‘’Yaratıklar !‘’
Güler geçer insanoğlunun sinema hileleri, uygulamalar ve göz boyamada ne denli uzmanlaşmış olduğuna şaşarsınız. En son ortaya konmuş yaratıkların en eskisi “Godzilla”yı izlerken kendi kendime insanlar yaratıklaşırken yaratıklar insanlaşıyor demiştim ! Zira “Godzilla” insanoğlunu kurtarıyordu !
Dün akşam bunun tipik bir örneğini yaşadım. Televizyonda “spor karşılaşması” nitelendirmesi altında bir takım yaratıklar birbirlerine öldüresiye saldırıyordu. Biraz daha dikkat edince bu yaratıkların insan kılığına girmiş olduklarını gördüm. Taraflardan biri saldırganlık üzerine daha planlı programlıyken öbür cihet ne yaptığını bilmeden önüne gelen herkeze bulaşan esrik bir kabadayı konumundaydı. Komutanlık görevi üstlenmiş en azman yaratık ise bir yandan rakiplerini kışkırtırken öte yandan da en vahşice saldıranlardan biriydi ! Eminim bu yaratıkların yavruları babalarının bu denli vahşice duyguların esiri olabileceğini hiç algılayamadıkları için epey endişeli bir yaşam geçiriyor sonra da kendilerini bu ortama uydurmak zorunda kalıyorlardır. Tribünlerdeki nice yaratığın olduğu gibi. Böyle gelişen bir yaratığın yaşantısında toplumsal pardon sürüsel bir görev üstlenmesi ne denli olanaksızsa, kişisel çıkarı söz konusu olduğunda da vahşet estirmekten hiç çekinmeyeceği aşikardır. Ne de olsa aile görgüleri bundan ibarettir!
Bu ortamın yönetici ve senaristleri ise herhalde eserlerini beşuş bir edayla tırmandıkları ağacın en kalın dalından izliyorlardır. Hani imparatorların gladyatörlere öldür mesajını vermeleri gibi. Bu uslanmaz, arlanmaz, eğitime gelmeyen yaratıklar belki bir süre sonra ortaya koydukları bu filmin baş aktörlerinin kendi yavruları olabileceğini düşünemezler. Zira çıkarları ve egoları, aşağılık kompleksleriyle birleşince toplumsal pardon çevresel gerçekler, sürüsel gerçekler haline dönüşmektedir. Koku alma duygularını bile köreltir ancak bencilleşerek, paylaşmadan, ezerek, parçalayarak, parçalattırarak reisliklerini sürdürebilirler. Bazılarını sirklerde ya da çiftliklerde izler ne denli uysal olduklarına şaşarsınız. Ama bir gün gelir çevrelerini yok ettiklerini okursunuz. Utanmaları da yoktur. Yaratık işte !
‘’“100 Yıllık Cincy”‘’
2014 yılında kadın ve erkeklerin Cincy fikstürlerinde ev sahibi ülkeyi temsilen sadece Serena Williams kaldı. Her iki tarafta da ABD’li tenisciler daha üçüncü turda pes ettiler. Hala John İsner gibi fasulye sırığını andıran bir tenisciden başarı bekliyorlarsa zaten söylenecek bir şey yok demektir. Bir zamanlar tenis dünyasına hükmeden koskoca bir kültür uzun bir süredir yokları oynuyor. Yazık !
Önceki yazımda Cincinnati’de epey çelişkili sonuçlara şahit olabileceğimizi yazmıştım…Üç gün önce biten Kanada’nın kralı Tsonga ile kraliçesi Venus Williams daha ilk turda elendiler. Onları yalnız bırakmamak için olsa gerek hemen arkalarından Berdych, Dimitrov ve dünyanın (aileden – babası bir oligark !) en zengin teniscisi denilen Gulbis te yenildi. Çeyreklere gelindiğinde Monfils, Janowicz, Cilic ve dünyanın 1.numarası Djokovic te yoktu. Novak yitirdiği maçtan sonra yaptığı basın toplantısında balayından sonra hala kortta kendini rahat hissetmediğini belirtiyordu.
