‘’Denizli ve Selçuk‘’
Marca gazetesi yazarı Isaac Suarez, dün Fanatik için yaptığı analizde maçın küçük bir senaryosunu yazmış gibiydi: “Galatasaray sadece birkaç gol fırsatı bulacak.” Bu yorumu ona yaptıran şey, Simeone ile Atletico’nun kazandığı karakterdi. Yıllar sonra La Liga şampiyonluğuna yürürken yaptıkları en önemli şey rakip kim olursa olsun kaleleri önünde ördükleri duvardı. Barcelona ile Nou Camp’ta oynadıkları son hafta maçında attıkları gol şampiyon yapmamıştı onları. Katalanlar’a sadece tek gol şansı (1-1) tanımışlardı. Şifre o goldü!
Her takım için...
Böylesi bir yapı, takım olarak büyümelerini sağlarken Filipe Luis gibi kahramanlar çıkarmalarını da sağladı. Chelsea’de forma yüzü göremeyen Filipe Luis’in İspanya’ya döner dönmez bıraktığı yerden başlaması ya da Diego Costa sonrası Griezmann’ın neredeyse aynı sayıda gol atması da yapının sağlamlığıyla ilgili.
Böylesi bir sistem takımı karşısında bu statta mücadele etmek taşları tamamen yerinden oynamış Galatasaray için değil elbette her takım için zor olabilir. Gel gör ki Taffarel’in ekibinin (beyan esastır) bu kadar silik kalışı Galatasaray’ın bir futbol aklına sahip olamaması ile ilgili.
O bir dakika!
Başta bahsettiğimiz ‘sadece birkaç’ pozisyondan olan Sneijder’in vuruşundaki isabetsizliğe cezanın kesilmesi sadece 1 dakika sürdü. O bir dakika 90 dakikanın da özeti gibiydi. Galatasaray’ın dün geceki defolarından en önemlisi o 1 dakikaydı. Çok daha fazlasından da bahsetmek mümkün. Bizim gördüklerimizden fazlasını Mustafa Denizli’nin de gördüğüne şüphe yok. Ancak yarınlar için Galatasaraylılar’ın umutlu olmasını sağlayacak çok önemli unsurlar. Elbette dün geceyi bir kenara bırakarak.
En önemlisi; şu anki seviyesiyle adam eksiltme ve isabetli pas yüzdesinde Bayern Münih ve hatta Barcelona’ya kafa tutabilecek bir takıma kaybetti Galatasaray.
Daha önemlisi dün akşam hiç sahip olamadığı o futbol aklıyla bugünden itibaren yola devam edecek. Hem saha içinde hem de kulübede.
Selçuk İnan ve Mustafa Denizli’nin varlığı çok şeyi değiştirebilir. Galatasaray’ı bir de bu ikiliyle görmek lazım.
‘’Sorun Galatasaray'ın kulübesi‘’
Finali yazmak mecburi. Yasin -topun şiddeti de fazlaydı- vuruştan önce uygun pozisyonu alabilse, gol yapacak. Ama seken topu öldürmeden tek vuruş yapmak, Cristiano Ronaldo'nun bile sergileyeceği bir meziyet değil.
Galatasaray'ın genel durumu da Yasin'in final pozisyonu gibi. Daha öncesinde yapması gerekenleri yapmadığı için finalde amacını gerçekleştiremiyor.
Sadece birkaç sezon önce sol bekte Riera, sağ bekte Eboue, orta sahada Melo, en uçta Drogba ile oynayan bir yapıdan bahsediyoruz. Bugün gelinen noktada ise Sabri'nin sol açık oynadığı bir diziliş var. Sabri'nin oyununu küçümsemek istemiyorum, kaldı ki hiç de sırıtmadı. Benfica'nın savunmacıları ile kaleci Julio Cesar'ı tedirgin eden ortalar da yaptı. Ama böyle olmamalı. Galatasaray'ın, Benfica deplasmanında hücum ayaklarından biri Sabri olmamalı.
