‘’Galip sayılır bu yolda mağlup!‘’
Evet, ‘’ekol’’ önemli lakin tek maçlık turnuvalarda ‘’ekol’’ kadar o maçlık planlar da belirleyici oluyor. Grup aşamalarından sonra şampiyonanın hazır görüneni Avusturya’ya karşı ne yaptıysa ilk devresinde Hollanda’ya da benzerini yaşattı Milliler. Portekiz maçının ardından haniyse ülkemizden sınırdışı edilmesi istenen (!) bir dille eleştirilen Vincenzo Montella sağlam savunma kurgusuyla önce Avusturya ardından da Hollanda’yı paralize etti uzun süre! Dakikalar ilerledikçe sahaya yayılış ve takım duruşu konusunda bizimkiler farklarını adım adım gösterdi. Öyle ki Arda Güler’in arka direğe kestiği top anında havadaki üç oyuncumuz da stoperdi. Kaan Ayhan, Abdülkerim Bardakçı ile golü atan Samet Akaydın! Sanırım ne Ronald Koeman ne de Guus Hiddink bu kadarını beklemiyordu. Elbette Virgil van Dijk da!… Orta saha ile savunma bağı o denli güçlüydü ki en öndeki Barış Alper Yılmaz’ın toplu ya da topsuz öne doğru her koşusu ‘’Bir şeyler olacak’’ dedirtiyordu izleyenlere.
Takımı şöyle bir söktü
60’ların ortalarına doğru yavaş yavaş ritmimiz düşmeye başladı. Ancak rakibin golünden sonra Montella biri zorunluluktan takımı şöyle bir söktü ve Okay, Kerem, Zeki ve Cenk ile yeni bir ivme yakaladı bizimkiler. Ardından ihtimale oynayan Montella son olarak Semih Kılıçsoy’u da gönderdi sahaya. Takım yapması gereken her şeyi yaptı. Hatta 90+1’de kalecileri Bart Verbruggen tıpkı Avusturya maçında Mert Günok’un yaptığı gibi Semih’in vuruşunu çizgiden çıkardı. Yani her şeyi yaptı bizimkiler ama olmadı! Ne diyordu eskiler; ‘Galip sayılır bu yolda mağlup’’! Yolu doğru bu takımın...
‘’Yeteneğin katkısı kolektifin gücü!‘’
En küçük sıkıntıda birbirini yerden yere vurmaya hazırların ülkesinde teknik direktör olan Vincenzo Montella takım kaptanı Hakan Çalhanoğlu’nun yokluğunda altı savunmacılı bir formasyonla sahaya gönderdi takımını. İyi de etmiş göründü. Maç başlar başlamaz üç pozisyon vardı! İlkini ve üçüncüsünü kullanamayan Avusturya, ikincisinde golü bulan Türkiye’ydi. Üstelik altıncı gol turnuvada ilk kez bir duran toptan Merih Demiral ile gelmişti. Yani 6 golü 6 farklı oyuncu atarak rakip yine şaşırtılmıştı! İlk devre öyle ilerledi ki, Montella’nın ‘’Kulüp takımı niteliğinde’’ dediği Avusturya’ya karşı topu neredeyse eşit kullandı Milli Takım. Pozisyon vermedi değil milliler ama temkinli ve tedirgin edici tarzlarıyla Ralf Ragnick takımının önceki maçlara göre kolektif oynamasını da engelledi. İkinci devre de benzeri kurguyla başlayıp öyle devam etti. Ülke ‘’yeteneklilerden’’ bir şeyler beklerken belirleyici olan ‘’direnç’’ ve ‘’kolektif bilinç’’ oldu. Nihayet ilk devre olduğu gibi ikinci devredeki ilk kornerde yine aynı ikili Arda/ Merih işbirliğinden ikiyi buldu bizimkiler. Ne var ki, bir kornerden de Avusturya’nın golü geldi. Her şeye rağmen dayanışması yüksek Milli Takım her bir oyuncusunun tüm gayretiyle çeyrek finale kalmayı başardı.
