‘’Doğru adam yanlış zaman‘’
Trabzonspor, sezon başındaki ‘muamma’ ve ‘ya tutarsa’ tarzındaki transfer politikasından mecburen vazgeçti ve artık daha ‘garanti’ isimlere yönelmiş durumda. Bu işlerde ne, “Menacerler kapıdan giremez, her işimizi izleme-araştırma ekibiyle göreceğiz” tarzı, doğru bir yaklaşımdır ne de menacerlere teslim olunmuş bir politika. O nedenle de Trabzonspor şimdi işin her iki yönünü de dengeleyerek kullanmaya çalıştı, takviyeler ilk haftalardan kendini göstermeye başladı. Rodallega da Trabzonspor’un oyuncu yapısına göre uygun ama yanlış zamanda alınan bir golcü. Sezona Jun Suk yerine Rodallega ile başlamış olsaydı Bordo-Mavili ekibin en az 7 puan fazlası olurdu. Geç de olsa doğruyu görmek ve o yönde yürümek de önemli.
‘’2017 Trabzon'a ne getirir?‘’
Bordo-Mavili taraftarlar 2016’da gerçekten de çok yoruldu. Genelde hiç muhatap olmak istemedikleri ve olmamaları gereken mali konularla kafaları şişti, sonra da sahadaki oyunla. Yaşı büyükler, “Tarihte böylesini görmedik” demekten kendini alamadı, genç taraftarlar, “Bize de Trabzonspor’un en zahmetli zamanı denk geldi” diye sitem etti. Şimdi doğal olarak yeni yıldan herkes gibi Trabzonsporlu futbolseverlerin de bazı beklentileri var. Bence birkaçı şöyledir ama elbette çeşitlendirmek isteyen listeyi uzatabilir...
- Yeni statta bambaşka bir takım izleyelim, yüzümüz gülsün.
- Forvetimiz olsun gol atsın.
- Camia kavgayı bıraksın, artık bir huzur gelsin.
- Yeni sezonda artık Trabzonspor üzerinden ‘kent’ siyaseti yapılmasın, özne sadece takım olsun.
En büyük tehlike
Trabzonspor’un 2016’ya Kızılcabölük ile berabere kalarak veda edişini tesadüf ya da futbolun bir cilvesi olarak görenlerden değilim kesinlikle. Bu, olsa olsa şimdiye kadarki hataların bir ‘Z raporu’ olabilir. İşin kötü tarafı artık Bordo-Mavili renklere gönül verenlerin de bu tip skorlara, oyunlara reaksiyon bile vermeyişi. Adeta kabulleniş. Elbette yaksınlar, yıksınlar demiyorum ama taraftarların bu ruh hali, enerjisini yitirmesi belki de en büyük tehlike.
Çarenin transfer olması...
Dört koldan transfere sarılmış durumda Trabzonspor camiası... Hedeflenen müthiş bir golcü... Tüm varlığı ile oynayan Zeki’nin yerine inanılmaz bir sağ bek... Hocanın istediği İbanez’i, kadronun ası Güray’ı kesin, Mustafa Akbaş’ın formasını söküp olacak muazzam bir sol bek...
Ekici’nin gidişiyle dolacak boşluğu dolduracak 10 numaranın kralı... Peki bu işler kolay mı, geride kalan süreç iyi bir referans mı?
Nereden bakacağımıza bağlı aslında. Eğer Ersun Yanal’ın ilk Trabzonspor dönemini dikkate alırsak hepsi ve hatta daha fazlası yapılabilir. Çünkü silbaştan bir kadro kurmuştu ve uzun yıllar o kadro oynayıp büyük başarılar elde etmişti. Ancak 2. Ersun Yanal dönemini ve bu sezonki performansını düşünürsek, o zaman da kocaman bir hayal kırıklığından bahsederiz ki, bu da ikinci devre için umutları sıfırlar. Yanal’ın konsantrasyon problemi, iletişim sıkıntısı ve ‘Ben ne yapıyorsam doğrudur’ kafası ikinci seçeneğin ortaya çıkma ihtimalini yükseltiyor. Bekleyip göreceğiz.
