‘’Bir Doğan daha bulacak mıyız?‘’
Saygı duyulabilecek, sevilebilecek insanların kaybı kuşkusuz daha derin acılar yaratıyor. Futbol dünyamız bugün A’dan Z’ye büyük üzüntü içerisindeyse, sebebi Hasan Doğan’ın çok kısa süreçte içine sığdığı sevgi karelerinde saklı. Nur içinde yatsın.
Herşeyden önce çok inandırıcı ve samimi bulunmuştu. Avrupa Futbol Şampiyonası’nda eşiyle yaşadığı sevinç futbolla ilgisi olmayanların bile dikkatini çekmişti. Türk futbolunu son yıllarda bir ortak paydada ve uzlaşma zemininde buluşturacak karakter yerli yerine oturmuştu sanki... Her kesime uzanışı, ama aynı ölçüde tarafsızlığı ile benimsenmişti. Partizanlıktan uzak, mesafesi ölçülü, kavga yanlısı olmayacağı izlenimini baştan kanıtlamıştı. Bu yüzden de belki, ligimizin yarışmalarında artık daha fazla güven umutları yeşerecek, diğer tarafta ülke futbolunu geliştirme anlamında ortaya konacak, ileri hamleli projeler beklenti olarak güçlenecekti.
Uzun yıllar sonra kulüpler üstü bir şahsiyet bulduğuna inanan gerçek Türk futbolseverinin de belki de statlara yeniden dönüşü onun sayesinde hız kazanacaktı. Ama ne yazık ki galiba hassas kalbi bütün bu güçlü umutların sorumluluğu için aşırı heyecanlandı.
Umutları yükselten adamın erken vedası tekrar başlayacak bir umutsuzluk dönemini işaret ediyor gibi... Yıldırım Demirören’in “Artık kimseyi beğenmeyiz” yorumu, bunu bütün çıplaklığıyla anlatıyor.
‘’Beşiktaş'ta Nuri çok‘’
Son hamlesi de belli etti ki, Beşiktaş’ta transfer dostlar alışverişte görsün felsefesine paralel. Nuri Şahin birden bire niye ortaya çıktı dersiniz. Beşiktaş bir anda müthiş ihtiyaç duyduğu bir oyuncu mu keşfetti, yoksa Fenerbahçe Emre bombasını patlattıktan sonra bu transferin anlamı olacağı ortaya çıktı. Beşiktaş, ne almak istediği futbolcunun ne de kendi ekonomik gerçeklerinin etine buduna bakmadan davranıyor. Nuri Şahin gibi bir transferin gerçekleşmesinden sonra Delgado’nun da takımda kalması halinde Beşiktaş nasıl bir orta saha yapısı oluşturabilir. Top rakipteyken oynamayan ve fizik olarak lig maratonunda devamlılığı şüphe götüren iki oyuncu, Beşiktaş’ın şampiyonluk iddiasını ne kadar taşıyabilir. Büyük olasılıkla spekülasyon amacı taşıdığı için bu transferin gerçekleşeceğini sanmıyoruz. Aksi bir durum olursa ise, Beşiktaş büyük bir hata yapmış olur.
Bu mudur?Bir kesim, henüz biten bir şey olmadığı halde Portekiz maçı sonrası kopan kızılca kıyametin neden olduğunu soruyor.
Evet doğru... Matematiksel olarak hiçbir şey bitmedi. Ama görünen o ki, bizim için daha önemlisi bir başlangıcımızın olup, olmadığı. Diğer bir deyişle, biz bu şampiyonaya nasıl hazırlandık ve buna paralel bir kadro kurduk, ne tür bir felsefeye göre yapılandık ve bu önemli turnuvaya çıktık. Sanırım en büyük can sıkıntısı yenileşme adına büyük bir adım atıp da, son karede bir adım ilerleyememiş olduğumuzu görmek.
