‘’Külliyen mafiş...‘’
Millilerimiz ilk yarı öyle bir futbol oynadı ki, Servet dışında tamamı külliyen mafiş, ama maç sonu da Çekler mafiş. Düşünebilir misiniz, ilk şutumuz Tuncay tarafından atıldığında 17. dakikaya gelinmiş, bu arada Koller’de hemen her pozisyonda bizi irkiltmişti. Oynadığımız futbolun modeli sanki ‘Langırt’ın’ azıcık daha hareketli ve çimde oynanan çeşidi.
Risk almaya niyetli hiç kimse görülemiyor ve Çekler oyunu gönüllerince yönlendiriyor. ‘Langırt’ sistemine en fazla uyum sağlayan da Balta! Bırakın ters kademeyi, düz kademeye girmeyi becerse razıyız. Bazen düşünmedim değil, temposuzluk uygulamalarıyla rakibi çıldırtmak, belki de sahadan kaçırtmak niyetinde miyiz? Ama kaçmadılar ve bunu Koller’in golüyle belli ettiler: 0-1. Sonra Plasil’le 2.’si geldi: 0-2. Nasıl?.. Servet yine Koller’le uğraşıyor, Hamit mi? Bastıramıyor ve Plasil, Volkan’a rağmen filelerimizi buluyor. Niye rağmen? Çünkü, iki vuruşa da elledi ama çelemedi, yedi yani!.. Terim baktı ki, olmadı, Sabri ve Kazım Kazım’ı, sonra da Aşık’ı aldı. Daha bir hareketlendik ve vaziyeti 1-2’ye Arda’yla getirdik. Risk alabilen oyuncu sayısının artması ‘Bu iş iyiye gider mi?’ diye düşünmemizi, ümitlenmemizi sağladı. Servet dokunabilse... Dokunamadı. Allaaaah Cech de dokunamadı... Amman Yarabbim!!! Nihat ve 2-2. Yine Nihaaaaat ve 3-2. Sonra Volkan’ın ‘Risk öyle değil, böyle olur’ diyerek, kırmızıdan gidişi ve iki tarafın da cehennem azabı çekişi... Bitti ve Avusturya’dayız şimdi.
Yüce Yaradan, Türk Milleti’ni seviyor, bu galibiyetin başka tarifi yok.
Fatih Terim, arayışlarına son verir ve doğru kadroyu maçın başında bulursa, bu çocuklar Ay- Yıldızımız’ı daha da ileriye taşır. Bu arada 2 gol atmasına karşın Nihat ve elbette Tuncay oyunun tamamında performans örneklemeli, Hamit de son periyottaki başarısını 90 dakikanın tamamına iletmeli.
‘’Veleddalin Amin!‘’
İsviçre maçında golü yediğimizde ‘Veleddalin Amin’ olduk galiba diye düşündüm. Yıllar süren takım oluşturma(!) çabaları yine hüsranla sonlanacak ve kalan günleri turist olarak tamamlayacaktık. Sportif başarı önemli, ama işin ekonomik yanı da var. Tüm sektörlerin yaşayacağı zarar ve TFF’nin kazanacağı sponsor gelirlerinin minumuma inmesi, elenmek kadar üzüntü verici. Şimdi umutluyuz ve Cenevre’de başımız dik gezebiliyoruz. İsviçreli küstahlar mı? Kayıp.
Futbol ne denli önemli bir etkinlik. Cazibesi de inanılmaz ölçüde çekiyor. Lyon’dayız bugün. Aydın Milletvekili Fatih Atay, Dr. Eralp Atay ve Ali Güral. Şampiyonluklara abone bir kenti görmeye geldik. Ama sadece biz değil, kalabalık sayıda dost da Lyon’a gelmiş. Amaç hep aynı, şampiyonluklara egemen bir kenti görmek.
