‘’Tecrübe ve Şımarıklık !‘’
İşte teniste de çok yetenekli bir genç var. Dün onu Roland Garros’ta Andy Murray karşısında bir kez daha izledik. Tenis topuna esaslı hükmedebilen biri Nick Kyrgios. Fiziği yaptığı spora fevkalade yakın. Çok güçlü. Henüs 20 yaşında. Avustralyalı. Yunan asıllı.
Puan esnasında heyecana kapılıp oyuna etki etmeye çalışan seyirciyi bile yanına çekebilecek kadar şovmen tarafı da var. Ama bazen bu şovmenliğe kendini öyle kaptırıyor ki asıl işinin puanları kazanıp maçtan galibiyetle çıkmak olduğunu unutuyor ! Tenis hiç şımarıklık kabul etmediği için de değil vurarak, iterek alabileceği nice sayıyı yitiriyor. Sonra da kızgınlığa kapılıp topu tribünlerin ardına vuruyor. Uyarısını da alıyor tabî. Murray gibi sinirini kontrol etmekte sorun yaşayabilen biri onun önünde “ermiş” gibi gözüktü. 64, 62, 63 ile hesabı kapattı.
2014 Wimbledon’un da Nadal’ın Kyrgios’a yenildikten sonra rakibi hakkında düşüncesi sorulduğunda söylediklerini anımsayalım : “Sporun en önemli yanlarından biri mental olgunluktur. Zirvelere yol almak orada kalmaktan daha kolaydır. Zamanla göreceğiz kimin neler yapabileceğini.”
Fransızlar yararlı ve başarılı kişilerin isimlerini caddelere, binalara vermekten yüksünmezler…Kimse onların kompleksine kapılmaz. Roland Garros’un başlıca kortlarına da Suzanne Lenglen ile Philip Chatrier isimleri verilmiştir. İşte bu kortların birinde Kyrgios, Murray’le kapışırken diğerinde bir başka Avustralyalı tenisin zirvesindeki Sırp Djokovic önünde başarı arıyordu. Thanasi Kokkinakis’de Yunan asıllı. Arkadaşından bir yaş küçük. 19’unda. Yeteneği olduğu besbelli ama henüs ham…Sanki torbasındakiler tam ortaya çıkarılmış değil. Giyimi ve tutumuyla şovmenlikten çok uzak. Biraz tecrübesi olsa dünya 1 numarasını zorlamaktan öte epey güç durumlarda bırakacaktı (64, 64, 64 ). Maçtan sonra Djokovic’in Kokkinakis hakkındaki söylemine bakalım : “Bana göre tenisin Thanasi gibi oyunculara gereksinimi var…Çok genç olmakla birlikte korta özgüvenle ve çekinmeden çıkan oyuncular lazım. Onun gibi süreklilik kazanmaya başlayan 3-4 oyuncudan tenis dünyası çok ümitli. 6-7 yıl öncesine kadar başarılı gençler pek ortalıkta yoktu. Dolaysıyla bu tenis için iyi haber. İyi servis attı ve iyi oynadı. Her sette onu bir kez kırdım bu da bana yetti.”
Dün kadınlarda Serena Williams “artık döndüm” diyen Azarenka’yı zor da olsa geçti(36, 64, 62). Maçta ilginç olan her iki oyuncunun birbirlerine hak vermesine rağmen hakemin yanlış kararını ısrarla uygulaması oldu. Şimdi Serena karşısında ona daha da ters gelen vatandaşı Stephens var.
Erkeklerde son 16’lara kalanlardan altı raket 30 ve üstü…Sekizi 28 ve üstü. 25 ve altı sadece iki raket. Kadınlarda ise 30 ve üstü iki raket varken, yedisi 25 ve üstü, yedisi de 25 altı. Artık hangisi gençleşiyor hesabınızı yapınız. Kendimizi mi aldatıyoruz acaba !?