Hami Mandıralı ne demek istiyor!
Benim ergenlik dönemimin efsanesidir Hami Mandıralı. Sadece Trabzonspor’un değil, Türkiye’nin efsanelerindendir. Statta, televizyonda izlediğim, hayran olduğum isimlerden biriyle (o zaman bu mesleği yapacağımı bilmediğim için) tanışma, abi-kardeş olma fırsatını yakaladığım için gerçekten kendimi çok şanslı kabul ediyorum. “Mandıralı’nın çağrıştırdığı ilk şey nedir” diye sorsanız yüzde 99 Trabzonspor derim. O yüzden sözleri, tespitleri değerlidir, altında bir şey aramadan okumak gerekir. Geçtiğimiz günlerde belki bazıları için ‘fazla samimi’ olan laflar etti Hami Mandıralı.
Ersun Yanal’ın Trabzonspor’a olan yaklaşımından, Başkan Muharrem Usta’nın iyi niyetine rağmen yaptığı hatalardan bahsetti. Hami Mandıralı’ya, “Görev bekliyor” diyen taş olur. Hami Mandıralı bu açıklamaları görev alma ihtimalinin ortadan kalktığını bilerek yapmıştır. Canı acıdığı için yapmıştır. Ne demek istiyor diyerek niyet okumaya gerek yok.
‘’İdeal Trabzonspor!‘’
Sahadakilerin Trabzonspor için ‘ideal’ oyuncular olmadığı kesin... Ancak eldekilerin arasından sahaya olabilecek ‘ideal’ kadroyu sürmüştü Ersun Yanal. Bu takımın yine mevcut yeteneklerle istenen, hayal edilen sistemi oynaması, taraftarını tatmin etmesi de pek olası görünmüyor. O zaman geriye bu tip ‘büyük’ maçların ekstra motivasyonuna, stadın atmosferine sığınmaktan başka bir şey kalmıyor.
Trabzonspor da o etkiyle sahadaydı dün. Birçok futbolcu yine o etkiyle hiç olmadığı kadar konsantre ve sınırlarını zorlar nitelikteydi. İşin skora yansıyıp yansımayacağı, kırılma anlarında Bordo-Mavililer’in göstereceği reflekse kalmıştı. Pozisyon açısından pek açık vermeyen Ersun Yanal’ın öğrencilerinden Yusuf Erdoğan’ın acemiliği, sonrasındaki penaltı ve kırmızı kart kararları Trabzonspor’un tüm enerjisini de, konsantrasyonunu da aldı götürdü.
Sonrasını kestirmek güç değildi, formda bir Fenerbahçe’ya karşı. Kestirildiği gibi oldu, Trabzonspor koptukça koptu, Sarı-Lacivertliler, vites bile yükseltmeden farkı buldu.
Işık vermiyor...
Trabzonspor açısından dün gece ne gösterdi derseniz, aslına bakarsanız geride kalan haftalardan çok daha farklı bir şey göstermedi. Tamamen skordan bağımsız söylüyorum ki, bu kadro Bordo-Mavililer’in hayallerini gerçeğe dönüştürecek, yıllarca sabredilecek, üzerinde sistem değişikliği yapıldığında verim alınabilecek bir ışık vermiyor. Hatada ısrar etmemek, en kısa zamanda maliyetli olsa bile radikal kararlar almak, bu kadroyu canlanabilecek bir hale getirmek gerekiyor.
‘’Trabzon, Fener'i nasıl yenebilir?‘’
Bu sorunun teknik-taktik kısmına elbette Ersun Yanal bizden daha fazla kafa yoruyordur. O yüzden ben biraz Trabzon’da izlediğim, Trabzonspor-Fenerbahçe maçlarından bahsedeceğim.
Bir kere en az 1 gün öncesinden kentte Fenerbahçe ile saha içindeki değil, dışındaki rekabete yönelik atıflar, çözümsüz sorunlar, futbol dışı mevzular gündemin ilk sırasına yerleşiyor. İsterseniz sinerji diyelim, isterseniz enerji, o hava bir şekilde şehirden çıkıyor, önce Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri’ne, sonra da Avni Aker’e ulaşıyor.