Bozuk plak gibi takıldım, ama İsviçreliler bir avuç insanımızdan üç yıldız üretip milli takımında yararlanıyor. Biz binlerce futbolcumuzdan bir doğru 11 çıkaramıyoruz. Hemen aklıma gelenler Mehmet Topuz, Kayserispor’lu Aydın, Fatih Tekke, Mehmet Yıldız, Abdurrahman, Ümit Karan, Yıldıray, Halil Altıntop, Hakan Şükür... Şu kadroya birkaç isim daha ekleyebilir ve Portekiz’e duman attırıp, İsviçre’yi dalgamızı geçe geçe yenerdik. İddia ediyorum.
Peki sıkıntı nerede? Fatih Terim’in Polat’ın kulvarında gitmesi ve Başkan’a yol vermesi! Hakan’ı yeme uğruna, santrforsuz oynama hülyasına kendini öylesine kaptırdı ki... Şükür yüzünden Halil Altıntop, hatta Semih Şentürk’ü dahi yedi. Semih nasıl olur da son maç ilk 11 oynamaz. İnsanların hesapları ve egoları adına yanlış yapmaları ve bunu tüm ülke insanına üzüntü olarak yansıtmaları ve üzerine de alkışlanmalarını, akıl alır mı? Patlayan(!) forvetler ve ‘Saray Cücesi’ ebadı hamilleriyle, devlerle boğuşacak ve rakip stoperden acemi golü yiyeceksin. Kim takip edecekti Pepe’yi, Nihat mı?
Terim Çek’lerle çok oynadı ve genelde çarpıldı. ‘Veleddalin Amin’ dememek için geçmiş hatalarını ve geçmiş Çek hüsranlarını iyi analiz etmek, egolarına da Türkiye’yi esir etmemek zorunda. Mehmet Topal ve Semih Şentürk olmazsa olmaz şart. Aurelio ancak Topal’la sağlam oynadı ve iş yaptı. Bu takım bu halde bile yol alabilir de... İnşallah kendi güçlerimizin(!) sakatına gelmeyiz yine!
‘’Çıldırmış!‘’
Günün mesajı Kemal Zorlu’dan geldi. Henüz golü yemeden, gelen tek kelimelik çok şey anlatan isyan... ‘Çıldırmış!’ Türkiye’nin yaşadığı dramı, bundan daha güzel anlatabilecek ne var? Böylesi hazırlıksız, böylesi vurdumduymaz ve egosundan başkasını takmaz yapıdan, çıkacak ürün işte bu... Savunma anlayışı olmayan, orta alanı yolgeçen hanı olan ve santrafor yerinde o işle hiç alakası bulunmayanların bulunduğu ‘Bir garip Orhan Veli’ değil, Fatih Terim seçimleri...
İsviçre sınırlı yetenekli ve bir lokma nüfuslu futbol ortamında bulunan 5 Türk’ten 3 milli çıkarmış, bizimki binlerce arasından 11 tane yazmış ama beyhude! Nihat’tan santrfor değil, dert üretirsiniz. Tümer ve Balta’nın savunma anlayışlarından da öyle. Türkiye’de kalan, Almanya’ya gönderilenlerin günahı ne? Adı ‘Top hırsızına’ çıkan Topal’ı görmezsen, topu her pozisyonda kalende görürsün. Öyle de oldu zaten. Futbolda çok boşvermişlik görmüş ama böylesini görmemiştim.
Yağmurla beraber patinaj yapmaya başlayan Milliler, ilk virajda devrildi! İsviçre’nin Yakın’ı ve 1-0.
İkinci yarı Semih var, Topal var; herşeye rağmen ümidimiz de var. Ama bu rakibi yenememek için çok şey(!) yapan Terim de var! Aurelio’da devrede şimdi. Ve Semiiiiih! Bu çocuğu anası gol atsın diye doğurmuş da, uyanan az! 1-1 oldu. Akordu bozuk sazıyla sahne alan müzisyenin, konser biterken ayar çekme çabası!..