Bugün neyi izlesek deseniz ilk seçkim Monfils-Federer sonra da Pennetta-Muguruza olur.
İyi bir Pazar günü dilerim.
‘’Paris'ten giden gidene!‘’
Önce Na Li (Dünya 2 numarası), sonra Serena Williams (Dünya 1 numarası), takiben Radwanska (Dünya 3 numarası), Cibulkova (Dünya 10 numarası)…Hepsi gitti. Azarenka (5) zaten sakatlığından dolayı yok. Uzun lafın kısası dünyanın ilk beşinden dördü Roland Garros’ta çeyrek finali bile göremedi. Bir tek Romen Simona Halep (Dünya 4.) kaldı. İlk on raketin ise sadece beşi hala oynuyor.
Radwanska tüm yeteneğine rağmen bana hep her an kristal gibi dağılacakmış hissini vermiştir. Dişli çıkan her rakip onu zorlayabiliyor. Bugün de Hırvat Ajla Tomljanovic onu Paris’ten gönderiverdi.
Kadın tenisinin izlemekten zevk aldığım üyelerinden 30 yaşlarındaki Avustralya’lı dünya 18. Samantha Stosur 2010 yılında Roland Garros’ta final oynayıp şimdilerde yok olan İtalyan Sciavone’ye yenilmiş ertesi yıl ise (2011) Amerika Açık’ta şampiyon olmuştu. Komple tenis oynayan özü sözü bir, düşüncelerini hiç çekinmeden söyleyebilen ve bu nedenden dolayı WTA camiasında ikinci plana itilen bu doğru insan turnuvanın favorilerinden biri durumuna gelen Cibulkova’yı 6//4’lük iki sette saf dışı bıraktı. Şimdi çeyrek-finalde Sharapova karşısında. Aralarında 13-2 gibi Sharapova lehine büyük bir fark var. Ama Rus raket pek strese gelemiyor. Esas rakipleri elenip gidince meydanın kendisine kaldığını düşünüp saplantıları ön plana çıkabilir. Bu da Avustralya’lıya üstünlük getirebilir. Bakalım göreceğiz.
Erkeklerde ise ilk iki maç bize fevkalade tenis izlettirdi. Ağır-abiler emin adımlarla yola devam ediyorlar. Federer’i (bu camiada elinde olmayan nedenlerle değeri yerini bir türlü bulamamış ve mizah duygusu en gelişmiş raketlerden biri olan) Rus Dimitri Tursunov karşısında izlerken, İsviçre’li ile bu güzel sporun birbirlerine ne kadar yakıştıklarını düşündüm. Bir sporcu kafasındaki planları bu derece hakikate geçirebilir mi !
Djokovic ise fevkalade yetenekli ve anında vites değiştirebilen nadir raketlerden biri olan Cilic karşısında bilhassa üçüncü sette çok zorlandı. Cilic biraz da şansını yardımıyla seti aldı. Ama bu sporda ağır-abiler karşısında biraz da şans faktörü olmazsa ezilip gidersiniz. Hırvat raket oyunu çok zorladı ama basit hataları ona maçı kaybettirdi (63, 62,67, 64).
Şimdilik hoşkalın.
‘’Paris'in Gerçekleri!‘’
Serena’nın tam 17 adet grand-slam turnuva şampiyonluğu var. Yani dünyanın dört büyük turnuvası sayılan Avustralya, Roland Garros, Wimbledon ve Amerika’yı tam 17 kez kazanmış. Bunların sadece ikisi Roland Garros. Üstelik kazandığı iki turnuva arasında tam 11 yıl ara var. İşte Roland Garros’u eşdeğerleri arasında özellikli yere koyan ve dünyanın en ilginç turnuvası olarak algılanması için bir neden daha.
