‘’Bir ihtimal daha vardı!‘’
Ülke vasatını bir parmak aşabilen ilk yarının dişe dokunur bir kaç ceza sahası içi etkinliği Beşiktaş’tan geldi. Topla rakiplerine göre daha çok haşır neşir olsalar da Trabzon maçında olduğu gibi ağırlıklı etkinlikleri yine “şut seçeneği”ydi. Gerçi golü de oradan buldular. Eyüp ise bekleyip defans arkasına koşmayı planlamış görünüyordu. Bunu da bir kaç kez başarmadılar değil ama onları da nihayete erdiremediler çünkü onlar da “şut” arıyorlardı! Maçı anlatan spiker arkadaş “muhteşem kurtarışlardan”, heyecan dolu bir maçtan söz ediyordu ama tribünün duygusu onu pek onaylamıyordu sanki! Sahadaki 10 yabancı oyuncusu için milyonlarca euro harcayan Beşiktaş’tan daha fazlasını bekliyorlardı muhakkak! Örneğin Giro Immobile gibi bir santrfor gol yapması beklenen pozisyonda, ki Beşiktaş’ın ceza sahası içine ulaştığı nadir organize ataklardan biriydi, topu kaleci Berke Özer’e “nişanladı”!.. İkinci yarının başlangıç temposu da farklı değildi. 50’lere ulaşıldığında oyun “git gel”e dönünce maç hareketlendi. Derken, Beşiktaşlılar’ın uzun süre itiraz edeceklerini düşündüğüm VAR yardımıyla gelen penaltı ile maç ilginçleşti. Özellikle Jonjo Shelvey ile Halil Akbunar oyuna dahil olunca Beşiktaş oyunu da dağıldı. Eyüp sahayı daha doğru kullanırken Beşiktaş işi beceri/ ihtimal seçeneklerine terk etmiş görünüyordu. O ihtimal de yine VAR’dan geldi! Ve Beşiktaş zor da olsa kazandı!
İtiraz etti...
Şimdi… O kadar hakemi “oyun dışı” bırakıp mevcut hakemleri de dara düşeren uygulamaların sorumluları sizce kimler acaba? İzleyenlerin dikkatini çekmiştir… İki takım oyuncuları da doğru, yanlış hakemin neredeyse her kararına bir “memleket geleneği” olarak kitlesel olarak itiraz etti! Böyle bir atmosferde futbol oynanıp, bir maç “sevk ve idare” edilebilir mi?
‘’En zor maçı kazandı ‘’
Maça Fenerbahçe etkin başladı göründüyse de 16. dakikada önce Çağlar döneninde ise Fred ortaladı. Bu tip hücumlara “futbolda orta yapma sorunu” denmiyor nedense!.. O top beklendiği gibi savunmadan döndü lakin o dönüş bir Galatasaray golü olarak nihayete eremediyse onlar da rakipleri gibi hücumda “acemice” davrandıklarındandı! Düzenliydi Galatasaray. Spikerlerin anlatımıyla, “Uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek” bir gol attı Lucas Torriera. Livakovic’e çarpan topta!.. Ardından Mertens Benfica’da ilk maçında ilk golünü atan Kerem Aktürkoğlu’na benzer bir vuruştan gelen golle selam çaktı! Fenerbahçe tedirgin Galatasaray sakin ve düzenli ilerledi devre boyunca. Ev sahibi ağırlıklı olarak Saint Maximin’in dalışlarına muhtaç, Galatasaray daha “temkinli tarz”a terfi edip fırsat kollar görünümdeydi.
Para saçmaya gerek yok
Fenerbahçe onca harcamaya onca “özel oyuncu”ya rağmen örgütlü davranma konusunda sorunlarını çözebilmiş görünmüyordu. Onca fraksiyon çatışması, olumsuz haber, dış etkiye ve onca açıklığa rağmen Galatasaray, takımı tüm bunların dışında tutmayı başarıp ülkenin en zor maçını kazandı.. Üstelik Kadıköy’de, deplasmanda! Şimdi... “Üç İstanbullu” arasında geçecek gibi duran ligin hemen başında Jose Mourinho başta Fenerbahçe organizasyonu tartışmalı hale geldi! “İlk devrenin 2-0 bitmesi önde olan takım için tehlikelidir” tecrübesinin (!) “Şehir efsanesi” olduğuna bir örnek daha bulundu... Bu maçlar için bu kadar para saçmaya gerek olmadığını anlamamız için daha ne olması gerekiyor acaba?