Gurur duyacaklar...
Portekiz maçından sonra Montella ile ‘’yetenekli’’ buldukları dışındakilere ağzına geleni söyleyip, etmediğini bırakmayanlar şimdi bayrağı en yukarda tutanlar olacaktır muhakkak. Gurur duyacaklar, alınlardan öpecekler yetmeyecek hâlâ ‘’en yetenekli’’yi, ‘’en iyi arayacaklar’’… Oysa en iyiler oynayan, oynamayan, giren ya da çıkanlar dahil bir takım olarak baştan beri karşılarındaydı...
‘’Direkten dönerek yola devam!‘’
Ülkenin beklediğine yakın bir ilk 11 sahada... Arda Güler ile Kenan Yıldız gibi ‘’saf yetenekler’’ kadroda, üstelik topla oynamada yüzde 71’e yüzde 29 üstünlük bizimkilerde ancak zeminde olan biten bu yönde değil. Üstelik rakip muazzam bir hakemlik yorumuyla 20. dakikadan itibaren 10 kişi. Ne var ki net iki gol pozisyonunun içinde olan takım Çekya! Bir şeyler yapmak lazımdı. Montella ikinci devreye Salih Özcan ile ‘’Adam İtalyan. Ben hiçbir yerde bu kadar taktik antrenman yapmamıştım’’ diyen Kaan Ayhan’ı değiştirerek başladı. Ve işler değişti. Eksik rakibe karşı top gezdirmekte de kullanmakta da daha iyidir. Derken bir toplu ve çeşitli hücumda gol atmak için her şeyi denerken İsmail Yüksek neticede önüne düşen topu Hakan Çalhanoğlu’na aktardı ve sadece İtalya’nın değil ‘‘ülkenin de en iyisi’’ golü yaptı. Devamında Barış Alper Yılmaz aktı rakip aut çizgisine pas atmak yerine şut çekince ikinci golden oldu bizimkiler. Denecek ki, ‘’Mert Günok topu elinden kaçırmasa eksik takımdan gol yemeyecektik’’! Ne var ki ‘’saf yetenek’’ Arda ile Kenan’ın takım lehine katkısını konuşacak az sayıda insan olacaktır.
Öte yanda ‘’averaj takıma’’ varsayılan Gürcistan grubun en dişlisi Portekiz karşısında öndeydi. İşte bu çok az ‘’futbol bilgini’’nin tahmin edebileceği bir durumdu! Yani Çekya beklenmedik bir şeyler yapabilse belki de bugün eve dönmüştük. Nihayet Çekya’nın manasızca uzun vurduğu bir topun dönüşü Cenk Tosun’un golüyle hepimizi sevindirirken epey bir ‘’yetkili/ etkili’’yi de kurtardı. Kısaca… ‘’Alan/zaman’’ oyunu olan futbol epeydir sadece ‘’yetenek’’le oynanmıyor, oynanamıyor. Tüm takım oyunlarında olduğu gibi belirleyici olan dayanışma kültürü ve takım kolektifidir. Bu da bizim ülkede henüz olgunlaşmış bir yaklaşmış değil.
‘’Duruşumuz problemli‘’
Savunmayla ilgili görünen sorunları bertaraf etmek için ilk maça göre örneğin Arda Güler benzeri bazı oyunculardan tasarruf etmeyi uygun bulmuş olmalı Vincenzo Montella… Lakin gerçek sorunun tam da savunmanın göbeğinde olduğu ve tüm savunma dengesizliğinin ağırlıklı olarak buradan kaynaklandığı apaçık ortadaydı. Abdülkerim ile Samet’in nice eksiğini görmek oynadıkları takımların özgül ağırlıkları nedeniyle pek mümkün olamıyordu. İki maçtır oluyor işte… Gören gözler hariç elbette. Maçın başındaki bir kaç girişimde örneğin Kerem Aktürkoğlu’nun da vuruş yetersizliğinden öte oyun bilgisi eksiğini göstermiyordu bizim ‘’Süper Lig’’! Görüldü ki, sorun çocuklarda değil daha çok ‘’öğretmenler’’deydi. Portekiz pek de zorlanmadan maçı 0-3’e getirdi. Aslında aman aman bir şey de yapmadılar. Sadece sahada doğru durdular o kadar.