Kanıtlar böyle ama bir başka gerçeği de itiraf etmeden geçersek Serena Williams adına çok büyük haksızlık etmiş oluruz. Serena Muguruza karşılaşması öyle bir maçtı ki ABD’li raket için her şey kötü giderken İspanyol neredeyse düz yolda altın bulacaktı ! Williams’da yitidiği maçı olgunlukla karşılayıp basın toplantısında “Öolur böyle şeyler, şimdi daha fazla çalışmam gerekecek” dedi ve geçti konunun üzerinden.
Erkeklerde ise Paris’te bence şimdiye kadar karşılaşılan başlıca sürpriz “baby Federer” olarak adlandırılan dünya sıralamsında 12. sırada olan Bulgar Dimitrov’un Hırvat İvo Karlovic’e yenilmesiydi. Ağır-abileri zorlayacak yeni gençler kategorisinin başlıca üyesiydi Dimitrov. Ama 35 yaşındaki yılların kurdu ve tenis dünyasının en etkili servislerinden 2.11’lik dev cüsseli Karlovic kendinden 12 yıl küçük rakibinin tecrübesizliğinden azami istifade etti. Çaylak genç raket ne servisleri çıkarabildi, ne de rakibinin yerden kalkmayan “slice” toplarına yanıt verebildi. Elendi gitti.
Umuyoruz bu sürprizler sürer. Ama bir umudum daha var ki o diğerinden çok daha önemli : İnşallah çıkacak yeni bir şampiyon (ya da finalist) bir kerelik bir başarının temsilcisi olmaz. Aranızda Gaston
Gaudio ya da İva Majoli’yi anımsayan var mı!?
Hoşkalınız.
‘’Şok!‘’
Dünya Tenis tarihinde ilk kez grand-slam turnuvası kazanmış iki tenisci bir başka grand-slam turnuvasının ilk turunda Wimbledon’a kadar “Au revoir” dedi ! (“Au revoir” sözlük anlamı “tekrar görüşebilene kadar iyi günler”).
Evet, önceki bazı yazılarımda bu yıl “Bizleri çok sürprizler bekliyor.... Gençlere güven geldi, artık bunları bizler de yenebiliriz” diyebiliyorlar ifadesini kullanmıştım. Bu iddiam Paris’te kendisini sağlama aldı. Erkeklerde dünya üçüncüsü Wawrinka, kadınlarda önce Na Li, sonra da Serena Williams elendiler. Wawrinka dengesiz bir oyuncu olduğu için çok büyük bir sürpriz olmadı benim için. Ama kadınlarda dünya 1 ve 2 numaralarının daha merhaba bile demeden peş peşe yenilmeleri sürprizden öte adeta bir şok oldu.
Bu yenilgilerin bir özrü de yok. Rakipleri her üç yıldızı da adeta evire çevire yendi. Gerek Li ve gerek Williams’ın rakipleri henüs 20-21 yaşlarında. Ağır-abi ve ablaları yenmenin yegane yolu onları oyuna sokmamakta geçiyor. Bu da ancak topları onların üzerine vurarak onların oyunu kontrolleri altına almalarını önlemekle gerçekleşebiliyor. İşte her iki kızcağız da aynen böyle yaptılar. Toplar yerden tam kalkmadan erkenden reaksyon gösterdiler. Vurdukları ilk topların çoğu rakiplerinin üzerine gitti. Onlar topları ancak çıkarmakla uğraşıp dengelerini toplayamamışken bir sonraki toplar çizgileri buldu. İşte küçüklerin büyüklere karşı şimdiye kadar uygulayamadıkları bir sistem de başarılı oldukları oyun tarzını sabırla bıkıp usanmadan sürdürmek. Yani süreklilik. Bu kez bunu gerçekleştirdiler ve o ablalarına tam anlamıyla perişanları oynattırdılar. Rüzgar filan diyorlar. Es geçiniz. Gençler oynadılar ve kazandılar. Üstelik Li Na’yı yenen Fransız Mladenovic başarının yabancısı değil. Çinli’nin Roland Garros Şampiyonu olduğu yıl o da partneri Daniel Nestor ile birlikte karışıklar şampiyonu olmuştu. Maçtan sonraki basın toplantısında “Baştan itibaren Li’nin zayıf forehand’ine yüklenip hareket serbestiyesi vermemeye kararlıydım” diyebilecek kadar da kendinden emin.
Şimdi kadınlarda meydan Sharapova’ya kaldı görüntüsü veriyor. Ama şahsi kanaatim Paris’in ona da yâr olmayacağı. Bu yıl Roland Garros’u ağır-ablalardan başka biri kazanacak ve tenis bilhassa kadınlarda bundan böyle eskisi gibi olmayacak. Ohh diyorum ! Yağmur izin verirse gelecek günlerde görüşmek üzere hoşkalınız.
‘’Kiremitte Tenis!‘’
Bilhassa bu yıl (yağmur müsaade ettiğince!) Paris tenisi sevenler için çok çekici olacağa benziyor. Buraya gelene kadar bilhassa tek-erkekler serisinde gözlemlediğimiz rekabet bizlere fevkalade bir 'tenis' sunulacağını adeta müjdeliyor.
Ulusal tenisçimiz Çağla Büyükakçay, Roland Garros elemelerini oynadı. İlk iki turu geçtikten sonra kariyerinde 21.’ciliğe kadar ulaşabilmiş bir Kanadalı rakete (4-6, 4-6) yenilerek ana-tablo oynama hakkını son anda yitirdi. Devam Çağla diyoruz. Çünkü bu kızcağız hiç şüphesiz Türk Tenis Tarihinin en başarılı kadın raketidir. Tenisin geldiği bu noktada onca rakiple başarıyla rekabet edebilmek, yılın 30-35 haftasında otel odalarında bavul içerisinde yaşarken, 137. sıralara erişebilmek ve bir WTA turnuvasında çeyrek final oynayabilmek kendinizden ailenizden ve hatta kulübünüz ile federasyonunuzdan epey özveri bekler. Devam Çağla devam Can.
Roland Garros’un bir numaralı favorisi şüphesiz 'toprağın kralı' olarak kabul edilen Rafael 'Rafa' Nadal Parera. Bir Grand-Slam turnuvasını dokuzuncu kez kazanan ilk profesyonel olmak arzusunda. Maçların 5 set üzerinden oynanması, Nadal’ın lehine olan başlıca faktör. Onu bu statüde yenebilen tek bir tenisçi var... Maalesef sakatlıktan dolayı artık oynayamıyor ancak bu kişi: Robin Soderling. Ama son turnuvalarda 'Kral' için işler pek istediği gibi gitmiyor. Topraktaki son üç mücadelenin ikisinden yenik ayrıldı. Üstelik hemen ardındaki Djokovic’e de sekiz ayın içindeki dört karşılaşmalarında da yenildi. Ayrıca her ikisi için de geçerli olan bir başka hakikat daha var. İkinci kategori yıldızlar olarak adlandırılan (Dimitrov, Raonic, Nishikori, vs.) raketlere güven geldi. Artık "Bunları bizler de yenebiliriz" diyebiliyorlar.
'Plasex' olarak en başta Djokovic’in adı geçiyor. Onun kazanamadığı yegane Grand-Slam turnuvası Roland Garros. Şampiyonluk halinde kariyerinde Grand-Slam (yani dört büyük turnuvayı da kazanabilmiş) yapabilmiş beşinci tenisçi olacak ve Nadal ile Federer klasmanına yükselecek (diğer ikisi Agassi ile Laver). Ülkesinin uğradığı afete Roma’da kazandığı tüm ödülü bağışlayan (578 bin €) bu özü-sözü doğru genç adam için bazı fiziki engeller de var. Önce bileğinde sakatlıktan tam kurtulamamış olması... Sonra da özel yaşamı. Burada alacağı dereceye göre tekrar 1 numarayı yükselebilme olasılığı da bir başka stres faktörü. Bu iyi insanın emellerini gerçekleştirebilmesine sevinirim.
