‘’Hepsi hepsi 15 dakika‘’
Baştan beri söylediğimiz gibi İbrahim Akın’ın iki önemli eksiği vardı. Önce kuvvetlenecek sonra da kollektif uyuma saygı gösterecekti. Sanki kafasını biraz toparlamış gibi. Henüz genel yetersizliklerinin üçte birini gidermiş olmasına rağmen o da gördü ki, skorda da ciddi etkili olabiliyormuş. Aslında Beşiktaş’ın 3 gol bulduğu ilk yarının ilk yarım saatinde öyle ahım-şahım bir futbol gösterisi yoktu. Serbest atış sonrası İbrahim Akın ile gelen ilk golün ardından Beşiktaş’ın hücum iştahı arttı. Peşpeşe gelen iki golle son dönemlerin oyunda skor olarak en rahat konumuna ulaştı Siyah-Beyazlılar. Tigana’nın oyuncu değiştirme amaçlı müdahaleleri zamanlama olarak doğru. Yalnız tercihlerde hâlâ yabancılığı hissediliyor. Pancu ve Youla’nın maç kondisyonunda hayli gerilemiş olmaları Fransız hocaya ikinci yarıda amaca yönelik bir takım oyununu getirmedi. İbrahim Üzülmez ve Okan’ın çalışkanlığı savunma olarak yeterli gözükse de hücuma dönük üretimde eksik kaldı. Vestel Manisa, Meduna’nın eksikliğini açıkca hissetti. Orta alanda organize olmayı başarsalar da hücumda yetersiz kaldılar. Hakemi zorlayacak türden bir karşılaşma değildi dün geceki maç. İsmet Arzuman da az hatayla tamamladı doksan dakikayı.
‘’Brezilyalılar bozdu‘’
İlk yarıda Beşiktaş’taki ofansif gücün de büyük ölçüde öncüsü oldu Sergen. Çağdaş, Ali Tandoğan, İbrahim Akın üçgeninde sonlanan şık gol de bu ofansif zenginliğe yakıştı. Çağdaş, Okan, İbrahim Üzülmezli orta alan 90 dakika boyunca takım savunması adına olumlu bir tablo çizdi. Ama forvette etkisiz olduğunu bir türlü gizleyemiyordu Siyah-Beyazlılar. İşte Tigana ne zaman ofansta güçlenme ve takımına takviye yapma amaçlı değişikliklere soyundu, o andan itibaren yaptığı hamlelerin tümü boşa gitti. Diğer bir deyişle Brezilyalılar isteneni veremedi. Ailton’un hiç gereği yoktu ve Tigana’nın maçta yaptığı en büyük yanlış bu oldu. Kleberson’dan da beklenen verim sağlanamadı. Oysa ikinci yarıda da Beşiktaş’ın gole en çabuk gidecek ayağı Ali Tandoğan’ı oyuna sokmaktı bütün amaç. Ve Beşiktaş’ın en iyilerinden olan Ali Tandoğan’ı bu kez hücumda iyi kullanamadı Siyah-Beyazlı ekip. Bitime 10 dakika kala girmesine rağmen Veysel’in ceza alanındaki etkinliği fazlasıyla hissedildi. İşte Ailton’un yerine önce Veysel alınsaydı, hem yüksek toplarda hem de arkdaşlarına pozisyon hazırlamada Beşiktaş forveti amacına ulaşabilirdi.Tigana ile bazı takımsal doğruların adımları hissediliyor. Beşiktaş UEFA’da şansını kaybetmiş olsa da bu takım eskisinden daha iyi olacak gibi. Yalnız artık bundan sonrası için Ailton’a bel bağlanması söz konusu olmamalı.