Problem de burada başlıyor. Kadronuz erozyona uğramış olabilir. Ancak yeni ve güçlü bir yapı kurabilirsiniz. Sizin için hayati bir mücadelede Sabri kalibresindeki bir oyuncuyu sağ açık başlatıp, sonra sol açıkta deneyip, finalde savunmaya çekemezsiniz. Tüm bu yaptıklarınız bir B planınızın olmadığını gösterir.
İki savunma bekinin zaaflarıyla pozisyonlar bulduğunuz bir mücadeleden sadece 15 gün sonra bu oyunu oynatmak kabul görmez, kimseyi tatmin etmez. Ya da şöyle diyelim; bu dizilişin elle tutulur bir yanı yok.
Bir başka mesele, Benfica'yı gözünüzde büyütüyor olmanız. O stadın tribünleri dolu olsa, haklısınız. Ama daha 10 gün önce Sporting'e karşı orada bozguna uğramış bir rakibe karşı oynuyorsunuz. Ve bu oyunu oynuyorsunuz. Sneijder'in etkisizleştiği bir oyunda yapmanız gerekeni yapmıyor, rakip beklerin üzerine gitmiyorsunuz. Sadece oyuncu değişiklikleriyle skorbordu belirleyebileceğiniz maçlar değil bunlar. Hele ki Kazakistan'dan gelen haber sonrası...
Sorun Galatasaray'ın kulübesiyle alakalı!
‘’Konya'da neler oldu?‘’
Konu hassas, sıcağı sıcağına tanık olduklarımızı yazmamız lazım. Konya'daki zafer gecesi, eleştirilmesi gereken birçok şeyi gölgeledi. Doğru olan da o. Futbola ilişkin -milli takımı kastediyorum- konuşmak için uzunca bir zamana sahibiz. Bu yaz TV başında değiliz. Bizzat Fransa'daki aktörlerden biri olacağız. Mucizevi de olsa, başlarda yüzünü somurtan şans melekleri sonradan gülse de Fransa bileti cebimizde.
Üzerine konuşulan kritik konu ise tribünlerle ilgili. A Milli Takım kendisine yepyeni ve yıpranmamış bir adres bulmuşken, zaferin sabahında sosyal medyadaki yorumlar can sıkıcı. Bahsettiğim olay 1 dakikalık saygı duruşu esnasındaki tribün tepkileri. Öyle ki, Mustafa Denizli gibi bir ustanın maç yorumundan çok, tribünlerle ilgili tepkisi rağbet gördü. Hal böyleyken TFF'nin işin doğrusunu anlatmak istememesi ayrı bir sorun. Federasyon iletişim departmanının ya da ilgililerinin bu tür konularda suskun kalmayı tercih ettiğine çok tanık olduk. Eğer bu politika, yönetim kurulu kararı ise ilgili arkadaşlardan özür dilerim. Kendi tercihleri ise bana göre doğru yapmıyorlar.
Olay benim bulunduğum basın tribününden şöyle göründü. Saygı duruşu başladıktan sonra sessizliği fırsat bilen birkaç çatlak ses, bağırmaya başladı. Tribünler çok kısa bir süre sabırlı davrandıktan sonra tepki verdi. Islıklarla o çatlak sesleri hedef aldılar. Devamında kademe kademe artan bir uğultu yükselmeye başladı. Kale arkasında olan bitenler nedeniyle diğer kale arkası suskun kalamadı. "Şehitler ölmez vatan bölünmez" tezahüratıyla kulak tırmalayan o uğultuyu dindirmeyi ve olayı bağlamayı planladılar.
Bir tribün refleksidir. Maça gidenler bilir. Bir noktadan kulağa hoş gelmeyen sesler yükseliyorsa, hep bir ağızdan yapılan tezahüratla o ses susturulur. Yasağın olmadığı zamanlarda deplasman tribününe gidenler ile ev sahibi takım taraftarları arasında yaşananlar hepimizin malumudur.
Aslında çatlak sesler sonrası yükselen tepki tezahüratı ve finaldeki tezahürata da böyle bakmak lazım. Tamamen iyi niyetli tepkilerdi. Ama her şey 40-45 saniye kadar kısa bir süreye sıkışınca doğru tespit yapılamamış olabilir. Zaten işin finalinde noktayı koyan da 'tecrübe' oldu. İtalyan hakem Rocchi, saygı duruşu için 1 dakikalık sürenin bitmesini beklemeden düdüğünü çaldı.
