‘’7 pozisyon değişince..‘’
Galatasaray’ın cüreti, maça ortak olmasını sağladı. Ön alanda top yapabilmek, pozisyon zenginliği getirmese de oyunu tutmayı sağladı. Bayern’in geçiş oyununda bekleyip, son 20’yi planlaması da bu lükste etkendi.
İstanbul’da da baskıyı yediklerinde Kane’i bulup, Coman, Sane ve diğerleri ile geniş alanda hızlı davranmayı planlamıştı Bayern. Son 30’da ise topu alıp, Galatasaray yarı sahasına yerleşmişlerdi.
Dün gece de Galatasaray’ın iptal edilen ofsayt golü sonrası sete döndüler. Bu dakikadan itibaren de Kane varolmaya başladı. Kusursuza yakın oynayan Davinson’u sırtında taşıyan Kane, sadece Bayern’in değil Galatasaray’ın da dizilişini belirledi!
İstanbul’da son 20-25 dakikada oyunu Almanlar’a teslim eden Galatasaray’ın dün gece final dakikalarına ortak olamayışının nedeni dizilişinin tamamen değişmesiydi.
Maça başlayan 11’den Muslera, Sanchez, Boey ve Toreira kendi bölgelerinde oyunu tamamlayabildi. Ritmi devam ettiremediler, baskıyı sürdüremediler.
7 pozisyonun tamamen değiştiği bir Şampiyonlar Ligi mücadelesinde, üstelik Münih’te, Bayern’le oyunu da skoru da paylaşmak mümkün olmadı.
‘’Suudi Arabistan‘’
Barcelona için biraz şehir efsanesi sınırına yaklaşmış bir mevzuydu forma reklamı. “Formamız bizim bayrağımızdır. Bayrağımızın üstüne kimse ismini yazamaz..”
Katalanlar’ın güvenli limanıydı bu söylem. Başarısız dönemlerde ya da Madridliler ne zaman yüklü forma sponsorlukları imzalasa, daha yüksek sesle haykırılırdı Katalunya’da..
Bu yüzdendir ki, “Bir kulüpten daha ötesi” idi onlar. Ama dünya değişiyor ve zorunluluklar artıyordu.
Cruyff’un tepkisi
Bir sosyal sorumluluk projesi olarak parçalı formalarına ‘UNICEF’ yazdırdıklarında ses getiren ilk tepki, Johan Cruyff’tan gelmişti. En basit anlatımıyla, “Yol yapıyorlar. Formayı satacaklar!” demişti efsane Hollandalı.
UNICEF’ten sonra Barcelona forması hiç boş kalmadı. Sosyal sorumluluk, tarihi sponsorluklara dönüştü.
Başka coğrafyalarda da radikal değişimler yaşandı. Futbolun beşiği İngiltere’de yabancılar milli takımı çalıştırır hale geldi. Adalılar kabullendi. Glazer kardeşler Manchester United’ı satın alma girişiminde bulunduğunda, tribünden. “Defolun, sizi istemiyoruz” sesleri yükseldi. Sonra Arap sermayesi Britanya’dan içeri adım attı.
Milliyetçi Almanlar!
Alman Milli Takımı’nda siyahi futbolcu oynadı tarihte ilk kez. Afrika kökenli yetenekler, Panzerler’in başarısı için ter dökmeye başladı.
Katarlılar, Paris Saint Germain’i ayağa kaldırdı. Beckham, Zlatan, Neymar, Messi.. Yıldız yağdı Eyfel Kulesi’nin gölgesine!
Sonra yıllar önce İngiltere’de taş üstünde taş bırakmayan tecrübeyi yaşadık. 11 yabancı ile çıkılan maç sonrası, “İstiklal Marşı’nı söyleyen tek bir oyuncu olmaz mı!” isyanı yükseldi. Çoğunlukla Almanya’dan gelen milliyetçi-muhafazakar futbolcularımızın İstiklal Marşı’nı söyleyemediğini unutarak seslerini yükselttiler. Onlar için, Almanya Milli Takımı’nda oynamış, Türkiye’ye gol atmış figürler, Ay-Yıldızlı tişörtü giymekten imtina etmeyen Alex’ten, Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayan Icardi’den daha yabancıydı!
Çeyrek asırlık hikaye
Şimdilerde de Süper Kupa’nın Suudi Arabistan’da oynanacak olmasına tepki isyan karışımı reaksiyonlar var. Zira, ‘Parayı veren düdüğü çaldı’ onlara göre. Dünya futbolunun son 25 yılındaki değişim gibi..