Kadınlarda ise Venus’tan sonra yaprak dökümü Errani, Bouchard, Kvitova, Cibulkova ile başladı Lisicki ve Kerber ile devam etti. Ama onlarda bugün tüm maçlar çekişmeli geçmeye aday. Hele Sharapova-Halep maçı tam izlenecek olan…Erkeklerdeki Murray-Federer maçı ile aynı saate konmuş. Böyle bir program ortaya koyan turnuva direktörüne neye hizmet ettiğini sormak gerek !
Erkeklerde merak edilecek bir diğer maç ta Raonic ile İtalyan Aygırı Fognini arasında. Tenisin her vuruşuna sahip fevkalade yetenekli bu Akdenizli kafasına hakim olursa, yeni gençler grubunun başlıca üyelerinden Raonic karşısında bize fevkalade bir maç izletebilir. Diğer maçlardan kanımca Wawrinka ve Ferrer yarı-finale çıkarlar.
Yaklaşan “Amerika Açık"a kadar önümüzde 1.5 hafta var. Umarım herkez kendisini toparlayabilir ve bize güzel bir grand-slam izletirler. Djokovic’siz, Nadal’sız, Murray’siz, Del Potro’suz, Azarenka’sız bir turnuva en azından bana zevk vermeyecek. Ama New-York, Flushing Meadows’da sürprizlere hazır olun…Hem de en büyüklerinden. Söylemişti dersiniz! Hoşkalınız.
‘’İşini Sevmek !‘’
Bıraksın, emekliye ayrılsın diye hakkında neredeyse fetvalar çıkarılacak Roger Federer dünya sıralamasının ilk 5’i içerisinden Cincy’de yarı-finale kalabilmiş yegane tenisci. Adamın geleceği üzerine yaptığı çocuk sayısına kadar varan spekülasyonlar dönüyor, o işine bakıyor. “Ben tenis oynamasını seviyorum…Başarıyı seviyorum. Üstelik sevdiğim işi yapıp para da kazanıyorum. Birileri öngörüyor diye neden bırakayım” diyor. Aldığı sonuçlar ise kendisini kanıtlıyor. Şimdi Cincy’de büyük bir olasılıkla şampiyon da olacak. Dün başlıca rakiplerinden Murray’i geçti. Hem de ikinci set elden gitme aşamasındayken fevkalade bir vites yükselterek. Bugün yarı-finalde geçen hafta yendiği Raonic ile tekrar karşılaşacak.
Federer bu tunuvayı almak zorunda. Zira uzun bir süredir büyük turnuvalarda hep son hamlede başarısızlığa uğruyor. Tüm turnuvada üstün form gösterip finalde anlaşılmaz bir şekilde kavruklaşıyor. Anımsarsanız Wimbledon finalinde bile rakibi Djokovic son sette havlu atmak üzere iken yaptığı basit hatalarla tekrar oyuna sokmuştu. Başlıca rakiplerinin hepsinin saf dışı kaldığı Cincy’yi de kazanamazsa “Amerika Açık” için sıkı bir özgüven bunalımına düşecektir.
Raonic zor geçebileceğini düşündüğüm Fognini karşısında çok kolay bir yengi aldı. 57 dakikada 61, 60 ! Dün yazdığım gibi İtalyan’ın kafasıyla zoru var. Geçen yıl yine burada Stepanek karşısında bilinçli olarak ayak-hatası yapıp yuhalanmıştı. Dün de son puanda ayak-hatası (!) yaparak maçı sonlandırdı.
Kadınlarda ise Sharapova yine (evet yine) gitmek üzere olan bir maçta galip geldi. Romen Halep karşısında 36 ve 0-2 mağlupken maçı çevirdi ve kazandı. Kadındaki özgüvene ve sebata saygı duymamaya olanak yok. Şimdi rakibi Sırp İvanovic. Anlaşılan yine bir Sharapova-Williams finaline doğru gidiyoruz.
Serena dün bir başka Sırp Jankovic’i 57 dakikada 61, 63 geçti. Bugün rakibi, galiba kafasını gerçekten düzeltmiş olan, THY (Wozniacki) ! Artık sahada kafası kesik tavuklar gibi koşuşturmuyor ! Geçtiğimiz hafta Serena’yı zorlamıştı. Kolay maç olmayacaktır. Zira kendisine güveni de geldi. Hoşkalınız.
‘’ABD Vizeniz Var mı?‘’
Savaşlarla birlikte bu Alman Kolonisinden pek eser kalmadı. Şimdi Cincinnati Reds (Kırmızıları) adlı beyzbol takımları ile övünüyorlar.