Skordan ve daha önemlisi oyundan öte şu soruların sorulması daha yerinde galiba: Seçilen oyuncular hangi ortak paydada buluşan tercihlerdir... İki yıllık grup maçlarının sonucunda katıldığımız şampiyonanın ilk maçında Colin Kazım’la Mevlüt hangi verilere göre banko sıfatına layık görülmüştür... Bu oyuncuları kötülemek değil niyetimiz ama geride kalan birikimimizi sorgulamak amacımız. Olmazlardan olur yaratma felsefesi midir bizim başarı öngörümüz... Fatih Terim yapılanması, Türk milli takımını temsilde sakınca görmeyen her lisanslı futbolcu Türk’e birer maç milli forma giydirme mükafatı mıdır? Yıldıray’ı, Ümit Karan’ı, Mehmet Yıldız’ı, Halil Altıntop, Fatih Tekke, Gökhan Ünal, Mehmet Topuz’u dışarıda bırakacak lükse sahip olan Ulusal bir takımın sözde heyecan ve karakter yönü yüksek yeni yüzü bu mudur... Bizim kurgumuz, seçilen oyuncularımız, hangi planlara arka planı olan bir çalışmanın ürünüdür. Yoksa asli amacımız dünyanın gözünü bize çevirdiği maçlarda, herkesin dudağını uçuklatacak farklılıklarla sonuç almak peşinde koşmak mıdır... Ya da kendi takımlarında yarım yamalak forma giyen oyunculardan bir bütün yaratmak (ya tutarsa) Fatih Terim’i futbolun en saygın mertebesine mi ulaştıracaktır...
‘’Uygunluk reçetesi‘’
Transfer stratejisini birden bire değiştiriverdi Beşiktaş. Çok tartılan savunmasını takviye etmek yerine blok olarak yeni bir defans kurma niyetinde adeta. Neredeyse tümüyle yabancılaştırılmak istenen savunma 3-4 sezonun toplamındaki bir çarkediş olabilir. Ya da ülkedeki yarışmanın takım başarısında savunma donamınının önemini Beşiktaş’ın yeni keşfettiği de öne sürülebilir.
En azından Uruguay’la oynadığımız maçta Gökhan Zan-Emre ikilisinin 75 dakikayı hatasız geçirdikten sonra son 15 dakikadaki alabora oluşlarını gözlemek bile Beşiktaş’ın geç de olsa kafayı niye değiştirdiğine yeterli veridir.
Yine de Beşiktaş’ın doğru teşhisten yana tavır aldığı gözlense de planlama açısından doğru hesap yaptığı tartışılır. Üç tane savunmacı transfer etmek kararlılığında Siyah-Beyazlılar. Bu şartlarda Ricardinho, Gordon ve Higuain’le yollar ayrıldığında dahi, yabancı kontenjanı sekize tamamlanıyor. Bu matematiksel düzende yeni transferlerin takıma yerleşeceğini varsaydığımızda Bobo, Delgado, Tello’dan ikisi 11 dışında kalacak gibi duruyor. Takım savunmasına hiç katkısı olmayan bu üçlünün kulüpte kalıp, kaldığı takdirde kulübenin içine yakın durması Beşiktaş için yine doğru bir ekonomi olmayacak. Gitmesi söz konusu olan isimlerden Bobo giderse, pek birşey farketmez. Ancak Cisse ayrılmak isterse Beşiktaş o bölgeyi Sivok’a teslim etmezse yeni bir yabancı almak zorunda kalır ki, yeniden kontenjan barajına takılır. O yüzden özellikle de sol kanat için uğraş verdiği yabancı transferini daha iyi analiz etmeli Siyah-Beyazlılar. Tello’dan daha iyisini bulacaklarsa, Tello’yu göndermeleri gerekir. Aksi halde yine orantısız bir yığılma ile karşı karşıya kalabilirler.
Daha kısa özetleyecek olursak, önümüzdeki sezonun ideal 11’inde Holosko, Delgado, Cisse ve Tello bu takımın vazgeçilmezleri olacaksa, üç yeni savunmacıyla birlikte 6+2’ye takılacak Beşiktaş! Kaldı ki Delgado ile Cisse’nin yine alternatifi olmayacak. Savunmanın göbeğine iki kaliteli stoperle oyunu iki yönünü oynayabilecek güçlü bir orta alan oyuncusu Beşiktaş’ın transfer planlamasına daha uygun olmaz mı?
‘’Yapıya ters‘’
Her şeyden önce, Ulusal Takımız için, “Müthiş bir potansiyeli var, çok iş başarır” havasından bir an önce kurtulmamız lazım. Bu kadar birbirine benzeyen oyuncularla hiçbir iş yapamayız. Emre, Yıldıray, Arda: Bir orta alana, uyluk kemiği kısa 3 oyuncu çok fazla... Üçü de topla oynamayı çok seviyor. Tek silahları da dripling. O zaman ne ileriye fazla çıkabiliyoruz, ne de geriye yeterli çabuklukla dönebiliyoruz. Nihat, pivot santrfor gibi görev aldı dün gece. Villarreal nasıl kullanıyorsa, Fatih Terim de bunun dışında bir çözüm aramamalı. Colin Kazım veya Semih ikilisinden biri, forvette, pivot santrfor işine soyunursa, Nihat’tan verim alma şansımız da daha fazlalaşır. Oyunun büyük bölümünde hatasız gibi görünen savunmamızın, son bölümde maçı rakibe nasıl hediye ettiği de konsantrasyon eksiğimizin açık delili. Aurelio gibi, orta sahada dengeli bir oyuncunun varlığı bizim için çok önemli. Attığımız birinci golün dışında hücumda organize olamamız, skor üstünlüğündeyken ise kontrollü oyunda bu avantajımızı koruyamamamız, henüz bu şampiyona öncesinde hazır olmadığımızın göstergesi.
