Arama

Popüler aramalar

‘’Murray mi, Lendl mı!‘’

Bu görevi kabul ettiğinden bu yana sadece 3 kez kort kenarında yer aldı. Bunların ikisi Londra’da ve diğeri zaten kendi yaşadığı ABD’de (US Open). Yani havaalanlarından nefret eden birisi için pek bir rahatsızlık yok. Lendl önerilerini genellikle telefonla Murray’in mahalle arkadaşı ve asistan koçu (yıllarca İstanbul’da challenger oynamış) Jamie Delgado’ya naklediyor. Oyuncusu ile yüzyüze olmadıkları zamanlar pek konuşmadığı söyleniyor. Fevkalade hınzır bir mizah yeteneği olan İvan Lendl’ın başbaşa iken de pek konuşkan olduğu söylenemez.

Önümüzdeki Pazar günü başlayacak WT Finalleri onun epey uzun bir zaman sonra ABD dışına çıkıp kort kenarında oturduğu ilk turnuva olacak. Burada Lendl’ın önemine yan gözle bakıyormuşum gibi bir anlam yüklenmesin lütfen. Aksine, ciddi hatta asık yüzlü bu “nev-i şahsına mahsus” adamın, Murray gibi huysuz bir oyuncudan bir şampiyon yarattığı herkesin kabul etmesi gereken bir gerçek. Ona sahada konsantre olmasını, her bir puanın ayrı olduğunu ve bundan dolayı ardında kalan puanlara takılmamasını, hislerine hakim olmasını ve yaşamda tenisten daha önemli ve daha güzel şeylerin var olduğunu anlatarak onun daha berrak bir düşünce yapısına kavuşmasını sağlayan hep Lendl’dır. Zaten Lendl öncesi istatistiklerle bugünü karşılaştırırsanız her şey gün ışığı gibi ortadadır. Bunu daha önceki bir yazımda belirtmiştim ama yeri geldi tekrarlayayım. Murray çapında bir tenisçinin oyununda, teknik olarak değişmesi ya da geliştirilmesi gereken bir unsur bulmak çok zordur. Burada önemli olan (yukarıda belirtildiği gibi) oyuncunun mental yaklaşımlarıdır.

İşin acı kısmı ise mental ve hissi yaklaşımları bu denli gelişmiş Lendl’a oyunculuk yıllarında ifadesizliği nedeniyle inanamayacağınız kadar çok çirkin isim takılmasıdır. “Kont Drakula, Korkunç İvan, Şortlu Kadavra, Paranoid Android” bunlardan sadece birkaçı !

Günümüzde hiçbir raketin yaptığı spora olan bağlılığı ve sevgisi Federer oranında değildir. Hırs başka sevgi başkadır. Biri zamanla törpülenip geçer diğeri sonsuza değin sürebilir. İşte bundan dolayıdır ki 35 yaşına gelmiş bir sporcunun hala bir grand-slam daha kazanıp kazanamayacağını tartışabiliyoruz. Bir tenisci oyuncular tarafından boşuna (altısı peşpeşe) 12. kez “sportmenlik” ödülüne; İzleyiciler tarafından da 14. kez (hepsi peşpeşe) en sevilen raket ünvanına layık görülmez. Üstelik adaylar arasında Murray, Nadal, Djokovic, Nishikori de varken. Umarım Lendl oyuncusuna bu sevgiyi de aşılayabilir. Zira hırsın fazlası daima mantığı aşar ve zararlı olur. Andy ise maalesef bu yola kaçabilecek yapıda gözüküyor.

Bir önceki yazımda belirtmiş olduğum gibi “World Tour Finallerinde” Murray’in grubunda Wawrinka, Nishikori ve Cilic var. Geçtiğimiz yıl hem Wawrinka hem Nishikori ona yenilgi tattırmıştı. Ama hakkını teslim etmek gerekir ki özrü vardı. Zira buradan hemen sonra Davis Kupası finalinde ülkesini Belçika karşısında temsil edecekti. Üstelik Belçika ev sahibi olarak toprağı seçmişti. “Davis Kupası” uluslararası kimliği ile daha öne çıkıyor. Murray bunun bilincinde tüm antrenmanlarını toprakta yapıp Davis Kupası öncesi WTF için Londra’da “O2” Arenanın sert yüzeyine çıktı. Ve iki rakibine de kaybetti. Ama sonra Davis Kupasında da İngiltereyi şampiyon yaptı.

Bugün ise şartlar çok farklı. Londra’da olup Davis Kupası oynayacak yegane sporcu Hırvatistandan Cilic. Üstelik Hırvatların seçtiği zemin Londra ile benzeş.

Bakalım göreceğiz bizleri nelerin beklediğini. Federer ve Nadal yok iken ne tür bir rekabet yaşanacağını ve tenisin hangi özelliğinin öne çıkacağını göreceğiz. Birbirine bu denli zıt iki şampiyonun bu oyunu ne denli güzelleştirdiğini anımsayıp hayıflanacak mıyız, yoksa “yeni kan tenise çeşni kattı” deyip geleceğe umutla mı bakacağız. Hoşkalınız.


11 Kasım 2016, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Murray mi, Djokovic mi ?‘’

Tekler ve çiftlerde ilk sekizin kapışmasına sahne olacak World Tour Finals (WTF), Kasım’ın 13’ü yani önümüzdeki Pazar günü Londra’da başlayacak. Davis Kupası finali hariç yılı kapatıyoruz.

En merak edilen konu ise burada kimin şampiyon olacağı değil de yılı kimin birinci sırada kapatacağı. Djokovic mi, yoksa geçtiğimiz hafta birinciliği ondan alan Murray mi?

Yani diğer altı tenisçinin ne yapacağı kimsenin umurunda değil! Halbuki büyük turnuvaların alçakgönüllü şampiyonu Wawrinka, Amerika Açık’ta herkesi aşarak şampiyon olmuş ve yaşadığı sakatlıklardan sonra tekrar üst basamaklara dönen Hırvat Cilic tüm beklentileri değiştirebilecek çapta. Diğerleri yani Raonic ve Nishikori sürpriz, Monflis ve Thiem ise Londra’ya çeşni olacaktır düşüncesindeyim.

Kendi izleyicisi önünde oynayacağı için Murray biraz daha ağır basıyor. Üstelik form durumu da rakibinden iyi. Bu yıl Wimbledon ve Olimpiyatlarda şampiyon oldu. İlaveten “ATP Tour Masters 1000” turnuvalarından Roma ve Shanghai’yı kaldırdı. Kesinlikle diğer raketlerden daha başarılı. Djokovic ise hem bıkkınlık hem de ailevi sorunlarıyla formdan düştü diyebiliriz.

İki raket ilk karşılaştıklarında 11 yaşlarındaymış. Profesyonel anlamda Sırp Raket 24-10 ileride. Bu yıl oynadıkları 4 maçın üçünü yine o kazanmış. Yani istatistiki olarak fena halde ağır basıyor. Murray’in zirveye çıkışının altında biraz da kendi çapında bir rakibin olmayışı yatıyor denilebilir. Federer’in ve Nadal’ın sakatlıkları, Djokovic’in ise iç dünyasıyla yaşadıkları neticesinde tenisi arka plana atması İngiliz’in zirveye oturmasına yardımcı olmadı değil.

Gruplar saptandıktan sonra kağıt üzerinde Murray’in işi Djokovic’ten daha zor gözüküyor. Grubundaki ilk maçını Cilic ile oynayacak. Ondan yiyeceği bir çelme diğerlerinin iştahını kabartacaktır. Wawrinka ve sonra da Nishikori ona çelme takabilecek kalitede. Halbuki diğer grupta Thiem, Monfils ve Raonic gününde bir Djokovic’e ancak iyi birer antrenman partneri olurlar. Eğer formda ve gününde olursa Sırp Şampiyon tabî!

Oyuncuların Londra’ya gelebilmek için puan toplamaları gereken turnuvaları şöyle sıralayabiliriz:
1) 4 Grand Slam Turnuvasından aldıkları puanlar.
2) 8 mecburi ATP Masters turnuvasından aldıkları puanlar.
3) Diğer turnuvaların 6 tanesinden aldıkları en iyi puanlar. Yukarıdakiler hariç bu turnuvaları da şöyle sıralayabiliriz: ATP World Tour, Davis Cup, ATP Challenger Tour ve ITF Futures. (Saat önceki yılın WTF finalinden bir hafta sonra çalışmaya başlıyor.)
Buraya gelecek 8 asil ve 2 yedek oyuncunu seçimi ise şöyle:
- İlkin ATP World Tour’un 2016 son turnuvasının (yani Paris Masters) sonuçlanmasından sonraki ilk Pazartesi açıklanan ilk yedi sıradakiler.
- Müteakiben sekizinci ile yirminci arasında bulunan 2016 Grand Slam şampiyonları.
- Ve son olarak ATP sıralamasındaki sekizinci raket. (Bu seçimler sonucunda sekiz raketten fazla çıkarsa sırlaması en düşük olanlar yedek statüsünde yer alıyorlar.)

Tüm turnuva final dahil tie-break’li 3 set üzerinden oynanacak. Lig usulü oynanacak Grup maçlarından sonra ilk iki sırayı paylaşan oyuncular, çaprazlama karşılaşacak ve onların galipleri finale kalacak. Şimdilik hoşkalın.

08 Kasım 2016, Salı 14:05
YAZININ DEVAMI

‘’İnsan mısınız?‘’

Tenis tarihinin en başarılı raketleri arasındaki Serena Jameka Williams 1981, ablası Venus Ebony Starr Williams ise 1980 doğumludur.Oracene adlı annelerininönceki evliliğinden 3 kız ve 1erkek kardeşleri daha var.

Bu yazımın konusu ise 1942 doğumlu babaları Richard Williams. Onun 2014 Mayısında kitapevleriyle buluşan özgeçmişini almış ama okuyamamıştım. Son seyahatimde başucumdaydı. Özgeçmiş ve anı okumaya bayılır, hepsinden etkilenirim. Zaten işin kreması da bu. Aldığım zevki yazarak paylaşmak istedim.Güzeldir paylaşmak. Kişiyi tatmin eder.

Richard Williams çok ilginç ve aykırı bir karakter. Sefalet ve yokluk içerisinde,ırk ayırımının, kafatascılığın en hain örnekleriyle büyüyor.15’li yaşlarda en yakın iki arkadaşı işsizlik ve açlıktan bir domuz yavrusu çalıp yiyorlar.“Klu Klux Klan” denilen lanet olası sapıklar önce çocukların ellerini kesip ağılın tellerine asıyor, sonra da işkence ederek öldürüyorlar. Richard bir daha arkadaş bulmaya çalışmayacağına and içiyor. Andını hala tutuyor…

18 yaşında Luisiana’daki evinden kaçarak Chicago’ya yerleşiyor. İş buluyor. Çalışırken oradaki halk kütüphanesine “zencilerin” girmesine izin (!) verildiğini öğrenince üç günde bir her konudan yeni bir kitap bitiriyor. Birikimiyle koleje yazılıyor.

Beyaz Adam’ın kayıtsız şartsız egemenliğine yaşamı boyu karşı çıkıyor. “İnsanları paylaşımcılık yerine eşitsizliğe, adalet yerine haksızlığa, başarı yerine zavallılığa, sevgi yerine nefrete şartlarsanız onları özgüven yoksunluğuna terk edersiniz…”

Amerikan Bayrağındaki beyaz ona göre beyazların egemenliğini ve şeytani amaçlarını betimliyor. Kırmızı masumların kanını, mavi dekara derili insanların katlini simgeliyor.

Oracene ile evlendikten bir süre sonra evde televizyonda zaplarken bir tenis maçı geçiyorlar. Basketbol, beyzbol ve biraz da Amerikan Futbolu dışındaki sporları pas geçen Richard, meraklanıp kanalları geri alınca biten maçın ödül törenine denk geliyor. 25 yaşındaki Romen Virginia Ruzici adlı tenisçi kıza turnuvayı kazanmasından dolayı verilen 40 bin dolarlık çeki görüyor. Spiker “Dört günlük bir uğraş için hiç fena bir para değil” yorumunu yapıyor. O an Richard’ın kararı karar: “ İki çocuğum daha olacak ve onları tenise yönlendireceğim.” Ve başlıyor hazırlıklara…

Önce kızlara tenis-eğitiminin her köşesini kapsıyan “İş Geliştirme ve Eğitim Hazırlıkları” diye adlandırdığı 78 sayfalık bir plan hazırlıyor. Sonra da kendisi ve tüm aile fertleri için 75 sayfalık bir program ortaya koyuyor. Yanlış anlamayın tüm bu işler olurken Venus ve Serena’nın doğumuna daha 2.5 (yazıyla ikibuçuk) yıl var !

Onları büyütürken birkaç uyarlama dışında yazdıklarını harfiyen uyguluyor.

O denli gözü kara ki Los Angeles’insakin ve ortahalli bir bölgesinde(Long Beach) denize bir blok ötede otururlarken, kentin varoşlarına,Compton denilen suç ve uyuşturucu çetelerinin egemenliğindekibir gettoya taşınıyorlar. Sokak ortasında çeteler birbirlerinin kafasına sıkarken polisin tüydüğü ya da başka yöne bakmak zorunda kaldığı bu ürkünç yeregöçmesindeki neden ise daha da tüyler ürpetici. Tüm zenci şampiyonlar ve bilgeler böyle sorunlu bölgelerden çıkmışmış ! Örnek mi istiyorsunuz. İşte Muhammed Ali…İşte Malcolm X…İşte Stokely Carmichael İşte Martin Luther King.

Çeteler önünde oynamaya alışırlarsa, binlerce beyazın doldurduğu arenalarda kızlarının daha rahat edeceklerine inanıyor. Uyuşturucu ve kadın pazarlamak için kortları işyeri olarak işgal eden çete üyelerini defetmeye çalışırken önce şişleniyor. Topal kalıyor. Yetmiyor. Hastanelik olana kadar feci bir dayak yiyor. Ne kafası, ne dişleri kalıyor…Tüm kaburgalarını kırıyorlar. Dörtay sürüyor iyileşmesi. Ama misyonunu sürdürüyor.

Venus ve Serena’yaönce tenisin bir oyundan başka bir şey olmadığını aşılıyor. “Onun için adı “tenis oynamaktır” diyor. Kortların dışında sevdikleri ve aileleri ile geçirdikleri zamanın çok daha değerli olduğunu hazmettiriyor. “Onların babaları mı olacaktım, koçları mı?” diye kendisini de sorguluyor. Yanıtını çabuk buluyor: “Tenis dahil her konuda daima babaları olarak kalacaktım.”
Kendilerine yeterli olmalarını, kişinin kendisini bir şeye adamasının önemini öğretiyor. ABD Tenis Federasyonu (USTA) ve dünyanın en büyük spor pazarlama şirketini (IMG) temsil eden John Evert (meşhur Chris Evert’in abisi) kızların genç yaşta peşine düşüyor. Richard “…kızlarımın yaşamlarında, okul eğitimine olan gereksinimleri, USTA veya IMG’nin genç yıldızlara olan gereksiniminden çok daha önemli” diyerek adamları reddediyor. “İşin içinde büyük paralar olduğunu bilmeme rağmen tekliflerini kabuk etmedim. Çünkü onların istediklerini yapsaydım kızlarımı yitireceğimi biliyordum. Onlardan sevgi görüp sonra o sevgiyi paraya tahvil etmek iğrenç bir şey.”

Richard Williams hala da bu gibi kurumlarla pek iyi geçinmiyor. Onların eğitimlerini sürekli eleştiriyor. Kızlara kendi işlerinden kendilerinin sorumlu olmalarını öğretiyor. Bugün bile hem Venus hem Serena en ufak sponsorluk anlaşmasının bile her toplantısına giriyor. Hayatlarını başkalarının yönlendirmesine izin vermiyorlar. “Babamız her yaşta kendi kararlarımızı vermemizi sağladı. Her fırsatta para ve iş yönetimi konusunda eğitti.”

Dürüstlük, doğruluk, güvenilirlik ve onurun yerini hiçbir şeyin alamayacağını kafalarına sokuyor. Ama bunu normal yaşamın içinde zorlama yapmadan beceriyor. Hala ve hala maçlardan sonra kızlarıyla tenis hakkında konuşmuyor. Baskıcı dayakçıbabalardan, hırstan köpükler saçan analardan hiçhoşlaşmıyor. Venus küçükken sürekli hile yapan rakip kızın babasını kortun arkasında bir güzel benzettiğini anlatıyor…”Çocuklar önce çocukluklarını yaşamalı…Çocukluk yaşanmadan nasıl yetişkin olunamıyorsa bir çocuğun çocukluğunu yaşaması sağlanırsa, bir çocuğa gereken eğitim ve görgü verilirse o çocuk iyi bir birey olacaktır.”

İnançlı biri olan Richard Williams bakın kızları için ne diyor : “İnsanların bana gelip kızlarımın ne kadar iyi birer tenis oyuncusu olduklarını söylediklerinde kendimi başarısız addeteceğime baştan beri inanmıştım. Kızlarımın ne kadar iyi birer insan olduklarını söylediklerinde başarılı bulacaktım kendimi.”

Hoş kalın.

*Black And White – The Way I See It (Richard Williams with Bart Davis)
*Tennis Icons in Question – Edited Writings

20 Ekim 2016, Perşembe 02:25
YAZININ DEVAMI

‘’Maria!‘’

Evet Maria Sharapova kortlara dönüyor. Peki bu kadın bunca aydır neden kortlardan ayrı tutuldu? Bu kadın ne suç işledi? Suçlu mu suçsuz mu? Yoksa kadını bitirmek isteyenler mi var? Spekülasyonlar gırla. Medya ise salt cezanın oranı ile ilgilendiği için ne olup bittiğinden kimsenin haberi bile yok.

Bundan bir süre önceki yazılarımda Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF)’den ve onun yöneticilerinden bahsetmiştim. Bu doğrultuda konunun nadasta soğutulacağını sonra da çıkacak kararın esamesinin bile okunmayacağını yani “atılan taşların hiçbir kurbağayı ürkütmeyeceğini” belirtmiştim (Bknz: http://www.tenisdunyasi.net/yazar/bekir-emre/ah-maria-vah-maria-ii-228 http://www.fanatik.com.tr/yazarlar/bekir-emre/ah-maria-vah-maria-ii/1237328 http://www.fanatik.com.tr/yazarlar/bekir-emre/tenisin-sahte-kibarlari/1251633 )

Doğru bir tahminde bulunmuşum. ITF kendi çukurunu kazdı. Acele açtıkları davanın sakıncalarından soyutlanabilmek için üç kişilik bir bağımsız kurul (tribünal) oluşturdular. Bu kurul her nasılsa “Sharapova’nın bilinçli bir suç işlemediğini kabulleniyor ama iki yıl tenisten men ediyor !” Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Ardından konu Sharapova tarafından CAS’a intikal ettiriliyor. CAS, Sharapova’nın kasıtlı bir yanlış yapmadığını ama sorumluluk taşıdığını öngörüyor. 26 Ocak 2016 tarihinde yapılan idrar testinden pozitif çıkması bir yana, WADA kurallarınca kullanılması yasak maddelerle ilgili uyarıları dikkate almadan, izlenmesi gereken yöntemi tümüyle halkla ilişkiler uzmanına bırakmasında sorumluluğu olduğu ortaya konuluyor. Ama CAS, tribünal tarafından ortaya konulan kanıtların yetersiz, varılan kararların da uygun olmadığı belirtiyor. Bunların bir suç unsuru oluşturmadığını, ancak dikkatsizlik ve önemsememekten ileri gelen bir davranış bozukluğu olduğuna karar veriyor.

Yani açıkçası Sharapova’nın hatası var ama bilinçsizlikle sahtekârlığı da birbirine karıştırmamak gerekir diyor CAS. Tabî CAS bu karara varırken tenisçinin yasaklı madde kullandığını da göz önüne alıyor. Ama bunu yaparken de bilhassa Doğu Avrupa’da Mildronate (ya da Meldonium) adlı ilacın çeşitli rahatsızlıkları bulunan milyonlarca insan tarafından reçetesiz alınabildiğini ve bunun tenisçiye kendi doktoru tarafından çok önce bir tarihte (performans yükseltici olarak değil) tedavi amaçlı verilmiş olduğunu değerlendirdi. Halbuki tribünal bunların hiçbirini ele almayı kabul etmemişti.

4 yıllık bir cezadan bahsedilirken, tribünal 06 Haziran 2016’da bunu iki yıl olarak saptadı. Yani Rus raket 26 Ocak 2018 tarihine kadar kortlardan uzak kalacaktı. Konu CAS’a gönderilince ceza 15 aya indirgendi. Uzun lafın kısası 2017 ilkbaharında Fransa Açık’ta onu tekrar izleyebileceğiz. Puanları silinmiş olmakla birlikte grand-slam şampiyonlarının (“organizatör hakkı” olarak adlandırabileceğimiz) “wild-card” alarak turnuvalara katılmalarında hiçbir kısıtlama yok. İsterse puanı yetmediği nice turnuvaya “wild-card” ile girebilir.

Serena Williams duraklamaya başlamış, Azarenka hamile. Diğerleri bir var bir yok. Eh artık Sharapova’nın şansı yok diyebilir misiniz? Üstelik tüm sponsorlarının da ticari gücüyle! İster sempatik ister itici bulun, bu kadının tenis dünyasına getirdiği heyecan bir yana, WTA için esaslı bir ekonomik güç olduğu şüphesizdir. Onun içindir ki hep suya sabuna dokunmamaya gayret eden bu kurum birkaç gündür çeşitli beyanatlarla ona hoş geldin demeye çalışıyor.

Doğal olarak Rus Raketin hukukçularından karşı dava açılacak, yaşananlardan uğranılan kaybın maddi manevi tazmini istenecektir. Keza kadının sponsorları da bu davanın takipçisi olacak onlar da yitirdiklerini geri almak için hukuki yola başvuracaklardır. ITF’i epey zor günler bekliyor! Oluşturdukları bataklığa onları iyice gömen herhalde bu dava olacak… Zira 2014 yılında Marin Cilic, Richard Gasquet ve Viktor Troicki’nin itirazlarını da CAS dikkate alarak ITF’in verdiği cezalarda önemli indirimler yapmıştı. Geçmiş hatalardan da ders alınmıyor. Bunun tam tabiri “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmaktır”. Yitirdikleri salt davalar değil güvenilirlikleri oluyor. Ama bence yıllardır o da kalmamıştı! Wimbledon’un prestijidir onları ayakta tutan.

Sonbahar Sizlere hüznün değil barışın, itidalin, insanlığın simgesi olsun ve hoşkalın…

08 Ekim 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üzerinden kan damlayan harita !‘’

Yıllar önce çalıştığım kurumun bölgesel pazarlama toplantısı için çıkarılan özel bir vize ile Atina üzerinden Kıbrıs Rum Kesimine gitmiştim. Limasol Havaalanının girişinde pasaport bankolarının tepesinde ikiye bölünmüş dev bir Kıbrıs haritası vardı. Türk kısmının üzerinden kan damlaları akıyordu. Otelde pasaportuma Kıbrıs Gizli Servisi tarafından el konulduğu yetmiyormuş gibi kaldığım 3-4 gün boyunca her sabah ve akşam yüze yakın katılımcının olduğu toplantılardan anonsla resepsyona çağırılarak aynı gizli servis elemanlarının aynı aptalca sorularına aynı aptallıkta yanıtlar veriyordum. Tam bir polis devletiydi. Sabrımın sonuna geliyordum ki fırsat buldukça konuştuğum Rum halkın kendisinin de bu salaklıklardan muzdarip olduğunu anlayıp siyasi bir skandala neden olmadım !

Neden mi konuya böyle girdim. Açıklayayım. Teniste Davis Kupasının 2017 kuraları çekildi. Avrupa-Afrika Bölgesi II. Grubunda olan Türkiye ilk turda Kıbrıs Rum Kesimine misafir olacak. Maçlar 03-05 Şubat tarihinde oynanacak.

Kıbrıs Rum Kesimi bu gruba 2016’da üçüncü gruptan Karadağ, Andorra ve İzlanda gibi tenis dünyasında yer almayan ülkeleri süpürerek(!) bizim bulunduğumuz ikinci gruba yükseldi. Ekip elemanları arasında çok ilginç biri var. Serena Williams’ın antrenörü olan Patrick Mouradoglou’nun yetiştirmesi olan 31 yaşındaki dünya 36 numarası Marcos Baghdatis. 2006 yılında sekizinciliğe kadar yükselen bu fevkalade sempatik adam epey sakatlıklarla boğuşarak 80’lere kadar düştü. 2015 yılında aynı takım III. Grubun finalinde Norveç’e 2-0 yenildiğinde Baghdatis 82. sıradaydı. Ekibin diğer üyeleri ise 825. sıradaki Chrysochos ile bir sıralaması olmayan Hadjistyllis. Yani tek bir adam (Murray) İngiltere’yi nasıl Davis Kupası Şampiyonu yaptıysa Kıbrıs Rum kesimini de Baghdatis sırtlıyor.

Bizim tüm ulusal takım oyuncularının sıralamaları Baghdatis hariç diğerlerinin üzerinde. Kimse kimseyle şimdiye kadar karşılaşmamış. Yani bir istatistiki bilgi yok. Ülkesel olarak ise Kıbrıs Rum Kesimi ile üç kez karşılaşmısız. 2-1 onlar üstün. 1994’te Slovakya’da 2-1 biz kazanmışız. 2003’te Latvia’da 3-0 ve 2005’te İrlanda’da 2-1 yenilmişiz.
Anlaşılan bu rekabeti bu kez çözecek olan çiftler karşılaşması. Çiftlerde ise birbirimizden hiç farkımız yok. İkimizde felaketiz. En yüksek sıralama 500’ler civarında.
Umarım her türlü sapkınlıktan ırak, sportmence ve tenisin kültürüne uygun bir karşılaşma olur. Ulusal takımıza başarılar dilerim.
------------------------------
Yazılarımda onca kez erkeklerde Davis Kupası ve kadınlarda da Fed Cup formatlarının değişmesi gerektiğini vurgulamıştım. Bunun detaylarına girmeyeceğim. Meraklısı aşağıda sunduğum web adreslerinden konu hakkında bilgi alabilir.

http://www.tenisdunyasi.net/yazar/bekir-emre/tenisin-sahte-kibarlari-243

http://www.fanatik.com.tr/yazarlar/bekir-emre/tenisin-sahte-kibarlari/1251633

Hemen önümüzdeki 2017 yılı için yapılan program şimdiki statükonun bu güzel sporun dinamizmine ve işlevselliğine ne denli aykırı olduğunu fevkalade bir şekilde ortaya koyuyor.
Biliyorsunuz 16-29 Ocak 2017 tarihleri arasında yılın ilk grand-slam turnuvası olan Avustralya Açık oynanacak. Buradaki maçlar da 5 set üzerinden oynanır. Davis Kupası statüsüne göre ilk tur maçları 03-05 Şubat 2017 tarihlerinde yani Avustralya’dan hemen sonra oynanmalıdır. En prestijli üst grup olan “World Group – Dünya Grubu” için çekilen kuralardan sadece üç tanesini ortaya koyuyorum. İlk yazılanlar ev-sahibi ülkelerdir. Arjantin – İtalya, ABD – İsviçre, Kanada – İngiltere

Yani bu duruma göre İtalya (ör.: Fognini), İsviçre (ör: Federer & Wawrinka) ve İngiltere (ör: Murray & Murray) Avustralya kıtasından bir diğer kıtaya uçacak…Beşer setlik maçlarını oynayacak ve ardından bir diğer kıtadaki (Avrupa’daki) evine dönecek ! Buna halk ağzıyla “yuf olsun” denmez de ne dir ? Sonra da yıldız sporcuların Davis Kupası oynamaktan neden kaçındıklarını, niye formatını sürekli sorguladıklarını merak ediyorlardı.

Anlaşılan son aylarda o denli çok eleştiri geldi ki (Davis Cup ve Fed Cup organizasyonlarının bağlı olduğu) “ITF - Uluslararası Tenis Federasyonu” silkinip kendine geldi. Önümüzdeki günlerde yapılacak yıllık kongrelerine sunulacak ve 2018 yılından itibaren yürürlüğe girmesini planladıkları projeler arasında aşağıdaki konular var :

1) Fed Cup organigramı içinde 16 takımlı bir “Dünya Grubu” oluşturmak. Bu grubun içinden bir “Final Four” yaratmak ve bu maçların tarafsız bir ülkede bir hafta süre içinde oynanmasını sağlamak.
2) Davis Kupasının yarı-finallerden itibaren tarafsız sahalarda oynanmasını sağlamak.
3) Davis Kupası maçlarının beş yerine üç set üzerinden oynanmasını sağlamak.

Aklın yolu birdir diyor, kongrede bunun reddedilmemesini diliyoruz. Hoş kalınız




25 Eylül 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’ABD'de Zafer Wawrinka'nın…‘’

Finallerin gediklisi diyebiliriz İsviçreli Stanislas Wawrinka’ya. Zira oynadığı son 11 finalin hepsini kazanmış. Bu sabaha karşı da dünya sıralamasının 1 numaralı raketi Sırp Novak Djokovic’i dört sette yenerek (67, 64, 75, 63) ABD Açık şampiyonu oldu. Cebine de 3.5 milyon dolar koydu.

Dört saate yakın süren final maçı aynı beklendiği gibi Wawrinka’nın rakibine yüklenişi ile geçti. Djokovic’in ise maçtan sonra da söylediği gibi eline geçen şansları bilhassa kritik puanlarda kullanamazsan İsviçreli standardında bir raket kupayı alır gider. Tenisin gerçekleri bunlar.

Bu arada çift-erkekleri Andy Murray’in kardeşi Jamie Murray ile partneri Brezilyalı Bruno Soares kazandı. Hiç olmazsa çift-kadınlarda ev sahibi ülkeden biri var. Bethanie Mattek- Sands ile Çek partneri Safarova. Karışıklarda ise şampiyon Alman Siegemund ile Hırvat Pavic oldu.

İtidal, hoşgörü ve sağlık dolu nice Bayramlar dilerim. Hoşkalınız.

12 Eylül 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’“ABD Açık”ta “Ve Perde…”‘’

Dünyanın hazırlığını yapıp uyuya kalmak bir başka komedi. Kadınlar finali arifesinde dün gece aynen başıma geldi. Allah'tan Eurosport sağolsun bol tekrar koyuyor da hiç olmazsa bir kısmını izleyebildim. Tam da beklendiği gibi geçti. Zevkli çekişmeli, spor ahlakından uzaklaşmayan ve sonunda daha tecrübeli olan favorinin kazandığı bir maç. Hak edenin diyemeyeceğim çünkü Pliskova kazansaydı aksini iddia edemeyecektik. Şimdi Angelique Kerber Dünya Sıralamasının 1 numarası olarak tescillendi. Yani büyüklerimizin tabiriyle “el ağzı ile çorba içmedi” !

Karolina Pliskova ise 11. sırada başladığı turnuvada bu sonuçla altıncılığa yükseldi. Çıkışı sürecektir. Radwanska, Vinci, Venus gibi raketler artık sahneyi değilse bile ilk sıralardaki yerlerini yeni gelenlere bırakacaklardır. Üstelik Serena Williams’ın tartışmasız hükümranlığı artık sona ermiştir. Bundan böyle “efsane rakete kim rakip olacak” diye değil kıyasıya bir rekabet içerisinde “acaba kim kazanacak” diye meraklanacağız. WTA son derece dinamik bir sıralamaya sahip olacaktır. Zamanı çoktan gelmiş geçmişti. Hayırlısı.

Şimdi geldik erkekler finaline. Djokovic-Wawrinka. Rekabette 19-4 Sırp ilerde. Ancak 31 yaşındaki İsviçreli onu Roland-Garros finalinde yenmenin özgüveniyle sahaya çıkıyor. Üstelik dağarcığında bir grand-slam şampiyonluğu daha var : Avustralya. Dolayısıyla dünya 1 numarasına karşı sıkı bir rakip. Ancak her nedense onu beyinlerimizde bir türlü “Big Four”u (Büyük Dörtlü) , “Big Five” (Büyük Beşli) olarak tescilleyemedi. Bakalım İsveçli Magnus Norman, koç olarak başladığından bu yana hem taktiksel hem de servis ve forehand’i ni çok geliştirdiği oyuncusuna bunu sağlayabilecek mi?

Yılın son finalinde sahaya çıkacak bu iki büyük raketin New York’taki gelişimine bakarsak İsviçreli fazlasıyla ağır basıyor. Djokovic finale gelene kadar dişe dokunur bir tek Tsonga’yı eledi. O da adam 2-0’dan sonra üçüncü sette sakatlanmasıyla! Ondan önce ne Edmund, ne Youzny (sakatlık), ne Vesely (sakatlık) ne Janowicz ne de Monfils onunla değil rekabet etmek ancak antrenman partneri olabilecek çapta raketler (bir iki iyi netice aradaki klas farkını değiştirmez). Halbuki Wawrinka Verdasco, Del Potro ve Nishikori gibi sıkı rakipleri aştı. Oynadıkları süre ve set sayısı bence bu çapta tenisciler için bir kriter olamaz. İşleri budur. Zaten ne bundan şikayet eder, ne de neden gösterirler. Gösteren de aralarındaki saygınlığını yitirir.

Agresif bir oyun tarzını benimsemeye başlayan dünyanın en etkili back-hand’ine sahip bu İsviçreli ile dünyanın en iyi savunmacısının maçını bana göre (işin içine sakatlık girmezse) Sırp kazanır. Yeknesak bir “ABD Açık” kadınlardan sonra iyi bir erkekler finaline de sahne olacak ve perde kapanacak.

İyi izlenceler. Hoş kalınız.

11 Eylül 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yıldızlar ve Şampiyonlar!‘’

Bunca yıldır tenisin starları arasında olan fevkalade yetenekli 30 yaşındaki sempatik Fransız Gael Monfils dün tüm kariyerindeki sadece ikinci grand-slam yarı-finalini oynadı. İnanması güç değil mi ? Bir yorumcu tenis oyuncularından bahsederken “yıldız olmakla şampiyon olmak arasındaki fark nedir bilir misiniz?” diye sormuş peşinden de yanıtnı kendi vermişti : “Yıldızlar savaşabilir ama şampiyonlar maç kazanmasını bilir” !

İşte Djokovic-Monfils arasındaki mücadelenin özü bundan ibaretti. Korkunç bir nem dalgası oyuncuları fiziken tüketti. Maçın başlarında Fransız o denli etkisizdi ki ikinci sette durum 0-2 olunca o durağan izleyiciler bile tepki gösterdiler. Bu ona yaramadı değil. Üçüncü seti aldı. Sonra yine başa dönüldü. Djokovic omzundan, Monfils dizinden rahatsız oldu. Dış etkenlerden fazla etkilenmez diye bilinen Sırp raket son iki sette yorgunluktan üst üste çift-hata bile yaptı. Yaptığı hatalar onu gömleğini yırttıracak kadar hırslandırdı. Ama bu adamda öyle bir konsantrasyon var ki en zor durumlardan bile toparlanarak kurtulduğunu gördük. Evet yine kendisini topladı ve maça 2.5 saatte noktayı koydu (63,62,36,62).

İkinci yarı-finalde şartların Japon lehine olduğunu düşünüyordum. Senenin çoğunu Florida’nın hava şartlarında geçirdiği için buraya daha kolay alışacağı aşikardı. Ufak tefek Japon tenisin dev yapılı atletleri arasında açıkcası kendisine çok iyi bir yer yaptı.

Tüm düşünceler Nishikori’nin Wawrinka’nın daha hassas noktası olan forehand’i üzerine oynayacağı ve onu hata yapmaya zorlayacağı şeklindeydi. Öyle de oldu. Maç servis çizgisinin 3-4 metre gerisinden başladı. Japon agresif ve kontrolü ele geçrimeye uğraşıyordu. Başardı da. 2-2’de rakibini kırdı ve voleye de gelerek durumu bir anda 4-2 yaptı. Oradan da seti 6-4 aldı.

İkinci sette Nishikori oyuna tamamen hakim başladı. İsviçreli önce öyle pasif kaldı ki Japon servis-vole oynmaya başlayarak rakibini erkenden kırdı (2-0). Sonra İsviçreli kendini belli etmeye başladı. Maç başa baş hale geldi. Bu şartlarda İsviçreli kendisini toparlamış hatta daha zinde bile gözükmeye başladı. 2. seti alarak maçı eşitledi. Hemen sonra 3. seti de aldı.

Şimdi iş artık Jack London kitaplarındaki felsefeye “Survival of the Fittest (güçlünün ayakta kalacağı)”e dönmüştü. Ve ibre hala Wawrinka’dan yanaydı. Öyle de oldu. Wawrinka üç saati biraz aşkın bir sürede Djokovic’in rakibi oldu (46, 75, 64, 62). Tek erkekler finalinde de yukarıdaki olgunun etken olacağı anlaşılıyor.

Şimdi önümüzde kadınlar finali var. Dünyanın en iyi atleti olup olmadığı tartışılan Serena’nın olmadığı bir final ABD’li izleyicileri hiç memnun etmedi. Ancak önceki yazımda değindiğim gibi fevkalade çekişmeli ve zevkli bir maçın bizi beklediğini sanıyorum. Alman Kerber ağır basıyor ama Çek Pliskova’nın neler yapabileceğini gördük. Siz yine de onun olmazı yapabileceğine kendinizi alıştırın.

Hoşkalın.

10 Eylül 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI