’nin defans arkasındaki boşluğu ayan beyan ortaya koydu ama bu alanlarda sonucu belirleyecek olan Holosko’nun takımdan kopuk savurgan tarzı maçın ritmini de belirledi. Fenerbahçe golün ardından daha güvenli oynamaya başladı ki o ‘arkadaki boşluk’ da kapandı.

Beşiktaş, ‘taşıyıcı kolonu’ Fabian Ernst’in kendini her gösterdiği pozisyonda daha derli toplu hücum etmeye çalıştıysa da Simao’nun sınırlı hücum katkısı takımın rakip alana hakim olmasını engelledi.

İkinci devre de takım yapısı gereği ‘kontrollü’ oynamak zorunda kaldığı için tempoyu ağır ağır yükselten Beşiktaş önce orta sahada egemen oldu ama golün atılacağı pozisyonları yaratmada ciddi sıkıntı yaşadı.

Ernst’in olağanüstü gayretiyle top öte alana geçtiyse de problem tam da bu alanda yaşandı. Evet, Holosko bundan başka biri değildi ama daha ‘bitirici’ olması beklenen Mustafa Pektemek de ona ayak uydurunca ortaya çok top ezen bir hücum ikilisi çıktı...

Neticede Beşiktaş daha dayanıklı oynadı. “Dün olmayan ‘yıldızlar’ sahada olsa olumlu anlamda daha iyi olurdu” denebilir, ama kuşkusuz bunun tersi de doğrudur. Sanırım Carvalhal ‘Play-Off’lu bir ligde sahaya sürmek zorunda kaldığı kadronun gösterdiği ‘takım dayanışması’ndan gelecek adına memnun kalmış ve ‘yıldızların’ takıma katkısı üzerine daha sağlam bilgiler edinmiştir.

Peki nasıl bir maçtı? Stoch’un müthiş gayretiyle gelişen kontradaki pas zenginliğiyle gelen Sow’un son saniye golünü ihmal edersek, derbi, ‘vasat’ın hüküm sürdüğü memlekette vasatı aşamadı.

06 Şubat 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Carvalhal ruhu‘’

Taraftara bu duyguyu yaşatan kuşkusuz ki maçın tamamı değil, uzatmalar dahil son 15 dakikasıydı. Koca bir ilk yarıyı Almeida’nın pozisyonu hariç, uykuda geçiren Beşiktaş’ın esasen ikinci yarı da uyanmaya niyeti yoktu. Neyse ki imdadına Antep kalecisi Mahmut Bezgin yetişti. Başta Mahmut olmak üzere Antepli oyuncuların zamandan çalmaya yönelik, yatıp kalkmamaları, önce alkış ve ıslıkla telin edildi. Hakem Tolga Özkalfa da bu duruma izin verince o ana kadar düşük olan tribün temposu birden Özkalfa aleyhine patladı. Bu andan sonra tribün de dahil herkes uyandı. İlk goldeki katkısına rağmen maç boyunca baş uyurgezer olan Simao oyundan çıkıp yerine Necip girince Beşiktaş bir vites yükseltti.

Futbolun temel kuralı hızlı oynayan kazanır. Antep’in baskılı orta saha savunması, maçın 80’inci dakikasına kadar Beşiktaş orta sahasını passızlığa mahkum etti. Beşiktaş oyunu Tanju ve Ekrem’in kanatlarından da açmayı başaramayınca Abdullah Ercan’ın oyuncuları son 15 dakikaya kadar maçın temposunu istedikleri gibi ayarladılar. Taraftarın yükselttiği tansiyonla birlikte duruma el koyan Manuel Fernandes, Mustafa Pektemek ve Filip Holosko’nun gayretleriyle Beşiktaş maçı son dakikada da olsa çevirmeyi başardı. Görüldü ki Beşiktaş’ın en çok ihtiyacı olan şey, kenarda zıp zıp zıplayan ‘Carlos Carvalhal ruhu’ydu. Egemen’in golünün ardından damatlık rugan ayakkabılarıyla Carvalhal’in oyuncularına doğru kopardığı koşunun coşkusunu maç boyunca neredeyse hiçbir Beşiktaşlı oyuncuda göremedik. Maç bitince herkes bir Beşiktaşlı’dan daha iyi oynayacağını düşünüyordu. Kimi Ekrem’den, kimi Almeida’dan çoğu da Edu’dan daha iyi olduğunu iddia ediyordu. Ben düşündüm kimden iyiyim diye, en fazla yine kendimi buldum. Futbol da böyle bir oyun, herkese engin hayaller kurdurabiliyor.

