‘’Tek bir hamleyle..‘’
Kosova, San Marino ya da Faroe Adaları düzeyinde değil. Kosova pasaportu almadan önce ihraç olmuş oyuncuları var. Shala, Berisha ve Vedat Muriqi gibi.. Bu gözle bakıp, eleştirmek lazım. Top kontrolü, oyun disiplini, taktik bilgisi gibi vasıflara sahipler en azından. Kısacası futbolla yeni tanışmış, ülkeleri gibi sıfırdan varolmuş değiller.
Ancak ve ancak henüz birkaç aydır beraberler ve takım olma yönünde sıkıntıları var.
Böylesi bir rakibin direncini kırmak için hele ki içeride oynarken tribün katkısı olmazsa olmaz. Peki doğru bir destek alıyor mu milliler? Hayır.
İhtiyaç oluyor!
Antalya’da da Konya’dakine benzer bir durum var. Coşku, doğru şekilde idare edilemiyor. Maç 0-0 giderken tribünde Meksika dalgası ve Akdeniz akşamları olmaz yani!
Saha içine geçince de durum pek parlak değil. Çok durağan oynayan bir rakibe karşı neredeyse tüm devreyi rakip yarı sahada geçirince, kendi yaşam alanınızı da daraltıyorsunuz. Bu gibi durumlarda Volkan gibi yetenekli ayaklara ya da Çalhanoğlu gibi şutörlere ihtiyaç oluyor. Arda’nın, kendi standardının üstündeki top kaybı ve Burak’ın, arkasındaki gruba pas duvarı olamaması alternatif hücum senaryolarını azaltıyor.
Terim durumu iyi analiz edince oyuncu değişikliği ve saha içi diziliş, goller için yeterli oluyor.Yunus Mallı’nın varlığı, tamamen Burak’a fokuslanmış Kosova savunmasının paniklemesine ve hatalar yapmasına neden oluyor. Yunus, Burak ve Volkan Şen’in kahramanı olduğu iki gol buluyoruz beş dakikada.
Şeffaf olmalıyız
Tek bir oyuncu değişikliği, tek bir hamleyle yani.
Hepsi bu kadar ama.. Sonrası yok. Galibiyet güzel. Yarışta kalmak moral verici. Tüm sıkıntıları çöpe atmak için çok uzun bir zamana sahibiz artık. Son 5 ayın muhasebesini iyi yapmalı, hesap vermeli, şeffaf olmalıyız.
Sonra tekrar ve tamamen futbolu düşünmeliyiz. Çünkü bu oyun, bu plan, bu ruh hali yetmez. Bu standartlarla hiçbir hedefin peşinden koşamazsınız.
‘’Peki tamam!..‘’
Milli takımdaki her aksiyon yeni kuşkuları, yeni soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Aslında belki de sorun yaratmayacak tek şey, milli takımsızlık! Bir anlamda 'yorgan gitti kavga bitti' misali. Ama günün şartları böyle bir kayboluşa el vermiyor! Fatih Terim, Arda Turan ya da diğerlerinin bulundukları konum da...
Ne oldu milli takım kampında ona bakalım. Pazartesi günü Arda Turan'ın da aralarında bulunduğu kafile Antalya'ya geldi. Fatih Terim birkaç saat sonra başka bir uçakla Antalya'ya geçti. Türkiye Futbol Federasyonu'nun resmi internet sitesinden antrenman öncesi fotoğrafları paylaşıldı. Fatih Terim ile Selçuk İnan'ın tokalaşma anı mevcut. Hocanın diğerleri ile göründüğü tek kare yok. İki ihtimal var. Birincisi, Terim ile Arda bir araya gelmedi. İkincisi, tokalaştılar, konuştular vs ama TFF'nin resmi sitesinden bu fotoğraflar servis edilmedi! Mümkün mü? Elbette hayır. Demek ki Terim ile Arda arasında bir fiziksel yakınlaşma yok. Bunca olaydan sonra. Bunca suçlama, doğrudan ya da dolaylı verilen mesajın ardından üstelik...
Ancak ve lütfen dün sabah buluşabildiler. 10 Kasım anma töreni için.
