Arama

Popüler aramalar

‘’"Mutlu Turnuva"‘’

Dev gibi bu ada 6 eyalete bölünmüştür. Güneydoğu’daki Victoria Eyaletinde yer alan Melbourne bu yörenin kıyı başkentidir. İçinden bir de nehir akar. İşte bu coğrafyadan ötürü sıcaklıklar zaman zaman 45 dereceyi bulabilmesine rağmen iklim size günde 4 mevsimi de yaşatabiliyor. Economist dergisi tarafından 6 yıl peşpeşe dünyanın en yaşanabilir kenti seçilen Melbourne kültür ve çevrecilik açısından bilhassa öne çıkıyor.

İşte bu Melbourne aynı zamanda dünyanın başlıca tenis etkinliği olan “grand-slam” turnuvalarından birine ev sahipliği yapıyor. Yılın 4 grand-slam’inin ilki olan “Avustralya Açık” işte bu kentin en popüler merkezinde yer alan tesislerde organize ediliyor.

Roger Federer tarafından “Mutlu Turnuva*” diye adlandırılan “Avustralya Açık”ın kendisine mahsus özellikleri var. Bunların arasında ilginç birkaçını sıralayayım:
720.000 izleyici ile dünyanın en fazla izleyici çeken tenis etkinliği.
Diğer grand-slam’lere nazaran bir ana-kentin merkezindeki yegane turnuva. Fransa Açık, Wimbledon ve ABD Açık kentin dışlarında ve ulaşımın kolay olmadığı banliyölerde yapılıyor.
Talebelerin yaz-tatilinde olduğu yegane grand-slam.
Çatısı kapanabilen 3 ana kortu ile rakiplerine fark atıyor.
Erkeklerde Arjantinli sempatik dev Del Potro sakatlığından dolayı yer alamazken, kadınlarda zayiat bol : Bıçaklanan Çek Kvitova; doping cezalısı Sharapova; doğuran Azarenka; emekliye ayrılan İvanovic; sakatlanan Keys. Hiçbiri Melbourne’da yok.

Ancak dünyanın üç büyük yaşayan efsanesi ise uzun bir süreden sonra tekrar sahne alıyor: Bayan Serena Williams ile Bay Roger Federer ve Bay Rafael Nadal. Sorarım size başta İsviçreli Maestro olmak üzere onları izlemek zevk olmayacak mı ?

Ancak tatil sonrasının ilk turnuvası olması bazı zorlukları da beraberinde getirmiyor değil. Sakatlıklarından dolayı uzun süredir büyük turnuva oynamamış yukarıda saydığım üç raket başta olmak üzere, tüm yıldızlar için ilk turlar bilhassa zor geçecektir. Onları geçip adını tenis-tarihine yazdırmak ve büyük servetlere kavuşmak için can atan bir sürü gözü-kara genç alesta bekliyor. İşte ağır-abilerin arasındaki yerlerini alabilmek için bu serseri-mayınları aşmaları gerekecek. Bir de bunların günü tutar, sizinkisi ise ters ayakla kalırsa yandı gülüm keten helva.

Tüm güzelliklerine rağmen bu turnuva hiç bir tenisci için bir kriter olamaz. Tenis Dünyası ancak Mart gibi ABD ana-karası üzerindeki ve bilhassa İndian Wells turnuvasına geçtikten sonra şekillenmeye başlar. Tabî “boş atıp dolu tutmak” isterseniz bu da sizin tasarrufunuzdur !

İyi bir hafta sonu dileyerek, hoşkalınız.
*“Mutlu Turnuva”è Federer’in yılar önce Avustralya Açık için Mebourne’a vardığındaki ifadesi : “Buraya geldiğinizde tenise dönmüş olmaktan mutlu oluyorsunuz”!

15 Ocak 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hoş geldin…‘’

Öncelikle bu üzüntülü günlerde şehitlerimize Tanrı’nın Rahmetini ve başta aileleri olmak üzere tüm toplumumuza baş sağlığı, dayanma gücü ve sabır dilerim.

Dün akşam 3 saate yakın bir süre gezegenimizdeki en iyi iki tenisçinin finalini izledik. Geçen yıl gerek canlı gerek beyaz camdan olmak üzere öyle çok tenis izlemişim ki tatile girdiklerinde derin bir nefes aldım. Ama dünkü final onu ne denli özlediğimi farkettirdi.

Djokovic dönecek mi, dönerse eskisi kadar başarılı olacak mı, eşinden boşanacak mı ? Tenise dönüş yapan Federer ve Nadal’ın da olduğu bir çekişmenin içerisinde Murray başarılarını sürdürebilecek mi? Federer ve Nadal geçmiş başarılarına bir sünger mi çekecek yoksa yine grand-slam turnuvalarında egemenliklerini sürdürecekler mi? Wawrinka, Raonic ve Nishikori gibi raketler ağır-abilerin standardına ulaşabilecekler mi yoksa onları yine Berdych, Tsonga, Ferrer, Gasquet gibi bazı bazı mı (!) göreceğiz. İşte uluslararası tenis camiasında ortaya sürülen meçhullerden başlıcaları bunlardı. Benim en ilgimi çeken meçhul ise pıtrak gibi ortaya çıkan gençlerin yukarıda adı geçen büyük-abilere ne denli rakip olabilecekleri. Zverev, Thiem, Kyrgios, Pouille, Coric ve hatta 20’lik yeni Rus Khachanov bunlardan ilk akla gelenler. Dimitrov’u da yabana atmayın. Tahminimce Federer, Nadal, Djokovic, Murray dörtlüsü gibi bir ekürinin tenis dünyasına zor geleceğidir. Bu büyük sporcular raketlerini astıktan sonra tenisin ışıltıları olacak ama ışıklar eski canlılığında olmayacaktır.