Arda’nın muhteşem golü ise, galibiyeti getirdi 1-2. 3 puan şahane de, Terim yanlışlarını örtmeye yetmez. Bu böyle biline.
‘’Ne oldu?‘’
Portekiz müsabakası sonrası yapılan yorumları şaşkınlıkla izliyorum? Ne oldu? Elbette umutlarımız vardı, ama futbolun da gerçekleri vardı. Terim’in dört dörtlük bir eyyam kadrosu seçtiğini, henüz turnuva başlamadan yazarken, bir kısım arkadaşın da ‘devrimdir bu’ tanımlamalarını dehşetle okuyordum. Yıldıray ve Halil de tuzu-biberidir, Hoca eylemlerinin.
Şöyle bir akıl yürütelim mi? Mesela Mevlüt ve Kazım... Şampiyona başlamadan az önce, Köfteci İsmail’de on defa aynı masada yemek yeseler, birbirlerini tanımazlar. Mesela yan masada da Tuncay olsa ve “Abi ben Milli Takım’da seninle yan yana oynayacağım” dese Mevlüt... Mekan sahibi Cem, ulusal değerimizi rahatsız ediyor, üstelik de dalga geçiyor diye, Mevlüt’ü döver. Kazım mı? Onu da yabancı turisttir diye belki affeder!
İşte böyle bir yapıdan Terim en önemli sınavın forvetini oluşturuyor ve Nihat’tan da santrfor üretiyor! Bu iş bu denli hafif midir? Tıp veya Hukuk Fakültesi’ni birincilikle bitirenler dahi iki sene staja tabi tutuluyor ve deneyim kazanmaları bekleniyor. Onları dava veya ameliyata sokmayan bilim adamları aptal mı? Ama biliyorlar ki, deha düzeyi hamili olunsa da, staj şart, deneyim mecburiyet arkadaş. Oysa hoca en ağır operasyona bu çocukları güp diye attı ve dört bilinmezli forvetle başarı aradı. Elbette bulamadı.
Hasta komaya girmeden önce yazdıklarımı, şimdi dile getirenler abesle iştigal etmekte ve boşa konuşmaktadır. Geç oldu!
Herşey bitti mi peki? Asla... Tüm arıza ve seçim defolarına, kafayı taktığını imha tutkusuna karşın şu İsviçre maçında Terim’in ‘Şazem’ demesini bekleme hakkı yok mu Türk milletinin? Hocanın da inadından vazgeçmesi mümkün olamaz mı? Olmalı. Mevcut isimlerden İsviçre ve Çek engellerini aşabilecek doğru 11 üretilebilir. Arda, Sabri, Topal doğru yerde oynatılmalı ve Müller’in yeni versiyonu Semih mutlaka değerlendirilmeli. Nihat ancak böyle birinin yanında işe yarar. Emre Güngör’ü tarihi fırsat bekliyor. Galatasaray formasıyla yakaladığı performansı Ay-Yıldız’la örnekleyebilir.
Terim 8 yıldır ısrar ettiği akıl almaz yanlışlar serisine bir yenisini ekleme tutkusunu yenmeli ve ‘takım yaratan mucit’ hevesini de törpülemeli. Başka çare yok... Onun için çare çok da... Umutla İsviçre’den iyi haberler bekleyen saf ve bakir futbolsever Türk vatandaşları için yok!
Havalı 302 değil, doğru takım yapılsın yeter.
‘’Havalı Apollo!‘’
Gençliğimizde Magirus otobüsler vardı. Hemen hepsinde de şu yazı; ‘Havalı Apollo’. Adapazar’lı şoförler de karşıt slogan üretmiş ve araçlarına yazmıştı: ‘Hedefimiz havalı 302’... Evet dün gecenin Magirus’u havalı Portekiz karşısında, hedefi aynı standartı yakalamak olan Türkiye...
Daha turnuva başlamadan kendini şampiyon ilan edenler ve ne yapacağı merakla beklenenler. Portekiz daha hazır ve koordine. Hem hücum hem de savunmada. Biraz şans, azıcık talih ve bir miktar kısmetle idare ediyoruz. Pepe’nin ofsaytan da olsa attığı bir gol mesela. Sonra direk dibinden dışarı giden kafası... Ronaldo’nun direkten dönen yoklaması. Deco’ya Gökhan’ın son anda vurdurmaması... Hücumda Tuncay ve Nihat’ın topu paylaşamaması ve Mevlüt’ün ustalık dönemi için gün sayması. Bu işler, yüreklerin ağızda maç izlenmesi nedeni oluyor ve ileride topu tutmakta mümkün olmuyor.
Balta heyecanlı, Servet, Portekizlilere su vermemeye kararlı. Scolari hep aynı dümenin peşinde! İyi korner kullanamadığımızı biliyor ve iki adamını kenara, birini göbeğimize salıyor. Ricardo hemen kenara çıkarıyor ve mutlaka terse döndürülen top, savunma dengemizi sallıyor. Bu uygulamaya önlem alamadık ve onca hücum yememize karşın devreyi 0-0 bitirdik. İyi yani!
Şimdi Sabri, Zan’ın da önce sakarlığı, sonra sakatlığı ve Aşık var. Hücumda çoğalamayıp, savunmada bocalamaya devam ediyor ‘Lahavle’ çekiyoruz. Pepe ‘Rabbiyesir’ dedirtti: 0-1. Son anda 0-2 ve game over (oyun bitti), Ya Rabbim sabır!
‘’İtalya gerçekleri‘’
Hakan Şükür Torino’ya yerleşti. Torino Başkanı da mutlu. “Avrupa’nın en önemli futbolcularından birini aldım. Rizitelli, Abadi Pele gibi yıldızlarım var. İki üç sene içinde Torino tekrar eski günlerine dönecek” diye keyifle anlatıyor.
O dönem FANATİK’te değilim. Galatasaray karşılaşmalarına kendi olanaklarımla gidiyorum. Kulüple kafileye katılanlar yüzde 50 indirimden istifade etmekte. Trabzonspor deplasmanı için Florya’yı aradım, sekreter “Oğuz bey, uçakta yer yok” dedi.
Cumartesi sabahı Adapazarı’na gittim ve köftelerimizi yedikten sonra Sermet Şükür’ün iş yerine geçtik. Telefonum çaldı, sekreter hanım, “Oğuz bey; Sayın Yalman Amerika seyahatinden dönemiyor. Uçakta 1 kişilik yer açıldı, akşam 19.00’da Yeşilköy’e bekliyoruz” dedi. “Tamam gelirim” cevabını verdim. Ve Sermet Şükür’e, “Bu işte bir dümen var ama ne?” dedim. Sinirlendi ve “Ulan koskoca Galatasaray Kulübü seni çağırıyor, sen ‘Dümen var’ diyorsun” dedi ve söylendi durdu... “Abi sen bunları tanımıyorsun! Bunların işi yok da beni mi çağıracak? Ne duayenleri çiğneyip geçiyorlar da umurları olmuyor” dedim.
Akşam 19.00’da havalimanındayım. Uçağa alındık 1 A Adnan I, 1 B ben ve 1 C Adnan II. Yanda da Souness ve ekibi. Havadan sudan konuşurken geçti yolculuk. Trabzon’a indik ve apronda yürürken Polat koluma girdi, “Oğuz; Allah, sen, ben ve Hakan aramızda kalacak. Golcüyü ara ve geri getireceğimizi söyle. Fenerbahçe maçına yetiştireceğiz” dedi. “Yahu zorla verdirdiniz, şimdi de geri getirelim diyorsun. Bıraksana, adam ancak alıştı, iyi oynamaya da başladı. Zaten Calleri de vermez, çok memnun” dedim, “Ben altyapıyı hazırladım, Calleri’yi ikna ettim. Galatasaray iyi gitmiyor, mutlaka dönmesi lazım” cevabını verdi. “Tamam” dedim ve Hakan’ı aradım, “Allah, sen, ben ve Adnan aramızda kalacak, seni geri getirmek istiyor.” “Abi zorla imza attırdın, şimdi de gel diyorsun?” “Ben demiyorum, Polat diyor, takım yürümüyormuş.” Az sonra telefonum çaldı, Sermet Şükür, “Yahu ne yapıyorsun, çocuğun dengesini anca düzelttik.” “Sen konuşma! Bir dümen var dediğimde, konuşuyordun!”