Altıntop neresinde...
Bizimkilerin sahadaki duruşu o kadar problemliydi ki, aslında bizim stoperlerden biri gibi oynayan Cristiano Ronaldo’ya rağmen zorlanmadan skoru buldular. Beri yandan maç önünde televizyon kanallarında özellikle eski futbolcu ya da futbolcu/teknik adamların suya tirit analizleri de evlere şenlikti doğrusu. Hele Ukrayna, Arnavutluk ya da Gürcistan gibi takımların ‘’averaj takımı’’ olacağını iddia edenler!.. Acaba Hamit Altıntop bu bu sürecin neresinde görüyor kendini? Onun bize ihtiyacı yoktu ama bizim hangi ihtiyacımızı gideriyor kendileri gibi bir soru Çekya maçının ardından sorulmak üzere bir kenarda dursun şimdilik!…
‘’'Top Arda'ya aşık'‘’
Fenerbahçe gündemi soğumaya başladığı son iki üç günde Avrupa Şampiyonası’ndaki ilk maçtaki, ‘Atmosfer basıncı’nın oluşması için reklamlardan medyaya kadar topyekun bir taarruz başlatılmıştı zaten. Maç tam da oluşturulmuş bu havaya uygun başladı. Savunma takımı olarak ünlenen Gürcistan’a karşı yüklendik ama çoğunda ‘Bilinçli’ görünmedik. Tempoyu ve pası yükselttiğimiz o daracık zaman diliminde iki gol bulduysak da biri ofsayta takıldı. Rakip ise az ama etkili geliyordu. Birkaç denemenin üzerine kendi ortalamalarına göre ciddi sayıda pas yaptıkları hücumlarında dar açıdan golü de buldular. Turnuva başından beri bir iki maç hariç görüldü ki çoğu takım arasında kapanmayacak farklar yok. Gürcistan da öyle.. Topu ele alma konusunda isteksiz görünseler de ele aldıkları toplar da ‘İş yapar’ göründüler. Yine de turnuvadaki ilk golümüzün organizatörü Hakan Çalhanoğlu’nu oyun içinde biraz daha öne doğru oynayacak biçimde topla buluşturabilsek işler daha rahat ilerleyecekti. Ancak rakip de bunu biliyordu ki çoğunlukla sırtı rakibe dönük toplar almak durumunda kaldı Çalhanoğlu. Yani maçı anlatan arkadaşımız Özkan Öztürk’ün ‘Bir duran top daha kazandık. Bunlar önemli gol seçenekleri’ mealindeki sözlerinin aksine oyuna tempo ve akışkanlık kazandırarak rakibi şaşırtacak olan Çalhanoğlu’nun özelliklerine uygun bir oyun inşa edemedik.
Çelmeyi bize takmadılar
Evet baskılıydık ama rakibin de buna hazırlığı var gibiydi. Nihayet rakip çıkarken ki ceza sahası içinde hamlede geciktiği için topu rakibe kaptıran Arda Güler’di, çıkışı yakalayan Mert Müldür ile Kaan Ayhan baskısında top sahada geçebileceği en yüksek marifetin ayağına geçti! Ve Arda’ya da Mert Müldür’ün golüne nazire yapmak kaldı! Ne demişti Carlo Ancelotti; ‘Top Arda’ya aşık’! Aynen öyle oldu. Kendi adıma Gürcistan’ın bu grupta birine çelme takabileceğini düşünüyordum. Neyse ki o son anlarda kaçırdıklarıyla bu biz olmadık ve neticede turnuva başlangıcı için zorlandığımız bir maçı iki şutla öyle ya da böyle geçmiş olduk.