‘’Bu kadar orta gerekli miydi?‘’
Öyle bir maç ki, gerek teknik adam değişikliğine giden Trabzon’un gerek bu değişikliğe bağlı belirsizlik nedeniyle Beşiktaş’ın ne yapacağı merak konusuydu. Şenol Güneş orta sahayı Batista Mendy, Okay Yokuşlu ikilisiyle sertleştirmeye çalışırken Giovanni Van Bronckhorst bu alanı tek savunmacı Al Musrati bir de top yapacağı, Gedson Fernandes ile tahkim etmişti. Trabzon ilk bölümde ‘’koşu gücü’’yle maçı dengede tutmaya çalışırken ardından buldukları gole rağmen Edin Visca’nın kırmızı kartıyla o gücü de kaybetti. Derken Beşiktaş güçlü bir ‘‘set oyunu’’ icrasına geçti. Öyle ki, ilk devre topla oynama oranında yüzde 68’e yüzde 32 üstündüler. Bu oyunu boşa çıkaran ise çoğunlukla Joao Mario'nun ‘’etkili’’ sayılan nafile ortaları oldu. Oysa ters kanatta Jonas Svensson tıpkı milli takımın İzlanda maçındaki Eren Elmalı ile Mert Müldür gibi her defasında ‘’orta’’ yerine ‘‘pas oyunu’’nu tercih ederken gol de oradan geldi!
Epey çalışacaktır!
İkinci devresinde de Trabzon’un işi zordu… Yegane seçenek ikinci yarıya başlayan Denis Dragus’u defans arkasına kaçırmak gibi görünüyordu. Bu da yetmez, Beşiktaş savunmasının muazzam hatalar yapması da gerekiyordu. Olumlu yapabildikleri Rafa Silva başta olmak üzere Beşiktaş orta sahasının Giro Immobile’yle bağını koparmalarıydı. Beşiktaş ise ilkinin benzeri düzendeydi, Masuaku dahil! Onun işlevsiz ortalarıyla heba oldu onca hücum girişimi. Tempo düştükçe de oyun yavanlaşıp izlenirlik düştü! Beşiktaş baskın göründüğü ve pas oyunuyla bulduğu gole rağmen maçı 36 orta 22 şut ile berabere tamamladı! Van Bronchorst bu veriler üzerine epey çalışacaktır sanırım..
‘’Yolculuk sürüyor...‘’
Futbol, bizde değil belki ama yarışmaya kalktığımız ülkelerde nicedir antrenman ve taktik oyunu olarak zuhur ediyor. Ne var ki biz, problemleri ağırlıklı olarak ‘’yetenek’’ ya da ‘’motivasyon’’la çözmeye alıştırılmış oyuncularla icra ediyoruz bu oyunu. Dün gece Galler hücumda savunmacılarını, örneğin sağ bek görünümlü Connor Roberts’i, savunmada ise hücumcu Sorba Thomas ya da Brennan Johnson’u kullandı sık sık. Bu durum oyuncuların sabit pozisyonlarının olmadığını gösterdiği gibi futbolcuların farklı pozisyonları oynayabilmek için geçirdikleri evrimi de gözler önüne koyuyordu. Bu taktik çeşitlilik uzun süre milli takımı bocalattı. Kim nereye gideceğini, kime yakın oynayacağını bulana kadar 40. dakikaya ulaşıldı. Beri yandan ülkede ağırlıklı olarak beğenilmiyor olsa da ‘Ballon D’or adayı’’ (!) Hakan Çalhanoğlu gibi ‘’oyun inşa’’ eden bir futbolcunun yokluğunun önemini de net olarak görmüş olduk. Çalhanoğlu’nun yokluğunda topu elde gerektiği kadar tutmak da mümkün olamadı.
İyiden iyiye bozuldu
İkinci devre de ilkinden farklı devam etmiyordu. Fark, daha az ‘’büyük tehlike’’ verilmiyor oluşuydu. Yoksa yine ev sahibi topla oynuyor milliler savunup, kontra - ya da geçiş oyunu - kovalıyordu. Üstüne üstlük 62. dakikada Barış Alper Yılmaz ilkini yersiz aldığı sarı kartın ikincisi alıp oyun dışı kalınca oyunun dengesi iyiden iyiye milliler aleyhine bozuldu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen maç berabere bitti ama bunda millilerin payı rakibin hücum alanındaki tuhaf etkisizliğiyle kıyaslandığında hayli düşüktü. Öyle ya da böyle, yolculuk sürüyor!… Yani, ‘’Görecek günler var daha’’!..