25 Ocak 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Para alırken iyi, maç yaparken kötü!‘’

Beşiktaş 14 maçtır kaybetmiyor, ancak özellikle son maçlarda taraftarlarına sıkıntılı anlar yaşatıyor. Sizce Beşiktaş’ın şu anki görüntüsü, gelecek için umut veriyor mu?

Bu yıl bir takımın performansı üzerine konuşurken ‘play off’u gözden kaçırmamak gerek. Takım dayanışmasının sürekliliği oyuncuların fizik kapasitelerine bağlı olduğu için Beşiktaş gibi şampiyonluk hedefi olan takımların hocaları da planlamayı kuşkusuz ki ‘play off’a göre yapıyor. Çünkü oradaki maçların zorluk derecesi gerek tempo gerek psikolojik olarak çok daha zorlu olacak. Öte yandan özellikle Hilbert’in olmayışının da Beşiktaş’ın dengesini ve temposunu düşürdüğünü düşünüyorum. Tıpkı Galatasaray’da Ebuoe’nin yokluğu gibi.

Türkiye’de 31 maç ile Trabzonspor’la birlikte en çok karşılaşmaya çıkan takım Beşiktaş. Carvalhal’ın, “TFF bu işe çözüm bulmalı” isyanı, size göre haklı mı?

Bana göre haksız ve gereksiz. Fazla maç yapmak ‘büyük takım’ olma iddiasının olmazsa olmaz koşulu. İngiltere’de Wigan Atletic ile M. United arasındaki fark gibi bir şey bu durum. Bir de bu sene ‘özel koşullar’ içinde oynanıyor lig. Avrupa Ligi’nden para kazanırken iyi, fazla maç yapınca kötü!.. İlkinden şikayet etmezken sık maçtan şikayet etmek doğru olmuyor. Ama bu durum federasyonun da fikstürü daha hakkaniyetli biçimde organize etmemesine gerekçe oluşturmaz.

Sizce devre arasında yapılacak bir transfer mi, yoksa Muhammed, Atınç gibi gençlerin sahaya sürülmesi mi taraftarı mutlu eder?


Ben artık genç oyunculara sabır ve anlayış gösterecek bir taraftar kitlesi olmadığını düşünüyorum. Bu saatten sonra Beşiktaş taraftarının hatırı sayılır bölümünü ancak ‘yıldız transfer’ keser. Taraftar, genç oyuncuların mucizevi karakterler olmasını bekliyor. Her genç Messi olsun isteniyor! Necip Uysal’ın yaptığı ilk hatasında tribünden yükselen uğultuyla Quaresma’nın sekizinci hatasındaki uğultu arasındaki desibeli karşılaştırın, durum daha iyi anlaşılır. Yani “Sevinmek için sevmedik” sloganı sadece bir söz diziminden ibaret kalıyor git gide...

Real Madrid lider olmasına rağmen Mourinho, Ronaldo, Pepe, Coentrao gibi Portekizliler, tavırlarından dolayı ıslıklanıyor. Beşiktaş’ta böyle bir durum yaşanabilir mi?

Futbol takımları gelenekleri olan organizmalardır ve değerleri yıllar içinde oluşur. Mourinho, “Kazanmak için her yol mübah” ilkesinden hareket eden biri gibi göründükçe futbola da hayata da başka anlamlar yükleyenler tarafından sevilmeyecek. Onlardan biri de benim. Karizmaymış, taktik dehaymış! Bütün bu boş laflarlı diktatörlerin, önemli sanılan işe yaramaz adamların biyografilerinde üç aşağı beş yukarı benzer cümlelerle okuyabilirsiniz. Kazanma ve elbette ‘para kazanma’ hali bir süre sonra kaçınılmaz olarak ‘oyunun ruhu’na karşı geliyor. O zaman da oyunun gerçek sahipleri olan taraftarlar ‘işe el koyuyor.’ Emin değilim ama sanıyorum Madrid’te de benzer bir şey oluyor. Saydığınız isimler de orada bir ‘çete’ olduğu izlenimi veriyor. Tıpkı Beşiktaş için sık sık okuduğumuz ‘Q7 ve çetesi’ gibi... İki ekipte malum menajer Jorge Mendes adında kesişiyor! Öte yandan takıma anlam katan şeylerden biri de taraftarlarının futbolu ve dünyayı algılama biçimi. Dünya bu tür ‘farklı anlamları’ olan takımlarla dolu. Geçmiş zaman kipi kullanmak istemiyorum, ben hâlâ Beşiktaş’ın da böyle bir takım olduğunu düşünenlerdenim. Ancak kabul de etmek gerekir ki, son yıllarda Beşiktaş’ın bu ‘özel yanı’ çok törpülendi. Doğrusu kısa vadede Beşiktaş’ta Real Madrid benzeri bir itirazın yükseleceğini öngöremiyorum ama bu takımın genlerinde böylesi bir itirazın olduğunu da akılda tutalım.