Altlar oyuldu, pazarlıklar yapıldı ve Şükür At1kin2son3’lük maça yetiştirildi! Hayatında hak etmediği tezahüratları işitti. Bir gün dahi Adnan Polat “Bu çocuğa vurmayın, götüren de benim, getiren de, tek suçu Galatasaray’ı çok sevmesi” demedi. Diyemedi.
Kaptan gemiyi artık terk etti!
Galatasaray’la yolları ayrılan ve Başkan Adnan Polat’ın, 5 yıllık akademi görevi teklifini kabul etmeyeceğini açıklayan Hakan Şükür, Florya’daki odasında bulunan tüm eşyaları toplattı. Kral’ın son olarak Daum’un çalıştırdığı Köln takımından transfer teklifi aldığı belirtilmiş, tecrübeli futbolcu kararını kızı Zeynep’in isteğine göre vereceğini deklare etmişti.
‘’Bırakıp gitmişti...‘’
FANATİK, “Söz 12. Adam’da” deyince, gelen binlerce mail arasında biri, dikkatimi çekti. Kemal Ökten, “Hakan Şükür, Galatasaray’da her parladığı dönemde, çok sevdiği (!) yuvasını 2 kere bırakıp gitti ki, kulübe hiçbir avantaj sağlamadan yaptı bunu” demiş. Nereden biliyor, kim söylemiş bilemem, ama yaşayıp bildiklerimi söylemeden de edemem.
Şükür Galatasaray’dan hiçbir zaman kendi arzusuyla ayrılmadı. Zorla kopartıldı. Adnan Polat’ın misyonu da, Galatasaray’ı abad etmek değil de, Şükür’ü her fırsatta göndermek sanki. Torino meselesini özetle bir paylaşalım... Sıra ötekilere de gelir. Alp Yalman yönetimi Hakan’ı tam para ettiği dönemde satmak istedi ve bu işe Polat’ı memur etti.
Yer Florya tesisleri, Polat, Şükür’e sözleşme imzalatıyor ve sporcu ‘Galiba beni yurt dışından isteyen varmış’ diyor. Adnan I’in cevabı ‘Öyle bir şey yok, merak etme.’ İki gün sonra mekan Polat Otel. Calleri ve Karatmanlı, Torino adına gelmişler. Şükür görüşmeye gelmek istemiyor ama Polat ‘Koskoca kulüp başkanı gelmiş, benim de haberim yoktu. Nezaketen gel görüş’ diyor. Sonra Şükür’e bir de protokol imzalatılıyor. Bazı maddeler içeren. Polat ‘Bu sadece bir hatır kağıdı, resmi geçerliliği yok, adam eli boş dönüp mahcup olmasın, zaten noter de yok’ deyince, çocuk imzayı atıyor.
Gece Şükür’ün evindeyiz... Sermet Şükür, Turan Sarıgülle ve ben. Sermet Şükür ‘Polat laf olsun diye bir kağıda imza attırdı ama geçerliliği yok’ diyor. Alıp okuyorum ve Şükür’lere ‘Torino hayırlı olsun’ diyorum. Çünkü 12. sıradaki ibare şu ‘Bu protokol İtalyan Futbol Federasyonu kurallarına göre geçerlilik kazanır.’ Yani? Orada anlı şanlı noter törenleri yok. İmzayı nereye atarsan at, ibraz edildiği an lisansın çıkar.