‘’Temposuzluk!‘’
Sezon başından bu yana Beşiktaş bol gollü maçların takımı olması neticesinde Sivas’ın ilk devreyi dengede tutmaya çalışan bir düzende oynaması anlaşılırdı. Topla az oynayıp, kale önünde geçirgenliği minimuma indirmeyi hedeflemişlerdi. VAR’dan gelen penaltı olmasa ‘’Başardılar’’ da denebilirdi. Gerçi gol beklentisi yüksekti Beşiktaş’ın ancak oyununda balansı bir türlü tutturamıyordu. Şimdiye kadar izlenilen Beşiktaş oyunları arasındaki en kopuk ikinci ilk devreyi, ilki Samsun maçıydı, oynadılar. Acaba bunda Semih Kılıçsoy/ Ernest Muçi tercihi mi etkiliydi dersiniz? İkinci devre başladığında Sivas ceza sahası önünde yığılma konusundaki tutarlılığını sürdürünce Beşiktaş’ın da istenen tempoya ulaşması mümkün olmadı. Oyun ritmini bir türlü yükseltemeyen Beşiktaş’ta 62’ye ulaşıldığında öngörülebelir değişiklik gerçekleşti ve Muçi yerine Semih oyuna gönderildi. Ancak oyun bir türlü hızlandırılamadığından ne Semih’in beklenen etkisi ortaya çıktı ne de Sivas bu temposuzluktan rahatsız oldu!
Sivas’ın istediği...
Milot Rashica da kanadını sadece heyecan yaratan sonuçsuz top sürmeler için kullanınca Sivas’ın istediği oldu. Ne var ki, sanki onlar da pozisyona girmeden ama pozisyon da vermeden 1-0 razı gibi oynuyorlardı. Beşiktaş’ta fazlasını yapmak için özel çaba sarf etmeyince maç başladığı temposuzlukla sürüp giderken Samba Camara kaçırdı, onun kaçırdığı Gedson Fernandes de golü yaptı ve durağan maç nihayete erdi. Şimdi bol bol şu jenerik ifadeleri ya da benzerlerini duyacaksınız; ‘’Kötü oynarken de kazanmayı bileceksin’’... ‘’Lig uzun bir maraton, böyle maçları da olacak takımın’’!.. Vs...
‘’Maçı çözen ustalar oldu‘’
Maçı 15’er dakikalık bölümler olarak ele alırsak ilk bölüm planları da niyetleri de olabilecekleri de anlatıyordu. İki takım da top ile pas arasındaki ilişkinin kıymetini biliyor, ısrarla ‘Top ayağa’ oynuyordu. Bilinir, herhangi bir şeyi iyi yapmak ‘Tekrar’a, dahası ‘Geliştirilen tekrar’a bağlıdır. Bu bağlamda geriden oyun kurma konusundaki ısrar, anlamlıdır. Farkı belirleyecek olan ise ‘Önde baskı’ydı. Fenerbahçe bu bahiste açık ara öndeyse de kapılan toplarda işi bitirmek ilk devre için onlar açısından mümkün olmadı. Alanya ise savunma çıkışlarında hatalar yapsa bile antrenmanda denediklerinden taviz vermeyen tutarlıktaydı. Sonuç ne olursa olsun antrenmanda çalıştıklarını tekrarlayıp durdular devre boyu. 20’den sonra Fenerbahçe geriye çekilip ‘Dinlenmeye’ geçince rahat etti Alanya! Öne çıktı, gol aradı ama... Boşalttıkları alana 43’te iki usta sızdı. Bilinir ‘Usta’lık tecrübedir, yaştır! Edin Dzeko getirdi Dusan Tadiç attı.
Can yakabilirler
48’de Alanya sahanın her yerinde doğru paslar yaparak gole yaklaştı ama Gaius Makuta pas yerine orta yapmaya kalktı! Akabindeki pozisyonda ise Serdar Dursun iki kez pas yerine ‘Şut’ deneyince olmayacak olan yine olmadı! Ancak 64’te Alanyalı oyuncunun yapamadığı şandeli yapan Tadiç, maçı çözdü! Bundan sonra Alanya’nın mecali varsa da tamamen çöktü. Fenerbahçe ise kendinden emindi. Neyi, kiminle yapmak istediklerini planlanmış gibiydiler. Ne var ki, ‘Doğaçlama’ söz konusu olduğunda da yaratıcıydılar. Alanya ise gayretkeş ama bir o kadar da ‘Halsiz’di hücumda! Yapamayacaklarına emindiler ve yapamadılar. Yine de bu düzenlerini sürdürürlerse ligin hem can yakan hem kafa karıştıran takımlarından biri olabilirler.