Sermayenin futbola hükmetmesi çeyrek asırlık hikaye. Bugünkü tepkiler de çok demode. Bırakalım değişim başlasın.
‘’Bu oyunda çok ders var‘’
Fenerbahçe, sezonun geri kalanındaki top kazanma standardının altında kaldı. Önde basıp, topu kazandıkları süre uzadı. Fred/Crespo-Kent, Zajc, Batshuayi.. Bu beşlinin birlikte oynuyor oluşu muhtemelen bu geri kalışta etkendi. Fred'in, Türkiye kariyerinde zirveye çektiği standardın altında kalışı da. Belki de İsmail Yüksek'in yokluğu..
İkinci bölgeyi bu kadar kolay geçebilen bir rakip olmamıştı hiç. Haliyle 1.91'lik Becao, 1.82'lik Djiku geri geri koşmak zorunda kaldı. Tandemin bu refleksi akıllıcaydı zira Ludogorets, ilk hamlede savunma hattını aşabilecek şekilde geldi. Bulgarlar, orta saha çizgisini geçip, kalabalıklaşıp, bir şekilde atağı bitirmeye çalıştı. Aut/taç dahi olsa atakları finalize etmeyi amaçladılar.
Bitiremediklerinde de golü yediler zaten. Batshuayi'nin ağlarla buluşan vuruşu böyle oldu.
Öne geçiş Fenerbahçe'nin maçı büyük oranda koparmasını hatta farka gitmesini sağlıyor. Geçtiğimiz maçlarda çok kez tecrübe ettik. İsmail Kartal, her ne kadar rakip yarı alanda sürekli kalmayı amaçlasa da, boş alan bulduğunda da sahadakilerin yeteneklerine güveniyor. Çoğu zaman bu güvenin karşılığını da alıyor.
İlk gol gibi, son golü -ki bu sefer top da durmuştu- izlemek, bunun bir plan olduğunu anlatıyor bize.
İsmail Kartal eldeki yetenek seviyesi yüksek oyuncu grubunu her senaryoda kullanabileceği alternatif planlar oluşturmuş durumda.
Diğer yandan Abdullah Avcı için müthiş tüyolar verdi dün geceki 90 dakika.
Trabzonspor-Fenerbahçe maçında dün gece Ludogorets'in parça parça başarabildiği baskın oyunun geliştirilmiş halini izleyebiliriz. Avcı için ipucu veren, Kartal için ikaz lambasının yandığı bir oyundu. Sahada olanı da olmayanı da besledi.
‘’Büyük meydan okumaydı‘’
Galatasaray, 70'lerde 10 kişi kalmış Kopenhag'a karşı koşu mesafesinde 10 km (111-121) geride kalarak 1 puanı kurtarabilmişti. Dün gece, oyundan düştüğü son 25 dakikayı da gözeterek okumak lazım bu istatistiği; 110.1, 109.5. Bir canavara karşı tüm gemileri yakarak oynadı Galatasaray. Bu enerjinin sonucunda ilk 45'teki o müthiş istatistik oluştu.
Hem takım halinde hem bireysel anlamda tüm sınırları zorlayarak efor sarfetti Okan Buruk'un ekibi. Coman/Sane'nin iki kanat oyuncusu olduğu bir takımın yüzünü kaleye dönmesine sadece 3 kez izin verdiler. Biri gol, biri yüzde 100'lük pozisyon olarak sonuçlandı zaten.
Okan Buruk, muhtemelen, "İlk topu aldık aldık. Alamazsak, cezayı keserler" demiş olmalı. Abdülkerim, Toreira önderliğinde ve hatta sakat İcardi ile sahadaki hiçbir Bayernli'nin topla kaleye yönelmemesine çalıştılar. Sertlik derecesine dikkat ederek, kart riskini gözeterek başardılar bunu.
Bu eforun elbette bir bedeli olacaktı. Zira, bir ara Bayern Münih'le oynadığını unutarak gözünü kararttı Galatasaray! Ancak bedensel sınırlar vardı. Bir yerde iflas edecekti kaslar. Öyle de oldu.
Sabırla, bildik bir sistematikte, her fırsatı kollayarak Coman ve Sane gibi freni patlamış iki bünyeyi neredeyse her atakta kullanarak denedi Bayern. Kane'in, kötü göründüğü gecede zekaya, yeteneğe, Alman disiplinine sarıldılar. Oyun planına/taktiğe bağlı kalarak devam ettiler. İstatistikleri dengeledikleri 20-25 dakikalık süre sonuç almalarına yetti. Galatasaray'ın kaçırdıklarından daha zorlarını takım kalitesi ve bireysel yetenek farkıyla attılar. Sonuç odaklı oynamanın karşılığını aldılar.
