‘’Savunmada eksikler‘’
Teknik adamları Giovanni Van Bronckhost’un deyişiyle ‘’stabil’’ görünmese de Beşiktaş takımı sahada birbirini bulma konusunda gittikçe daha da gelişiyor. Dün akşam ilk yarı boyunca topu ev sahibine göre daha çok elinde tutan da onlardı. Topu sakince gezdirme konusunda ciddi sıkıntı yaşamadılar. Ancak ilk devrede önde oldukları bölümde yapılmaması gereken iki olumsuzluk durduk yere gol yemelerine yol açtı! Önce Milot Rashica topu sete çevirmek yerine orta yaparak rakibe verdi! O andan itibaren golü yiyene kadar Beşiktaş bir daha topu ele geçiremedi. O andan kısa süre sonra Emrirhan Topçu, maçı birlikte izlediğimiz teknik direktör arkadaşımın ‘Çıkme, çıkma’ diye bağırışlarına rağmen öne hamle yaptı. Haliyle alanını boşalttı ve arkasında oluşan boşluktan Beşiktaş golü yedi! Ancak ikinci devrenin başında iş bir kez daha değişti.
Ritim kaçınca...
Önce Al Musrati’nin örgütlediği hücumda Rafa Silva estetiğinden gelen ikinci Fernandes golü ardından Al Musrati kafası! Ancak Ciro Immobile ile Rashica’nın takımdan kopuk kalışları Lugano’nun durduk yere maçı dengelemesine yardım etti. Elbette sadece onlar değil genel olarak Beşiktaş takımı bölüm bölüm ciddi kopuşlar yaşadı ve bu dağınıklık anları pahalıya patladı. Beraberlik sonrası maç fauller nedeniyle sık sık durunca da yeniden ritm bulmak mümkün olamadı. Beşiktaş ön alan konusunda gittikçe derlenip toparlanıyor gibi görünse de hala takım savunması konusunda ciddi eksikleri var. Bu da biraz hücumcuların savunma konusunda takıma katılmalarını zorunlu kılıyor. Beri yandan set oyunundaki ısrar seviyesinin de yükseltilmesi elzem… Oyundan sıkılıp gereksiz yere şut atıp, orta yapmadan futbolcuları alıkoyması gerek Van Bronckhost’un.
‘’Gruplara kalacak oyun oynuyor‘’
İlk devresi pozisyon açısından dengede geçen maçın belirleyici istatistiği sanırım, ‘Kaleci kurtarışı’ oldu. Değişen kaleciye rağmen 2’ye sıfırdı istatistik. Bu işin savunma tarafıydı. İşin hücum yönünde ise onların yaptığını, örneğin Barış Alper Yılmaz karşı karşıyada doğru kararı veremedi ve pas yerine şut denedi. Esasen devre boyunca Galatasaray üstün göründüyse sonuç alan rakip takım oldu. İşler ikinci devreye kalmıştı! Önce Mertens geldi kenara ama düzen değişmedi. Nihayet Fenerbahçe’nin bir önceki sezon defalarca yaptığı gibi 65. dakika civarlarında Michy Batshuayi’yi oyuna gönderdi Galatasaray! Ve o Batshuayi, art arda attı golleri. Doğrusu ya eski Fenerbahçe’nin düştüğü kararsızlığa düşmüş gibiydi Galatasaray kenar yönetimi. Ne var ki işler tam dengeye gelmişken şu ‘Elin doğal konumda olması’ saçmalığı girdi devreye ve hem penaltı hem de sabit stoperinden oldu Galatasaray.
Tespiti şimdi yapılacak
Şimdi... Bu kural bizim ülkede ağırlıklı olarak ‘Güçlüler’ lehine işliyor. Ancak iş uluslararası yarışmalara gelince tam tersi olabiliyor. Maç mağlubiyetle bitmiş olsa da oyun ve direnç açısından Galatasaray, çok büyük problemler yaşamazsa gruplara kalacak oyunu icra etti gibi göründü. Ancak burada tribün başta olmak üzere maçı son ana kadar oynama konusunda ısrarlı ve tutarlı olmak işin esası olacaktır! En azından nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağı bu maçta tespit edilmiş oldu…
‘’Çalışıp, çalıştıracaktır!‘’
İlk dakika dolmadan atılan/ yenen gole rağmen iki durum netti. Antalya fazlasını atacak gibi değildi... Beşiktaş ise yediği erken gol ile ‘maçın hikayesi’ni rakibe verecek bir takıma benzemiyordu. Oysa Süper Kupa finalinde Galatasaray yediği erken gol ile maçı neredeyse terk etmişti! Beri yandan Beşiktaş oyun içinde ‘serbest kur politikası’ izleyen iktisat politikacıları gibiydi! Rakip ön alanda baskıya geldiğinde kalecisi dahil uzun vurarak doğrudan rakip kaleyi hedeflerken, ikinci gol misali, rakip baskıyı gevşettiğinde oyunu geriden kuruyordu. Yine de çözmesi gereken sorunları yok değildi. Örneğin, ilk devre tamamlandığında çoğu Emirhan Topçu kanadından gelen üçüne temas ettikleri 17 orta yapmışlardı. Çok fazla...
Büyük şansı
İkinci devre de farklı başlamadı... Erdoğan Yeşilyurt’un sağ taraftan yükselttiği topta iki Antalyalı’yı arkada unutan Beşiktaş savunması Braian Samudio’nun kafa vuruşunda ikinci golü yedi. Ancak Beşiktaş’ın yanıtı gecikmeyecekti! Zaman tükendikce Antalya’nın da gol olan iki girişim dışında etki koyamayacağı hissediliyordu. Ancak maçın ikinci devresindeki Beşiktaş da pek öyle skoru ve oyunu elinde tutacak bir takım hüviyetinde değildi. Ancak Beşiktaş’ın en büyük şansı hocasının futbolu, haliyle takımını. Çok boyutlu tasarladığını göstermiş olmasıdır. Beşiktaş geliştirmesinin açık olduğu bir iç saha oyunu oynadı. Bunu her düzeydeki yarışmaya göre revize edecektir. Kazanmış olmasına rağmen yine de bu kadar kolay gol yemek sıkıntılıdır. Çünkü her maç bu kadar çabuk döndürülmeyecektir. Bilinir ki, futbolda aslolan gol atmak olduğu kadar, ‘kolay gol yememektir’ de... Sanırım Giovanni Van Bronckhorst da en çok bu derse çalışıp, çalıştıracaktır!..
‘’Hakikaten ‘zor’ oldu! ‘’
Belki de ‘onlar’ haklı! Bu lig hakikaten zor bir lig ve bunu kavrayamayan küçük azınlıktan biri de benim... Fakat bu kadar kolay goller nasıl atılıyor, topla oynama oranı ilk yarı için nasıl oluyor da bu denli açık ara oluyor... Göztepeliler diyebilir ki, “Sayılmayan golümüz verilse...” Haklı bulanlarımız da olabilir ama bu iki takım arasındaki farkın açıklığını açıklamaya yetmez. Bu lig zor bir lig değil. Jose Mourinho’ya karşı Stanimir Stoilov, Kubilay Kanatsızkuş’a karşı Youssef En Nesyri, Kolay Günter’e karşı Rodrigo Becao! Sizce zor mu?
Koç’tan anlamsız hareket
İkinci devresinde bu ‘zor lig’in kolay bir maçını izleyeceğimiz, dengede giden devrenin uzatmalarında gelen biri hücum, diğeri uzun erimli yüksek pastan gelen iki golden belliydi. Ancak birden daha da anlaşılmaz şeyler oldu... Fenerbahçe Başkanı Ali Koç sorun olarak gördüğü bir durumun çözümü için arayabileceği onca önemli kişi, yapabileceği onca şey varken fırladı ve sahaya girdi! Ne akredite alan kuralı ne oyun nizamına saygı! Geçen sezon kazandıkları Galatasaray maçının bitiminden çok sonra sahaya girmesi gibi... Fakat bu kez maç oynanırken... Ne var ki, bu kez çevresine saran kalabalık arasından kendine yapılan bir müdahale nedeniyle bir de yere düştü! Ve bu sayede -ya da bu nedenle- sıradan bir maç, oyun açısından ayrıntılandırılacağına doğrudan magazin malzemesine dönüştü.
Geldi, gelmekte olan
Derken... Koray Günter golü geldi ve magazine dönüşen maç Fenerbahçe için gergin bir hal aldı. Düşünün ki devamında Fenerbahçe takımının en iyi kalecileri Livakoviç’ti! Ve sonunda geldi, gelmekte olan...
‘’Bu maç zor ötesi mi?‘’
Her açıdan ilginç bir ilk devre... Topla yarıya yarıya fazla oynayan (35’e 65) Lille, ancak görüntüde etkin olduğu varsayılan Fenerbahçe! Neden varsayılan diyorum, çünkü biri hariç Lille kalecisi Lucas Chevalier’in kurtarışları daha çok doğrudan tuttuğu, yere gelen vuruşlardı. İstatistiklerin ‘büyük şans’ olarak nitelediği duruma en yakın tek pozisyon ise yine Lille’den geldi. Topla oynama oranına göre ise orantı tersti! Fenerbahçe 8, Lille ise 4 orta yapmıştı.
Can havliyle oyun
Rakip sakin, temkinli, antrene ettiklerini uygulamaya çalışıyordu. Geriden topla güvenle çıkarken çoğunlukla Fenerbahçe takımını koparıp, orta sahada verimli alanlar buldularsa da ceza sahası içinde etkisizdi. İlk devrenin genel gidişatı maçın son 30 dakikadaki planlamaya bağlı olarak tempo ve pozisyon kazanacağıydı... Bu da esasen ‘can havli’yle oynama anlamına gelecekti ki, bu risk demekti. Lille topu gezdirdikçe top peşinde koşan Fenerbahçe’nin ağır ağır oyundan düşeceği tahmin edilebilirdi.
Lille topu bıraktı
Jose Mourinho önce 63’te öne Youssef En-Nesyri’yi gönderdi. Ardından Bruno Genesio 80’de iki oyuncu değiştirip oyununu bozunca o zamana dek elinde tuttuğu topu bırakıverdi. Hâl böyle olunca 85’te Cenk Tosun’u da oyuna gönderdi Mourinho. Ve nihayet taç atışından golü bulup maçı uzattı Fenerbahçe... Ancak maçın belki de en iyi oyuncusu Jaden Osterwolde’nin dengesinin bozulduğu anda eline gelen top nedeniyle Fenerbahçe yolculuğuna Avrupa Ligi’nde devam etmek zorunda kaldı. Şimdi düşünelim, diyelim ki Mourinho haklı ve Türkiye Ligi zor bir lig... Peki bu maçı nasıl tanımlayacağız? Zor ötesi olarak mı?
‘’Kazanmak için oynadı‘’
Kenardaki iki teknik direktörün Almanya ve Hollandalı olduğu maçın sahadaki 22 oyuncusundan sadece dördü, ‘’yerli ve milli’’idi! Evet, baktım Zeki Yavru da 2013’te A2 milli olmuş. Buna rağmen maçın ilk 30 dakikasında dişe dokunur pek bir şey göremedi hiç birimiz. Ancak Beşiktaş tıpkı Süper Kupa maçında olduğu gibi hücumda etkin görünmese de sahada doğru duruyordu.. Ve nihayet 31’de Ciro Immobile, Semih Kılıçsoy, Rafa Silva üçlüsüyle gayet sade ama bir o kadar da pratik bir kontratak golü buldu. Ardından iyi düşünülmüş ve de çalışılmış görünen bir korner organizasyonunda alanı rahatça boşaltarak, ikiyi!..
Oyundan da düştüler
Beşiktaş’ın gol için yüksek yüzdeli verimli oyunu karşısında bocalayan Samsun ikinci devre de topu hevesle kullandı ama rakibi sahayı güvenle parselledikçe gayretleri verime dönüşemedi. Üstelik büyük güç harcayarak hücuma taşıdıkları topları ısrarla şutla tamamlamaya çalıştıkça oyundan da düştüler. Beşiktaş ise sakindi. Nasıl kazanılacağının formülünü bulmuşçasına sükunetle sürdürdüler maçı. Bizim ülke klişelerinden biri de; ‘’Kötü oynarken de kazanmayı bileceksin’’dir. Beşiktaş kötü oynamadı, kazanmak için oynadı. Samsun zorlamadı, Beşiktaş da zorlanmadı. 5 dakikada buldukları iki gol daha çok sayıda antrenman yapmak için onlara galibiyetle başlama fırsatı yarattı. Çünkü aynı oyuncularla ne kadar çok antrenman, o kadar gelişkin oyun…
‘’Fenerbahçe için umut var!‘’
Maçın ilk devresinde top ağırlıklı olarak Lille’de olsa da ‘Fırsat açısından’ iki takım da bir birine yakındı. Evet, ilk devre Fenerbahçe’nin en iyisi kurtardıklarıyla Dominic Livakoviç ise en kötüsü de kaçırdıklarıyla Edin Dzeko diye anılabilir. Bu da oyun değil ama fırsatlar açısından Fenerbahçe’nin pekala rakibiyle eşit olduğu anlamına gelir. Dzeko karşı karşıyalardan birini atabilse çoğu yazı çoğu yorum eksen değiştirecekti şüphesiz. Beri yandan, bir teknik adam için en can yakıcı anlardan biri kaçanlar ise bir diğeri taç atışından yenen goldür. Jose Mourinho tam da bunu yaşadı maçta. Jaden Osterwolde’nin rakibinden önce kayarak taça gönderdiği top hemen dönüşte yine ona çarparak gol oldu! İkinci devre Fenerbahçe’nin silkineceğini tahmin etmek zor değildi. En azından bu oyuncuların bu teknik adamla böyle oynamayacağı tahmin edilebilirdi. Nihayet devre başlar başlamaz Saint-Maximin’in golle burun buruna geldiği organize ataklara şahit olduk. Ancak uzun sürmedi. 58. dakikada Lille’in bu devredeki ilk atağı sayılabilecek duran toptan Fenerbahçe stoperlerinin şaşkın bakışları arasına golle burun buruna gelişini de izledik! Ardından oyun biraz da faullerin etkisiyle Fenerbahçe’nin ulaştırmak istediği tempoya bir türlü çıkarılamadı.
Tavırları gözden kaçmamalı
Nihayet 80’de sanırım maçı anlatan arkadaşımız Alp Özgen’in sözleri İrfan Can Kahveci’ye ulaştı ki (!), o da sol ayağını konuşturdu! Tam maç berabere bitecek derken üçüncü uzatma dakikasındaki çoklu bir Lille hücumunda yine gol buldular. Genel olarak dengede giden maç Fenerbahçe açısından kaybedildi ama Mourinho’nun bu maç öncesi ’Yaklaşık 40 antrenman yaptık’ dediği veriye rövanşa kadar 4-5 antrenman daha ekleneceği düşünülürse ikinci maç için umutvar olunacaktır. Son olarak... Büyük ihtimalle Rade Krunic’in ilk 11’de sahaya gönderilmiş olmasını çoğu Fenerbahçeli anlayamamıştır... Bunu anlayabilmeleri için son Lugano maçında oyuncularına yaşattıklarını ve de takımlarını artık kimin çalıştırdığını düşünmelerini öneririm. Ve de Kruniç oyundan çıkarken takım arkadaşlarının tavrını gözden kaçırmamalarını...
‘’Aldatıcı olabilir‘’
Geçen sezon kıyametin koptuğu ‘Süper Kupa’mızın bu sezon başlamadan oynanan maçının ilk yarısı 30. saniyedeki gol ile tamamlandı! Karşılıklı iki üç kırık dökük gol girişimi, o kadar. Gerisi nafile çaba… Beşiktaş golünde büyük hatanın Victor Nelsson’dan geldiğini düşünenimiz kuşkusuz ki çoktur! ‘Top oraya nasıl geldi?’ ile ilgilenenimiz ise aynı oranda azdır! Lakin bu düşük yoğunluklu maçın genelde hakimi Beşiktaş’tı. Pas trafiğinde de, rakibi etkisiz hücumlara yönlendirmede de, kapılan toplarda etkili olmaya gayret etmede de Galatasaray’a göre baskın olan onlardı. ‘Baskın’ dediysem Galatasaray’a göre ‘Baskın’! İzleyenler görmüştür, hazırlık maçlarından buraya gelen Galatasaray pek de iç açıcı performanslar gösterememişti. Oysa rakibi Beşiktaş, adım adım ilerliyordu. Nitekim bu maça yüksek etki koymadan ama futbol için en gerekli olan ‘Düzeni koruyarak’ sezona kupa moraliyle girmeyi bildiler. Üstelik topa daha az temas ederek! Ancak ‘Verimlilik istatistiği’nde daha iyi olan da onlardı. Belki bu maç iki gol attığı için Ciro Immobile ve kupayı kazandığı için Beşiktaş’a yazacaktır, bilemem ama sezon başının kazanmak ve kaybetmek konusundaki aldatıcılığına kanmamak gerektiğini iyi bilirim.
Sorunu doğru görmeli...
Yine de Beşiktaş açısından geçen sezonunun rahatsız edici belirsizliğine karşı gayet olumlu bir başlangıç ve hocası Giovanni van Bronckhorst için pozitiflerle dolu bir başlangıç oldu. Hele ki penaltı ve sonrasında gelen dördüncü gol lig için bir gözdağı niteliğindeydi denecektir. Beşinci gol ise Beşiktaş sevincinden daha çok son şampiyon Galatasaray’ın ıstırabıydı sanki! 30 yaş ortalamalı iki takımdan Galatasaray’ın kupayı kaybetmesini ‘Transfer yap(a) maması’na bağlayanlara kulak asmayın. Futbol, tüm etkinlikler gibi bir antrenman dolayısıyla tekrar oyunudur. Ortada gözle görünen bir sorun varsa nedeni de çözümü de bulmak zor değildir ancak öncelik sorunu doğru görmektir.