Dün akşam üç sette İngiliz’in kazanacağını öngörmüştüm. Bunun başlıca nedeni de Djokovic’in uzun bir süredir tenisin tepesinden uzak kalması ve bu moraliyle bir gün önce kendisine hiçbir zaman rakip olamamış Verdasco önünde 2.5 saatte oyunu 5 maç-topundan çevirmesiydi.

Olmazların adamı Sırp Şampiyon beni yanılttı (63,57, 64). İngiliz rakete oyunun kontrolünü verdiğiniz an işiniz bitiyor. Bunun bilincinde olarak tüm kritik puanları rakibinden iyi oynadı Novak. Murray ile arasındaki istatistiği daha da açtı (24-11). Avustralya yaklaşırken (16 Ocak), Murray gibi sinirleri hala hassas birinin bunun etkisi altında kalacağı muhakkak. Djokovic ise özgüven tazelemiştir. Bize kalan ise tenise “hoş geldin” demek. Unutmamalıyız ki yılın ilk turnuvaları hiç bir zaman bir kriter oluşturmaz. Avustralya sonrasında ABD ana-karasına geçince hamlıktan olgunluğa dönmeye başlar bu tadına doyulmayan spor.

Dün akşam tenisin ne denli zevkli, çekişmeli ve kaliteli olabileceğini bir kez daha yaşadık. Maçın içindeki ve sonundaki sportmenliğe imrendik. Ülkemizdeki kavgalı döğüşlü çeşitli spor karşılaşmalarına ve bunlara alet olanlara lanet ettik. Spor insanın içinden çıkan temiz bir nefes gibidir. Neden bu nefesi berraklaştıramıyoruz bir türlü…Cehaletin, görgüsüzlüğün galebe çaldığını anlamak zor olmasa da açıkçası benimseyemiyor ve bu topluma yakıştıramıyorum bir türlü.

Bu yılın ilk yazısında sizlere 2016’daki son yazımın son paragrafı ile veda edeceğim :
“Ben çok zor günler geçiren toplumumuzun hala sağduyusunun olduğuna inanıyorum. Eminim bir yerlerde onu itinayla saklamışlardır. Yeni yılda onu sakladıkları yerden çıkarsınlar, öpüp koklasınlar ve onun kıymetini iyi bilsinler. Yaşam hepimize en büyük armağandır. Onu ne denli değerlendireceğimiz ise kendi tasarrufumuzdur. Hoş ve esen kalınız, Bekir Emre. “

08 Ocak 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yanlış Algı… Monşer Sporu!‘’

“Mon cher” deyimi Fransızca kökenli olup dünyaca benimsenmiş bir hitap şeklidir. Güney Amerika hariç her kıtada kullanılır. Anlam itibarıyla “azizim-dostum” ya da “kıymetlim” olarak alınabilir. Eskiden beri en kibar ilişkiler devlet temsilcileri arasındaki “diplomatik ilişkiler”di. İki ülke savaş halindeyse bile, diplomatlar birbirine “monşer”, “sayın” diye başlayıp öyle devam ederlerdi konuşmaya. Monşerler en az iki yabancı dil bilen, görgülü, nazik ve entellektüel yapıları epey kuvvetli, dinleyebilen ve tartışabilen insanlar olarak başta devlet kademelerinde olmak üzere saygın makamları dolduran insanlardı. Papyon ve fular simgeleriydi. Zamanla körelen insani ilişkiler doğrultusunda “monşer”, davetlerden çıkmayan, züppe, snob ve bir işe yaramaz kişileri betimlemek için maalesef fevkalâde yanlış bir şekilde kullanılmaya başlandı. Gerçi kibarlık ve görgüyü bir kenara bırakın doğru düzgün Türkçe konuşmak bile artık modası geçmiş bir birikim olarak algılanıyor ya! *

Bu fevkalâde yanlış algılayış maalesef tenise de yönelik. Belki de sporların en estetiği ve hem kafa hem vücut hem de iç dünyamızın esenliği için en yararlısı olan tenis, ülkemizde yakın zamana kadar “monşer sporu” olarak anılıyordu. Keşke böyle kalsaydı. Bu güzel sporla ilgili öyle tartışmalar oluyor, öyle yorumlar yapılıyor, saha içinde ve dışında öyle davranışlara tanık oluyoruz ki aksini düşünmemek olası değil. Hani yakında futbola benzeyecek diye endişeleniyorum. Bakın çamur, basketbol gibi eğitim seviyesi epey yüksek bir spora bile sıçradı. Tenis mi bunun ardında kalacak!

Ben futbolu çok severim. Eşsiz bir takım sporudur. Galatasaray sempatizanıyım. 1999 yılından bu yana maçlara gitmiyorum. Spor ahlâkını benimsemekten uzak, izlemeye çalıştıkları oyunun kurallarının bile cahili ultra-vandallar ve onların ateşleyicisi çapsız yöneticilerle aynı havayı solumayı arzu etmedim.