Kadınlarda ise Serena Williams baldırındaki sakatlık müsaade ettiği sürece tartışmasız başlıca favori. Onu zorlayacağını düşündüğüm isimlerin başında Cibulkova geliyor. Fikstürün ikinci yarısı ise 'gayya kuyusu'. Kimi isterseniz orada. Errani ve Li’nin aynı bölümde olması yazık. Total tenis oynayan bu ikisini gönlüm en azından yarı-final oynarken görmeyi arzuluyor. Diğerlerine önümüzdeki günlerde değineceğiz. Hoşkalınız.
‘’İsviçreliler Tarih Yazdı !‘’
Wawrinka Avustralya Açık’tan sonra bir duraklama devresine girmişti. Çabuk toparlandı diyebiliriz. İşte Monte Carlo’da da bunu gerçekleştirdi. Tenisin ağır-işcisi denilen İspanyol Ferrer karşısında ortada gözüken bir maçı kolay aldı. Maçın başından itibaren öyle bir saldırdı ki normal olarak bir duvarı andıran Ferrer yapacak hiçbir şey bulamadı. Zaten ilk set göz açıp kapayana kadar bitti (6-1). İkinci sette İspanyol raket biraz kıpırdandı ve durumu eşitlemeye çalıştı. Hatta seti tie-break’e getirdi ama sonra havlu attı. Zira İsviçre’li tie-break’te yine yıldırım hızıyla 4-0 öne geçti sonra da işi 6-3 kapattı.
İkinci yarı-finalde haşmetmeapları Roger Federer’in bu yıl Dubai’de yendiği ama sonra Indian Wells(ABD)’de rövanşı verdiği Djokovic’e karşı ne yapacağı çok merak ediliyordu. Tenis güzel olduğu kadar çok ta ilginç bir spor. Djokovic 2006 yılında bu turnuvanın ilk raundunda Federer karşısına çıktığında 67’nci sıradaymış. Üstelik eleme tur oynayıp gelmiş.
Her iki raket te bir gün önce üçer setlik zorlu maçlardan çıkmıştı. Djokovic’in bir dezavantajı vardı. Turnuva başlarken kolunu sonra da el bileğini sakatlamıştı. Zaten bu maçta da kolundan bileğine kadar epey sıkı bir banda vardı. Sancılı olduğu ve bilhassa çift-elli back-hand’inde elini/bileğini istediği gibi kullanamadığı belli oluyordu. Bu nedenle de hep forehand’ine kaçmaya çalıştı. İsviçre’li de acımasız…Onun mecburen boş bıraktığı sağ tarafa çalıştı bu kez ! Sırp raket büyük bir olasılıkla Madrid’ten ve hatta Roland Garros’tan çekilecektir. Acaba geçtiğimiz yıl sakatlığı nedeniyle Nadal’a her türlü isnadı layık görenler şimdi Djokovic için neler söyleyecekler ! Antipatik bulanlarınız olabilir. Ama büyük bir tenisçi ve sporcu olduğunu yadsıyamazsınız. Rakibinin servisinde karşılayamadığı ama hakemin “aut-ikinci servis” kararı verdiği topun içeride olduğunu söyleyip sahanın diğer yanına yürüyecek kadar da dürüst bir yapıya sahip. (Yüce Tanrım ! Kendi sporumuzda gördüklerimizden sonra nelere gıpta eder duruma geldik !).