Her şeye rağmen, Konya tribünleriyle ilgili bir tespit zorunlu. Milli takım maçları için bir tribün eğitimi şart. Bunu kim, nasıl yapar söylemek kolay değil. Konya'ya özel bir durum da yok aslında. Ülkenin her tarafı böyle.
Diğer yandan eğrisi doğrusuna denk gelmiş bir durumla karşı karşıyayız. A Milli Takım, İstanbul statlarındaki bölünmüşlüklerden kaçmak için Konya'ya demir atmıştı. Bu zorunluluk, belki de Fransa'ya giden itici gücün varlığını sağladı.
Söylemeden bitirmek olmaz. A Milli Takım gibi Konya tribünlerinin de seviye atlaması şart. Kastettiğim tribün kültürüyle ilgili bir gelişim. Şartlar iyileştirildiğinde uzun yıllar sürecek bir yol arkadaşlığı imkansız görünmüyor.
‘’Futbolla açıklamak mümkün değil‘’
İzlanda'nın maç öncesindeki fotoğrafı bile sistem ve disiplinleri hakkında bilgi veriyor. 25 oyuncu aynı anda aynı ısınma hareketlerini yapıyor. Tek bir vücut halindeler. Maç başladıktan sonra bu birliktelik 11 kişi halinde devam ediyor. Bloklarını asla bozmuyorlar. Ne savunmadaki dörtlü ne orta sahadaki.. Hatta ileri ikilileri bile birbirine hep yakın kalıyor.
İşte bu nedenle aslında Terim'in 11'i mükemmel bir tercih. Selçuk, Ozan, Oğuzhan, Volkan Şen, Arda ve Çalhanoğlu'ndan oluşan teknik altılı, uzun İzlanda duvarını yıkmak için müthiş bir grup. Ancak plan ilk yarının sonlarına kadar işlemedi. Uzun oynamaya çalıştığımızda fizikleriyle üstünlük kurdular. Çok hızlı oynamak istediğimizde ise tek vücut kalan orta saha ve savunma bloklarıyla kalelerini savundular.
Topu yere indirip, küçük üçgenler kurduğumuzda İzlanda'nın defoları ortaya çıkmaya başladı. İşlerin yoluna girdiği anda devre misafirin imdadına yetişti.
Keşfettiğimiz oyun planının -ya da Terim'in bu şekilde yazdığı senaryonun diyelim- ihtiyacı olan tek şey kanatları canlandırmaktı. Ve kulübede işin erbabı Gökhan Töre vardı. Terim imdat camını kırmak için 62'yi bekledi. Töre oyuna girdikten birçkaç dakika sonra Kazakistan öne geçti, Çekler 3 yaptı. Mucizevi bir şekilde Fransa'ya doğrudan gitmenin yolu açıldı.
Sonrasında gerçeğimiz tokat gibi yüzümüze çarptı! Stres anlarını oynayamadık. Gökhan Töre'nin tarifi mümkün olmayan darbesi soğukkanlı kalmamız gereken anları bir kişi az oynamamıza neden oldu.
Ve finalde biraz panikle biraz da Arda önderliğinde bireysel çabalarla İzlanda duvarını dövdük. İzlanda'nın disiplinli oyununu galibiyetle ödüllendirmek istemeleri de belirleyici etkendi. Kalemize gelmeye başladıklarında blokları dağılmaya başladı. O boşluklara sızmaya çalıştık, olmadı.
Ve mucizeler gecesinde, Hakan Çalhanoğlu'nun kulübede olduğu anda Selçuk'un sihirli vuruşu...
Tuhaf başladığımız grupta mucizevi bir final yaptık. Olan biteni sadece futbolla açıklamak mümkün değil.
Üzerine şu an için çok fazla tartışmadan, anın keyfini çıkarmak lazım. 'Konya' üzerinden Fransa'ya gidiyoruz!
‘’Bambaşka bir Kjaer!‘’
Moutinho’nun, iki Danimarkalı’yı savurup, ikisini de yere yatırarak attığı golde ayakta kalan tek oyuncu Simon Kjaer’di. Ronaldo başta olmak üzere hiçbir Portekizli’ye boş alan bırakmadı. Fenerbahçe’deki savunma krizi bertaraf edilecekse başrolde Danimarkalı olacak.