‘’Saygısızlar ve kaygısızlar‘’
İktidar iradeniz rafa kalktığında, taviz başlar. Sorumlu olduğunuz insanları küçük ödünlerle, “Aman diğerlerinin haberi olmasın” zayıflığına düşerek idare etmeye çalışırsınız. Ne var ki, kısa bir süre sonra, o diğerlerinin de haberi olur. Ve bu sefer her biri, türlü türlü haklarını aramak için üstünüze çullanır.Geldiğiniz nokta, tam bir felakettir. Size güvenen kimse kalmadığı gibi, daha da kötüsü; saygınlığınız bitmiştir. Borçlu olduğunuz ya da şu veya bu vesileyle vaatlerinizde yalana düştüğünüz, ilişkilerinizde eyyama takıldığınız her tür muhatabınıza artık ne tek bir nasihat ne de yaptırıma dönük yüzünüz kalmıştır.Doğal olarak sizle oynamaya başlarlar. Hem de her biri ayrı telden, ayrı ayrı namelerle...En son rolü, Ailton kesti size... Şimdi tutup, bu küstah Brezilyalı’nın eylemini de, ‘takım arkadaşlarına saygısızlık yaptı’ türünden bir mazeretle başınızdan savmaya çalışmazsınız. Bu hareket direkt olarak size yöneliktir, kaybettiğiniz itibarın karşılığı olarak... Artık bir zahmet gerekeni yapın, hiç olmazsa bir yerden başlayın. Kendinizi ve Beşiktaş’ı da daha fazla küçültmeyin...Ailton, Zenit maçının 18 kişilik kadrosunda bile olursa, bundan sonra sizin için tek bir laf etmeye bile gerek kalmayacaktır, maalesef...‘Tigana takımı, Akatlar’a getir’Neyse ki, Beşiktaş seyircisi güçlü bir teselli buldu. İnönü’yü boşaltan kalabalık, Akatlar’a sığındı. Çünkü orada bir takım var. Hem de Beşiktaşlı’nın hislerine tercüman olacak, adam gibi bir takım...Efes’ten sonra Ülker’i de dize getirmek, basketbolunu sokaktan salona yeni taşımış bir ekip için hayli önemli sonuçlar.Artık sadece El Amin’e avuç açmakla sınırlı değil Kartal’ın basketbolu. Takım halinde bir armoninin temsilcisi...Kerem’le Mithat Demirel’den aynı anda, paralel performansta verim alabilmek de, ancak Didin gibi usta bir coach işi olabilir. Murat Didin, kendine has kalitesiyle, taş gibi bir takım kurdu. Ve harika yarıştırıyor. Bu noktaya geldiğinizde, Akatlar gibi bir salonunuz ve arkanızda böylesine bir seyirci desteği de bulduğunuzda, keyif almamak mümkün değil.Görüldüğü gibi Beşiktaş Yönetimi’nin, futbolda olduğu gibi ailecek burnunu sokmadığı işlerden, doğru düzgün hedeflere varması zor olmuyor.Ben Tigana’nın yerinde olsam, şu an rehabilite etmek zorunda olduğum takımı, her fırsatta Akatlar’a taşırdım. Örneğin pazar günü keşke topluca takımı Ülker maçına getirmiş olsaydı... Onlar da, takım ruhunun ve savunma felsefesinin ne anlam taşıdığının belki farkına varırlardı. Ülker’de de Beşiktaş futbol takımının içindekine benzer yıldızlar vardı. Beşiktaşlı futbolcular da bu karşılaşmayı izlerken belki biraz aynaya bakar, kendilerine pay çıkarabilirlerdi. Bir takım için kişiler mi önemli, yoksa ekip olmak mı!