Sempatik kısaltmasıyla “Cincy” bu hafta kadın ve erkeklerde dünyanın başlıca tenis profesyonellerine ev sahipliği yapıyor. Nadal , Del Potro ve kadınlarda Li Na ile Azarenka hariç herkez orada. Bu haftadan sonra ufak bir dinlenme aralığı var. Sonra 25 Ağustos’ta ise yılın son büyük grand-slam turnuvası olan “ABD Açık” başlıyor. Tüm hazırlıklar onun için.
Wimbledon sonrasında teniscilerin çoğu tatil yapıyor, dinleniyorlar. Bazıları da evleniyor (Djokovic) ! Dolayısıyla sert-zemin sezonuna aslında Kanada’da başlıyorlar. Bu yüzden Toronto ve Cincinnati’de oynayanların çoğundan tam kapasite beklemek zordur. İlk 10 içindeki raketlerden sempatik dev, Fransız Tsonga hariç, çoğu 1-2 ay önceki performanslarını arattılar. Ki bunlara Raonic ve Bouchard gibi çok ümit beslenilen Kanadalı ev sahibi gençler de dahil.
Tenis gibi bir atletin kişiliğini ayna gibi ortaya koyan bir sporda en ufak falsonuz bile başarısızlığınıza yol açar. Tenisle biraz ilgili bile olsanız birkaç oyun sonra sahadaki sporcunun nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu anlarsınız. Yeter ki hislerini saklamakta Lendl gibi bir üstad olmasın. Toronto’da bu ayna bilhassa Djokovic ile Murray üzerinde yansıyordu. Çaresizlik virüsü final maçında Federer’e bile bulaşmıştı ! Önümüzdeki haftada da bu sporcuları formlarının en üst noktasında göremeyeceğiz. Göreceksiniz Cincy’de alınacak sonuçlar Kanada’ya nazaran çok çelişkili olacaktır. Montreal’i kazanan Venus Williams’ın ve Toronto’yu kazanan Tsonga’nın ilk turlarda elenmesi gibi.
Yaklaşan “Amerika Açık" sanki bize epey sürprizler sunacak…Bekleyip göreceğiz. Hoşkalınız.
‘’Büyük Oyuncu Olamamak !‘’
Bilhassa ferdi sporlarda büyük oyuncu olmak kolay değildir. Dün akşam maalesef güzeller güzeli Wozniacki bunu bir kez daha kanıtladı. Teniste haftalarca 1. sırada kalabilir, onlarca turnuva kazanabilirsiniz. Ama bir büyük turnuva alamamış ya da ağır-ablalardan kimseyi yenememişseniz büyük oyuncu sayılmazsınız.
Dün Serena ile Caroline Wozniacki arasındaki maçı izlerken gözlemlediğim en basit gerçek bu oyunun böyle sürmeyeceği idi. Hiç bir büyük oyuncu bir maç süresince bu denli çok basit hatayı sürdürmez. Bir an bulur o oyunu çevirir. Bu kavşakta eğer karşısındaki önlem almazsa maç döner.
Hiç bir profesyonel oyuncu maç elden giderken ısrarla aynı oyunu oynamaz. Bir ara istatistiklere baktığımda Williams’ın 17, Wozniacki’nin 2 basit hatası vardı. 17 basit hata hani nerede ise 4 oyun demek ! Bunun sürmeyeceğini ne Wozniacki ne de antrenörü olan babası gördü. Maçın başında süper oynadı. Ama son günlerde yakın arkadaşlık kurduğu rakibinin çok ama çok büyük bir sporcu olduğunu unuttu. Serena her türlü çabayı gösterdi, hatalarının üzerine gitti, sahanın ortasından drive-voleler vurmaya başladı, rakibini bozmaya, oyunu baskı altına almaya çalıştı, çabaladı ve geri geleceğinin sinyallerini verdi. Geldi de (46, 75, 75) !
Şimdi yarı-finalde kızkardeşi ile karşılaşacak. Aralarında ilk 16 yıl önce hesap görmüşler. 14-10 Serena galip. Ama onu da en fazla yenen raket ablası. Aralarında 86 milyon dolar ödül toplamışlar! Ama birbirlerine maç sattıklarından kendi vatandaşları tarafından da yuhalanmışlardı.
Kadınların diğer yanında bunca yıl sonra hala her an kırılıp dağılacak bir bebek izlemi veren Radwanska sakatlıktan yeni dönen Azarenka’yı geçti.
Wimbledon şampiyonu Kvitova’yı geçen Rus Makarova ise ABD’li Vandeveghe’yi 3 sette yendi (61, 46, 61). Ailesindeki her fert sporcu olan bu ABD’liye dikkat etmek lazım. Önceki turlarda hem İvanovic hem Jankovic’i yenerek çeyrek finale ulaştı.
Erkeklerde ise Tsonga ağır-abiler tatilde ya da balayındayken (!) yaptığı antrenman ve oynadığı turnuvaların yararını görüyor. Ama itiraf etmek gerek ki Murray’in en kritik yerlerdeki basit-hataları da ona yardım etti (76, 46, 64). Sempatik Fransız’ın maçın sonunda attığı 237km’lik servis onun ne denli güçlendiğini gösteriyor. Şimdi Dimitrov’un karşısına çıkacak. İyi maç. Dimitrov’un ilk 10 içindeki rakiplerine olan performansı kariyer geleceğini en belirleyici faktör olacaktır.
Federer ise Ferrer’i 15. kez yendi. Yarı-finaldeki rakibi ise Kanada’lıların gözbebeği Raonic’i üç sette (64, 67, 63) geçen bir başka İspanyol : Lopez. Ama 15 karşılaşmanın hepsini İsviçreli almış. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi gidişat Federer’in şampiyonluğunu gösteriyor. Tsonga ya da Dimitrov hele bir final maçında ona rakip olamazlar. Her ne kadar Tsonga’nın, Haşmetmeablarına karşı iki galibiyeti de Kanada’da olsa ! İyi seyirler.
Bu arada bu turnuvaları bizlere yansıtan Lig TV ve Sports TV yöneticilerine yürekten teşekkür ederim. Zevkten bayılıyorum. Ne olur devam edin.
Hoşkalınız.
‘’ABD'de Tenis Var-Yok !‘’
Tenisciler yılın son grand-slam’i olan “US Open – ABD Açık”a doğru yol almaya başladı. Önce Kanada’da Rogers Cup sonra da Cincinnati, “ABD Açık” öncesi raketlerin son akortlarını yaptıkları turnuvalar. Tenis kamuoyu tarafından bu denli merakla beklenen bir grand-slam uzun süredir olmamıştı. Zira hem erkeklerde hem kadınlarda belirsizlikler çok. Müşterek bahiscilere gün doğdu !
New-York’ta oynanacak turnuvayı betimlemek için gerekecek yegane sıfat “kaos”tur. Bundan daha “cuk” oturan bir kelime olamaz. Sanki bir insan sirki. Hakemler “lütfen oturunuz” , “lütfen sessiz olunuz” demekten bitap düşüp, sonlara doğru tribünleri “yok” farzediyorlar. Gece yarısı başlayıp sabaha doğru biten maçlar da cabası. Ama burası New York…Kendi kendine bir dünya adeta. 24 saatte 48 saat yaşıyor. Kültürel çeşitliliğe yetişmek için enerjinizi sonuna kadar denemeye çalışıyorsunuz ama tüm kenti saran o korkunç devinim ve gürültü, içinizdeki tüm güdüleri adeta eritiyor. Ben burasını hiçbir zaman sevemedim ama garip bir saygı duyarım !
ABD’de tenis oynanıyor ! Ama teniscisi var mı derseniz hani bir Serena Williams’dan başka bir isim aklınıza gelmeyecektir. Onun için şimdi ev sahibi olarak bilhassa erkeklerde kendilerini hissettirmek zorundalar. Ama İsner gibi isimlerle bu olmayacaktır. Bakalım kadınlardaki kıpırdanma erkeklerde de kendisini gösterecek mi ?
Daha “Rogers Cup” yeni başlamışken kıymeti kendinden menkul birileri hemen dedikodulara başladılar. Federer “ABD Açık”ta başarılı olamazsa bırakacakmış. Birincisi, bu zat-ı muhteremlere sormak lazım acaba başarıyı neyle ölçüyorlar ? İkincisi de bu adam önce raket değiştirdi sonra da yılların şampiyonu Stefan Edberg’i ekibine “esin-kaynağı / mentor” olarak kattı. Tenisi bırakacak biri bu zahmetlere girer mi? Üstelik oyununu ve raketini kısa puanlar üzerine kurmuş, Wimbledon’un çiminde özgüvenini pekiştirmiş ve ABD’nin sert zeminini hep sevmişken birileri çıkıp felaket tellallığı yapıyorlar ! Tenisin her türlüsünü en iyi şekilde icra edebileceğini cümle aleme göstermiş birine bunca kin niyedir anlamıyorum. Federer Rogers Cup’ta nisbeten iyi bir kura çekti. Ama çeyrekte Cilic ona sıkıntı yaratabilir.
Toprağın Kralı Nadal için çıkarılan söylentiler ise yüz kızartıcı. Efendim kendisine verdiği her arada enerji depoluyor ve eskisinden daha iyi geri dönüyormuş. Onun için geçirdiği sakatlıklar hep birer bahaneymiş. Yahu bir insan sakatlığı bahane edip bıçak altına yatar ya da kariyerinin en iyi döneminde nereye varacağı belirsiz bir sonuç için nadasa yatıp onca parayı, prestiji ve sponsoru tehlikeye atar mı?
Toronto + Cincinnati ve ABD Açık tenisseverlere Murray’in hala “ağır-abiler ya da büyük-dörtlü”nün (Djokovic, Nadal, Federer, Murray) arasında yer alıp almayacağını gösterecek. Önce Kyrgios önünde sıkı bir sınav verecek. Sonrası olursa karşısına yarı-finalde çiçeği burnunda damat Djokovic geliyor !
Bu üç turnuva ayrıca genç yıldızların (bilhassa Raonic ve Dimitrov) kalıcı ya da süreklilikleri olup olmayacağını gösterecek. Örneğin kadınlarda hani neredeyse turnuva başlamadan şampiyon ilan edilen ev sahibesi Eugenie Bouchard daha ilk turda eleme turundan gelen 113. sıradaki bir Amerika’lı kıza (Shelby Rogers) yenildi. Hem de skora bakın : 60, 26, 60.
Erkeklerde ilginç maçlar ise Murray-Kyrgios, Wawrinka-Fognini (bu ikili Eylül’de Davis Kupasında da karşılaşacaklar. Onun için buralarda alacakları sonuçlar uluslar arası karşılaşmayı da etkileyecektir), Roanic-Gulbis ve Cilic-Federer. Hoşkalınız.
‘’Sevgili Fatih Terim !‘’
Sizi görmeden önce rahmetliden “delikanlı çocuktur” saptamasını işitmiştim. Sonra hasbelkader sizinle dostluğumuz oldu. Yaşantınıza İtalya girmişken köy yerinde, tan yeni ağarmışken yaptığımız yürüyüşlerdeki sohbetimiz ve dönüş yolculuğumuzdaki davranışlarınız bana insani vasıflarınızı da göstermişti. Kısaca sizi ailecek sevmiş ve merak etmiştim.
Sonra süreç içerisinde Adana’lı bıçkın delikanlının, çağdaş futbolun karabasanı bir ülkede “resultante importante” diyebilecek kadar özgüvenli olabilmesini görmekten mutlu oldum. Onur duydum. “Ben bu adamı tanıdım” dedim çevreme.
Gelişiminizi kariyeriniz kadar titizlikle izledim. Genellikle bu izlenimlerim “bravo” dolu oldu.
Pek yumuşak olmayan futbolculuk karakterinizin, zamanla “menecerlikle” birlikte bilhassa saha dışında örnek bir insan, adam gibi bir adam vasfına büründüğüne şahit olmak beni ne kadar memnun etti bilemezsiniz. Bunu da size bazı iletilerimle belirtmiştim.
Sevgili Terim, nifak dolu çoğu kavganın üstünde kalmanızı hayranlıkla izledim. Küçük yürekli insanların ortamından büyüyerek çıkmanıza gıpta ettim. Hayat ilerledikçe artılarınızın eksilerinizi yok etmeye başladığını gözlemledim.
Ama geçtiğimiz günlerdeki bir olay karşısındaki davranışınız benim gönlümdeki Fatih Terim’le uyuşmadı. Başakşehir Futbol Stadına adınız verildi. Siz de kabul ettiniz. Benim gönlümdeki Fatih Terim siyasetin de üzerinde kalmalı ve nasipten fevkalade onur duyduğunu ifade ederek bir başka spor adamının adını teklif etmeliydi…Hem de öyle bir isim teklif etmeliydi ki, artık rekabeti bitirip gırtlak gırtlağa gelmek için minicik bir kıvılcım arayan rakip kulüplerin en fanatik taraftarları bile “helal olsun” diyecek ve belki de kendilerine çizdikleri bu sapkın yoldan, itidal dolu, dostane bir başka çıkış daha olabileceğini düşüneceklerdi. Bunun için Fatih Terim’den daha uygun bir öncü olabilir mi ?
Örneğin yeni vefat eden Fenerbahçe’nin beyefendi başkanı “Faruk Ilgaz”ın adı kulağa nasıl geliyor ?
Ne dersiniz Sevgili Terim…Yanlış mıyım ?
Hoşkalın.
‘’Sevgililer ve Eski Şampiyonlar!‘’
İşin özü tenis camiasının içinden zıpır olmayan bir sevgiliniz olursa işiniz kolaylaşıyor (Zıpır derken de hani bir örnek vermek amacıyla Azarenka’nın sevgilisi “Redfoo” denen garibi anımsıyorum). Öncelikle aynı lisanı konuşuyorsunuz. Beğenin ya da beğenmeyin Sharapova tenis dünyasının en disiplinli profesyoneli olarak kayda geçebilir. Üstelik tam bir metanet ve sebat örneğidir. Her puanı sanki son puanıymış gibi oynayacak kadar adamıştır kendini bu spora. Çoğu tenis gurusu onu kadınların Nadal’ı olarak algılar. Geçirdiği omuz ameliyatından sonra tekrar doruklara çıkabilmesi bile onun için not vermeye yeterlidir. Çoğu sporcu böyle bir ameliyattan sonra raketini duvara asar, karşısına geçer oturur geçmişiyle avunur!
SHARAPOVA BONUS
Haskova doğumlu Dimitrov dünyanın en saygın antrenörlerinden biri olan Peter Lundgren ile 2009’da İstanbul’a geldiğinde aynı yılın hem Roland Garros hem de Wimbledon gençler şampiyonuydu. Tenis hocası bir baba ile spor hocası bir ananın yegane evladıdır. Lundgren’e sorduğumuzda “Çok yetenekli ama aklıyla zoru var” demişti! İkinci turda isimsiz birine yenildi gitti. Bir de şimdiki Dimitrov’a bakınız!
İlk kez büyük bir turnuvada çeyrekten yukarı çıkan Dimitrov’a beş grand-slam şampiyonu olan Sharapova’nın vereceği epey nasihat olmalı. İki haftalık turnuvalar oyuncular üzerinde çok yıpratıcı olabiliyor. Dolayısıyla aklı başında bir sevgili ya da antrenör/koç/mentor size can yeleği olabiliyor. Murray, Ivan Lendl ile çalışmaya başlamadan başıboş bir mayın gibiydi. Lendl ile ağır-abilerden biri oldu. Sonra yolları ayrıldı. Wimbledon’da izledik, düşüşü gördük ! Nadal ile amcası Tony’nin yıllardır süren başarı dolu ilişkisi. Djokovic ile Boris Becker. Wawrinka ile Magnus Norman, Federer ile eşi ve Stefan Edberg, Nishikori ile Michael Chang, Cilic ile Ivaniseviç…Agassi bile 30 yaşından sonra Graf ile evlenip iki grand-slam kazandı.
Bunlar boşuna yıldızların ekip elemanları, mentorları olmuyorlar. Onları diğer koçlardan ayıran başlıca özellik tenisin şampiyonluk kürsülerine çıkmış, başarı sahnesinin tozunu bizzat koklamış olmaları. Federer gibi bazı oyuncular onları koç ya da antrenör olarak değil birer “esin kaynağı” olarak kabul ediyorlar. Aldıkları para ise genellikle haftalık 5.000 ila 15.000 dolar arasında değişiyor. Yeni antrenörü Roger Rashid ile kendisine başarı dolu sayfalar açmayı bekleyen Dimitrov’a Sharapova adeta “bonus” olacaktır.
Kadın Tenisinde maalesef bu doğrultuda bir hareket pek yok. Bunu da başlıca nedeni öncelikle onların doğurganlıkları, sonra da çocuklarından ve ailelerinden ayrılmak istememeleridir. Bu insanlar doğal olarak tam-saat mesai yapmıyorlarsa da örneğin Edberg gibi yılın 10 haftası kendilerini oyuncularına adamak zorundalar. Bu da çocuk sahibi bir kadın için katlanması zor bir zenaat.
KÜRSÜYÜ YOKLAMA
Dimitrov’un ağır-abilerin tahtlarına göz diken gençliğin başlıca temsilcisi olduğuna herkesin inancı tam. Zira hepsinden daha komple bir atlet. Ama komple bir yetenek illa dünya şampiyonu olacak diye bir kaide yok. Dünyamızın geldiği evrede her spor geçmişe göre artık fazlasıyla fiziki. Hele tenisin bugün geldiği yerde eskisi gibi 17-18-19 yaşlarındaki raketlerin bir grand-slam şampiyonu olabilmesini ve bunu sürdürebilmesini düşünmek bile abesle iştigaldir.
Bugün 23 yaşındaki bir atlet profesyonel tenisin içinde 5-6 yıldır turluyorsa, ilk ve orta öğreniminin bitirmiş, üniversitesini sürdürüyor demektir. Aklı da başındaysa kürsüyü yoklama zamanı gelmiştir. Sporcular eskiden 25-26 olunca emekliliği düşünürken şimdilerde epey daha geç yaşlara kadar kariyerlerini sürdürebiliyorlar. Federer 33 yaşında ve Wimbledon’da kupayı ucundan verdi. Wawrinka bu yıl Avustralya’yı kazandığında 29 yaşındaydı. İki hafta önce Wimbledon’da şampiyon Djokovic’e cehennem azabı yaşatan ve çift-erkeklerde de yarı-final oynayan Stepanek 35 yaşında. Toprağın kralı dünyanın bir numarası Nadal 28’ini sürdürüyor.
Yapılan bir araştırmaya göre 2004 yılından bu yana oynanılan 38 grand-slam turnuvasının 36’sını ağır-abiler (Federer, Nadal, Djokovic, Murray) kazanmış. Ama tabî yaşlar ilerledikçe gençler de yetişecektir. Hem mental hem fiziken gelişecekler ve ağır-abilerine yetişip onların tahtlarına oturacaklardır…Belki yarın, belki bir süre sonra. Zaten aksini düşünmek tabiatı inkâr etmektir.
Buraya Boris Becker ile Djokovic’in satranç oynarken ki fotoğrafı lütfen belirgin bir boyutta girmesini rica ederim. Altına ya da resmin üzerine de “Bilmem anlatabiliyor muyum!” ibaresi olmalı ltf.
Becker ile Djokovic’in satranç oynarken
BORİS, NOVAK’A NE ÖĞRETTİ?
İnsanoğlu tuhaf ve kompleks bir yaratık. Bir taraftan bu dörtlünün arasındaki rekabete bayılıyor, bu rekabetin tenisi ne denli ilginç kıldığını ve geliştirdiğine inanıyoruz. Ama öbür yandan “yahu artık yeni biri çıksa da sürekli aynı yüzleri görmesek, sıkılıyoruz” diyoruz. Gençler, ağır-abileri sürekli törpülemeye çalışıyorlar ama bir yere kadar gelip onlara veda etmek (!) zorunda kalıyorlar (bknz http://www.fanatik.com.tr/yazarlar/bekir-emre/gencler-bilemiyor-ama-yaslilar-yapabiliyor/376365 ). Buradan hareketle diyeceksiniz ki “…Gençleri anladık ta dünyanın ilk dört sırasına yerleşmiş adamlara ne öğretilebilir? Bunu Boris Becker’in ağzından yanıtlayalım : “…Novak (Djokovic) bir istikrar timsali. Sabır küpü, tarihin en iyi savunmacılarından ve zayıf noktası neredeyse hiç olmayan biri. Ona ne mi verebildim? Daha agresif, yıldırıcı olabilmesi için daha fazla risk alması ve voleye gelmesi gerektiğini… Büyük maçları kazanma olasılığının bu şekilde daha kolay olacağını kafasına sokmaya çalışıyorum.”
Wimbledon finalini izlediyseniz Boris Becker’in ne demek istediğini anlamışsınızdır. Üstelik öğrenmenin yaşı mı vardır ?