İkinci yarıdaki oyuncu değişikliklerimizde Ayhan ve Tümer oyuna girdikten sonra, oyunun savunma yönünü boşlamamız, üstün götürdüğümüzü zannetiğimiz maçta bizi yanılttı. Bu ihmalimiz de ciddi bir moral bozukluğu olarak skora yansıdı. Sabri, Aurelio ve Semih’in bu takımda dengelerin oturması ve nispeten oynayabileceğimiz sistem adına şart. Ayrıca kanat ağırlıklı orta alan yerine, çift ön liberolu düzen bizim yapımız için daha sağlıklı.
‘’Kader adamı Ferdi‘’
ilk yarısı Sakaryaspor’un üstün, ikinci yarıda ise Boluspor’un oyuna ortak olduğu, zaman zaman heyecan dozu yüksek bir maç izledik. Sakaryaspor ilk yarıda yakaladığı büyük skor avantajını, maçı kazandım diye yorumlayınca bu bedeli ağır ödedi diyebiliriz. Oysa Boluspor motivasyon olarak, rakibine oranla çok daha maça sarıldı ikinci yarıda. Ve taktik açıdan da oyunu sola yıkınca sonucunu da kısa sürede aldı. İlk yarıda sahaya damga vuran isim Sakaryaspor’un golcüsü Ferdi’ydi.
İkinci yarıda ise Bolusporlu Sercan, etkili kanat bindirmeleriyle öne çıktı. Buna ilave olarak santrfor İbrahim de güçlü fiziğiyle Sakaryaspor savunmasını oldukça zorladı.
Taner-Murat değişimi ters bir zamanlamaya denk geldi. Ve Yeşil-Siyahlılar’ın hiç işine yaramadı. Daha sonraki oyuncu değişiklikleri de işi olumludan çok, arap saçına çevirdi. Sakarya’daki bu panik havasını Bolu kaçırmadı, büyük bir inatla verdiği mücadelenin karşılığını penaltılılar da olsa aldı. Yine de maçın kader adamı Ferdi oldu. İlk yarıda attığı şık gole rağmen, ikinci yarıda yüzde yüz kaçırdığı iki net pozisyonun ardından, penaltıyı da dışarı atınca bir nevi final biletini rakibine hediye eden isim olmuş oldu. Hakem Fırat Aydınus ise başarılı bir yönetim gösterdi.
‘’Kapıyı çarpıp çıkmak!‘’
Bir büyük kulüp için içine düşülmesi hiç istenmeyen bir durumla karşı karşıya Beşiktaş. Taraftarın içindeki büyük çoğunluk, yönetimini reddediyor. Başkanına inancını kaybetmiş, menacerine çoktan işten el çektirmiş isyan ediyor. Bunu da, içinde futbol adına geçmişin hazinesini barındıran tarihi stadının veda maçında haykırıyor. Oysa içinde sayısız saygıdeğer anı taşıyan Türk futbolunun anlamlı mabedi, vefalı bir vedayı hak etmişken, kısmet bu ya, lanetlerle kapanıyor son sahibine...
Camia ve forma elbette işin dışında tutulmaya çalışıyor ama yine de bu hazin tabloya engel olamıyor.
Demirören ve yönetiminin aldığı tepki, sadece sportif başarısızlığın muhattaplığı değil. İnandırıcılığı ve saygın duruşun temsilciliğini artık yapamayacağına dair oluşan kanaat.
Bir Bebbe transferinin yarattığı infial ve sonrasında Beşiktaş’ı yönetenlerin attığı geri adım bile bu camiada yönetim otoritesinin sıfırlandığı gerçeğini anlatmaya yetiyor.
Beşiktaş adına yapacağınız hiçbir eylemin bizim açımızdan artık geçerliliği yok mesajı bu. Bir diğer açıdan taraftarın sıradan transferlerle, sıradanlaştığına inandığı kulübünü koruma refleksi... Oysa Bebbe bunu hak etmemişti. Üstelik Beşiktaş’ın öncelikli olmasa da şartlar gereği Bobo’nun gönderilmesiyle mali koşullarına kâr ekleyebilir, forvetini de önümüzdeki sezon bu ligde iş yapacak bir birikime taşıyabilirdi. Diğer taraftan kaliteli oyunculara ihtiyacı olan savunma ve orta alan transferlerinde de seçicilik için zorlanabilirdi yönetim.