‘’Eğlencenin tadını çıkaracak‘’
Yersiz zamansız değiştirilen kurallarıyla, arkası gelmez münakaşalarıyla, onca komplo teorisinin kol gezdiği ve tüm bunların kaçınılmaz sonucu olarak hayli düşük seviyeli bir futbol sezonu daha nihayete erdi. Geçen sezon dahil ülkenin en çok şampiyon olan takımı Galatasaray bir kez daha şampiyon oldu. Beri yanda gerek düşme hattındaki karışıklık gerek bir önceki maçı deplasmanda kazanmış olan Fenerbahçe geceye umutlu başlamıştı. Lakin ligde kalma mücadelesi veren Konya o denli mecalsizdi ki, sık sık antrenman eksiği dillere dolanan Mauro Icardi çoğu maçta yaptığı gibi elini kolunu sallayarak iki gol attı. Haliyle Kadıköy’deki şampiyonluk beklentisi Konya’daki maçın 51. dakikasında sona erdi. Başlarda zaman zaman tribülansa girse da ligin büyük bölümünde tutarlı oynayan Galatasaray özellikle Şampiyonlar Ligi grubundaki Manchester United ve yenilmiş olmasına rağmen Bayern Münih maçlarında kendi sınırlarını ciddi anlamda test etti kanımca. Orada ülke için yetecek derecede oyunun olgunlaştırdı. Bu olgunlaşmanın yetmediği kimi maçları da bireysel marifetlerin devreye girmesiyle sorunsuz halletti. Türkiye Süper Ligi’nde onları zorlayacak takım yok gibiydi ama yine onlar açısından şaşırtıcı olan geçen hafta kendi sahalarında oynadıkları Fenerbahçe maçındaki halleriydi.
Bizi neler bekliyor!
Yine de bu hale rağmen Konya’da gayet rahat bir galibiyetle hedefe ulaştılar. Şimdi haklı olarak eğlencenin tadını çıkaracaklar. Ülkenin en borçlu “Üç İstanbul”lusu açısından sevinilecek ya da avunulacak şeylerin olduğu bir sezonda. En çok şampiyon olan Galatasaray yine şampiyon oldu… Sezonu sorunlu tamamlayan Beşiktaş, Türkiye Kupası’nı kazanarak hasarını minimize etti. Bu ülkedeki en büyük başarısızlık sayılan ‘İkinci’ Fenerbahçe ise şampiyonu yenmiş olarak tamamladı sezonu. Yani hepsine bir hikaye konusu verdi futbol. Artık kim nasıl anlatırsa hikayesini! Bakalım gelecek sezon bizi neler bekliyor!..
‘’Önce uzattı sonra hediye etti!‘’
Beşiktaş’ın neredeyse tek hücum planının Ghezzal ile ters kanattaki Muçi’ye ceza sahası çevresinden şut denetmek olduğu bir ilk yarı izledik. Masuaku ve Svensson’un nafile ortaları ise sadece göstermelik olarak kaldı. 13. dakikada Eren Elmalı’dan gelen topta tek adamdan gol yiyen Beşiktaş, evet devre boyunca rakibine başka fırsat tanımadı ancak Paul Onachu golünde önce stoper Necip Uysal’ın orada ne aradığı bir muammaydı!