24 Ocak 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ataksız iki gol!‘’

İlk 20 dakikada takımların birbirini tarttığı maçın belirleyici aktörleri Beşiktaş’ı geriden top yapamaz hale getiren Antalyalı futbolculardı. Beşiktaş, topu tek oyun kurucusu olan Fernandes’e geçirmekte bir türlü başarılı olamayınca organizasyon görevi de ister istemez Simao Sabrosa’ya kaldı. Ne var ki, sakatlık sonrası sahada pek görünmeyen ve hiç de görünmeyecek gibi oynayan Simao, yine ‘etkisiz eleman’dı. Ve bu durumun doğal neticesi olarak Edu ve Almeida top alamayıp, ‘boş oyuncu’lara dönüştüler. Böylece Beşiktaş maç boyu hep eksik oynamak zorunda kaldı.
Kuşkusuz bu plan Mehmet Özdilek’e aitti ve işler ilk devre onun lehine tıkır tıkır işledi. Topun Beşiktaş’ın orta sahasıyla bağını koparan Antalya, oyuna da hükmeti. Ekrem’in yapamadıklarını Ali Tandoğan, İsmail’in yapamadıklarını Minev yapıyordu. Bunlara ek Doğa-Ali Zitouni koordinasyonundaki ikili, üçlü oyunlara Necati ve Tita da katılınca Beşiktaş ilk yarıyı mucize eseri gol yemeden kapattı. Gol yemedi diyorum ama golü de yedi! Ancak yan hakem Asım Yusuf Öz koşuda gecikince ‘hakem şanssızlığı’na uğrayıp içeri giren topu göremedi ve golü vermedi...
İlk yarı boyunca hücum etmemeye yeminli gibi oynayan Beşiktaş, ikinci yarı biraz kıpırdanır gibi oldu. Dakika 60’a geldiğinde de Carvalhal, tehlike anında yapılması gerekeni yaptı ve camı kırıp ‘imdat’ düğmesine basarak Mustafa Pektemek’i oyuna dahil etti. Pektemek sonuca etki edecek bir şey yapamadı ama maçın Beşiktaş açısından gidişatının değiştiği an, onun oyuna girdiği andı diyebiliriz. Kısa süre sonra Mehmet Özdilek’e “Akıl yaşta değil baştadır” dedirtecek bir çifte hata yaptı Ali Tandoğan ve Deniz Barış. Önce Tandoğan gereksiz uzun oynadı sonra Deniz Barış da fuzuli yere topu eveledi geveledi... ‘Sinsi Almeida’ya da düşen takipçilik ve son vuruş oldu.
Maç boyunca tek organize atak geliştiremeyi başaramayan Beşiktaş, Almeida-Fernandes kontratağından ikinci golü bulup rahatlamışken uzatmada İsmail Köybaşı’nın refleksi sonucu gelen Tita’nın penaltı golü Antalya için en azından istatistikler açısından teselli oldu.
Bitirirken Simao’ya bir parantez açalım. Sanırım Beşiktaş bu oyuncuyu elden çıkarmak istiyor ve ‘görücüler’ için de onu sürekli sahaya sürüyor. Ama şans ve ‘hakem şanssızlığı’ dün olduğu gibi hep yüze gülmez. O nedenle Simao takıntısından uzak durmak Beşiktaş’ın menfaatinedir diyorum...

21 Ocak 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Havutçu efsunu!‘’

Biri Türkiye Kupası’nın sembolik olarak iadesi edilmesi kararı ise -ki kupanın müzede olduğu ortaya çıktı sonradan- diğeri de şüphesiz ‘içeri düşen’ yöneticiler ve teknik direktör için taraftar cephesinden yükselen “Aklananın da gelin” çağrısıydı.

Benim de aralarında bulunduğum epey bir insan bu ‘aklanma çağrısı’nın hukukun temel ilkesi olan ‘masumiyet karinesi’ne aykırılığından söz ettiysek de beklendiği gibi kulak asan sayısı az oldu.

Sonra köprünün altından sular aktı... Özellikle Fenerbahçe taraftarının takımları ve ‘içerideki’ başkanları için yürüttükleri cansiperane kampanyanın dalgaları Beşiktaş kıyılarına da vurdu. Metris ziyaret edildi, İnönü’ye “Sizinleyiz” pankartı gerildi. Devamındaki süreci biliyorsunuz, Tayfur Havutçu serbest kaldı.

O aralarda da takım epey bir toparlamıştı. Lakin son Ankaragücü maçının beraberlikle sonuçlanması ve tatminkar bir futbol oynanamamasının ardından yine Carvalhal’i sigaya çeken haberler, yorumlar doldurdu gazeteleri... Ve beklendiği gibi konuyla ilgili haberlerin görsel malzemesi de Tayfur Havutçu’nun fotoğrafları oldu. ‘Yedek güç’ yüzünü gösterdi ilk puan kayıbında!

Oysa kimse Havutçu’nun ‘yetkinliği’ konusunda eni konu bir fikre sahip değil henüz. Kendisiyle ilgili bilgimiz geçen yılki kupa süreciyle sınırlı. Hepsi o... O dönemi de hatırlarsak
şimdi olduğu gibi yine ‘Manuel Fernandes rüzgarı’ esiyordu Beşiktaş üzerinde.

Kendi adıma ben bu Tayfur Havutçu fotoğrafları üzerinden yaratılan efsunun Beşiktaş’ın hayrına olmayacağını düşünüyorum. Hazır işler iyiye gidiyor gibi dururken, hazır pahalı iki ‘topseverden biri’ takıma henüz katılmamışken, ki birinin oynadığı iki maçta yaptıkları ortada, Carvalhal’in bu fırsatı değerlendirmesi gerek diye düşünüyorum!.. Yoksa bizim değirmenlerin ününü herkes bilir, sadece buğday, arpa, çavdar, mısır değil iyi de adam öğütür! Bilmem siz ne düşünüyorsunuz?...

Borç yiğidin nesiydi?

İnönü’yü yıkıp yerine anlı şanlı bir ‘Arena’ benzeri yapma iddiasındaki Beşiktaş yönetiminin öte yandan günlük işleri nasıl yürüttüğüne dair iki haber vardı HaberTürk gazetesinde dün. Kartal Yiğit imzalı haberlerden biri diyordu ki; “Kartal Yuvası mağazalarına giden Beşiktaş taraftarı sadece çubuklu forma ile karşılaştı.”

“Herhalde formalar kapışıldı” diye düşünen Kartal Yiğit işi biraz ‘kurcalayınca’ meselenin aslına ulaşmış. Meğerse yaklaşık 2 milyon TL alacağı bulunan Adidas firması borç nedeniyle yeni ürün vermeyi kesmiş. Yönetici Ertunç Soğancıoğlu da haberi doğrularken “282 bin TL’lik ödeme yaptık önümüzdeki haftadan itibaren yeni formalar satışa çıkacak” demiş.

Gerçi iyi de olmuş bu borç! Hani derler ya “Her şerde bir hayır vardır”, aynen öyle... Çünkü, ‘Çubuklu’ de tıpkı İnönü gibi Beşiktaş’ın ayırt edici özelliklerindendir. Ne diyor tribünde tüyleri diken diken eden o marş; “Yağmurlu bir günde görmüştüm seni / Üstünde çubuklu formalar vardı..”

Diğer haber ise kulübe güvenlik elemenı sağlayan firmaya da yaklaşık 1.5 milyon TL borç olduğunu anlatıyordu. Bir sayfada iki haber... İki haberdeki toplam borç 3.5 milyon TL... Hakikaten iyi yönetiliyor bu kulüp!.

Kuşkunuz olmasın bu yönetim İnönü’yü yıkıp yerine yeni bir stat yapabilirse adı ya ‘Alçıpan’ ya da ‘Kartonpiyer Arena’ olur. İnanmayanlar İstaklal Caddesi’nde özellikle de Ağa Camii’nin oralara gelince kafayı hafifçe yukarıda tutarak kısa bir tur atabilir!

14 Ocak 2012, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hoş geldin Simao‘’

Ankaragücü gösteriyor ki... Genç oyuncuların ikişer üçer yılda tek tek değil, sezonda ikişlerli üçerli ekipler halinde takımlara dahil edilip daha fazla süre oynatılmaları oyunu yaratıcılık, heyecan, tempo ve ‘gelecek umudu’ açısından da zenginleştiriyor. İşin maddi boyutundan söz etmek ise benim değil ‘endüstri’ ve ‘marka’ tapınıcılarının görevi şüphesiz.

İlk yarısı tatsız tutsuz maça gelince...