Kulüp/milli takım performansları arasındaki farklılıklar çok şaşırtıcı değil. Messi gibi bir örnek var. Barcelona’da neredeyse ilahlaşırken, son Dünya Kupası’na kadar Arjantin formasıyla hep sıradanlaştı. Bu bakımdan, milli takım seviyesini baz alıp kulüp formasıyla çıkılan yoğun trafikteki yol kazalarını eleştirmek çoğu zaman adil değil. Ya da tam tersi yapmak. Simon Kjaer’in performansına da bu gözle bakmak lazım.
Sadece o ayakta kaldı
Elbette belirleyici kriter, Danimarka Milli Takımı ile Fenerbahçe’nin oynamaya çalıştıkları oyun arasındaki fark. Birincisi Portekiz’e karşı çok kritik bir maça çıktılar. O bir finaldi. Fenerbahçe ise uzun bir maratonda. Sınırları zorlayan, iki top cambazı Nani ve Ronaldo’ya boş alan bırakmamaya çalıştılar. Çoğunlukla başarılı oldular. Birbirine yakın duran orta saha ve savunmacılar arasında işini en iyi yapanlardan biriydi. Moutinho’nun mükemmel golünü izleyenler farketmiştir. Portekizli oyuncu, iki Danimarkalı’yı savurup, ikisini de yere yatırırken pozisyonun içerisinde ayakta kalan tek savunmacı oydu. Bu dizilişte Danimarka’nın en iyilerindendi. Teke tek kaldığında ise Ronaldo başta olmak üzere hiçbir rakip hücumcuya uygun depar alanı bırakmadı.
Krizi aşacak isim
Fenerbahçe’nin daha açık alanda oynuyor oluşunun Kjaer’in performansını ne kadar etkilediği de ortaya çıktı. Bruno Alves gibi tek hamleli bir partnerle oynaması en büyük handikapı. Özetleyelim. Genel itibariyle sakatlıktan önceki düzeyine yaklaşmış görünüyor. Son haftalarda Fenerbahçe’de başgösteren savunma krizi bertaraf edilecekse, başrolü Kjaer üstlenecek.
Alves baskı yemedi
Diğer yandan Alves’in 90 dakikalık oyunu, krizin aşılmasında ne derece önemli olacak hâlâ soru işareti. Danimarka karşısındaki futbolu, çok fazla fikir vermiyor. Çok kısır geçse de beklenenden çok daha kolay bir maçı geride bıraktılar. Danimarka duvarını 66’da Moutinho’nun golüyle yıktıktan sonra beklenen senaryo gerçekleşmedi. Baskı yemediler. Oysa ki Danimarka’nın EURO2016 biletini ateşe attığı dakikaları daha zor geçirmeleri gerekirdi.
Nani rolünü kaptırdı
Nani ile bitirelim. Ronaldo ile birlikte, Kjaer ve arkadaşlarını tedirgin ettiği belliydi. Danimarka ilk dakikada başladığı oyunu son dakikaya kadar sürdürünce yeterli alanları bulamadı.
82’ye kadar sahada kaldığı oyunun iyilerinden değildi. Fenerbahçe’deki kadar serbest oynamıyor/oynayamıyor. Rolünü Ronaldo’ya çaldırmış. Süper Lig’de gerçek rolüne döndüğünde işleri Fenerbahçe adına kolaylaştıracak yegane adam ise yine o...
‘’Podolski'ye rol lazım‘’
Bursaspor’un erozyona uğramış kadrosu oyunda sürekliliği sağlayamıyor. Oyuna hızlı başlayıp, Galatasaray’ı paniklettikleri dakikalarda bulacakları bir golle her şeyi değiştirebilirlerdi. Selçuk ve Bilal gibi iki pas ustasının devreye girmesiyle tempolarını kaybettiler. Josue’nin kötü oynadığı bölümlerde bile rakip için bir tehdit oluşu ise sezon öncesi en büyük kazanımları.