Bir yaşam şekli olarak ta benimsediğim ve çok sevdiğim tenisle ilgili de yerel bir yorum yapmamayı düşünmüştüm. Dedikoduyu bilimselliğe yeğleyen, nemalanmak sınıf atlamak amacıyla kafa sallamayı sindirebilenlerle tartışmanın ne bir anlamı ne de bir yararı vardı. Köhnemiş oluşumları bol palavrayla allayıp pullayıp Amerika’yı yeni keşfetmiş gibi lanse edebilecek bir yapıyla işim olabilir miydi? Elini taşın altına koyup bir şeyler yapmaya kalkanlar dozu gittikçe çirkinleşen davranışlarla alaşağı ediliyordu. Kimisi o denli alçalıyordu ki belaltı vurmaya ve birtakım çirkin site ve bloglarda rakibinin fiziksel yapısıyla alay etmeye vardırıyordu işi! Bu nedenle böyle bir karar almaya çalıştım. Ama eloğlu Jüpiteri arşınlarken, Bizansı aratmayan uyarlamalar daima nemalanacak birilerini bulacak ama uzun vadede bu fevkalâde güzel ülkenin yararına koskoca bir sıfır kalacaktı.

ZEBANİ!

Hani bir fıkra vardır. Zebani yeni gelenlere cehennemi gezdiriyormuş. Ortalıkta fokurdayan çeşitli kazanlar. Hepsi sakin… Biri hariç. O birinde ara sıra bir kafa ya da gövde çıkıyor sonra kayboluyor. Gezginler (!) zebaniye sormuş “Nedir bu?” diye. Zebani yanıtlamış: “Orası Türkiye kazanı. Orada biraz kendisini göstereni hemen aşağıya çekerler!”
Geçtiğimiz sayıda dergimizin iki yazarı (N.Kestelli ve B.Aldemir) doğruları yazmış. Yanlışları belirtip, olması gerekenleri masaya yatırmışlar. Don Kişot’luk yapmışlar yani. Neye yarayacağını düşündüler kim bilir? Yeldeğirmenleri seçimlerden sonra da aynı hızla dönmelerini sürdürecekler mi acaba? Einstein’ın bir özdeyişi vardır : “…Boş inançları, ön yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur…” der. Bakalım bekleyip göreceğiz.

Seçimlere tek aday olarak girecek olan şimdiki başkan ile bir süre önce bir telefon konuşması yaptık (Parantez içerisinde de şunu da söyleyebilirim ki ben hem kendisinin hem de selefi Osman Tural’ın iyi niyetine hâlâ inananlardanım. İlişkilerin hoyratlık ve nobranlıkla değil akıl, mantık ve sağduyu ile yürütülmesini yeğlerim). Tam seçim arifesinde ayrıntılara girmek doğru olmayacaktır. Ancak “…Doğru olmayan şeylerin farkındayım. Değiştirileceğine inanmanı rica ederim” dediğini söyleyebilirim. İnanmak başarmanın temeliymiş.


GÖZLEMLER VE ÖNERİLER

Tenis sportif bir oyundur. Sporun başlıca özelliği ise hep geleceğe dönük olması ve hep ileriye bakmasıdır. Hiç geriye bakmaz. Önünüzde hep yeni bir maç, yeni bir engel, alınması gereken yeni bir puan, aşılması gereken yeni bir set (ya da challenge) vardır. Sporda hiç bir pozisyon aynı değildir, dinamizm ebedidir. Hal böyleyken hâlâ modası geçmiş birtakım çözümleri baştan pişirip önümüze koymanın hiçbir değeri olmayacaktır. İzninizle bunlarla ilgili bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

- Gereksiz fazlalıkta turnuvaların tenisimizin gelişmesine bir yararı yoktur. Bunlar ancak cingöz organizatörler ile yıllardır bencilliklerinden koordine olamayıp tesislerini yıl boyu işletmeyi beceremeyen (ve zora girdikçe de sürekli devlet babadan medet uman) bazı Akdeniz otellerine cankurtaran simidi olur (bunu kaç kez yazdım bilemiyorum!).
-Muharebeyi kazanıp savaşı yitirmek gibi tek bir turnuvada yaşanılan şampiyonluğun, yararından fazla zararı vardır. Çocukların aldıkları sonuçları göz ardı etmek istemem ama “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” diye bir özdeyiş vardır ! Bir yere varılacağının, gelecek başarının kanıtı (ülkemizde bu yıl ki en büyük turnuvayı kaldıran Arjantinli 23’lük genç Schwartzman’ın ki gibi) her turda bir ağır-abi geçerek alınan şampiyonluklardır. Şans ve tesadüfler üzerine kurulanlar değil. “Yoklar” üzerine değil “varlar” üzerine kurulu bir fikstürde bu oyuncularımız acaba ana-tabloda yer alabilecekler miydi (Wild-Card dışında) ? Sayın Başkan(lar), (bunu da yazmaktan bıkmayacağım!) “doğru tekdir…İki tane olmaz”. 52 haftada 60 küsur turnuva var ama ülkedeki en büyük iki turnuvada Türk yok. Nasıl görünüyor bu tablo size ?

- Temcit pilavı gibi oyuncularımızın çiftlerde yabancı partnerleri ile aldıkları sonuçları “başarı hikâyemiz (!)” diye gündeme getirmenizin hiçbir yararı yoktur. Bu aynı yukarıdaki örneğe benzer. Yabancı eşlerle alınan birincilikler yadsınamaz. Ama bu sonuçları ulusal takımdaki partnerleriyle de gösterirlerse bir kıymeti olur. Gerisi sadece ve sadece ufak bir muharebedir ve ancak kendilerine yarar. Görelim bakalım stresli bir Davis Cup esnasında kazanılacak bir çiftler maçının sonucunu. O zaman gönülden tebrik etmek boynumuzun borcu olur.

- Ülkemizde uluslararası sahneye çıkabilen bir kaç oyuncunun (Çağla Büyükakçay’ın, Cem İlkel’in, İpek Soylu’nun hatta ve hatta uzakça geçmişten İpek Şenoğlu’nun, Gülberk Gültekin’in)** önce aileleri sonra kulüpleri olmasaydı acaba onlar nerede olurlardı hiç düşündünüz mü? Ülkemizde aile ve kulüp desteği olmayan teniscilerin bir görünüp sonra yoklara karıştıklarını görmüyor olamazsınız.