Maçı maç olmaktan çıkaran, özellikle durumu daha iyi kavramış (!) futbolcuları geren bir atmosfer yani. Bu, rakibe faullerin alkışlandığı, gereksiz şovların taçlandırıldığı ortamın Trabzonspor’a bu tip maçlarda hiçbir pozitif sonuç sağlamadığını sanırım söylemeye gerek yok. Daha serbest, ‘sonuç ne olursa olsun topumuzu oynayalım’ havasına bürünecek bir Trabzonspor için bu atmosfer teknik-taktik çözümlemeden çok çok daha önemlidir.
Gençlik romantizmi!
Bu zamana kadar savunduğum fikirlerimi inkar edecek değilim...Tamamen öze dönüş, müthiş bir altyapı hamlesi, evlatlarla oynamak, saha sonuçları ne olursa olsun arkasında durmak gibi projeleri kesinlikle aşırı romantik buluyorum. Ancak bu, kesinlikle genç yıldız adaylarına kapıların kapanması, yabancılara bulunmaz Hint kumaşı muamelesi yapılması ve özellikle de hak eden gençlerin burnunun sürtülmesi anlamına gelmiyor. Önceki gece oynanan kupa maçı özelinde söylemiyorum ama Yusuf Yazıcı’yı, Abdülkadir’i görmek için acaba daha ne kadar yakınınızda olması gerekir!
Mehmet Ali Yılmaz...
Ve sonunda yeni stadın protokol açılışı yapıldı, adı konuldu. Emeği geçen herkese Türk sporu adına teşekkürler. Ancak açılış fotoğrafında ciddi eksikler vardı. Sadri Şener mesela... Olması, ikna edilmesi lazımdı. 1 kere konuşmak yetmediyse 2-3 kez aramak gerekirdi. Olsa güzel olmaz mıydı? Daha da vahimi Mehmet Ali Yılmaz ile ilgili yaşananlar... Evine davetiyenin kargoyla, bana, ona, buna geldiği gibi gelmesi. Aracı kurum deseniz de, bir yanlışlık olmuş deseniz de olmaz. Olmamalı.
Çünkü...
Kulübe kazandırdığı tesislerde adı yazan bir figürden fazlasıdır Mehmet Ali Yılmaz... Camia tarafından onursal başkanlık makamına oturtulmuş, ‘ağır başkanlar’ döneminde Trabzonspor’u her alanda en iyi şekilde temsil etmiş bir kimliktir Mehmet Ali Yılmaz. Bunun dışında memlekette federasyonun özerk hale gelmesi için bakanlığı döneminde radikal adımın kralını atmış bir siyasetçidir Mehmet Ali Yılmaz.
Muharrem Usta gibi iletişimi güçlü, protokol mevzularını iyi bilen bir başkanın dönemindeki stat açılışına Mehmet Ali Yılmaz’ın ‘kurye davetiyesi’ ile çağrılması neresinden bakarsanız bakın, en hafif tabirle yanlıştır.
Nasıl ki bu sıkıntılı günlerde ülke olarak renkleri, kişisel kaygı ve kavgaları bir kenara bırakıyorsak... Trabzonspor’u yönetenler de sıkıntılı günlerini aşmak için camianın tüm değerlerine, kırgınlık, kızgınlık ve her türlü hesabı bir kenara bırakarak sarılmalıdır. Mesele aslında Mehmet Ali Yılmaz meselesi değildir, kurumsallıktır. Başkanın da bu durumdan rahatsız olduğundan eminim. Çünkü o da bilir ki; bugün siz Onursal Başkan Mehmet Ali Yılmaz’a böyle davranırsanız yarın kim bu camiada başkan, hatta onursal başkan olmak ister ki!
Transferi kim yapıyor?
Sezon başında hem yönetim hem de teknik kadro ‘izleme-araştırma’ ekibini öve öve bitirememiş, Trabzonspor’da bir çığır açıldığının altı ısrarla çizilmişti.
Bu, yeni yönetimin bir metoduydu. Saygı duyulması, sonuçlarının beklenmesi gereken. Ancak biz gazetecilerden, taraftarlardan ve muhaliflerden önce yönetim bu scout işinde pes etti. 12 kişilik ekip 3’e indirildi. Hatta bu süreçte o çalışma metodunun hamisi olan yönetici Nevzat Aydın futbol ile ilişkisini kesti.
Yani özetle çok övülen bir yapılanma önce kendi içinde tokat yedi. Evet, bazı çok büyük beklentili oyuncular büyük hayal kırıklığı yaşattı ama doğru kabul edilen, üzerinde kafa yorulan bir yapılanmanın arkasında biraz daha durulmalıydı. En azından yarım dönem daha. Ve doğal olarak şimdi merak ediyoruz... Şu anda transferleri kim yapıyor?
Ersun hoca mı, yönetim mi, başkanın ‘kapıdan giremezler’ dediği menacerler mi?
‘’Yan yana ve dimdik duralım‘’
Beklentilerin üzerinde bir Trabzonspor izlediğimizi de, Başakşehir’in ise tam bir lider gibi oynadığını da anlatacak ne keyfimiz kaldı ne de heyecanımız.
Çünkü dün sabah da kahrolası bir saldırıyla uyandık. Terörle yaşamaya alışmamızı, alışan coğrafyalar gibi olmamazı bekleyenler daha çok bekler. Bu haysiyetsizliğe, alçaklığa ne alışmak ne de onunla yaşamak mümkün. Sayının pek bir önemi yok, 1 ile 10 arasında rakamlara göre üzülmek, olayın yaşandığı şehre göre tepki vermek de kalpsizlik. Ha İstanbul ha Kayseri ha İzmir ha Diyarbakır. Hepsi bizim çocuklarımız. Hainler belki hayata küsmemizi, evlerimize kapanmamızı, işi tamamen siyasileştirip buradan yeni bir çatışma ortamı yaratmamızı istiyorlar. İşte tam da bu noktada, o bıçak sırtında sağa sola yıkılmadan dimdik durmak zorundayız.
Evet, acımızı yaşamalıyız, evet ağlamalıyız, evet alçaklara partiler üstü bakmalıyız... Fakat bir yandan da hayata devam etmeliyiz. Bizim hayatımızın da en önemli parçalarından, her ayrımı bırakıp koştuğumuz ortak noktalardan biri de futbol statları olduğuna göre orada bir ve beraber durmaya devam etmeliyiz.
‘’Kazanma alışkanlığı‘’
Çok önemlidir. Sadece matematiksel olarak değil, psikolojik olarak çok kıymetlidir. Çünkü o zaman ne 1-0 öne geçtiğinizde skoru korumayı, ne de 0-0 giderken o anları tutmayı hedeflersiniz. Sürekli kazanmanın getirdiği özgüven çok şey demektir, futbolcu kardeşlerim ve hocalar benden daha iyi bilir.
Bu sezonki sıkıntıların en büyük sebebi belki de şu ana kadar bir kazanma alışkanlığı yakalanmaması. Hep bıçak sırtında oyunlar, skorlar... İlk kez 2’de 2 yapabilir Trabzonspor bugün. Geçmiş haftaları hatırlarsak zor mu, kolay değil tabii ki. Fakat bu sezon hangi maç kolay oldu ki!
Nevzat Aydın’ı kaldıramamak
Başından beri yerleşmedi insanların kafasında Nevzat Aydın figürü. Aslında Trabzon, Karadeniz ve Türk zekasının başarılı bir sonucuydu, 3-5 kişiyle başladıkları şirketi çok büyük rakamlara o satmıştı. Obama’dan en başarılı girişimci ödülü almıştı. Başarılıydı sahasında. Bu dönem çok ön planda oldu, futbola yoğunlaştı. Aslında bana kendisini Sadri Başkan (Şener) tanıştırmıştı. O zaman bu kadar aktif değildi. Beyin olarak önemli bir değer ama sevemedi bünye.
Belki her 2 tarafın da iletişim sıkıntıları oldu.
Belki sadece Trabzonspor değil, tüm ülke futbolu için erken ve bizde pek durmayacak işlere hamle yaptı.
Belki saha sonuçları da eylemle-söylemi birleştiremedi.
Ancak çok net bir gerçek var ki, hem beyin hem derin hem de ekonomik değerlerini çok çabuk harcıyor Trabzonspor. Ve kimse kusura bakmasın ama yarıştığı İstanbul takımları kadar da kredileri sonsuz değil!
10 Aralık’ta ne olur?
Başkan seçilmeyecek ama 10 Aralık ciddi şekilde bekleniyor Trabzonspor’da... Bence mali genel kurulda şunlar olur:
-İbrahim Hacıosmanoğlu büyük ihtimalle salonda olur ve Başkan Muharrem Usta’ya karşı çok sert bir konuşma yapar.
-Adı üzerinde ‘mali’ konular üzerine yine ya çok ‘romantik’ ya da Türkiye gerçekleriyle örtüşmeyen savlar ortaya konur.
-‘Kongre olsun da ne olursa olsun’ diyenler yine sıfır çözüm önerisiyle gelir müthiş fikirlerini sıralar.
-Yönetim kanadı mutlaka UEFA görüşmeleri ve anlaşmaları üzerinden bir açılım yapar.
-Ve tüm bunlar ve daha fazlasını yine bir Türkiye gerçeği olarak Adanaspor maçının skoru en derin şekilde etkiler.
Trabzon takımını sevmiyor mu!
Rakamlar her geçen sezon geriye gitmiş... 2010-2011’i bir kenara koyarsak Avni Aker ufak ufak terk edilmiş. Son ortalama vahim: 4 bini bile bulmuyor. Hep söylüyoruz ama bu rakamlar, bu ilgisizlik futbola aşık, takımıyla yaşayan bir kente, Trabzon’a yakışmıyor. Kimse topu sağa sola, ona buna atmasın.
Hacıosmanoğlu ve Hekimoğlu!
Herkes merak ediyor; Hacıosmanoğlu ve Hekimoğlu neden konuşmuyor! Her şey çok mu iyi! Yoksa çözüm önerileri mi yok!
Konuşmuyorlar çünkü;
-İkisi de üslupları farklı olsa da kongrenin seçtiği başkana, onun görev süresine, icra biçimine saygı duyuyor.
-İkisi de camia tarafından biraz da haksızlığa uğradıklarını düşünüp, ‘Bekleyelim görelim’ diyorlar.
-İkisi de öyle ya da böyle bir dönem hukukları olan Usta’ya karşı fütursuzca yürümek istemiyorlar.
-İkisi de kötü sonuçlarla bir başkanın ipinin çekilmesinin doğru olmadığını düşünüyorlar, aksini ‘ciddi fırsatçılık’ görüyorlar.
-Ve ikisinin de hem eleştirileri hem de çözüm önerileri var ama bana anlattıklarını Başkan Muharrem Usta’ya anlatırlar mı bilmem!
‘’Tek sorumlu Yanal değil‘’
İşin sportif başarısızlığını, sistemsizliği, sorunlara çözüm üretilemeyişnii, dolayısıyla 12 maçta 12 puan ve 7 golü Ersun Yanal’a fatura etmekten daha doğalı yok. Ancak önce Gümüşhane maçındaki tabloyu sonra da saha dışında yaşanan kafa karışıklığını da Yanal’a yıkmak biraz adaletsizlik olur. Gümüşhane maçı için bir taktik çözümlemeye, oyun içi hamlelere gerek mi var! Bu maçları, çıkar oyuncular alır. Hocanın maç sonu, “Her şey var ama top 3 direğin arasından geçmiyor” şeklindeki tespitinin sığlığı da hocanın kafa karışıklığının bir eseri olduğu kesin.
Mahalle baskısı...
Özetle hocanın, takımın kafası karışık, taraftarın sabrı yok. Yönetimsel tarafa gelince... Evet, belki de uzun zaman sonra ödemeler düzenli, gelecek planları masada ama... Futbol takımı yönetmek, yeni kadroyu yeri gelince ‘idare’ etmek yeri geldiğinde de ‘dizayn’ etmek için farklı meziyetler lazım. Kısa süre öncesine kadar ‘müthiş adım’ diye anlatılan scout ekibinin 4’te 3 çalışanını ‘mahalle baskısına’ daha fazla dayanamayıp kovmak, aynı baskının oranını düşürmek için ‘abilere’ sarılmak, eski hocalarla saklanmayan görüşmeler yapmak ve buna benzer işler işin sadece saha içinde sıkıntı olmadığının örnekleri. Düzelmez mi, elbette düzelir. Ama çözüm ne yine 6-7 panik atak transferi, ne her nabza şerbet, ne de günlük kararlardır. Aslında bunları herkesten iyi Başkan Muharrem Usta bilir ama belli ki o da bu kadarını öngörememiş.
‘’İzahı yok...‘’
12 hafta geçmiş, kamp ve sayısız idman yapmış, izlenerek alınmış oyuncuların şekillendirdiği bir kadronun bu görüntüsünün izahı yok. İzahı da mazereti de yok. Ne, “Yeni bir takımız” demek kurtarır ne de şanssızlık ve hakem hataları faturayı hafifletir. Evet, Gençlerbirliği derli toplu, hem usta hem de genç-yetenekli ayakları olan bir takım ama 60 dakika 10 kişi oynuyorsa ve Trabzonspor’dan daha net fırsatlar yakalayıp 3 puanı kaçırıyorsa, Bordo-Mavililer’in artık bir ciddi muhasebe yapma vakti gelmiştir, böyle giderse geçecektir.
Makasın ucu öyle açık ki
Castillo, Ekici ve Okay’sız maça başlayan Trabzonspor, tam 30 dakika boyunca tek bir ceza sahası etkinliği yapmadı, yapamadı. Bu da bize bir kez daha kulübedekilerle asların arasındaki makasın arasının açıklığını göstermeye yetti de arttı. Ha, diyeceksiniz ki ‘as’ dediğiniz takım ne yaptı ki, fatura şimdi oynayanlara çıkıyor, o da doğru. Fakat en azından ‘ideal’ diye sayılabilecek ve potansiyeli olan isimlere bağlanacak umutlardan söz edilebiliyordu. Ne zaman Gençler 10 kişi kaldı, Trabzon biraz uyandı. Uyandı ama uyandıktan sonra da uyku sersemi gibi ‘panik atak’ işler yaptı. Daha bitime 1 saatlik süre varken, uzatmanın son saniyesi gibi bindirmeler, birbirini ilk kez görmüş gibi etkinlikler... Devrede akılda kalacak, yürek hoplatacak net bir pozisyon yoktu desek kimse itiraz etmez.
Tek iyi Onur’un çırpınışları
İkinci devrede Trabzonspor’un rakibin dezavantajına olgun, sabırlı ve kararlı şekilde bir karşılık verememesi, Gençler’i kişi sayısı eksikliğine rağmen iştahlandırdı. 58’de Aydın’ın son çizgiden pasında Rantie’nin şutunda Onur, Fırtına’yı ipten aldı. Ama bu ilk kez olmayacaktı!
Güzel geldiler, atsınlar!
Oyun gümbür gümbür giderken kulübeden hiçbir ‘sakin olun’ telkini gelmemesi, bizim tespit ettiğimiz bir telkin olduysa da ona uyulmaması, yani neresinden tutarsanız elinizde kalması, günün Trabzonspor adına ne şekilde sonuçlanacağının işaretleriydi. Ersun Yanal, oyuncu hamlesi adına ilk adımı Muhammet ile attı ama en ufak bir değişiklik yaşanmadı. Hatta Gençler daha da bastırdı, Serdar’ın şutunda top direkten döndü, dakika 68’di. Ve 2 uzatma dakikası... 91’de tüm savunma adeta, “Adamlar güzel geldi, hakkı goldür” diye seyrederken Ahmet Çalık’ın karşı karşıya pozisyonunda Onur bir kez daha devredeydi. 1 dakika sonra Muric ile hava topu fırsatı yakalayan Gençler yine 3 puanı ıskaladı. Tüm yaşananlardan ders almayan Yanal, günün 2. değişikliğini Mustafa Yumlu’yu oyuna alarak gerçekleştirdi. Bu belki de birçok şeyin özetiydi!