Novak sakatlığına rağmen ilk set iyi mücadele etti. O derece ki ilk servis kırma şansı maçın başlamasından ancak yarım saat sonra durum 4-4 eşitken oluştu. Sonra 5-5 oldu. Sırp kendi servisinde 40-0 öne geçti. Önce 40-15, sonra 40-30, berabere, avantaj ve oyun Federer’in (6-5). Bundan sonra Djokovic’in düşüşü başladı. Önce set 7-5 bitti. Sonra ikinci set başladı ama Sırp raket hem fiziken hem moralman çökmüştü. Fevkalade çabuk bitti (6-2). Pek zevkli bir ikinci set olmadı ama bu İsviçreli sahayı öyle bir kapsıyor ki “anteni mi var” diye düşünüyorsunuz. Toptan önce hareketlenebiliyor. Öyle bir edası var ki bale mi yapıyor, dans mı ediyor yoksa tenis mi oynuyor karıştırıyorsunuz. Onun tenis tarihinin en iyi oyuncusu olduğundan kimsenin en ufak bir şüphesi bile olmasın.
Şimdi iki İsviçreli arasında bir finale şahit olacağız. 2000 yılındaki Marsilya finalinden (Rosset-Federer) 14 yıl sonra ilk kez. 13-1 Federer üstünlüğü var ama son bir yıldır “Stanimal” çok mesafe katetti. Hangisi kazanırsa dünya sıralamasında üçüncülüğe çıkacak. Daha bir yıl önce “bu Federer tenisi bıraksın artık” diyenler acaba şimdi ne hissediyordur ?
İyi Pazarlar.
‘’Kral Düştü!‘’
Önce korta İsviçre’li Wawrinka ile Kanadalı Raonic çıktı. 23’lük genç Raonic tabanca gibi bir servis ve sağlam bir geri oyunuyla Avustralya Şampiyonu rakibini epey zorladı. Hatta 3-0 ve 5-3 ileri bile geçti. Ama bu avantajını sete çeviremeyince rakibi galebe çaldı (7-6). İkinci set ise epey kolay bitti (6-2). Bu durum neredeyse tüm genç raketlerin sorunu. Ağır-abilerle oynadıklarında onları ilk sette sonuna kadar zorluyorlar. Ama öyle ya da böyle rakipleri seti alırsa derhal çözülerek maçı kolaylıkla verebiliyorlar.
Sonra sahneye İspanya birincisi ve ikincisi çıktı : Nadal ile Ferrer. Biri “toprağın kralı” diğeri “kortların ağır-işcisi”.Daha önceki karşılaşmışlarında 26-5 Nadal önde. Çoğu maçları adeta bir pehlivan tefrikasını andırıyor. Puanlar ve oyunlar bir türlü bitmek bilmiyor. Sahaların en “fit” raketleri olarak ta nitelendirebileceğimiz bu iki tenisçinin ilk seti hep eşitlikle geçti ve tie-break’ten galip çıkan Ferrer oldu (76). Ancak Nadal eskisi gibi oyunu yönlendiremiyor, baskı kuramıyordu. İkinci set bu daha da barizleşti. Oyun kalitesizleştikçe durağanlaştı. Kralın en kritik topları hep aut oldu. Ferrer ise hem topu yerden kalkar kalkmaz alıyor ve oyunu adeta Nadal’ın üzerine yıkıyordu. O derece acele ediyordu ki bir keresinde Nadal daha yerine bile geçmeden servis attı ! Ferrer rakibini erken kırdı ve oyun 3-1 oldu. Kralın sanki bir form düşüklüğü var. Saldıran ve oyunu agresifleştiren Ferrer, açık arayan ise Nadal ! Onun en nefret ettiği durumlardan biri bu. Set 5-2 oldu ve Ferrer servis atıyordu. Heyecandan verdi servisini (5-3). Sonra Nadal servisini aldı (5-4). Hani Kral geri gelir mi diyorduk ama onun pek niyeti yoktu. Basit hatalarına devam etti ve Ferrer Stuttgart’tan tam 10 yıl sonra ikinci kez Nadal’ı toprakta yendi (76, 64).