Ama film baştan koptu... Bir basit transfer yapmak bile artık jürinin iznine bağlı Beşiktaş’ta. Yarın İnönü Stadı’na ola ki kazma vurma sırası geldiğinde, büyük bir çoğunluğun oturma eylemi yapmayacağı ne malum?
‘’Neredeyse bitmiyordu‘’
İki takımda bir final maçına özgü, yüzde yüz savunma anlayışı sahibiydi. Kalabalık tutulan orta alanlar, fizik gücü yüksek forvetlere karşı sıkı yakın markajlar, maçın büyük bölümünde iki takıma da ofansif düzende istedikleri atak şanslarını tanımadı. Mehmet Topuz maç boyu Kerem, Engin, Ergün üçgeninde tutsaktı. Kayserispor, sağ kanadındaki bu engellemeye karşılık atak yönünü sola hiç çevirmedi. Tolunay Kafkas’ın Cangele’ye tanıdığı özel bireysel özgürlük de işe yaramadı.
Ligdeki performansını ölçü alabileceğimiz bir Kayserispor yoktu sahada. Onun yerine Tolunay Kafkas’ın gerginliğini çokça sahaya yansıtan, tutuk bir ekip kimliği vardı. Maçın son bülümünde ancak karşı kaleye gitme şansı bulabildiler. Bu önemli pozisyonları da, kaleci Peric mükemmel önledi.
Gençlerbirliği ise özellikle sol kanadıyla üretim yapmaya çalışan taraftı. Mehmet Nas’ın sigortalığında, Kahe’nin de çalışkanlığı Başkent ekibini sahada daha pozitif kılan yönlerdi. Mehmet Çakır oyuna girdikten sonra pozisyon da buldular. Ama Çakır’ın bildiğimiz formundan uzak oluşu, bu pozisyonlarda da becerisini sergilemesine engel oldu. Penaltılar seansı, maça büyük heyecan kattı. Kayserispor sonunda çok istediği kupayı müzesine götürdü.
‘’Çok başlı kurumsallık‘’
Bir futbol kurumunu yönetmek günümüzde kurumsallıktan geçiyor. İyi güzel bunu anladık da, kurumsallık derken, birim fazlalığı mı öne çıkmalı, bunda tereddütümüz var.
Bir sezon daha hedeflerinin gerisinde kaldıktan sonra Beşiktaş’ın yetkili ağızlarından yine aynı cümleler çıkıyor: Hatalarımızı gördük, dersimizi aldık, önümüzdeki sezon bunları tekrarlamayacağız...
Beşiktaş’ı yönetenlerin eksik kaldıklarını hissettiği öncelikli konu transfer olmalı. Zira şimdi yepyeni bir komite daha işbaşı yapacak. Bildiğimiz kadarıyla Beşiktaş’ın bir teknik direktörü ve menaceri var. Görüntüğü kadarıyla önümüzdeki sezon da yola devam edecek. Yine bilindiği gibi Siyah-Beyazlılar’ın transfer için bir izleme komitesi de mevcut. Geçen yılın transferleri, hatırlanacak olursa izleme komitesi ile teknik heyetin ortak karmasından çıkmıştı. Teknik heyetin tercihleri Holosko dışında (Diatta, Higuain, Gordon) sınıfta kaldı. İzleme komitesininkiler ise geçer not aldı (Cisse, Tello). O zaman şöyle bir kanaat oluşuyor Beşiktaş yönetiminde: Teknik heyet görevde kalacak, ama transfere karışmayacak. İzleme komitesinden memnunuz, ancak onların da çabaları bir yere kadar. Olumlu girişimleri olsa da, bütünü kapsayacak bir transfer harekatında yetersiz kalabilirler. O zaman yeni bir birim daha oluşturalım, teknik heyet, izleme komitesi ve yeni transfer komitesi... İşi daha geniş kapsamda ortaklaşa halletsinler.
Ne kadar akla yatkın değil mi!
Kimin sözü geçecek, kimin iradesi belirleyici olacak belli değil... Tabii bir de şu ana kadar değinmediğimiz kulübü kuşatan dış menacerlerin durumu var. Zaten o konu da başlı başına bir kaos. Şimdi bu çok başlılıkta yeni sezon planları yapılıyor Beşiktaş’ta. Geçmişten alınması gereken dersler alındı sanılarak.