- Sayın Başkan(lar), teniste (esasen tüm sporlarda) başarının yegane yolu bir ekol yaratmaktır. Gerisi safsata ve palavradır. Günü kurtarmaktır. Siz Sayın Başkan(lar) bir ekol yaratmadıkça başarılı addedilmeyecek ve gittikçe büyüyecek karadeliklerle affedilmeyeceksiniz. Hatta en kötüsü anılmayacaksınız bile. Bakın 24 TFF Başkanı arasında akılda kalan başlıca isimler Bülent Savcı, Güneşi Olcay ve Azmi Kumova’dır. Beğenin ya da yerin, üçünün de hizmetleri bugüne kadar gelmiştir. Sizin işiniz onlardan çok daha kolaydır. Antrenör ekolü yaratın… Sağlıkçı ekolü yaratın… Hakemlere ekolleşmede yardımcı olun… Sporcu ekolü onları izleyecektir.

- Yüze yakın koruk turnuva ile beyhude oyuncu yetiştirmeye çalışacağınıza 3 tane antrenör yetiştirin. Antrenörlere önce lisan öğretip, literatürü izleyebilmelerini sağlayın. Sonra onları yurtdışına eğitime yollayın. Yıllardır verilen üstünkörü yerel eğitimler kimseye yararlı olamamaktadır. İşe aldığımız nice spor akademisi ya da Besyö mezunu monitör sahaya çıktığında topu karşıya bile atamıyordu. Nasıl atsınlar ki? Onlara öğretenler de bilmiyordu ki! (Osman Kermen dile gelebilse de konuşsa!) Çocukların yeteneğine ve karakter yapılarına bakıp aramıza katıyorduk. Bizde 100 antrenörün 99’u doğru dürüst İngilizce bile bilmezken tenisin o umman literatürünü nasıl takip edecekler? Nasıl kurs/eğitim görecekler? Uluslararası turnuva ve toplantılarda oyuncuları ve ülkeleri yararına nasıl bağlantı kuracaklar? Bu insanları hazırlayın. Antrenör kurslarında (Yozgat’taki gibi) göstermelik bilgileri değil, onlara önce lisan aşılayın. Bakın bunu hakemler nasıl gerçekleştirdi. İşte onlar (Hakemlerimiz) bir ekol olmak yolunda epey yol kat ettiler.

RİCA

Bugün bir ulusal geliştirme merkezi kuramayan, bu merkeze saygın bir koordinasyon oturtamayan hiçbir ülke teniste başarılı olamamıştır. Bizde doğru yola girilirken (batmakta olan kampını Türkiye üzerinden kurtarmaya çalışan) yanlış bir adamın despotik tavırlarıyla bu uğurda zaten çok zor ayakta durabilen kulüpler küstürüldü ve köreltildi. Halbuki bu oluşum onlarla koordine edilerek, saptanacak sisteme payanda olmalarına yol açarak pekala kotarılabilirdi. Bu sayede son hızla kuyunun dibine doğru yol almakta olan kulüpler de kendilerine çeki düzen vermeye zorlanırdı.

Bana kaynak yaratabilmiş herhangi bir federasyon gösteremezsiniz. Kaynağı kulüpler yaratır. Zira bölgesel birikimleri vardır. Onları köreltmeyin. Gönülden ırak diye tarafgir davranmak size yakışmaz. Yaşam salt çevrenizdekilere ve size yakın gelenlere ait değildir. Unutmayın hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız… Burada yaşıyor ve yaşayacağız. Hoşkalın.

*Ufak kişisel dokunuşlar haricinde Vikipedia’dan alıntıdır.
** Pemra Özgen ve Marsel İlhan kişisel özellikleriyle birer istisnadır. Onun için değinmedim.
Hamiş: Bu yazı 15 Ekim 2016 tarihinde yazılmıştır.
Hoşgörülü bir yeni yıl dileği…
“Ben çok zor günler geçiren toplumumuzun hala sağduyusunun olduğuna inanıyorum. Eminim bir yerlerde onu itinayla saklamışlardır. Yeni yılda onu sakladıkları yerden çıkarsınlar, öpüp koklasınlar ve onun kıymetini iyi bilsinler. Yaşam hepimize en büyük armağandır. Onu ne denli değerlendireceğimiz ise kendi tasarrufumuzdur. Hoş ve esen kalınız, Bekir Emre. “

24 Aralık 2016, Cumartesi 16:00
YAZININ DEVAMI

‘’Dünya Kupası Latin Amerika'da!‘’

Sempatik Dev Del Potro’nun 2-0 geriden gelerek Cilic gibi Dünya 6.sı bir yıldızı 3-2 devirmesinden sonra iş Delbonis ile bir diğer dev İvo Karlovic’e kalmıştı. Delbonis’in şimdiye kadar sansasyonel bir başarısı yoktu. Karlovic ise dünyanın en iyi servis atan adamlarından biri olarak biliniyor ve 36 yaşında hala ilk 20’lerde yer alabiliyordu.

Ancak Delbonis adeta Davis Kupası için yaratılmış bir takım oyuncusu olduğunu ortaya koydu. Sadece kortla, oyunla, kenardaki ekip üyeleriyle değil tribünlerdeki taraftarlarıyla da özdeşleşerek fevkalade bir uyum ve ritim içerisinde devasa rakibini sahadan sildi desek yeridir (63, 64, 62 – 2’09”). Böylece Arjantin 3-2 kazanarak şampiyon oldu.

26 yaşında ve 41.sıradaki Federico Delbonis fiziğinden dolayı sağa sola koşmakta zorlanan Karlovic’i bol bol koşturdu ve ters ayakta bıraktı. Rakibi uzun boyuyla (2.11) fileye geldiğinde ayağının dibine vurarak onu çaresiz bıraktı ve bir sonraki vuruşla da puanları bitirdi. Kısacası nasıl oynanması gerekirse öyle oynadı. İzleyicileri de ona azami destek verdi. Arenanın %80’ini kaplayan Hırvatların bile sesi soluğu çıkmadı.

İşin özü tenisin yegane takım karşılaşması olan “Davis Kupası” finali bu yıl iki ekole şahit oldu. Sporun konkurhipikten sutopuna kadar, her ama her dalında, bir başarı hikayesi olan Arjantin ve Hırvatistan (İngiltere gibi tek bir adamın, İskoç Murray’in, sırtında değil) birer takım, birer ekip olarak buraya geldiler. Biri şampiyon olacaktı. O da Arjantin oldu.

Her iki ekibi de alkışlarken bizim ülkemizde de spor yönetimi ile uğraşan insanların (günlük) balonlardan vazgeçip bir ekol yaratmanın önemli ve kalıcı olduğunu anlayabilmelerini diliyorum.

Bu maçtan sonra tenis 16 Ocak 2017’de başlayacak Avustralya Açık öncesine kadar tatile giriyor. Bizim yazılar da beklenmedik bir gelişme olmadığı takdirde buna katılır düşüncesindeyim.

Dünkü Hürriyet Pazar ekinde Ali Tufan Koç’un 95 yaşında bir bilge kadınla yaptığı fevkalade bir söyleşi var. Bakın ABD’li İris Apfel ne diyor : “…İnsanlar etiketlendirmelere, kategorilere, markalara bayılıyor. Düşünmeyi, eşelemeyi seven yok…Göz göze gelen yok ki birini gerçekten tanıma şansı olsun… ‘Sağduyu’ dediğin şey, zamanla ‘sağ’ kalmamış, çoktan ölmüş”.

Ben tüm toplumumuzun hala sağduyusunun kaldığına inanıyorum. Eminim bir yerlerde onu itinayla saklamışlardır. Yeni yıla gireceğimiz günler yaklaşırken onu sakladıkları yerden çıkarsınlar, öpüp koklasınlar ve onun kıymetini iyi bilsinler. Yaşam hepimize en büyük armağandır. Onu ne denli değerlendireceğimiz ise kendi tasarrufumuzdur. Hoş ve esen kalınız.

28 Kasım 2016, Pazartesi 08:30
YAZININ DEVAMI

‘’Del Potro Dünya Kupasını son maça taşıdı !‘’

Bu maçta 3-1 (30-40) iken önce bir sporcunun sevecenliğine sonra da sportmenliğine şahit olduk. Bu spora olan bağımlılığımızla onur duyduk.

Cilic’in ilk servisinde avuta giden top 200km süratle kortun arkasında bekleyen top-toplayıcı kızcağızın karın boşluğuna çarptı. Önünde Del Potro olduğu için kız son ana kadar topu göremedi. Pek çaktırmamakla birlikte kızın beti benzi attı. Del Potro maçı bırakıp kıza gitti ve ona sarılarak tedavi için kenara götürdü. Sonra yerine döndüğünde hakeme işaret ederek (oyun durduğundan) rakibinin ilk servisini tekrarlaması için onayını verdi.

Maça dönersek yarım saatte durum hala 4-2 idi. Cilic hemen başta rakibini kırmış ama maçın gidişatı bu farkın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteriyordu. Top oyuna girip üç vuruşu aştığında puanı genellikle Del Potro kazanıyor ama Cilic’in servisleri farkın kapanmasını önlüyordu. Bu çapta bir raketin servislerine bu denli bağımlı kalabilmesini anlamak çok zor. Ve beklenildiği gibi servisinde hata yapınca Arjantinli oyunu eşitledi (4-4). Sonra 5-5, 30-0’da az kalsın bir top-toplayıcıyı daha saf dışı bırakıyordu Cilic!

2016 Davis Kupası Finalinde en bol olan şey anlaşılan tie-break’ler olacaktı. Ama Cilic’e sanki sihirli deynek dokunmuştu. Fevkalade oynayarak, yıldırım hızıyla, 5-0 öne geçti ve oradan da 7-4 aldı. Set tam tamına 1’12” sürdü. Anlaşılan bizi uzun bir gece bekliyordu.

İkinci sette önce 210km süratinde servisler konuşmaya başladı. 2-2 iken Arjantin’li konsantrasyonunu yitirdi, izleyicilere takıldı ve ikincisi çift-hata olmak üzere saçmalayınca Hırvatistan servis kırdı. Seyirciler azmıştı. Bu destekle ikinci saat sona ererken set te bitti (63). Ama Cilic’in aldığından fazlasını Del Potro verdi. Roller değişmiş ve şimdi daha fazla basit-hata yapan Arjantinli olmuştu.

Cilic garip bir oyuncu. Uzun bir süre servis kendisindeyken top oyuna girince etkisiz, ama rakibinin servisinde oyuna giren topa hükmeden bir yapıda oynadı. Sonra rakibi duraklayınca onun da oyunu da ivme kazandı. Daha sık risk almaya ve kazanmaya başladı. İkinci set sona ererken bir ABD Açık şampiyonu gibi oynuyordu.

Çekişmeli ama tenis standardı ortalamayı aşmayan bir maç izliyorduk. Bakalım bu maç “survival of the fittest” yani “en diri kalabilenin”mi olacaktı yoksa Cilic bir set daha alıp noktayı koyacak mıydı. Bu düşüncelerle üçüncü set başladı. Hem de Del Potro’nun fevkalade bir bacak-arası lob’u ile! 1-0 Arjantin. 1-1. 2-1 Arjantin. 2-2. 3-2 Arjantin. 3-3. Önceki iki setteki trend değişmiş bu kez Arjantin kaçıyor Hırvatistan kovalıyordu. Çok daha kaliteli bir tenis izlemeye başladık. 4-4 oldu. 5-5 oldu. Arjantin yine öne geçti (6-5). Ve herkes bir tie-break daha beklerken, beklenmedik oldu. Cilic kendi servisini kötü oynayarak verdi ve Arjantin üçüncü saate girerken seti 7-5 alarak durumu 1-2 yaptı.

Dördüncü sette yine kaçan Arjantin kovalayan ise Hırvatlardı. Artık sinirler gerilmişti. Buna hakemin Del Potro’ya yersiz bir “zaman geçirme” cezası eklenince sahanın içi birden bire gerildi. Yine Del Potro’nun iyi niyeti ile olay büyümedi. Böyle 5-4’e gelindi. Ve tam dört saati aşarken ve en kritik yerde Cilic yine kötü oynadı. Şimdi her şey eşitti (2-2).

Karar seti yine Arjantinlilerin servisiyle başladı. Ama bu kez bir fark vardı. Birbirlerinin servislerini kırıyorlardı. Durum 1-1 olmuştu. Arjantin bu setteki ikinci servisini yitirmedi (2-1). Dört saat 45 dakika sonra durum son sette 4-3’tü.

Evet durum 4-3 Arjantin lehine. Ve Cilic servisini verdi. 5-3 Arjantin. Tandil’in Kulesi lakaplı iki metreyi aşkın Del Potro bu fırsatı kaçırmadı ve beş saate dakikalar kala seti 6-3 maçı da 3-2 alarak durumu 2-2’ye getirdi. Herhalde tarihe geçecek bir maç izledik.

Bu maç bir kez daha gösterdi ki Davis Kupasının formatının toptan değişmesi gerek. Beş setlik maçlarla sahadaki nadir yıldızların sağlığının risk altında olduğunu görmemek için herhalde ITF’te (Uluslararası Tenis Federasyonu) görev yapmak lazım. Yakında Davis Kupası oynayacak hiçbir yıldız bulamayacaklar. Oyuncular, izleyiciler, hakemler…Kimsede sinir kalmıyor. 5 saati aşkın bir süre non-stop sert bir zemin üzerinde spor yapmak sağlıklı değil. Fildişi kulelerinde oturan zevatın artık yıllardır içinde oldukları o derin uykudan uyanıp gerçeklerle yüzleşmeleri gerekir. Yoksa olimpiyatlarda nasıl fosladılarsa Davis Kupası da ona benzeyecek.

Burada bu gece kupanın sahibini belirleyecek olanlar dünyada en fazla ace atan raket 2.11’lik bir başka dev 37’lik Hırvat Karlovic ile 26 yaşındaki Arjantinli Delbonis arasındaki son maç. Karlovic 26. sırada, rakibi ise 41. Hırvat raketin rakibine 3-1’lik bir üstünlüğü var. İzleyip göreceğiz.

27 Kasım 2016, Pazar 22:00
YAZININ DEVAMI

‘’Finalde Çiftler Komedisi!‘’

Hırvatistan Dodig (116/13) - Cilic (6/124) Arjantin Del Potro (38/351)- Mayer (137/122)

Gördüğünüz gibi aralarında Koza’da 2015 İstanbul Open’da izlediğimiz Dodig haricindekilerin hepsi çiftler kategorisinde ilk 100 sıralamasının dışında. Bu gerçek kendisini sahada pek belli etti. Del Potro eline gelen voleyi sayıya çeviremiyor, Mayer rakipleri birbirinin arkasında kalmışken topu boş saha yerine fileye nişanlıyor, Cilic ise hata yapmaktan korkan görüntüsüyle topu içeri atmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Dolayısıyla iş aralarındaki yegane üstat Dodig’in omuzlarına yükleniyordu. Koskoca Del Potro Mayer’in, koskoca Cilic ise Dodig’in ağzının içine bakıyordu! Hele minik dev Del Potro adeta ben bu sahada ne yapıyorum ifadesiyle oynuyordu.

Arjantinliler ise kendi sahalarında çiftleri değil, ikisi ayrı ayrı tekleri oynuyorlardı. Ama Hırvatların kurduğu sistem daha az kötü olunca ilk seti tie-break’ten aldılar. İkinci setin ortasına kadar maç böyle sürdü. Hırvatlar öne geçiyor Arjantinliler beraberliği sağlıyordu. Ama 4-4 iken Dodig eline gelen iki topu puana çeviremeyince Del Potro’nun takımı ilk kez öne geçti (5-4). Dodig bir önceki oyundaki hatalarını telafi ediyormuşcasına kendi servisini aldı (5-5). Sonraki oyun yine Güney Amerikalıların oldu (6-5). Ve yine tie-break.

İlginç bir tie-break başladı. İlk dört puanın dördünü de birbirlerine armağan etti servisciler (2-2). Sonra seyirciler araya girdi ve tezahüratlar dinmeyince maç durur gibi oldu! Cilic servislerini devreye soktu ve Hırvatlar durumu 4-2 yaptı. Tezahüratlar dostaneliği yitirmeye başlamış ve “yuh” sesleri kulağa geliyordu. Bu hengâme arasında durum eşitlendi (4-4). Ama devreye yine Dodig girdi. Önce rakiplerinin servisini kırdı sonra da kendi servislerini alarak maçı 2-0’a getirdi.

Çiftler komedisi derken hiç yanılmamışım. İkisi de tie-break ile biten setlerde yani ortalama 26 oyunda file önünde alınan puan sayısı 18!

Üçüncü sete tribündeki Maradona’nın yönettiği orkestra ile Arjantin iyi başladı ama rakiplerini bir türlü kıramadılar. Aksine Cilic ile Dodig Mayer’in üzerine oynamaya başladılar ve zaten kötü bir gününde olan tenisçiyi daha da bozarak durumu 4-2 yaptılar. Ondan sonrası çabuk geldi (63).

Şimdi Hırvatistan 2-1 önde. Yarın ilk maç bir destan olabilir : Cilic ile Del Potro arasında. Burada Hırvatlar kazanırsa şampiyon olurlar ve son maç oynanmayabilir. Aksi takdirde iş Karlovic ile Delbonis arasındaki son maça kalır. İzleyicisinin de verdiği gazla Cilic bu işi son maça kalmadan bitirebilir. Ancak Del Potro’nun ona karşı olan üstünlüğünü de unutmamak gerek. İyi Pazarlar.

27 Kasım 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Davis Kupası : Gülünesi Kurallar ve Oyuncular !‘’

Ancak öncelikle Davis Kupası’nın bağlı olduğu Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF)’e değinmek istiyorum. Tenis camiasının en sevilmeyen kurumlarından biri olan ITF en hoşgörülü bakışla bile bu yakıştırmayı hak ediyor. Yıllardır neye yaradıklarını ortaya koyabilen tek bir tenisle ilgili insana rastlamadım. Yıllardır oyunculardan gelen serzenişlere aldırmadan Davis Kupasının formatını değiştirmediler. Şimdi Djokovic, Nadal hatta Federer gibi ağır-abilerin su koyvermeye yakın olduklarını görünce alelacele kimseye danışmadan ortaya bazı teklifler attılar. Bunların başlıcası final maçının tarafsız bir sahada oynanması. Düşünün ki Slovenya ile Belçika, İstanbul’da final oynayacak ! Eğer ortalıkta bir tane sponsor olursa, tribünlerde de 15 kişi bulursanız ben de kağıdı kalemi bırakmaya hazırım.

Sanki bu güzel kupanın formatında değişmesi gereken başka bir nokta yok. Yahıu format baştan itibaren kokuşmuş. Kimse artık 5 setlik maçlar oynamak istemiyor. Hele ki üç gün içerisinde.

Düşünün ki bir ülkenin star raketi ülkesini şampiyon yapabilmek için üç günde üç tane 5 setlik maça çıkacak. Ertesinde de bütün bir hafta da normal bir turnuva oynayacak. Hadi canım sizde !

Bakın bir kaç gün önce Djokovic bu konuda ne demiş: “Formatın değişmesi gerektiği kesindir. Şu an ki format bilhassa üst katmanlardaki yıldızlar için doğru çalışmıyor. Öncelikle takvimi yanlış. İstatistiklere bakarsanız gittikçe daha az sayıda star raket bu turnuvaya katılıyor. Davis Kupası son yıllarda çok prestij yitirdi. Aynı kadınların ki gibi iki gün içerisinde 3 set üzerine maçlar oynanmalı….ITF Davis Kupasının sahibi ama oyuncuların dileklerine hiç kulak asmıyorlar. Final için tarafsız saha teklifini öne atıyorlar. Buna katılan tek bir oyuncu bile bulamazsınız. Oyuncuların Davis Kupasında sevdikleri yegane unsur kendi izleyicileri önünde ülkelerini temsil edebilmektir. Unutmayın ki tenisteki yegane takım karşılaşması Davis Kupasıdır. Öyle bir formatı var ki oynayan oyuncular bile içinden çıkamıyor. Ne bir sistem var ne de onun nasıl çalıştığını bilenler. Onu kıymete bindiren yegane unsuru tarafsız sahaya çevirme teklifini tenisin yönetimi ile ilgili bir kurum ortaya atabiliyorsa vay halimize!” Bunları Djokovic söylüyorsa başkalarına söz kalmaz değil mi ?

Evet finalin ilk maçı Hırvatistan’dan Cilic ile Arjantin’den Delbonis arasındaydı. Dünya 6 numarası Davis Kupasının özelliğini bildiği için pek bir başarısı olmayan 41 numaradaki rakibini hiç hafife almadan yıldırım hızıyla maça başladı. Her iki rakette sanki servis çizgisine yapışmış gibi geri oyununu benimsemişti. File önüne hani neredeyse hiç gelmediler. Kısa top neredeyse hiç olmadı ve ilk iki set sonunda durum 2-0 Hırvatistan lehineydi. Sonra Delbonis oyununa biraz olsun değişiklik kattı ve rakibini sağa sola koşturmaya başlayınca işin rengi biraz olsun değişti ve durum 2-1 oldu. Arjantinli hatırı sayılır sayıda izleyicisi ile coşmuş ve maç adeta bir futbol maçının şovuna kavuşmuştu. Üçüncü sette Arjantin göz açayıp kapayana kadar durumu önce 3-0 sonra 5-1 yaptı ve seti de sonunda 6-1 aldı. Durum şimdi 2-2 olmuş ve genellikle hislerini belli etmeyen bir yapıya sahip Cilic’in yüzünde “bu maçı verdiği takdirde, şampiyonluğun epey uzakta kalacağının” paniği yerleşmişti. Davis Kupası azizliğini göstermiş daha ilk maçtan sonucu karar setine bırakmıştı. Cilic son set öncesi bir mola isteyip geri döndüğünde sanki biraz daha rahatlamıştı. 6-2 aldı aldı seti ve maçı 3-2 bitirdi.

Ardından Arjantinli Del Potro ile tenis tarihinin en fazla “ace” atan raketi Hırvat İvo Karlovic çıktı sahneye. Karlovic Davis Kupasında mücadele eden en yaşlı raketlerden biriydi. Ama ilk servisleri tam tutmadı ve “Tandil’in Kulesi” lakaplı sempatik Arjantinli dev (Del Potro) onun ikinci servislerine yüklenerek maçı 3-1 kazandı (64, 67,63,75) .
İlk gün 1-1 beraberlikle bitti.

Yarın (Cumartesi) sadece çift maçı var. Çıkacak takımları ancak sahada görebileceğiz zira ekipleri bir saat öncesine kadar değiştirebilme hakkına sahipler. Bu maç büyük bir olasılıkla şampiyonunu belirleyecek. İki takımın da çift sıralamaları felaket. Hırvat Dodig en tecrübelileri. İzleyeceğiz…

26 Kasım 2016, Cumartesi 00:35
YAZININ DEVAMI

‘’Dünya Kupası Finali!‘’

Davis kupasında, dünyamız, tenis standardına göre çeşitli gruplara ayrılır. Genellikle her grubun birincisi bir üst gruba çıkar, sonuncuları ise alt-gruplara düşer. En prestijlisi “Dünya Grubu”dur. Burada dereceye girenler bir sonraki yılın “Dünya Grubunda” yer almaya hak kazanır. Her tur üç gün içerisinde 4 tek ve bir çift maçı formatında 5’er set üzerinden oynanır. Bu yüzden yıldız oyuncuların tepkisini çok çekmektedir. Tahminimce pek yakın bir zamanda ITF (Uluslar arası Tenis Federasyonu) bu formatta yeni bir uygulamaya gidecektir. Öbür türlü oynayacak yıldız oyuncu bulmaları çok ama çok zor olacaktır. Şu andaki güncel ve tam format bir makale yazısına sığmayacak kadar girift ve uzundur. Ama özetini aşağıdaki adresten bulabilirsiniz  https://en.wikipedia.org/wiki/2016_Davis_Cup .

Bu yıl şampiyonluk maçını yarı-finalde Fransa’yı deviren Hırvatistan ile İngiltere’yi yenen Arjantin oynayacak. Ev sahibi Hırvatlar. Zagrep Arena’da sert zeminde oynanacak. Hırvat Ulusal Takımı “Cilic (7), Karlovic (20), Coric(48) ve Dodig’ten(118)” kurulu. Arjantin ise “Del Potro (38), Delbonis (41), Pella(59) ve Mayer (138)” ile korta çıkacak. Kağıt üzerinde Cilic’in takımı favori. Teklerdeki sıralamaları yukarıda parantez içerisinde belirtilmiştir. Çiftlerdeki sıralamaları ise burada değinilmeyecek kadar feci.

Ancak iş “Tandil’in Kulesi” lakaplı sempatik dev Del Potro’da bitecek gibi gözüküyor. Geçtiğimiz günlerde “yılın en iyi geri dönüş yapan” raketi seçilen Del Potro ile Cilic’in yaşamları birbirlerine şaşılacak derecede benziyor. Del Potro ödül alır da Cilic ondan aşağı durur mu. O da “Arthur Ashe İnsanlık Ödülü”nü alıyor. Kurduğu bir vakıf vasıtasıyla mahrum çocuklara yönelik eğitimsel projeleri desteklediği ve gençlerin gelişmiş eğitim olanaklarına daha kolay ulaşmalarını sağladığı için.

İkisi de 1988 yılında beş gün arayla doğmuş. İkibinli yılların başlangıcında her ikisi de jünyor iken bir çok kez karşılaşmışlar. Hatta 2002 yılının (jünyorların en prestijli turnuvası) “Orange Bowl”unun yarı-finalinde Del Potro rakibini 61 ve 63’lük setlerle yenip finale çıkmış. Sonra da zaten kupayı kaldırıyor.

Her ikisi de ATP kariyerine 2005’te başlıyor. Arjantinli kariyerinde 18 ATP turnuvası kazanmış. Başlıca ödülü 2009 ABD Açık. Cilic 15 turnuva kazanmış. Onun da en büyük şampiyonluğu 2014 ABD Açık. Biri dördüncülüğe kadar tırmanırken, öbürü ondan aşağı kalmamış ve sekizinci olmuş.

İkisi de iki metreye yakın boyda ve çift elli back-hand atıyorlar.

En büyük farklılıkları ise sağlıkları. Cilic tüm kariyerinde ufak tefek sakatlıklar harici sağlığını muhafaza ederken Del Potro tenis dünyasının en büyük sakatlıklarını geçiren bir raket olarak anılacak. Adam son 3-4 yıldır sürekli ameliyat masasındaydı. Bir de popülariteleri farklı. Hırvat pek izlenen biri değil. Arjantinli ise belki de tüm spor dünyasının en sevilenlerinden biri.

Del Potro’nun sakatlığına kadar birbirleriyle oynadıkları 10 maçın sekizini Arjantinli kazanmış. Geri dönüşünden sonra hiç karşılaşmamışlar. Ben bunu çanaktan izleyebilme olanağına sahibim. Sizlere de yansıtmaya çalışacağım. Umarım tv kanallarımızdan biri ülkemizdeki tenisseverlerin izlemesi için yayınlar. Hoşkalınız.

24 Kasım 2016, Perşembe 10:45
YAZININ DEVAMI