‘’Bu dille mümkün değil‘’
Üzerinde fazla düşünülmüş gibi durmuyor Samet Aybaba’nın konuşmaları. Gazetecilerle değil de gelişigüzel bir sohbette sanki! Öncelikle Beşiktaş’ta ‘Futbolun patronu’ olarak açıklığa kavuşturması gereken soru şu; ’Fernando Santos hangi kriterler göz önüne alınarak takımın başına getirildi’? Bu soru ortada öylece dururken ‘Altıncı kez teknik direktör değiştirdiniz’ diye futbolcuları hedef tahtasına oturtmak işin kolayına kaçmaya çalışmaktır. Unutulmasın ki, Aybaba’nın ‘Çürümüş’ olarak nitelediği takım bu bakış açısıyla sadece hocaları değil yönetimi de değiştirdi! Buradan bakılarsa, ‘Futbolun patronu’ olmayı biraz da ‘Çürümüş takım’ ile ‘Altı hoca değiştiren futbolculara’ borçlu olduğunu da atlamaması gerekiyor, değil mi? Koşan ve temaslı oynayan, mücadeleci takım gibi klişe tanımların artık bir işe yaramadığı aşikar. Bunlar ideal durumlar ve hemen herkes aynı dilden konuşuyor. Haliyle Aybaba aslında herkesin sık söylediğini tekrar etmiş oluyor. Sorun bu ideallerin nasıl hayata geçirileceği! Mevcut dil, yaklaşım ve tarzla bunun mümkün olamayacağını düşünüyorum…
‘’Süper iyileşme!‘’
Maçın ilk 30 dakikasında ciddiye alınacak işler yapılamayanlardı! İki kez Karagümrük bir kez de Fenerbahçe, soldan aut çizgisine inip topu en yakındaki arkadaşlarına ulaştırmaya çalştı. Üç pozisyonda da ceza sahası yayı çevresinde ikişer arkadaşları, ‘hareketli penaltı’ atmak için bekliyordu. O pozisyonların bana anlattığı yegane antrenmanlarda bu tip işlerin çalışılmadığı! Gündüz maçlarında Crystal Palace Liverpool’a Rize de Antalya’ya ‘geriye doğru paslarla’ boş kaleye gol attılar! Devamında karşılıklı olarak iki gol karşı karşıya da kaçırıldı. İlkinde İsmail Kartal’ın ‘Gördünümüz mü Kruniç’i?’ dediği oyuncusu, kaleciyi geçemedi akabinde Güven Yalçın rakip kaleciyi çalımlamaya niyet edip beceremedi. Ezcümle, ilk devre şampiyonluk kovalayan Fenerbahçe lige tutunmaya çalışan Karagümrük’ün en azından pozisyon olarak gerisinde kaldı. Rakibine her alanda yakın ve temas ederek oynayan Karagümrük ise antrenman pratiği daha iyi olsa devreyi daha farklı bitirebilirdi.
Aldı ve bırakmadı
İkinci devreye, belli ki İsmail Kartal’ın devre arasındaki konuşması etkili olmuş (!), yüklenerek başladı Fenerbahçe! Önce Dzeko vurmaması geren açıdan vurdu, çarpıp gol oldu. Sonra Dzeko yay üzerinden yine vurdu, bu kez tribüne! Ardından VAR uyarısıyla gelen penaltı ve Atina’da maça giremeyen Batshuayi’nin penaltısıyla öne geçip maçı da eline aldı Fenerbahçe. Ve bırakmadı da... Haa bir de; İsmail Yüksek ile Fred, Atina’da 15-20 dakika oynayabiliyordu da kısa sürede biri burada maç tamamladı, diğeri 90 dakika oynadı! Acaba bu duruma ‘Süper iyileşme’ denebilir mi? Maç önünde eski futbolcu, yeni yorumcu Emre Aşık soruyordu; ‘Muslera’nın çok var ama Livakoviç’in kazandığı maç var mı?’ diye. Maç kazanmak için gol gerekir. Kaleci eğer gol atmazsa maç kazandırmaz, maç kurtarır! Sanırım Livakoviç’in kurtarışları ama özellikle uzatmadaki kurtarışı bu sınıfa giriyor olmalı! Ve son bir not! Olimpiyat Stadı’nın atletizm pisti maviye boyanıp işlevsiz hale getirilmiş gibi görünüyor. Eğer orası pist olarak düzenlenmeyecekse yazık olur. O çevre okul dolu. Çocukların atletizme yönlendirilmesi için daha nasıl alan gerekiyor olabilir ki?