Bayern kötü gününde bile Bayern gibiydi yani.
Okan Buruk'un yaptığı ise büyük saygı görmeli. Hoca bir plan oluşturmuştu ancak sahadakiler de bu cesaret sınavına kendilerinden bir şeyler kattı. Standart çok ama çok yukarı çıktı. Tekrar hatırlatıyorum, Bayern'e karşı yapıldı bu.
Galatasaray gol beklentilerinin 3.07 / 1.77 olduğu bir 90 dakikayı kaybetti. Yenilmez Bayern Münih'e karşılık üstelik. Çok ama çok büyük bir meydan okumaydı.
‘’Teknik adam dokunuşu‘’
Zoru kolay, kolayı zor yapmak adeta mottomuz! Letonya’nın katı savunmasının dengesini çoğu zaman bozmayı başarabilsek de final aksiyonlarımız bireysel kalitemize yakışmayacak cinstendi. Ya son pası atamadık, ya doğru pozisyon alamadık. İlk yarının geneli böyleydi.
Bu çaresizliğimiz Letonya’nın direncini artırdı. Haklarını teslim edelim, disiplinli oynadılar. Dizilişlerini bozmamak için çok çabaladılar, gole kadar da başarılı oldular.
Montella’nın da kriz anlarında kararsız kaldığını gördük. Birkaç kez oyuncu değişikliği için hazırlık yapıp vazgeçti. Özellikle Yunus’un golü öncesi. Hocanın sonraki hamlelerinde ise hakkını teslim edelim. Özellikle Cenk’i pivot santrfor olarak Letonya savunmasının kalbine dikince, Cenk’in arkasındaki hücum üçlüsü için bir konfor alanı oluştu.
Hem oluşan bu lüks, hem de dikine gidebilen oyuncularımızın fazlalığıyla Letonya hatlarına girip pozisyon ve golleri bulduk.
Hırvatistan maçı ve dün gece son yarım saat, net bir teknik adam dokunuşudur. Oyuncuların enerjisi, son düdük sonrası Montella ile fiziksel temasları da bunu anlatıyor bize.
Bu maceranın kırılım noktası, Kuntz’tan vazgeçiştir. Türk Milli Takımı’nın potansiyelini budur.
‘’Net bir taktik zafer‘’
Montella’nın oyun başlangıcı, taktik planı, son anlardaki dizilişi ve sahaya gerektiği kadar müdahalesi kusursuzdu. Ferdi, Kerem, Barış, Yunus, Kenan Yıldız, Bertuğ.. Toplu topsuz sürekli Hırvatlar üzerine koştuk. Yıpratıcı bir taarruz gibiydi.
Pozisyonları böyle bulup, Hırvatlar’ı tedirgin edince kuralları da biz koyar olduk. Bu koşuların Hırvat karşı hamleleriyle oyunu git-gel’e çevirmemesinin en önemli sebebi İsmail Yüksek’in varlığı oldu. Pirlo’nun gençlik yıllarındaki bir performansa yaklaştı. Merkezde çok sayıda top kazanıp, neredeyse hepsini en uygun durumdaki arkadaşıyla buluşturdu.
İsmail’in bu oyun gücü, hem merkezdeki Salih ve Hakan’ın hem de çizgi oyuncularının doğru pozisyon alıp, topla buluşması gibi bir lüks sağladı.
Hırvatlar açısından sinir bozucu bir hal aldı oyun.
Rakibi mental anlamda yıpratmanın yanı sıra enerjimizi de müthiş kullandık. Doğru pozisyonlanıp, kısa-uzun mesafelerde doğru koşular yapınca, Kuntz döneminden çok farklı bir milli takımın ortaya çıktığını gördük.
Hırvatlar oyunu alabilmek adına hamle yapmakta bile zorlandı. Modriç’in çaresizliği, tüm takımın durumunu özetledi.
Montella’nın oyun başlangıcı, taktik planı, son anlardaki dizilişi ve sahaya gerektiği kadar müdahalesi kusursuzdu.
Görünen o ki futbolcular da Montella ile bir geleceğe inanmışlar. Teknik-taktik basamak aklamaktan öte bireysel eforların yukarı çıkması bile bu değişime ikna ediyor bizi.