Akabinde diğer stoper Omar Colley’in geri geri kaçarak rakibinin top sürmesine izin vermesi ise ikinci tuhaflıktı. Golden sonra Beşiktaş’ın top kazanması da kolaylandı. Ancak kolay kazanılan topların verimli kullanıldığından söz edilemez. Ta ki, son dakikada art arda kullanılan kornerlerin sonuncusunda Bardhi’nin eline gelen toptan kazanılan penaltı en azından 15-20 dakikalık yüksek çabanın ödülü oldu. Fakat 54. dakikada ilk devre Beşiktaş’ın ‘Gizli oyun kurucusu’ Muleka, Trabzon savunmasının içinde aldığı topla geri çekilerek dengelerini bozdu. Ardından da Salih Uçan’a golü attırdı. Akabinde ilk devre Uğurcan Çakır’ın yaptığı kritik kurtarışlara Mert Günok’un yaptığı nazireleri izledik.
Sonunda can yanacak!
Nihayet 89’da kornerde savunmaya yardıma gelen Vincent Aboubakar’ı gücüyle ekarte eden Meunier’in kafa vuruşunun ardından gelen Pepe golü maçı uzatmaya taşıdı derken... Aynı Pepe maç bitmeden topu önce Al Musrati’ye ardından da kupayı Beşiktaş’a hediye etti! Son bir iki not; Nasıl oldu da Beşiktaş yönetiminin paha biçemediği Semih Kılıçsoy kendisini yetiştiren Serdar Topraktepe tarafından maç süresinden tasarruf etme dakikalarında oyuna alındı ve topa değmeden maçı tamamladı? Ve şu meşale denen garabeti kim yakıyorsa yakmasın, kim övüyorsa bu saçmalığı övmeyi bıraksın. Bu manasız gösteri, korkarım yakında can yakacak
‘’’Büyük Fenerbahçeli’ye rağmen kazanmak!‘’
‘Kaybetme korkusu’nun tüm ligi vasat altına çektiği Türkiye’de ülkenin en çok harcayanlarının ülke vasatına dahi ulaşmakta zorlandığı bir ilk devre izledik. Maç önü ve devre bitimindeki Mert Hakan Yandaş’ın tanıdık manasızlıkları da olmasa konuşacak şey bulmakta zorlanılır cinsten bir maça bakıp durduk! Stadyuma gelmiş 50 binden fazla, televizyon karşısındaki milyonlarca insan daha fazlasını hak etmiyor muydu?
İkinci devre başlarken de hakemin burnunun dibinde bitiveren Mert Hakan dosta düşmana ne kadar büyük Fenerbahçeli olduğunu göstermeyi sürdürüp durdu! Oysa Fenerbahçe’nin sembol oyuncularından heykeli de dikilen Alex de Souza böylesi işlere tevessül etmediği gibi tenezzül de etmezdi. O da Fenerbahçeli’ydi değil mi? Bu arada 52. dakika civarlarında Fenerbahçe tribününden meşalaler yakıldı. Diyelim geniş kitleyi kontrol etmek zor ama sayısı belli deplasman takımının içeri meşale sokma yöntemini engellemek de mi mümkün değildi? İsmail Kartal, 65’te az önce sarı kart alan ‘Büyük Fenerbahçeli’yi Joshua King’le değiştirdi. Muhtemelen 9 kişi kalma sınırına yaklaşan takımı ‘Büyük Fenerbahçeli’den korumayı düşündü. Derken Mert Hakan’ın 4 kornerinin ardından Sebastian Szymanski’nin kullandığı ilk kornerde Çağlar Söyüncü ile golü buldular.
Neden Trabzon’da olmadı?
Tuhafı son haftalarda gol yağdıran Galatasaray’ın karşı kaleye gidemeyişiydi. Öyle ya da böyle Fenerbahçe şampiyonluk şansını son haftaya taşıdı üstelik uzun zamandır yenemediği rakibini sahasında yenerek... Bu galibiyet şampiyonluk şansından öte Galatasaray’a sahasında kutlama yaptırmayan Fenerbahçe’nin başkanlık yarışında mevcut başkan Ali Koç’un elini hayli güçlendirdi diye düşünüyorum. Ve son soru... Onca polis maç sonu sahaya girip korumayı sağlayabiliyorsa bu uygulama neden Trabzon’da hayata geçirilmedi?