‘’Sonuç hep bu!‘’
Oyunun ilk devre boyunca hakimi Beşiktaş gibi görünse de pozisyon riskleri açısından durum pek de öyle değildi! Evet, Beşiktaş attığı tek golün dışında goller bulabilirdi belki ama kalecileri Mert Günok’un kurtardıkları ya da kurtarmasına gerek kalmadan kale yakınından dışarı giden Samsun hücumlarını da göz ardı etmemek gerek. Hücuma çıktıklarında gereksiz orta yapmadılarsa bile gereksiz yere her fırsatta şut denedi nedense Beşiktaş. Oysa Samsun savunma alanının önünde rahatça pas bağlantı alanları buluyorlardı ve oralar pas oyunu açısından hayli verimli görünüyordu. Yine de oynama arzuları önceki maçlara göre hayli yüksekti. Samsun, ligin ortalama takımlarından bir görünümümde. Yapabildikleri kendi yaptıklarından daha çok seviyesi daha düşük takımların yapamadılklarıyla doğrudan ilgili. Bu durum elbette Beşiktaş için de farklı değil. Örneğin bu maç tam da bu durum göstergesiydi! Samsun yapamayınca Beşiktaş yapıyor ya da Beşiktaş yapamayınca Samsun yapıyor göründü. Fark Beşiktaş’ın har vurup harman savurduğu paralardaydı. Ne özel işler yapan bir ya da birkaç oyuncuları ne de organize bir takım havaları vardı. Önceki maçlara göre başlarda bir parça arzulu görünüyorlardı ama bu da daha çok Samsunspor ile doğrudan ilgiliydi. Nihayet 50’den sonra o arzu da kayboldu ve Samsun metre metre öne çıkmaya başlayıp alana hakim oldu. Nihayet Fernando Santos oyuna yeni bir ‘Renk getirmek’ için Rashica yerine Alex Oxlade-Chamberlain’i göndermişti ki takımı golü yedi.
Tabelayı dert etmezler
Peki golü getiren kimdi? Zeki Yavru’nun oyundan çıkarken teknik direktörü Marcus Gisdol’e sitem ettiği Kingsley Schindler! Futbolda koşmak ile oyunu bilerek koşmak arasındaki farkı hocalar anlatamadıkları ya da oyuncular anlayamadığı için öfkeliydi sanırım Zeki. Ülke ortalamasında bir maç daha geride kaldı. VAR’a ya da sahaya yabancı hakem getirilse de ’Beşiktaş kontratak oynamaz’ denilse de onca hoca değiştirilse de durum maalesef bu! Sonuçta tribünden ‘Santos istifa’ gelir ve çoğu taraftar sezon başından bu yana antrenman sorunu yaşayan bu zarardaki takım için onca hoca değiştirmiş olmayı, şöhretli onca gereksiz oyuncuyu ya da onlarca milyon Euro’luk transferleri dert etmez!
‘’Mutluluk sorunu ‘’
İdari ve teknik kadrosunun ısrarla işlediği ‘Yıllardır haksızlığa uğruyoruz’ anlatısı ile mutlak kazanma baskısı arasına sıkıştırılmış bir takım Fenerbahçe! Haliyle de gergin, kaygılı ve biraz da mutsuz bir takım görüntüsündeler. Sahaya yayılış, topu kullanma konusunda dün akşamki ilk yarıda iyi görünmüş olsalar bile birinci ve üçüncü bölgelerde o gerginlik halleri nedeniyle gerek bitiricilik aşamasında, gerek savunma hattında tuhaf hatalar yaptılar. Hücumda ısrarla sondan bir önceki işlerde takılırken yakın tarihte onca stoper -hatta biri de Bonucci transfer etmiş bir takım olarak başta Çağlar Söyüncü olmak üzere savunma dörtlüsünün acemice hatalarından da iki gol yediler.
Kaleci farkı
Bir başka gariplik de kaleci davranışındaydı. Edin Dzeko’nun dar açıdan gol girişimini kalecileri Tzolakis sakin kalıp doğru kalecilik hamlesiyle savuştururken, Jovetic’in golünde Livakovic benzeri pozisyonda rakip kalecinin yeterliğini ne yazık ki gösteremedi! Beri yandan her zaman olduğu gibi ‘rakibi incelikle analiz ettiklerini’ belirten İsmail Kartal’ın orta saha ve savunma diziliş tercihlerinin rakibe göre topla daha çok oynamış olmalarına rağmen pek işe yaradığı söylenemez. Örneğin, stoperde gayet başarılı işler yapan Oosterwolde’nin sol bek başlayıp Ferdi’nin yedek oturması sanırım kafaları karıştırmıştır!
Normal düzene dönünce...
Dahası, orta sahayı savunma karakterleri daha önde olan Fred ile İsmail’i dışarıda bırakarak kuran İsmail Kartal belki işin ofansif yanını öne koymayı planladı. Ne var ki, Adana Demirspor maçının ardından övdüğü Krunic’ten de yanı başına yerleştirdiği Zajc’tan da beklediğini bir türlü alamadı. Ne zaman ki klasik ‘düzen oyuncuları’ sahada yerlerini aldı, işler süratle yoluna girdi. Mağlup olsa da İstanbul’a halledilebilir bir sonuçla dönüyor Fenerbahçe. Bazı giderilebilir eksikleri olsa da oyun tamam gibi ama şu ‘mutluluk sorunu’nu çözmek öncelikli olmalı. Biraz rahatlamaya, gülümsemeye, futbolun tadına varmaya ihtiyacı var sanki Fenerbahçeli oyuncuların...
‘’Sular çabuk durulur‘’
Süper Kupa’nın oynanamamasının ardından ısrarla ‘toplumsal gerilimin artabileceği’ teması işleniyor. Temayı işleyenlerin birer ’sosyolog’, hatta toplumsal sorunlarla ilgili ciddi donanıma sahip olmadıkları ortada! Beri yandan, ‘Lig bitene kadar açıklama yapmayın, oyuna odaklanın’ önerisinde bulunsam bile biliyorum ki, yöneticilerden çok hak hukuk arama konusunda kafası karıştırılmış taraftar kitleleri karşı çıkacak. Bunda da sorun yok!
Gerçek sorun kitlenin arzularını öne sürüp kendi arzularını dile getirmekten geri durmayan her düzeydeki yönetici elitte! Talep edilen sükunet için örneğin TFF seçimli kongreyi lig bitimine çektiğini açıklayabilirse aslında ‘çok da çalkalanmayan suların daha çabuk durulması’ beklenebilir. Neticede öyle ya da böyle, bu oyunun layığınca oynanamadığı ortada!
‘’Ne maçtı ama! Uyuttu hepimizi‘’
Son Demirspor maçının ardından Fenerbahçe Teknik Direktörü İsmail Kartal oyuncusu Rade Krunic’in performansını överken şuna yakın bir cümle kurdu: “Türkiye’de kaos futbolu oynanıyor.” Daha çok kozmoloji terminolojisinde kullanılan ‘Kaos’, düzenden yoksun, uyumsuz ve karmaşık durumlar için kullanılır. Ancak konu futbol olunca bu terim sanırım ‘Belirsizlik taşıyan sürprize açık oyun’ anlamına geliyor. Dün akşam Beşiktaş golüne kadar ortada ‘Kaos’ dahi yoktu. Ama milyonlarca Euro’nun heba edildiği bu oyunda ‘Kaotik’ durumlarda yok diyemeyiz! Örneğin Beşiktaş’ın golünü atan Omar Colley’in bomboş kalması da 28. dakikada Kryzstof Piatek’in direkten dönen kafa vuruşunda aynı oyuncunun rakibini unutmuş olması da en kolay yoldan ‘Kaos’ ile açıklanır sanki! Elbette uzatmada Emirhan İlkhan’ın takımına beraberliği getiren golündeki rolünü de duruma dahil edelim. İlk devre gol ve o kafa vuruşu dışında futbol adına kayda geçecek tek şey amaçsızca koşuyor görüntüsündeki futbolcu davranışlarıydı. Antrenman yapmış izlenimi bırakmayan, bıktırıcı derecede düşük tempoda geçen maçta düşüne taşına ’Yavaşlatılmış çekim’de oynayan oyuncuların icra ettikleri oyunun sorumluları kim acaba?
Değer mi?