Galatasaray ise sıkıntılı. Teknik sorunlardan daha bariz bir defo var takımda. Saha içi iletişimi kaybetmiş, gergin bir oyuncu grubu mevcut. Oyundan çıkan üçlü; Burak, Podolski ve Sneijder en önde gelenleri. Hamza hocanın değişikliklerinde bu unsur etken mi bilinmez.
Teknik sorun ise büyük. Galatasaray şampiyonluğa yürüdüğü final haftalarındaki kadar pozisyon vermiyor belki ama hala Muslera’nın eline bakıyor.
Vites yükseltmesi beklenen Podolski kendine saha içinde rol arıyor. Hatta daha önemlisi, bir şablon arıyor. Pası verdiğinde koşu yoluna top atılmasını istiyor mesela. Olmuyor. Sürekli bir arayış içerisinde. Ön libero gibi pas dağıtmaya çabalaması garip, hatta trajik. Bununla bitmedi. Telles’ i ileri atıp, sol arkada kaldı kimi zaman. Çizgide oynarken de Burak’ın yerine en uca geçtiğinde de durum değişmedi.
Her dakika biraz daha etkisizleşti. Nitekim oyunu kulübede tamamladı. Hamza Hamzaoğlu’nun belli bir düzen içinde Lucas Podolski’ye bir rol tayin etmesi şart.
Kötü Inter karşısındaki galibiyet, dün gece havaya kaldırılan kupa, Galatasaray’ın defolarını örttü. En tehlikelisi de bu zaten.
Geçen sezondan büyük bir tecrübeye sahip Galatasaray. Şampiyonlar Ligi hata kabul etmiyor!
‘’Galatasaray alarm veriyor‘’
Maçı, oyuncu değişikliklerinin başladığı 60. dakikaya kadar ciddiye almak lazım. Inter'le başlayalım. Bu seviye, Serie A şampiyonluğu için yetmez. Geçen sene Şampiyonlar Ligi Finali'ne kadar yürüyen Juventus'a, güçlenmiş Roma ya da Milan'a kafa tutacak gibi değil. Bu varsayımın Galatasaray'ı ilgilendiren tarafı şu; yüzde 100 hazır olmayan bir İtalyan'a karşı oynadılar. Buradan devam edelim.
Melo'suz orta sahada dikkat çeken iki şey var. Birincisi, pas trafiğinde Bilal aksamıyor. Sakatlanıp çıktığı bölüme kadar fena olmayan bir yüzde ile oynadı. Takımı rahatlatan isimlerdendi. İkinci tespit; Melo'nun oyunun bazı bölümlerde vites artırdığı senaryolar yoktu. Bilal dünkü oyunu tüm sezon tüm maçlarda oynayabilir. Ama hepsi o kadar. Melo gibi takımı ileri itemiyor. Ya da savunmanın önünde rakip için çok da caydırıcı bir güç değil.
Selçuk İnan, Şenol Güneş'li Trabzonspor'dan bu yana kendisi gibi iki yönlü orta sahalara partner oldu. Önce Colman sonrasında çoğunlukla Melo ve bazen Hamit. Bilal'in yukarıda bahsettiğimiz handikapları, onun da yükünü artırabilir. Çok net gördük.
Galatasaray adına daha sıkıntılı olan ise kenar ikililerinin (Telles-Podolski/Sabri-Yasin) yapamadıkları. Telles geldiğinde Podolski ile pozisyon paylaşımında sorun yaşıyorlar. Bu sıkıntı zamanla telafi edilebilir. Sabri-Yasin arasındaki uyumsuzluk ise daha büyük problem. Yasin'in içe katedip çizgiyi boşalttığı anlarda Sabri'nin deparı olan hücumculara karşı zorlanması muhtemel. Galatasaray'ın kenarları alarm veriyor.
En önemli sorun ise savunma göbeği. Bu biraz da Melosuz olmakla ilgili. Defansın kalbine doğru dikine atılan toplardan pozisyona dönüşenler oldu. Chedjou'nun araya girerek kestikleri ise pozisyona dönüşenlerden çok daha fazla.
Şampiyonluğa oynayacak bir takım kalecisini bu kadar yalnız bırakmaz. Geçtiğimiz sezon olduğu gibi Muslera'yı 'yalnız adam' yapmamalı.
‘’Shakhtar'a karşı geri düşme‘’
Shakhtar Donetsk’in sahadaki 11’inin tam ortasında kalın bir çizgi var! Lucescu’nun ekibi, savunma ve hücum takımlarından oluşuyor gibi. Top kendilerinde değilken, 7 isim rakibi karşılıyor. Çizginin ötesindeki dörtlü ise daha çok kontra için fırsat kollar gibi. Elbette bunları yaparken, aradaki mesafeyi çok iyi ayarlıyorlar. Sahaya baktığınızda derli toplu bir takım görüyorsunuz.
Hücumun iskeleti bahsettiğimiz dörtlüden oluşuyor. Fenerbahçe’de -şu ana kadarki görüntüleriyle- Nani, Diego, Sow ve Fernandao ne ise Shakhtar için Marlos, Alex Teixeira, Taison ve Gladky de o.
Yarı sahada hızlılar
Volyn Lutsk maçında bu dörtlüden kaleye en yakın olan Gladkyy aksayan tek dişliydi. Milan’a transfer olan Luis Adriano’nun yerini dolduramayacak gibi duruyor. Fenerbahçe için iyi haber bu. Kötü olan ise bireysel yetenekleri etkileyici bu dörtlünün, rakip yarı alana geçtikten sonra işini çok hızlı yapıyor olması.
Ukrayna’nın vasat ekiplerinden Volyn ile yeni Fenerbahçe’yi kıyaslamak elbette mümkün değil. Ama Shakhtar’ın oyun planı için fikir verecek çok fazla varyasyon gördük. Lucescu yüksek bütçeli kadrolara sahip oldukça oyun planlarını geliştirmiş ve dönüştürmüş görünüyor.
Scolari’nin Brezilya’sı
Scolari’nin 2002 Dünya Kupası’nda zirveye taşıdığı Brezilya’yı anımsatan bir plan Lucescu’nunki. Scolari’nin; Denilson, Rivaldo, Ronaldo gibi -tabir doğruysa eğer- sihirbazlarla yaptığını yapmaya çalışıyor. Dinamik kadrosu top rakipteyken kapanıp, hamle için fırsat kolluyor. Topa sahip olduklarında ilk düşündükleri şey orta saha çizgisini geçip, hızlı bir pas trafiği ya da driplingle rakip kaleye gitmek. Alex Teixeira idman havasında oynayıp 2 gol attığı maçta tek bir kez rakip savunmanın göbeğine doğru gitti ve yüzde yüzlük bir gol fırsatı hazırladı.
Çizginin ötesinde tutmalı
Rakip yarı alanda olabilecek tüm boşlukları ya pasla ya da driplingle kullanıyorlar. Kadıköy’de Gökhan-Caner ikilisinin savunmayı tek bir dakika bile unutmaması gerek. Alves ve Kjaer’in ise rakiple karşı karşıya kalmaması.. Keza Mehmet Topal’ın, yanında Souza ya da Meireles’in başrollere soyunması şart. Shakhtar’ı, orta saha çizgisinin ötesinde tuttuğunuzda -ki en zor olanı bu- işler kolaylaşabilir.
Fenerbahçe’nin bu şartlardaki şansı, Pereira gibi dominant bir teknik adama sahip oluşu. Shakhtar’ın yarı alanında oynanacak futbol Fenerbahçe’yi gole, dolayısıyla tura yaklaştırır.
Bayern sonrası ilk kez
Volyn Lutsk maçı Shakhtar’ın hücumda neler yapacağını gösterdi. Savunmada ise direnç seviyelerini bilmiyoruz. Kadıköy’deki oyun, Ukraynalılar’ın bu yönünü görmemizi sağlayacak. Zira martta Bayern Münih karşısında hezimete (0-0 sonrası 0-7) uğradıkları günden bu yana üst düzey bir takımla -Dinamo Kiev’i es geçelim- oynamadılar. Fenerbahçe gücünün farkında olmalı. Parola ise belli: Shakhtar’a karşı asla ve asla geri düşme!
Kadıköy’de ilk golü atan turu geçer gibi görünüyor.