‘’Ailton da olmasa!‘’
66 dakika sahada 10 kişi oynamak zorunda kalan Beşiktaş'ın sayısal eksikliği de ne hikmetse fazla hissedilmedi. Tigana'nın fiziki yüklemeleri sanki benimsenmiş takımda. Buna karşılık İbrahim Akım ve Tümer'de henüz hiçbir gelişme yok. Gerçi Tümer, Beşitaş'ın altın değerindeki 3 puanını perçinleyen isim olarak maça damgasını vurdu. Ama onun öncesindeki 85 dakikada takımın tekniği en bozuk oyuncusuydu. En çok top ezeni, en çok pas hatası yapanı. Koray ve Okan'a kaldı orta alanının savunma yükü. Defansta da İbrahim Toraman ve kaleci Cordoba'nın üst düzey performansı öne çıktı bu galibiyette. Ali Tandoğan attığı ilk gol ve İbrahim Akın'a verdiği gol pasıyla Siyah-Beyazlı takımda en verimli isim olarak yer aldı. Tigana; İbrahim Üzülmez'i arkada, Adem'i önde oynatsaydı Beşiktaş'ın sol kanadında üretim de, defans anlayışı da daha dengeli seyredebilirdi. Sağ kanatta Ail Tandoğan'a özellikle ikinci yarıda pek yardım gelmedi. Tigana'nın oyuncu değişiklikleri yerindeydi.Sivasspor, Fenerbahçe karşısında olduğu gibi 10 dakika esti, bulduğu kısmetli golün arkasına sığında ama sonrasında eksik rakibine karşı hücum becerisini ortaya koyamadı. Üstelik gereksiz sert oyunlarına prim tanıyan bir de Bülent Demirlek vardı. Koray'ın atılışı da bu yılgınlığın bir sonucudur. Her şeye rağmen bu önemli üç puan hem kulüp hem takım olarak kötü günler geçiren Beşiktaş'a önemli bir moral kuşkusuz. Tigana'nın da ilk üç puan siftahı.Fransız hoca mücadele ve kollektif anlayış bazında önümüzdeki haftalarda oyuncu tercihlerinde yeni arayışlara girerse eksik olan takım savunması ve hücumda çoğalmayı da hissedilir oranda öne çıkarır.
‘’Bir devrin hesabı...‘’
Dönüşünü simgelediğini sandığı basın toplantısında ise aynı şikayetlere savaş açtı.Demirören’in bir hafta içinde böylesine bir ‘U’ dönüşü ile devam demesinde neler etkili oldu bilemeyiz, ama suçladığı kesimler ile açığa çıkarmayı düşündüğü olaylara bakarsak, savaş nedenini ve taraflarını tespit edebiliriz en azından...Gerçek şu ki, Beşiktaş uzun süredir amansız bir kavganın içinde. Bu kavganın şu anki tarafları da bir dönemin aynı takım oyuncuları.2000 yılında Seba’dan bayrağı alıp, ‘yeni bir devir açıyoruz’ sloganı ile yola çıkan, 100. Yıl’daki şampiyonluğun ardından ise ‘çil yavrusu’ gibi dağılan ve hasımlaşan bir ekibin hesaplaşması bu...Demirören, 2004 yılında kaçan şampiyonluğun hesabını soracağını söylüyor. Bu, Beşiktaş’ın içinde Serdar Bilgili ve Hüsnü Güreli’ye atılan bir zarf...Fulya’yı engelleyen Beşiktaş Belediyesi ile kirli üyelik konusunda da açık adres belli: İsmail Ünal...Şimdi onlar da dönüp; 2004 Ocak’ında tarihimizin en kolay kongresi arefesinde 11 puan öndeki Beşiktaş’ın bir eli yağda, bir eli balda iken Yıldırım Demirören’e, “Niye Kıvanç Oktay’ı da yanına alıp takımı terk ettin” diye soracaklar...Ve uzun süredir soğuk savaş yürüten bir dönemin takım arkadaşları, sanırım bundan sonra Beşiktaş tabyalarında sıcak bir çatışmaya girişecek.Şifo gitti, kriz bitti mi?Kendisinin de dürüstçe itiraf ettiği şekilde adına yakışır değildi, Şifo Mehmet’in o çelmesi... En başta kendisi sindiremedi yaptığını... Ama en azından adına yakışır biçimde telafi etti hatasını... “Adıma yakışmıyorsa, bulunduğum göreve hiç yakışmaz...”Feda etti kendini Şifo...Havalimanındaki gümrükte başlayıp, Saracoğlu koridorlarında biten maçtaki, takım oyununda mağlubiyetin baş sorumlusu olarak kendisini gösterdi. Böylelikle diğer takım arkadaşlarının, yönetici ağabeylerinin ve futbolcu kardeşlerinin bir kısmına da sanırız rahat bir nefes aldırdı.Öyle ya, madem bu bir takım oyunuydu; atılan ve yenen goller, nasıl takımca atılıp yeniyordu ise, o halde doksan dakikanın sonucunda suçu sadece bir kişi üstlenip faturayı karşılamalıydı.Bravo Şifo, her şeye rağmen senin vedan yine de en hayırlısı ve takdire şayan...Sayende kendisiyle hesaplaşmaya bir dakika ayıracak kadar cesareti olmayan diğerleri bundan böyle yine meydanda yiğitçe dolaşmaya devam edecekler!