Torino’dayız. Şükür oyuna getirildiği için isyanlarda ve ‘Burada kalmam’ diyor. Başkan Calleri’nin odasında Polat kulağıma ‘Amman Oğuz şunu ikna et. Para Galatasaray hesabına Beyoğlu’nda bir banka şubesine çoktan gönderildi ve kullanıldı bile. İmzalamazsa rezil olacağız.’ Pencereden dışarıyı seyreden Hakan’a ‘Şu lanet imzayı at, yoksa babanın cenazesini götüreceğiz, baskıdan ne hale geldi görmüyor musun?’ dedim. Ve çaresizce ‘Tamam abi’ dedi. İmzaladı.
Geri döndürülüşü de apayrı bir senaryodur. Onu ve diğer olan biteni de paylaşacağız. Bu günlük bu kadar.
‘’Yanlış hesap...‘’
Galatasaray Milenyum’la, yanlış hesap devrine de girdi. Avrupa zirvesini yakalayan kulübü bu hale getirebilmek için büyük yetenek (!) gerekirdi. Becerdiler! Bu işleyişi anlamak mümkün mü? Ama ortada bir gerçek var ki, örtbas etmek mümkün değil. Galatasaray’da başarılara imza atan emekçinin icraatı karşılıksız bırakılmaz! Mutlaka cezalandırılır, ille de gönderilir. Kadroyu darmadağın etmekle tatmin olunmaz, kasa da tamtakır kuru bakır edilir. Galatasaray en fazla ekonomik güce sahip olması gereken dönemde, ne hale getirildi? Kimi vefa yoksunları, ‘Hizmet ettiler ama karşılığını da aldılar’ diyor. Bu cümle, arkadaşların sadece vefa değil, akıl düzeyinde de arıza olduğunu örnekliyor. Kulüp bu insanların ücretleri yüzünden mi, yoksa akılsızlık destanı olabilecek harcamalar ve faiz batağı nedeniyle mi battı?
Ödüllendirilenleri (!) hatırlayalım mı? Efsane Kaptan Bülent Korkmaz, Tugay, Emre Bölezoğlu, Arif Erdem, Fatih Akyel, Okan Buruk, Hakan Ünsal, Emre Aşık, Capone, Ergün Penbe, Suat Kaya, Hagi. Başka? Sessiz sedasız veda eden, büyük Galatasaraylı Ali Yavaş. Aslan gibi istifa etti, asla polemiğe girmedi. Adnan I ve Adnan II de ‘tık’ demedi. Namuslu, adam gibi adama uygulanan bezdirme politikası hangi kitapta yazar? Doğru konuşunca, Zafer Koç gönderildi. Şimdi de Şükür, Şaş, genç Sabri, genç Mehmet bitirilmeye uğraşılıyor. Belli ki başarılıyor! Mustafa Turgun da, kesik listesine alınanlar arasında...
Bunca kurban içinde adını unuttuğum varsa, özür dilerim. Her fırsatta Canaydın’a sallayan Süren ve Cansun’un icraatları (!) roman olur, roman! Darmadağın edilen tarihi kadro, Jardel’den, Denizli ve Samsun’a uzayan yol. Roma’da Moratti’yle yapılan süper (!) pazarlık sonucu sokağa atılan 8 milyon Dolar. Mukavvaya kaptırılan, 12 milyon Dolar. Cayman adalarında atılan turlar. Canaydın’ın kabahati mi? Arkadaşlarına inanması. Terim’e de inanmıştı. Yandı.
Adnan I sadakatle Süren ve Cansun’un izinde gidiyor ama Carrusca, Barusso, Lincoln ve daha nice dış transfer buram buram kokuyor. Şükür, Şaş ve Buruk’un kokuyu giderme çabaları da, matluba muvafık sayılmıyor. Kokudan hoşlanıyorlar belki!