Peki başka neler oldu? 'Fatih Terim'in danışmanı, akıl hocası, metin yazarı' denilen Doktor Bülent Bayraktar Antalya kampına katılmadı. Fatih Terim'in yıllardır çalıştığı, yeri geldiğinde takımı emanet ettiği masör Uğur Durul hala milli takım kampında yer bulamıyor.
TFF'nin resmi internet sitesinden "A Milli Takım Teknik ve İdari Kadrosu" kategorisi kaldırıldı. Resmi siteye girdiğinizde A Milli Takım'ın hocası kim, yardımcıları kim; teknik ve idari kadro kimlerden oluşuyor bulmanız mümkün değil. Çünkü yok artık öyle bir kategori. Hata veriyor!
Ve sonrası... Fatih Terim ile Arda Turan'ın aynı kareye girmediği haberine TFF yalanlama geçiyor. Açıklamanın final bölümü şöyle: "Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bugünlerde Milli Takımımıza destek olmak yerine bu tarz spekülatif haberlerle yıpratmayı hedefleyenleri, şiddetle kınıyor ve kamuoyunun vicdanına havale ediyoruz."
Peki tamam!..
‘’Derslik maç‘’
Uğur, Bekir, Yalçın, Ferhat... Bu dörtlüye karşı 90 dakikanın tamamında ya da bazı bölümlerinde Eren, Bruma, Sneijder, Selçuk, Sinan ve Josue ile saldırıp, bu kadar kısır kalmak normal değil. Sneijder'in tehditkar birkaç şutunu çıkarın, bireysel yeteneklerin kullanılarak varedildiği pozisyon bile yok gibi. Volkan Babacan'ın aşırı güven veren hali, Başakşehir'in bir blok halinde çok sağlam bir yapı olarak rakiplerine duvar örmesi takdir edilesi.
Peki ya Galatasaray'ın, bir bütün halinde bu kadar etkisiz kalıp, klas ayaklarını bile kullanamıyor olması? Ve bu kriz anlarında kenardan destek alamaması?
Galatasaray-Başakşehir maçı bu nedenle futbol okullarında 'örnek maç' olarak izletilebilecek bir mücadele. Bir tarafta yapabileceğinin ötesine giden bir teknik adam. Diğer yanda ise sahip olduklarına bile sırt çeviren bir portre. Abdullah Avcı-Riekerink kapışması bu bakımdan çok önemli. Kulübeleri değiştirseler de fark etmez. Yine Avcı kazanır. Çünkü bu kez Bruma'ya vurulan prangayı kırmanın yollarını arar. Eren Derdiyok'u Mehmet Batdal gibi kullanır. Bunlar ilk aklıma gelenler...
Başakşehir'li oyuncuların emeğine haksızlık etmeden kapasitelerini göz önünde bulundurarak analiz etmeli bu maçı. Bir hoca Yalçın Ayhan'dan, Bekir'den, sahip olduklarının yüzde 100'ünü alabiliyor. Hatta ötesine geçiyor. Kusursuz bir 'ikili' performansı sergiliyorlar, duran toplarda rakip kaleyi tehdit ediyorlar. Ve hatta gol buluyorlar. Diğer yandan Galatasaray'ın santrforu kaleyi bulan şutu olmadan maçı tamamlıyor. Çünkü bu yapı ancak Bruma'nın ortasında ıskaladığına ve birkaç cılız ortaya kafayla dokunmasına olanak sağlıyor.
Tüm 90 dakikaya sırt çevirip, sadece duran topları izlemek bile yeterli. Her şey çok ortada.
Başakşehir sınırlarını aşıyor, Galatasaray ise çalışması gerektiği kadar bile çalışmıyor.
‘’Kriz bahane olmuş‘’
Bu kadar kolay teslimiyet kabul edilemez. Sahaya çıkanlar kendilerine bahane bulmuş gibi görünüyor. Sonuç ne olursa olsun ve hatta kazansalar bile milli takım krizinin konuşulacağını biliyorlar. EURO 2016'dan bu yana olan biten her kötü şey, sahaya çıkanların kalkanı olmuş gibi.
Konsantrasyonu yerinde olan belki de tek oyuncu Volkan Babacan. O da doğal bir kaleci refleksi sergiliyor. Fark yaratıyor olmasının nedeni bu. Takımın en genci, futbol aşkıyla yanıp tutuşması gereken Emre Mor bile bir yerden sonra bırakıyor. Sahanın içindeki bu enerjisizliğin sebebini anlamak mümkün değil. Kabul edilebilir tarafı yok. Üstelik kimyası bu kadar değişmiş bir takımda.
Milli takımımız bugünkü yapısıyla artık melez bir oluşum. Yurt içinde yetişenlerle yurt dışından transfer ettiklerimizin karışımı. Bu oyuncu grubunu ikiye ayırsak, yurtdışından gelenlerin standardı daha ağır basar. Maalesef böyle. Ama o düzeye yaklaşamıyoruz. Tam aksi yaşanıyor. Ömer, Çalhanoğlu, Emre Mor, Kaan içeridekilerin seviyesine geriliyor.
Hertha Berlin'de yedekken bile gelip Türkiye'de fark yaratan Tolga Ciğerci en iyi örnek. İki aylık Türkiye macerasının en kötü istatistikleri ile oynuyor. Maçın bitmesini herkes dört gözle bekliyor.
Bu psikoloji başarı getirmez. Ayaklarınız gitmez çünkü. Kosova'yı, Finlandiya'yı yenersiniz ama hepsi o kadar. Sonra yine mucize kovalarsınız.
Fatih Terim'in durumu ise bambaşka. Kontrolü kaybediyor gibi. Ve belki de kaybetti. Saha içine müdahaleleri, açıklamaları, mimikleri.. Hiçbiri ona ait değil gibi.
İzlanda maçının son düdüğüyle bir aylık bir zaman daha kazandık. Sağlıklı düşünüp, zihin tazelemek gerek. Bu ülke ve bu ülkenin milli takımı daha fazla bedel ödeyemez.
‘’Terim'in senaryosu‘’
Fatih Terim kurgusunu kendisinin oluşturduğu bir oyun oynuyor artık. Bir gün önce “Rica ediyorum. Bu konuyla ilgili konuşmayalım” diyen de o. Dün gece cesurca bir soru geldiğinde uzun uzun yanıt veren de.
Gündemi o belirliyor artık. Hatta gündemin gündemini.
Milli takımdaki prim krizinde, “Daha fazlasını yaptılar. Benden değil, Türk halkından özür dilemeliler” diyerek yeni soru işaretlerini de Terim oluşturmamış mıydı? Şimdi yeni bir tartışma konusu açıyor. “Ben imzayı attım, sözleşmeyi doldurdular” diyor. Hoca istememiştir doğrudur, TFF böyle takdir etmiştir. Peki tavrını belli edemez miydi, “Yahu siz ne yapıyorsunuz. Bu kadar tazminat mı olur” diye.
Bakın o kadar dişi bir gündem ki bu, kendi içinde yeni tartışma başlıkları açıyor. Olayın esası Terim’in alacağı abartılı tazminat da değil. Sözleşmenin sızdırılması. Ama hocanın yorumu kusura bakmasın ama kimsenin yiyeceği türden değil. Somut bir yorum değil zira.
“Her milli maç öncesi bir şey mi olur!” tepkisi kime? Soyut bir hedef belirleme çabası bu. Bu kez basını da kenara koyarak. Ama TFF’yi de aklayarak. Gerçeklikten tamamen uzak, sahte düşmanların yaratılmaya çalışıldığı bir çaba.
Terim, kendi yazdığı ve yön verdiği bir senaryoyu hayatının merkezine oturtmuş durumda.
Kusura bakmasın ama yaptığı şey hiç sağlıklı değil.
‘’Fatih Terim'in üç mesajı‘’
Fatih Terim çok net bir şey söyleme çabasında. En azından öyle hissettiriyor: "Bu kriz devam edecekse benim istediğim gibi, bitecekse de benim istediğim gibi bitecek. Ben ne dersem o olacak."
Ömer Toprak'ı tekrar davet etmesiyle ilgili yorum yaparken açık açık söyledi. "Ben istersem alırım, istemezsem almam" dedi. Benim bundan anladığım şu: "Ben Ömer Toprak'ı istemediğim için almadım, şimdi istediğim için alıyorum." Dönelim Arda olayına.
Arda cephesi de Terim cephesi de, "Konu prim, para pul filan değil" diyor. Ama ne olduğunu da söylemiyorlar. Dedikodular da devam ediyor. Devam etmesini isteyen kim? Yine onlar. Çıkıp, Fransa'da olan biteni anlattıkları güne kadar da öyle olacak.
Arda'nın bir gün önce Radyospor'daki açıklamaları az da olsa iç ısıtan türdendi. Terim'in basın toplantısının geneline baktığınızda da bir adım daha yaklaşma var gibi. Taraflar karşılıklı orta çizgiye yürüyormuş hissine kapılıyorsunuz. Ta ki Fatih Terim'in final sözlerine kadar.
Hocanın tüm basın toplantısında verdiği çok önemli üç mesaj var. İlki; "Beni tahrik edemezsiniz." İkincisi, "Bize kumpas kuruluyor." Terim, sözleşmesinin sızdırılmasıyla ilgili kafa karıştırıcı sözler sarfediyor burada. TFF'nin safına geçiyor. Federasyonla bağlarının güçlü olduğunu ima ediyor. Aynı tarafta yer aldıklarını anlatmaya çalışıyor.
Üçüncü mesajı ise yine bir yola getirme çabası: "Milli takıma döneceklerse ben istediğim için dönecekler."
Bir de basın toplantısının geneli ve sonrasındaki idmanın öncesi var. Teknik sorulara, "Çok yerinde, güzel soru" karşılığı veriyor, ki ben de çoğunun öyle olduğuna inanıyorum. Sonrasında, "Sizlerden rica ediyorum. Bugünlerde bu konudan uzak duralım" türü bir yaklaşım sergiliyor. TFF'nin safına geçtiği gibi, basınla açılan aradaki mesafeyi kapatma çabası var.
Ardından milli takımı takip eden tüm gazetecilerle birlikte toplu fotoğraf çektiriyor. Gazeteci arkadaşlarımı bizzat kendisi davet ediyor.
Şimdi o fotoğrafa dışarıdan bakın. Kendinizi Arda, Selçuk, Burak ya da Gökhan Gönül'ün yerine koyun. Ne hissediyorsunuz?
Ve kasım ayındaki Kosova maçının öncesini düşünün. Arda ve diğerleri doğaldır ki Terim kadroya davet ettiğinde milli takım kampına katılacak. Aksi düşünülemez. Peki ya nasıl hissedecekler? Yola getirilmiş mi!
Ömer Toprak yola mı getirildi? Arda Turan da yola mı getirilmeye çalışılıyor?
‘’Galatasaray gole mahkum‘’
Galatasaray’ın bir sonraki maç ne yapabileceğini kestirmek güç. Geride kalan 4 hafta bunun ispatı. Yine de Galatasaray için öngörüde bulunurken, iyi şeyleri sıralamak gerek. En önemlisi, bu sezon Beşiktaşlı futbolculardan daha çok bir arada oynamış olmaları. Bugün itibariyle Şenol Güneş’in derbi 11’ini tek çırpıda sayabilme imkanımız yok. Ama Galatasaray’ın iki ve üçüncü bölgesinde 6 isim (Tolga, Selçuk, Yasin, Bruma, Sneijder, Eren) çok net.
Riekerink’in avantajı buradan başlıyor. Üzerine plan yapabileceklerini biliyor. Hollandalı, 1 yıldan kısa sürede Türkiye’nin gerçeklerini öğrenmiş durumda. Sonuç odaklı maçlarda 2 kupa zaferi yaşaması da bundan. Bu nedenle, derbide 1 puanın yeteceğini biliyor. Devamında, puan için gol atması gerektiğinin farkında. Vodafone Arena’da Beşiktaş ile oynarken, aklı başında hiçbir teknik adam 0-0’lık bir senaryo üzerine plan yapamaz. Yapsa da gerçekçi olmaz. Orada gol atmak şart.
Gökhan ve Atiba’ya baskı
Riekerink’in handikapı, rakibinin bilindik hücum oyununu kimlerle oynayacağını kestirememesi. Kağıda muhtemel bir Beşiktaş 11’i yazamıyor mesela.
Peki bu şartlarda ne yapabilir? Birincisi, Beşiktaş’ın hücum presi karşısında kusursuza yakın bir pas trafiği şart. Tolga ve Selçuk’a; Bruma, Yasin, Sneijder üçlüsünü yakınlaştırarak. Bir beşli blok oluşturarak. Buna bağlı olarak, topa her zamankinden daha fazla sahip olarak. Beşiktaş’a teslim edilmiş her top, çok çabuk pozisyona dönüşebilecek tehlike demek. Özellikle Talisca bu seviyeye gelmişken. Üçüncüsü Beşiktaş’ın kalbine baskı yapmak. Gökhan İnler-Atiba ikilisine. Fenerbahçe ile oynanan kupa finali hafızalarda. Direkt merkeze yapılan baskı, Emre Çolak’a kariyerinin en iyi maçlarından birini oynatmıştı. Benzer bir agresiflik şart. Atiba’nın, Gökhan’ın pas yüzdelerini düşürerek...
Kanat oyunları
Ve en önemlisi, kanat oyunları. Caner-Adriano ya da Gökhan Gönül-Beck. Kim oynarsa oynasın, önlerindeki ikili ile aralarına girmek şart. Burada Bruma için önemli bir rol gerek. Portekizli’nin bireysel yetenekleri ve özgüveninin tavan yapmış olması, onu muhtemel bir ‘derbi kahramanı’ haline getirmiş durumda. Galatasaray 1 puan için kalesini savunmaktan çok, gol ya da goller aramalı. Yukarıda sıraladıklarım, puanın önünü açabilir. Peki ya Beşiktaş’ı orada yenmek? Riekerink’in Rize maçı sonrası dediği gibi; “Çok daha fazlası” ile... Galibiyet için olmazsa olmaz şey, Vodafone Arena’da öne geçmek. İşte o zaman Şenol Güneş ve ekibinin düzenini bozmak imkan dahilinde. Ve işte o zaman bir derbi zaferinin hayali mümkün.
‘’Galatasaray'ı kestirmek güç‘’
Galatasaray, üç sezondur yaşadığı kadro erozyonu ile çok yumuşak bir takım haline geldi. De Jong transferi bu gerçek nedeniyle çok önemliydi. Beklerinde Eboue-Riera, orta sahasında Melo olan... En ileride Drogba ve Burak'la rakip savunmayı ısıran bir ekipten bugünlere...
Sabri tüm iyi niyetiyle mücadele etmesine rağmen önünde oynayan kadar verimli olabiliyor. Diğer yandan Carole. Marsilya'nın radarına bile girebiliyor ama hala gelişime ihtiyacı var. Güçlenmeli. Daha sert olmalı. Tüm takım gibi.
Ve övgüyle bahsedilen Tolga. Galatasaray'ın bir pas takımına dönüşmesinde en büyük katkı belki de onun. Ama daha ötesine gidemiyor. Beşiktaş için Atiba ne ise Galatasaray için Tolga o olacak belli ki. Ama hepsi o. Ondan maç çevirmesini beklemek hayalcilik.
Kanatlardan devam edelim. Bruma, Yasin ve Josue... Kim oynarsa oynasın, ne kadar süre alırsa alsın bu gerçek değişmeyecek. Galatasaray'ın bu yumuşaklığı dünkü Kayseri'yi bile devirmeye yetmiyor. O Kayseri'nin Kadıköy'de üç gol atan takımla yakınlığı da tartışılır elbette.
Galatasaray, bu zafiyetine rağmen klas ayaklarıyla maç çevirebilir. Sneijder, Eren, Selçuk, Podolski sonuç odaklı oyuncular. En kötü günlerinde bile skora tesir edebilirler. Ama sezonun geneli farklı bir hikaye. Orada bir takım karakterine ihtiyaç var.
Galatasaray ilk hafta boş tribünler önünde Karabük ile iki hafta önce tamamen çökmüş Akhisar'la ve dün gece kendisinden daha kötü olan Kayserispor'la oynadı. Kadro aşağı yukarı aynıydı ama üç 90 dakikada üç farklı karakteri vardı.
Galatasaray'ın başta bir takım karakterine ve enerjiye, sonrasında daha fazla sertliğe ve dinamizme ihtiyacı var. 3 hafta geride kaldı ama öngörüde bulunmak zor. Riekerink'in de takımının da ne yapacağı hala belirsiz.