Akabinde Federer as kalsın Nadal’a ya nazire yapıyordu. Latife bir yana ikinci setin ortalarına kadar Tsonga İsviçreli’ye karşı epey üstün bir oyun oynadı. Zaten ilk set 6-2 çabucak bitiverdi. İkinci sette Haşmetmeapları biraz daha hırslıydı sanki ! Bu hırs oyununa da yansıdı. Biraz düzelince gitti denilen seti, tie-break’i en iyi oynayan bir tenisçi olarak, 4 set-puanından sonra alıverdi (7-6). Şimdi eşitlik vardı. İşte bu adamın ne kadar üstün yetenekleri olduğunu anlatmaya sadece bu maç yeterli olur. Kötü bir gününde bile maçı bırakmayıp oyunda kalmaya çalışıyor. Adamın orta karar oyunu zaten diğerlerinin zirve yaptıkları standart. Son set Tsonga için bir eziyet oldu (1-6).
Yarın Wawrinka Ferrer karşısına çıkacak. Ferrer geçmiş maçlarda kıl payı bir üstünlüğe sahip. Ama diğeri de üzerindeki düşüklüğü atmış gözüküyor. Güzel bir maç olacağa benzer. Diğer yanda ise Federer büyük bir olasılıkla Garcia-Lopez’i çok kolay geçecek Djokovic ile karşılaşacak. Bence Sırp raket bu turnuvada kolay bir şampiyonluk alacak. Zaten oynadığı tüm maçların süresi neredeyse diğerlerinin bir maçı kadar ! İyi akşamlar.
(Not.: Bu yazı Djokovic maçından önce yazılmıştır).
‘’Monte Carlo 2‘’
Onun için de maç öğlen tatiline denk gelecek şekilde programlanmıştı. Öyle de başladı. Fognini toprak sahaya daha yatkın. Bu üstünlüğünü kullanarak ilk seti geriye düşmesine rağmen aldı (7-5). İkinci sete de fena başlamadı. Ancak aynı İngiliz Murray gibi onun da konsantrasyonu pamuk ipliğine bağlıydı. Bir anda o yetenekli şovmen gitti yerine hani neredeyse ‘ot’ gibi bir adam geldi!
Monte Carlo sınıra çok yakın olduğu için her zaman kalabalık bir İtalyan seyirci kitlesi olur. Bugün de vardı. Üstelik yıllar sonra güvendikleri bir yıldızları vardı. Dolayısıyla Fognini ’nin şikayet edeceği bir sebep te yoktu. Üstelik rakibinin sahasında ondan ilk seti de söküp almış.
Doğal olarak sempatik Tsonga da rakibi tarafından kendisine adeta bir altın tepsi de sunulan bu armağanı geri çevirmedi ve setleri hemen eşitledi (6-3). Son set geldiğinde artık işin geleceği ayan beyan ortadaydı.
Çok kısa sürdü (6-0). Doğum günü çocuğu Tsonga maçı (5-7, 6-3, 6-0) aldı. Bir sonraki maç ‘İspanyol Boğası’ ya da ‘Toprağın Kralı’ lakaplı Rafael Nadal ile bir başka İtalyan Andreas seppi arasındaydı. Nadal hiç zorlanmadan maçı 6-1, 6-3 alarak tahminleri boşa çıkarmadı.
Anlaşılan yine bir Nadal-Ferrer karşılaşmasına şahit olacağız. Pek iç açmıyor değil mi!
Büyük bir olasılıkla Tsonga ’nı karşısna ise Federer gelecek. Çek Rosol ’ün İsviçreliye bir problem çıkaracağını sanmıyorum. Diğer İsviçreli Wawrinka ise rakibi Almagro ayağında çekme olduğu için korta çıkmayınca hükmen kazanarak Raonic ile kapışmaya hazırlanacak. Çok ilginç bir maç olacağını düşünüyorum.