‘’Yazan ve yöneten Van Bronckhorst‘’
Temposu, arzusu, teorisi yerli yerinde bir Beşiktaş izledik ilk yarıda. Lugano’yu kalesinden olabildiğince uzak tutarken atak yapmak ya da yenileme konusunda gelişen bir takım görünümündeydi. Bazı pas tercihleriyle rakip savunmacılar ve mesafelerin ayarlanması konusundaki ayrıntıların halledilememesi devreyi tek golle kapatmalarındaki önemli etkenlerdi. Gedson ile Al Musrati’nin ördüğü duvar hem savunma yapısında hem de hücumun örgütlenmesinde belirleyici. Semih’in gücünü öne çıkardığı anların gösterisi ise izlenirlik açısından yüksek ancak verimlilik açısından düşüktü. Ters kanattaki Rashica’ya ise top indirmekte güçlük çekti Beşiktaş. Haliyle Semih/Rafa/İmmobile üçlüsünü savunmak rakip açısından güç olsa da mümkün olabildi. Peki gol? Gedson uzun uzun anlattı Masuaku’ya yapılacak olanı. Biliyordu arkadaşının şutör özelliğini! Biraz şutun sertliği biraz rakip savunmaya çarpan topu kalecinin dengesini bozması ama daha fazlası Immobile’nin reaksiyon ayarı! İkinci devre ilkinin tam tersi başladı. Bir süre temposu düşen Beşiktaş’a karşı alanı doğru kullanan Lugano’yu izledik. O anlarda Beşiktaş tribünleri de eğlencenin tonununu yükseltince yayını yöneten arkadaş biraz da spikerin anlatısına bağlı olarak sık sık maçı bırakıp tribün temaşasından bölümler göstermeye başladı bizlere.
Rafa farkı
İşte o anların birinde spiker Immobile’nin rakip savunma arkasına yaptığı iki koşuyu golün habercisi olarak müjdeliyordu ki, tam tersi oldu! Savunma arkasına sarkan Lugano beraberliği buldu. Neyse ki, kısa süre sonra Gedson maç boyunca rakip savunmacılara yakın oynayan ancak bu kez kanada açılan Semih’e gönderdi topu. Semih, Rafa, Gedson üçgenindeki top işleyişini Rafa pas, Gedson son vuruşla süsleyip Beşiktaş’ı maça geri aldılar. Derken ‘‘Futbol topu bu adamlar için icat edildi’’ denilecek futbolculardan olan Rafa Silva çıktı sahneye ve maçın başından bu yana yaptıklarını golle tamamlayıp maçı bitirdi. Ardından yaşananlar ise sadece filmin sonundaki yazıların yukarıdan aşağıya akışından ibaretti. Yazan ve yöneten: Giovanni Van Bronckhorst
‘’Çaresiz bıraktılar‘’
Adım adım yükselen Fenerbahçe oyunu açısından lig için önemli bir eşik maçı… Devre sonu yaklaşırken tehlikeli olabilecek atağı dışında Rize’yi kendi ceza sahalarının hayli uzağında tutmayı başardılar ilk devre. Lakin Lugano Teknik Direktörü Mattia Croci-Torti’nin de işaret ettiği gibi tüm topları Edin Dzeko’ya ulaştırmayı hedefledikleri için onlar da hücumda etkin olamadı. İlk devre boyunca takım en iyisi görünen İsmail Yüksek’in kaptığı onca top, takım hızı yükseltilemediği için heba olup gitti. Baskıları doğru yerde ve güçlüydü ancak doğru oyuncuyu doğru yerde topla buluşturamadılar. Golü de Fred’in dar açılı iyi şutu, yolda dönen top ve kaleci Gökhan Akkan’ın zafiyetinden buldular!!
Artık işi çözmüştü
İkinci devreyle birlikte baskıyı iyiden iyiye artırdı Fenerbahçe. Nihayet ikinci golü de elbette Muhammet Taha Şahin’in kaybettiği ofsayt çizgisinin de etkisiyle, Dzeko’nun sağ kanattaki boşaltılmış alanı doğru kullanmasıyla buldu! Yine bir hızlı hücumda Fred ile kaleci Gökhan yine çaprazda karşı karşıya geldi ve ilkinde olduğu gibi doğru vuruş, yanlış kalecilik arasında kazanan şutör oldu! Artık işi çözmüştü Fenerbahçe, sakin bir eğlenceye çevirdiler maçı. İlk devrenin aksine doğru yerde doğru isimleri buldular her defasında ve Fred’i “maçın adamı” yaptılar! “Havlu atabilseydi” İlhan Palut üçüncü golden sonra atmak isterdi havluyu! Çünkü takımı gözlerinin önünde eriyip gidiyordu… Fenerbahçe ligin zor takımlarından birini çaresiz bırakıp, açık farkla yenerken önümüzdeki haftalarda karşılaşacağı takımlara da hem epey kopya hem de gözdağı vermiş oldu!