Misal. Hatırlayanlar olacaktır Samet Aybaba, Beşiktaş’ın kontraatak futbolu oynayacak bir takım olmadığını söylemişti. Haklıymış! Golü bulan Beşiktaş kontraya neredeyse hiç çıkmadı! Beklediler durdular öylece! Beri yandan Beşiktaşlılar öfkelenecek ama bu takımın en sağlam oyuncusu milyonlarca Euro ödenerek getirilen ve yeteneklerine müptela olunanlar değil bu maçta da görüldüğü gibi yine Necip Uysal’dır. Gariptir. Bu tempoda oynayan bir takımın genç santrforu Semih Kılıçsoy için milli takım bağlamımda günlerce münakaşa edildi. Sorarım size, şöyle bir maçta o gencecik çocuk ne yapsın? Nasıl gelişsin? Neticede bizim izlerken bitap düştüğümüz bu maç ve bu maçın türevleri için ülkede kıyamet kopuyor her hafta sonu. Sorarım, değer mi hiç? Değer mi söyle!
‘’Bitmeyen gerginlik gereksiz acelecilik‘’
Fenerbahçe iklimi propaganda sıcağında kavrulurken alınacak her karar bıçak sırtı olacaktı. Zemine slogan yazmak... Tribüne ‘Gurur’ germek! Sahaya ‘Kahramanları’ göndermek! Ve onlardan biri, Livakovic yerine kaleye konulan İrfan Can Eğribayat maçı dengeye getiren hatayı yaptı! Yani sakin olmak yerine gerginlik modundaydı Fenerbahçe. Yine de maç onların hükmü altında ilerliyor görünümündeydi. Bizim ülkede futbol kendi kaçırdıklarının sayısal çokluğuyla ölçülür malum! İlk devre boyunca evet baskındı Fenerbahçe ama rakip Demirspor tıpkı bir gece önceki Hatay’ın Galatasaray karşısında yakaladığı çıkışları yakalayıp durdu. Yani kazanırken de sorunları vardı Fenerbahçe oyununun. Ancak kanımca temel sorun oyundan daha fazla kulüp anlayışındaydı. Başkandan teknik direktöre kadar tüm yetkililerin ağız birliği etmişçesine ‘Haklarının yendiği’ temasını işlediği bir yerde futbolcuların maça ve olumlu sonuca ikna edilmeleri zor olacaktı elbette. Olumlu gayret gözle görülür gerginlik tarafından emiliyordu adeta. Bir an önce gol atıp rahatlamak için gözle görülür bir acelecilik vardı oyuncularda.
Ülke ortalamasının üzerinde...
Birçok şut denemesinde daha uygun oyuncular varken çoğunlukla kaleyi yoklayıp durdular bu nedenle. Baskıları gol getirecekti belki ancak yedikleri ikinci gol gibi savunma yerleşimindeki hatalarını da ‘Not etmeleri gerekir’! Bu denli propaganda ortamında yanlışları olsa da temposu, heyecanı, arayışı, gayretiyle ülke ortalamasının üzerinde bir maç izledik. Anlaşılıyor ki, bu sular bu sene kolay durulacak gibi değil. Gelecek senelerde de pek mümkün görünmüyor. Ligin sadeleşip, küresel ölçüde bir ortalamayı yakalaması için çok çaba sarf etmek gerekiyor ancak bu çabayı gösterecek entelektüel ortamın oluşabilmesi için atmosferi temizlemek şart. Ve bu öyle ya da böyle gerçekleşecek!
‘’İlerlemek için tek yol var!‘’
Eleştiri ile ‘Yıkıcılığın’ epeydir yer değiştirdiği futbol iklimimizde durumu sükunetle değerlendirmek gitgide imkansızlaşıyor. Son hazırlık maçındaki ağır yenilgi kafaları karıştırdı kuşkusuz. Ancak takımın EURO 2024’ün en genç kadrosu olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. Bu takım gelecekte yeni katılacaklarla birlikte önümüzdeki 10 yıllık süreçte önemli mesafeler katedecektir.
Yapılması gereken; örneğin, Çalhanoğlu benzeri oyuncuların pozisyonlarını gelecekte destekleyecek oyuncu yetiştirmeye ağırlık vermek. Oyun bilgisi öğrenimine abanmak! Ben şampiyonada bu genç takımın son hazırlık maçının temposuna ulaşması durumunda adından çokça söz ettirip birçok oyuncusunu Avrupa piyasasına süreceğini öngörüyorum. Ancak bunun için memleket içinde ‘Birlik’ değil ama ‘Dirlik’ şart! Teknik adamın, futbolcunun ya da takımın önüne geçmeye çalışan akıldanelere fırsat vermemek de ilerleme için bir diğer yol!