İsmail ve Ekrem ‘kanat çırpmayınca’ yük tamamen orta sahaya bindi. Ankaragücü de ortaya kümelenince oyun kilitlendi. Özellikle Eskişehir maçında taraftarın ve yazarların bir bölümünün eleştirdiği Ekrem Dağ uzun süre kayıptı. Ne çıkabildi ne de ender gelişen pozisyonlarda yerini tutabildi. Örnek, Ankaragücü taraftarını ayağa kaldıran 27. dakika pozisyonu... Turgut Doğan Şahin’i kaçırdı elinden. Onun kaçırdığını Cenk kurtardı da tatsız ilk yarıyı gol yemeden kapattı Beşiktaş. İsmail ve Ekrem’in ikinci yarı çıkışları ise ‘nafile faaliyetler’ cetveline yazılmalı.

Malum, kıymetli oyuncunun ‘ezdiği’ de kıymetli oluyor. 34’teki atakta Simao’nun yaptığı gibi! Futbol hayatı boyunca en kolay yaptığı şeylerden biri olan ‘ara pası’nı en arkadaki Almeida’ya geçirmek yerine vurmaya uğraşan Simao ilk yarının en net atağını da heba etti.

İlk yarı boyunca Fernandes’in yüksek gayretine Ernst ve Veli eşlik etmeye çalışırken maç nabzını yükseltenler ise Ergin Keleş ve Turgut Doğan oldu.

56’da Almeida maç boyunca ilk kez Edu’nun ortasında müdafaanın önüne koşu yapmayı düşündü de gol pozisyonuna girebildi. Gerçi ona da vuramadı ya... Yine de pozisyon oldu ve top Ümit Kurt’un kafasından kornere gitti.

Oynadığı çoğu maçta beklentilerin altında kalan Simao yine etkisizdi ve kanımca takıma direkt etki etti. Simao katkılı Beşiktaş tekrar ligin başındaki o ‘sıkıntılı takım’ görünümündeydi. Bu takıma bir de Quaresma katılınca korkarım o baştaki filmi bir kez daha izlemek zorunda kalacak Beşiktaşlılar.
Ve son not... Fatih Terim’in ‘şanlı direnişi’ sonucu zorunlu olmaktan çıkartılan ‘boyun tabelası’ Carvalhal’in boynunda adeta bir ‘karşı tavır’ gibi salınıyordu. Acaba Basın Tribünü’nde de takılmasa ne olur? Öyle ya oraya gidenlerin çoğu da ‘hayli tanınmış’ kişiler...

09 Ocak 2012, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sis ve gece‘’

Maçın ilk 20 dakikası Serdar Özbayraktar’ın üçüncü dakikadaki şutu ihmal edilirse, orta saha mücadelesi şeklinde geçti. Bu dakikadan sonra Beşiktaş’ın direksiyonuna geçen Manuel Fernandes takımını Eskişehirspor ceza sahası çevresine yerleştirdi. Fernandes’in sade ve tek pasa dayalı oyunu rakip sahaya yerleşmiş Beşiktaşlı diğer oyuncuları, şehvetle gol arar hale getirdi. Devre 0-0 bittiyse, bundaki en büyük pay kuşkusuz ki Eskişehir’in heybetli kalecisi Vanja İvesa’ya aitti. Stoper Sivok dün akşam attığı golün mesajını hafta içinde vermişti. “Fernandes’le daha çok oynamış olsaydım, takımın en çok gol atan oyuncularından biri olurdum” mealine gelen sözlerini doğrularcasına Fernandes’in kullandığı bütün serbest vuruşlarda hep doğru yerdeydi. Golü de kornerden gelen Fernades ortasında buldu. Beşiktaş tribünlerinde enteresan bir huy gelişmiş. Bir grup insan ‘Ekrem Hayyam Dağ hata yapsın da yuhalayalım’ diye aportta bekliyor. Oysa ki canını dişine takıp elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışan Ekrem oynadığı birçok maçta olduğu gibi Ernst, Hilbert, Fernades, Egemen ve Sivok’la birlikte takımın en iyisiydi. Carvalhal’ın Necip ile Pektemek değişiklikleri tribünlerde tedirginliğin başladığı 80’inci dakikadan sonra oksijen gibi geldi. Fernandes, Necip, Mustafa Pektemek ortak yapımı golden sonra, inanır mısınız, İnönü’nün üzerine 25’inci dakikadan sonra çöken sis bile dağıldı. Sis demişken... Yıkılıp yerine daha ‘modern’ bir stat yapılmak istenen İnönü, dün akşam sis altında, sobalı bir evdeki aile muhabbeti kadar sıcaktı. Sis, futbol gibi içinde her zaman bir belirsizlik ve gizem taşır. Belki de bu nedenle İnönü’ye çok yakışıyor.

05 Ocak 2012, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI