‘’Kaldığı yerden‘’
Cim Bom’lu futbolcular geçen sezonun şampiyonu olarak kaldığı yerden lige başladı. Galatasaray golleri güzel, 3 puanı iyi ama oyunu düşündürücü bir gece yaşattı taraftarlarına. Oyunun genelinde Galatasaray, oynamaması gerektiği gibi Denizli ise oynayabileceği kadarıyla sahadaydı. Ligin devamında bu tip takımlarla Galatasaray eğer dün geceki gibi “Çok pas yapacağım” diye oyunu yavaşlatarak oynar ve rakiplerinin kapanmasına izin verirse zorlanacaktır. Hem top kaybının hem de kazanılan topların çabuk oyuna sokulmaması, Galatasaray’ı gole gitmekte geciktiriyor. Yaratıcı futbolcuların sorumluluk almaları şart. Sarı-Kırmızılı seyirciler Lincoln’e sabır gösteriyor. Ondan çok şey bekliyorlar ve bunda da haklılar. Brezilyalı hem ayağına hakim hem de istediği zaman oyunu değiştirebilecek her şeye sahip... Ama isterse! Kewell ise tek top üstadı ama onunla pas alışverişi yapacak birilerine ihtiyaç var. Attığını biliyor ama nasıl alacağını bilemiyor. Skibbe’nin Yaser’i oyuna sokması, onun hala takımı tam tanımadığını gösteriyor. Tek ön liberoya dönmek isteyebilir. Risk almak ister bu doğaldır. Ama bunu Yaser’i sokarak değil, daha doğrusu Topal’ı çıkararak değil Ayhan’ı öne sürerek yapabilirdi.
Cim Bom’un uzun stoperlerinin Denizli’nin kornerlerinden vurdurduğu toplar ne kadar düşündürücü ise hep söylediğimiz sağ bek sorunu da o kadar düşündürücü. Üstelik Sabri’nin sakatlığı da Steaua Bükreş maçı öncesi son derece tatsız. Bir diğer konu ise kaleci De Sanctis’in neden alındığı ve niye oynamadığı. Sezon başı maçları zordur. Her şeye rağmen Cim Bom, 3 puanı alarak hem Steaua maçı öncesi hem de ligin başında moral buldu.
‘’Hazırlığa hazır mıyız?‘’
Öyle maçlar vardır ki, seyrederken ne olduğunu ve ne yapılmak istediğini anlamaya çalışsanız da anlayamazsınız. Sahadakiler de, anlatmak için gerekeni yapmazlarsa, oturur ‘biz bu hazırlığı niye yaptık’ diye düşünürsünüz. Çağırdığımız aday kadronun bir kısmı gelmedi, bir kısmı da kampa katıldıktan sonra sakat olduğu için kadro dışı kaldı. Olmayanlara baktığınızda, olanlardan daha fazla önümüzdeki Dünya Kupası eleme maçlarında yer alma ihtimalleri var. Hazırlık maçının resmi maça yansıyacak bloğu, defansımızdı. Hakan Balta hariç Ermenistan maçı defansı bu şekilde olacağına göre önce onlara bakalım. Gökhan önündeki Kazım ile arkalarını Kocaeli Otogarı’na çevirdi. O bölge Şililer’in serbest bölgesi gibiydi. Gökhan Zan ve Servet arası tehlike sinyalleri verir görüntüdeydi. Volkan ise bir iyi, bir kötüydü. Üstün olduğumuz dakikalar ilk yarıda Şili’nin yorulduğu son 15 dakikaydı. Pres yapıp oyun bozan takımlarla görünen o ki, oynarken organize olmakta zorluk çekeceğiz. Bu maçın iyi tarafı hazırlık maçı olmasına rağmen futbolcuların iyi oyun değil ama iyi mücadele etme istekleriydi. Tuhaf yanılgı ise maç başında tek forvette Semih ile başlamamıza rağmen onu desteklemesi beklenen futbolcuların kaleden hep uzak kalmalarıydı. Bu da hücumda yalnızlığı ve gol pozisyonu azlığına sebep oldu. Şimdi denilebilirki, ‘attığımız bir gol ve bulduğumuz 3 pozisyon varya...’ Evet ama bu Şili karşısında daha çok gol pozisyonu bulmamız gerekmez mi? Maçın en güzel anı gol organizasyonuydu, çocuklar o pozisyonda yakışanı yaptılar. Bir de Kazım’a bence uyarı lazım. Top sadece ona ait değil...
‘’Merhaba UEFA‘’
Hava nemli, zemin sert, stat mahalle arası görüntüsünde, seyirciler kendi halinde... Ee bu koşullarda ancak Almanya kampındaki hazırlık görüntüsü çıkabilirdi. Zaten maç da öyle oldu. 19. dakikaya adar anlamsız dolaşan top, Aydın’ın ısrarlı takibi, Delgado’nun ilk defa topla buluştuğu andaki kalitesi Beşiktaş’a golü, maça da heyecanı getirdi. Aslında bu maçta Beşiktaş’ın iyi veya kötü oynadığını anlamak ve anlatmak çok zor. Çünkü rakip, futbol adına Beşiktaş ile aynı teraziye konulabilecek kalitede değil. Ama iyi görüntü verenleri de söylemeden geçmeyelim. Mesela Aydın, hem ısrarcı hem çalışkandı. Sivok ise savruk dediğimiz Beşiktaş defansında hem kademe yaptı hem de müdahalelerinde zamanlaması doğruydu. Ve tabii ki Delgado hem kalitesini hem de kaptanlığın ona getirdiği yeni havayı, Bosnalılar’a zevkle seyrettirdi. Rakibin top yaptığı anlar, hep Beşiktaş’ın onlara oynaması için saha bıraktığı zamanlardı. İyi niyetle top yapmaya çalıştıklarında eğer Beşiktaş maçı daha önce kopartmayı düşünseydi, bunu rahatlıkla yapardı. Bosnalılar’ın futbol adına ortaya hiçbir şey koyamadığını gördüğü anda Ertuğrul hoca, Bobo’yu çıkarıp Nobre’yi sokacağına, Cisse veya İnceman’dan birini çıkarıp Nobre ve Bobo’yu önde kullansa, bu hazırlık maçı kıvamındaki turu çok daha fazla golle süsleyebilirdi. İki Serdar da oyuna girdikten sonra, zaten temposu da düşen maç biraz hareketlenir diye bekledik ama hem seyredenleri hem de oynayanları uyutan görüntü değişmedi. Kartal istediğini aldı ve UEFA’ya ‘merhaba’ dedi.
‘’Kötünün iyisi‘’
Güzel bir yaz gecesi, seyircinin Hagi sevgisi, Şampiyonlar Ligi hasreti ve çalan düdükle başlayan maç; Aykut’un yapılmayacağı yaptığı 5.dakika ile gelen ilk gol, 13. dakikada Servet’in asistiyle yenilen ikinci gol, alabora olmuş bir başlangıç gibiydi... Bütün bu hataları bir kenara bırakalım. Bizi hayrete düşüren ise, Skibbe’nin Ali Sami Yen’de değil de, Bükreş’te maç oynuyor anlayışıyla çıkarttığı takım oldu. Kaleci hata yapabilir, Servet uzaklaştırmak istediği topu o anlık yanlış vuruşla rakibe verebilir ama maç analizi yapan teknik adam bu kadar stoperle, üstelik de kendi sahasında nasıl maça çıkar, buna hayret etmemek mümkün değil. İsterseniz sayalım: Sağbek yaratılmaya çalışılan Emre Güngör, yanında Emre Aşık ve Servet. Önlerinde Meira ve sol tarafta yarım stoper Hakan Balta. 4.5 stoper ile Galatasaray’ın, nasıl gol bulacağını hesaplamış Alman teknik adam, anlamak mümkün değil. Rumen hücumlarında Emre Aşık ile Servet’in arasına giren Meira hem defansın dengesini bozdu hem de düşünülen avantaj yerine, pozisyon hatası yapan Galatasaray defansının arasından Rumenler çok daha kolay pozisyon üretebildiler. Gömülerek oynadığı müddetçe Cim Bom, Rumenler’i hep üstüne çekti. Oysa ki maç, Galatasaray’da topu ileriye taşıyacak adama ihtiyaç olduğunu gösteriyordu. Sabri ve Ayhan bu işi rahatlıkla yapabilirdi. Rumenler, sadece futbolun gereklerini yerine getirerek, zamandan çalarak istediklerini aldılar. Galatasaray ise maceralı bir yolculuğa çıkacak yanlışlarla geceyi bitirdi. Lincoln ise apayrı bir yazı konusu!!!
‘’'Semih Tur' sunar‘’
Sahası UEFA kriterlerine uymayan, futbol kalitesi de Avrupa standartının çok altında olan MTK’ya 5. dakikada Semih golü atınca, turizm şirketi rehberinin, arkadaşlarıyla yaptığı muhteşem bir turistik geziye döndü maç. İlk karşılaşmanın 2-0 mağlubu Macarlar, ikinci maçta da golü yiyince artık tur atlamalarının mucizenin ötesine geçtiğini anlamış olmalılar ki, Fenerbahçe’nin her yönüyle üstünlüğüne ve kalitesine boyun eğdiler. İlk maçın 11’i ve oyun şablonuyla; bir büyüğe yakışan oyun ciddiyeti ve disipliniyle; hem usta, hem kurnaz golcüsü Semih ile ön eleme 'hazırlık' maçlarının herhalde en önemli takımı olduklarını, aldıkları skorla da gösterdi Sarı-Lacivertliler. Erken gelen golden sonra maç, o kadar formaliteye döndü ki, bu 90 dakikaya bakarak olumlu veya olumsuz bir şeyler yazmak yerine Fenerbahçe’nin bu karşılaşmada yapmak istediklerini ciddi bir hazırlık maçı olarak düşünüp, yapıp-yapmadığını irdelemek daha doğru olacaktır.
Güiza-Semih ikilisinde; Güiza en ilerde, Semih onun arkasında oynadığı sürelerde golcü Semih, alışık ve etkili olduğu bölgenin uzağında kaldığı için ortaya koyabileceği performansın uzağında kalıyor. Güiza çıktıktan sonra Semih’in o bölgeye geçip, attığı gollere bakarsanız, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Alex ise, asist yapıp, gol vuruşlarında etkili olduğu yerden Selçuk’a doğru yakınlaşıp oynayınca o da 90 dakikada hem diri kalamıyor, hem de yaratıcı ayaklarından son noktalarda Fenerbahçe mahrum oluyor. Kazım’ın yaptığı ince işler, organize işlere dönünce keyif veriyor ama, fazla topla oynaması da önümüzdeki maçlarda keyif kaçırabilir... Buna dikkat! Fenerbahçe, Emre’ye attırdığı penaltıyla, oyun disipliniyle, yardımlaşmasıyla ışık saçarak Türkiye’ye dönüyor. Tebrikler...
‘’Oldu gibi...‘’
MTK ile hazırlık kıvamında bir maç oynadı Fenerbahçe... Şampiyonlar Ligi ön eleme turu maçı olduğu söylenmese, Almanya’daki kamp döneminde karşılaşılan takımlara benzer görüntüdeki rakibi karşısında Kanaryalar, oynar gibi yaptılar. Bir bölümü tamam, bir bölümü eksik görüntü verdiler. Tabii ki yeni sezon, tabii ki hazırlık kampının ağır idmanları, takımın iki işçisinin (Aurelio ve Deivid) olmayışı, yeni hoca, yeni sistem ve yeni golcü ile aksaklıklar olacaktır. Ama öncelikli hedef; Şampiyonlar Ligi gruplarına kalmaksa, Sarı-Lacivertliler, daha derli-toplu görüntü vermek zorundalar. Selçuk’un yalnız kaldığı orta alanda pas sayısını sayarsak, teknik kapasitesi çok düşük olan Macarlar’ın daha fazla top gezdirdiğini görebiliriz. Takımın en hazır görünen oyuncusu Colin Kazım, sağ tarafın yükünü taşırken, sakatlıktan yeni çıkan Gökhan, ‘Bende hazır değilim’ görüntüsündeydi. Sol tarafta ise, işleyiş sağ taraftan daha iyi gözüktü.
MTK, belli ki Fenerbahçe’nin ceza alanına kombine ataklarla gelebileceğine inanmamış. Hocaları uzaktan şut atılması gerektiğini söylemiş olmalı ki, topa sürekli olarak abuk-sabuk vurdular. Yılların tecrübesi Roberto Carlos ise, onlara nasıl vurulacağını 15. dakikada göstererek maçı çözdü ve 2 takım arasındaki siklet farkını ortaya koydu. Fenerbahçe’yi de düşündüren tablo, takım savunmasının henüz kafalarda dahi istenilen şekilde olmamasıydı. Gidenler geri dönmedi, geridekiler de öne gidemedi. Oyunu uzun alanda oynar gibi yaptılar. Skora bakarsak iyi, futbola bakarsak soru işaretli, amacına ulaşmış ‘oldu gibi’ dedirtecek bir tur maçıyla Fenerbahçe, Saraoğlu’nda seyircisiyle kucaklaştı.
‘’Tarih yazdık‘’
Böyle bir maçı yazmak kolay değil. Ne kolumda kuvvet, ne de yazacak akıl bırakmıyor insanda. Bir ilki gerçekleştirdik Viyana’da. Daha önceki çıktığımız çeyrek finalden bir adım ileri giderek, bütün yoklara rağmen yarı finale çıktık... Tarih yazdık ÇILGIN TÜRKLER olarak. Hep söyledim, yine söylüyorum. Grup maçlarından bu yana bizimle gelen futbol şansı, böyle devam ederse, ne kadar eksik olursak olalım, biz şampiyon da oluruz.
Turnuvanın başından beri, oynadığımız en doğru maçtı belki de bu. Hep kötü başlıyorduk bu kez iyi başladık, oyunu önde kurduk, Hırvatları şaşırttık, hem de korkuttuk. Onlar Arda’yı, biz Modrij’i kitlemeye çalıştık, ama bizde bir tek Arda yoktu ki, hepsi ‘Aslan Yürekli’ Ay-Yıldızlı futbolcularımız müthiş yardımlaştılar. Tecrübe abidesi Rüştü, maçın bütün kırılma anlarını bize yarayacak şekilde geçiştirdi. İlk ofsaytın Hırvatlar lehine 63. dakikada olduğu, bizim ise 80. dakikada ofsayta düştüğümüz kilit altındaki maç, ‘Aslan Yürekliler’in kilitleriyle açıldı. Fatih hoca, Topal’ın yerine Semih’i sokarken, rahat hareket eden Hırvat stoperleri rahatsız hale getirdi, oyun kuramaz oldular. Uzatmada adeta rakibimizi yere uzatır hale getirdik. Son damlasına kadar terimizin sahada biz vardık. Böyle olmasa 119’da golü yiyen, 121’de golü atabilir miydi!..
Her türlü övgüye layıksınız çocuklar. Avrupa’da yürüyen Türkiye’yi meşale elinde koşar hale getirdiniz. Gurbetçilerimizin başı dik, göğsü kabararak dolaşacak sizin sayenizde. Tek tek isim vermiyorum. Hepiniz kahramansınız. Bundan sonra ne olacak diye düşünmeyin... Siz tarih yazdınız, tarihe geçtiniz ve alınlarınızdan öpüldünüz. Yolunuz açık olsun...
‘’Tarihi yaşamak‘’
* 2000 yılında yapılan Avrupa Şampiyonası’nda da ilk 8’e kalmıştık. Ay-Yıldızlı ekibimiz hangi yanlışlar yüzünden Portekiz’e elendi?
Yıl 2000... Hollanda’dayız... Yer, Amsterdam Hilton Otel’i... Türk Milli Takımı, tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası’nda çeyrek final maçına çıkıyor. Ev sahibi Belçika, 2-0’lık skorla geçilmiş, talihsiz İtalya mağlubiyetiyle başlayan ve çıkılamaz denilen gruptan sıyrılmanın sevinci doyasıya yaşanırken, ülkeden uzakta gönül birliği yapmış insanlar, kamp koşullarının elverdiğince sevincini de tam yaşayamadan çeyrek finale yükselmenin ve başlayacak maçın heyecanı ile hazırlıkların sürdüğü anlar...
Alpay, Arif, yenilgi ve dönüş
Tugay Kerimoğlu, istenmeyen bir biçimde kamptan ayrılmış; Fatih Terim, alınıp-alınmaması, ödenecek miktarın çok olup-olmadığı konusu neredeyse ülke sorunu olmuş; Milli formayı ‘para için taşıyorlar’ yaftası futbolcuların göğsünde, onların isyanı ise, kendilerini anlatamamak. Bu zorlu karşılaşmaya mı hazırlansınlar, kendilerini mi anlatsınlar sıkışıklığını kamp içinde çözmeye çalışan bizlerin koşuşturduğumuz günler. Ve o müthiş gün; Türk futbol tarihinde bir ilkin yaşandığı çeyrek final maçı başlangıç düdüğü ile birlikte Portekiz’in; Figo’su, Deco’su, Couto’su, Vitor Baia’sı, Pinto’su Pauleta’sı kısacası Avrupa’nın yeni yükseleni, küçük Brezilyası ile yapılan maç, atılan Alpay, kaçan Arif’in penaltısı ve alınan mağlubiyet ile eve dönüş...
Bugünkü tablonun aynısı
İkinci kez katıldığımız Avrupa Şampiyonası’nda bir ilki gerçekleştirmenin tamamlanamamış gururu ve yarım kalmış sevinci, o günden bugüne, arta kalan adeta hatıra defteri...
Bu olayların başına tarih koymasam; bugün zannedilebilecek bu tablo, kışkırtılan öfke ve stresin dışında, birbirinin kopyası gibi...
Ne tırmandırılan sinir katsayısı,
ne yapılan iletişim kazası,
ne de sapkınlığa vardırılacak davranışların hiçbir kazancı olmadığını ve olamayacağını hatırlatarak bugüne gelelim....
* Aradan 8 yıl geçti. Aynı ortamı yaşamış biri olarak Hırvatistan karşısında galibiyet için ne yapılması gerekiyor?
Hırvatlar’ın da aynı sayıda katıldığı Avrupa Şampiyonaları’nda bizim gibi bir kez çeyrek final kapısından dönmüş olmaları enteresan bir tesadüf olsa gerek! O günden bu yana ne onlar, ne de biz çeyrek final çıtasını atlayıp, yarı finali göremedik. Bu demektir ki, her iki taraf için de tarihi maçlardan biri oynanacak. Herkes her şeyin farkında ve şartlar ne olursa olsun, A Milli Takım’ın yanında durmaya çalışırken, akordu bozuk seslere kulak tıkayarak sahaya bakalım.
İki milliyetçi ülkenin maçı
Turnuvanın iki buçuk futbol milliyetçisi ülkesi var. Bunlardan biri; Hırvatistan, diğeri de Türkiye... Buçuk olanı ise; Rusya. ‘Haydi koçum... Analar, şehitler, ablalar, kardeşler’ dendiğinde kanı kabaran iki ülkenin bu enteresan karşılaşmasında, gönülden ve coşkuyla oynayan Hırvatlar karşısında maçı almak istiyorsak, önce eksik kalmayalım, oyunu 90 dakika keyif alarak oynayalım. Çeyrek finale çıkan bir takımın büyüklüğünü ve futbol kalitesini sahaya yansıtmaya çalışalım, tahriklere kapılmayalım. O gün Couto’nun Alpay’ı attırdığını aklımızdan çıkartmayalım. Öyle bir maça çıkıyoruz ki, keskin bıçak gibi. Her iki taraf da farklı skorlarla birbirini yenebilir. Oyundan atılanlar olabilir. Bunun için de teknik kadroya, taktik dışında psikolojik olarak çok önemli görevler düşüyor. Bizim futbol kalitemiz, Hırvatlar’dan daha iyi...
Arda, Modric’in üstünde...
Turnuvanın yıldız adaylarından Arda Turan, İngiltere Premier Ligi’nin güçlü ekibi Tottenham’a giden Luka Modric’ten daha çok konuşuluyor. Srna ve Kranjcar’dan, Nihat ve Tuncay daha fazla göz kamaştırıyor. Ağırlığı bizde, galibiyet anahtarı akılda olacak. Bu maçın akılsızlara teslim edilmemesi için, kramponlarımıza, ‘aklına sağlık’ diyecek şekilde hükmetmek ve kulaklarımızı bozuk seslere kapatmak, yarı finali bize getirecektir.
PORTEKİZ'E KAYBETMİŞTİK
Belçika ve Hollanda’nın birlikte düzenlediği EURO 2000’de, ikinci kez finallere katılmıştık. 1996’da hiç puan alamayan Ay-Yıldızlılar, bir ilki gerçekleştirerek çeyrek finale yükselmişti. Rakip Portekiz’di. Hollanda’nın Amsterdam Arena Stadı’ndaki maçta Nuno Gomes’in iki golüyle rakibimize 2-0 yenilerek turnuvaya veda etmiştik. Bu karşılaşmada görev yapan Rui Costa şimdi Benfica’nın Sportif Direktörü, Hakan Ünsal ise futbol yorumcusu olarak karşımızda.