‘’Bana yediğin golü söyle...‘’
Cordoba’ya özgü ikramlarla başladı Siyah-Beyazlılar dün geceki maça. Onu, karşı kalede İbrahim Akın’ın kaçırdıkları izledi. Bu kadar misafirperverlik de fazla demeye kalmadan, Tümer’in Lazarov’a asisti ile Beşiktaş’ın dün akşamki saha içi temsili de son buldu. Topu topu 10 dakikada olup, bitmişti herşey. Tümer ceza sahası çizgisinin yanında frikiğe hazırlanırken, ceza alanında 16 futbolcu vardı. Tümer, Ailton’a çıkarayım derken, Lazarov kaptı. Ve frikikte Hasagiç’in önündeki ilk adam Erman da başladı depara... 80 metreyi 3’e 1 geldiler ve de Erman’la öne geçtiler. Sahip olduğu takım hüviyetini özet olarak sunma açısından Beşiktaş’ın yediği bu gol herşeyi anlatıyordu aslında... Bundan sonra da sahada Beşiktaş diye bir takım kalmadı. Ve 90 dakikanın sonunda dün geceki oyuna paralel seyretmeyen tek sonuç da skorboardda yazan tek farktı... Gaziantep, ürkmese, diri futbolunu ve 20.dakikada ruhunu teslim etmiş Beşiktaş’ı çok farklı yenebilirdi. Lazarov’un bireyselliği ve hücumda takım olarak işi biraz hafife almaları maça yansıyacak gerçek sonucu da ortadan kaldırdı. Tigana’nın hiçbir umut ışığı saçmayan tercihlerindeki ısrarını anladık da, oyun içinde olağanüstü bireysel davranan İbrahim Akın, Ahmed Hassan, Ali Tandoğan ve İbrahim Üzülmez’e neden en ufak bir müdahalesinin olmadığını da şaşırarak izledik. Frikiği Lazarov’a teslim ettikten sonra adeta kanı çekilen Tümer’in de niye bu kadar sahada kaldığına anlam veremedik. Belki bu anlattıklarımız Beşiktaş’ın içinde bulunduğu atmosferde pek de ipe sapa gelmez detaylar. Çünkü bu takımın içi boş ve battığı enkazdan da nasıl çıkacağı hayli merak konusu...
‘’Kırdık, döktük!‘’
Dünya’ya da rezil rüsva olduk. İlk maç sonrası yaşananların ardından, Kadıköy’deki rövanşın intikam saati olarak algılanmasını önüne geçecek hiçbir gücün olmadığını biliyorduk. Seyircisi ve futbolcusu ile böylesi çirkinlikler sergileyeceğimizi yine de ummuyorduk. Oysa futbolun içinde hertürlü şey vardı. Ve daha birinci dakika dolmadan hayatımızı söndürdüğünü sandığımız penaltıya benzer, ikinci bir penaltı, ikinci yarının başlarında da bize hayat öpücüğü sunmuştu. Bir anlamda da 52. dakikadan sonra bizim maçımız başlamıştı. Çok erken buldukları gol rehavetlerinde neden değilse dışarıda daha etkili oynuyor denilen İsviçre’nin Bern’deki görüntüsünden eser yoktu. Biz de belki 52 dakikaya 3 gol sığdıracak planlı bir oyun gücünde değildik ama, olağanüstü motivasyonumuz ve kan davası diye nitelediğimiz hislerimiz sahanın her yerinde bizi etkili gösteriyordu. Belki de yıldırmıştık İsviçreliler’i. Ve pek de tahminlerde olmayan bir skora getirmiştik işi. Ancak 3-1’den sonra bizim bir planımızın olmadığı ortaya çıktı. Çünkü artık kaybedeceğimiz çok şey vardı. 3-1’e gelene dek sergilediğimiz gözükara savaşın yerine planlı programlı ve doğru tercihli oyuncu değişiklikleri ile beslenen bir oyun kurgusu gerekiyordu. Olmadı. Maç boyu vermediğimiz pozisyonları ve yapmadığımız hataları yapmaya başladık. Sinirlerimiz gevşemiş ve işi koparmaya olan inancımız tükenmişti sanki. Abuk subuk bir sürü hata yaptıktan sonra nihayet ikinci golü de kalemizde gördük. Hemen akabinde Tuncay’ın golünden sonra son 5 dakikaya bir umut daha sığdırdıysak bile olmadı. Maç sonunda ise yaktık, yıktık! Zaten bu zihniyet ile gidecekseydik, iyi ki de olmamış.
‘’Efendilik bizde kalsın‘’
Üç gündür İsviçreliler’in futbol dışı eylemlerini konuşuyoruz sürekli. Ve geriliyoruz... İsviçreliler’in çirkinliklerine misilleme çağrıları yapılıyor. Ne yazık ki, yönetici eli ile de teşvik ediliyor bu gerginlik. Böylesi bir sorumsuzluk olacak iş değil.Yapamayız...Hem saha içinde hem saha dışında kaybederiz. Madem bizi, hocamızı ve oyuncularımızı aşağılamaya uğraştılar, biz de bunun karşılığını, hem de bir onur mücadelesi olarak sahaya bırakmalıyız. Aksine, futbolcumuz ve seyircimiz, futbol dışı bir ceza peşinde koşarsa sadece sahada kaybetmiş olmayız. En yakın örneğini, 2 yıl önce İngiltere karşısında yaşadığımız unutulmasın.Marşımıza, hocamıza yapılan hakaretlerin karşılığı tabelaya yazdırılacak üç farklı bir skordur. Ondan sonra seyredin siz, hakaret sahiplerinin önümüzde eğilişini... Ama dedik ya, bütün kalbimizle bunu sahaya bırakmalıyız. Biliyoruz çok zor, ancak futbolda her maçın ayrı bir hikayesi vardır ve bu cazip oyunda imkansız yoktur. Düsturumuz bu olsun ve en önemlisi efendilik bizde kalsın.Yabancı sınırlaması“Yabancı sayısı serbest olsun mu, olmasın mı?” tartışması eğer yarın gece bir mucizeyi gerçekleştiremezsek büyük olasılıkla “Ülke futbolu nereye gidiyor?” sorgulamalarının önüne tek kurtuluş reçetesi olarak daha da hararetle sunulacak.Yabancı hayranlığımızın ne kadar yaygın olduğunu anlatmaya gerek yok. Biz çözemediğimiz ve bu yüzden birbirimizle didiştiğimiz her sorunda, çözümü genelde dışarıdan müdahalelerde ararız.Ne gariptir ki, sonuç alamadığımız bu kavgaların işe yaramadığını anlayınca da yine sebep olarak ‘dış mihrakların işi’ deyip sıyrılırız konudan... Aslında birbirimizi yediğimiz her kavganın altında konuya yabancılığımız yatar. “Yabancı sayısı sınırlı kalmalı, yoksa ülke futbolunu koruyamayız” diyenlere şunu soruyorum: Korumamız gereken bir futbolumuz var da biz mi görmüyoruz acaba? Nedir bu yaygara?Bırakın, kalksın bu yabancı oyuncu sınırlaması. Eğer illa kısıtlama ile bir çözüm arıyorsanız ve elinizden de geliyorsa, futbola yabancı yönetici ile futbola yabancı spor yorumcularına bir kısıtlama getirin bakalım. Bakın görün, nasıl açılacak futbolunuzun önü...









