Umut edelim ki, yeni teknik adamın ‘ilk maç illüzyonu’ olmasın dün geceki 90 dakika. İzlediğimiz oyunun kalıcılığını sağlayabilirsek, Euro2024 için de renkli rüyalar görmek mümkün.
‘’Fenerbahçe ortak etmiyor‘’
Yayıncı kuruluşun ilk yarı oyuncu yerleşimlerini gösterdiği grafik Fenerbahçe’yi anlatıyor. Geçen hafta Rize maçı sonrası da bunu anlatmaya çalışmıştım. Fenerbahçe hücumcuları rakip kaleye çok yakın kalabiliyor. Bu da işleri kolaylaştırıyor. Grafikte tam 6 Fenerbahçeli, ortalama pozisyonlarını Kasımpaşa yarı alanında geçirmiş.
Bu diziliş; İrfancan, Szymanski, Tadiç ve Dzeko’nun yetenekleri için ekstra bir fırsat yaratıyor. Zira geri koşmak zorunda kalmadan tamamen asli işleri olan hücum için efor sarfediyorlar.
Bu dörtlüye bu konfor alanını sağlayan en önemli nedenlenden biri Fred’in varlığı. Brezilyalı, geçen sezon Toreira’nın Galatasaray’da zirve yaptığı seviyede oynuyor.
Merkezde çok geniş bir alanı kontrol ediyor ve topların kazanılmasında başrolü oynuyor. İsmail Yüksek’in, enerjisiyle ona verdiği katkıyı da ıskalamayalım.
Fenerbahçe’nin sürekli ileride oynamasının diğer sebepleri ise rakip kaleye yapılan ekstra koşular. Fred merkezden, Ferdi sol-sağ farketmeksizin çizgilerden yaptığı toplu-topsuz koşularla rakip savunmanın dizilişini bozuyor. Bu durum, yetenekli ayaklara uygun vuruş fırsatları tanıyor.
Düzeni bozulmuş savunmalar atağı bertaraf etseler dahi, bir pas organizasyonu oluşturup Fenerbahçe yarı alanına kalabalık gidemiyor. Top yine Fenerbahçe’de kalıyor ve yeni bir atak başlıyor.
Fenerbahçe’nin rakip ceza sahasında 46 kez topla buluşması, 3.96 gol beklentisi (maçkolik) ile oynaması tüm bunların sonucu.
Tekrar ediyorum, Fenerbahçe’yle oyuna ortak olmak isteyen takım önce Fenerbahçe’yi geri itmeli. Aksi taktirde ne skoru ne oyunu alabilmeleri mümkün.
‘’Kazanmaya ikna olunca...‘’
Galatasaray, 97 dakika gözüken maçın toplam 10 dakikasını geride oynadı. Önemli reaksiyonlar verdiği anlar, gol sonralarıydı. Maçtan kopmamış olmalarının öncelikli sebebi bu. Çabuk döndüler.
Buna rağmen, psikolojik olarak düştükleri anlar da oldu. O zaman Manchester United varmış gibi hissettik sahada. Eski ManU elbette. Özellikle Rashford’un yıpratıcı deparları ve Bruno Fernandes’in topla ne yapacağını kestiremediğimiz anlarda.
Galatasaray, iki kez geri düşüp rakip kaleye gitmeye zorunlu kalınca, yıldızlarının potansiyeli de ortaya çıktı.
Varane’ın lider olduğu Manchester savunması düzenli kalmak bir yana neredeyse darmadağın oldu.
Özellikle Barış’ın sağ kanattan fuleli bindirmeleri ve ceza alanına çok adamla girmek, İngilizler’in genel saha dizilişini alt üst etti. 10 kişi kalıp, geri koşmaya başladıkları için yıprandılar. Rakibin bu düşüşü, Galatasaray’ın soğukkanlı kalmasını sağladı. En önemlisi Old Trafford’da kazanabileceklerine ikna oldular.
Manchester’ın topla çıkmaya çalıştığı akınların çoğunda, hızlı ve çok adamla pres yaparak, rakip savunmayı dağılmış halde yakaladılar. Penaltı da Icardi golü de böyle oldu.
Kazanma kültürü de baskın gelince Galatasaray, Kopenhag beraberliğini telafi eden bir galibiyet aldı.
Okan Buruk ve oyuncuları kartları yeniden dağıttı. Şimdi soru şu; zayıf halka kim? Kopenhag mı Manchester mı?