‘’Uçuuuur uçurabildiğince!‘’
‘Uyan Türkiye!’ kandırılıyorsun. Her platformda üstelik.
Diplomatlarımız haince şehit edilirken, neredeydi bu aydınlar?
Bunlar aydınsa eğer, Rabbim karanlık kullarından eylesin beni.
Uyan Türkiye!
Yastık altı seçmenler çıktı! Sıra yastık altı parada...
Kurtuluruz belki!
Futbolda da uyutuluyorsun Türkiye!
İzlediğin çağdaş değil, arabesk modeli...
Yastık altı olanı...
Uluslararası platformda, işe yaramayanı.
Bir düşün! Ukraynalı, ikisini birden nasıl çarptı?
Milyon dolarlar, keşkek kıvamındaki yabancılara...
Futbol tiyatrosu rezilliği mi? Hakemlere fatura!
O berbat transferleri, taktikleri hakemler mi üretti?
Uyan Türkiye! Düşün Türkiye!
Trilyon kazanan kulüpler neden borç batağında?
Bir kısım menacer mi? Taze trilyoner katında!
Kulüpler, kazığın daniskasını yerken...
Bonfile kimlerin masasında?
Hakem yorumcusu, kavgadan mı nemalanıyor?
Biri ‘ak’, öteki ‘kara’ diyerek, ne paylaşıyor?
Yastık altı düdükleri!
90 dakika sonucunu bekliyor...
Dömivoleyi çatala takıyor!
Demirören’e sormak lazım...
Transferi yapan Sarvan’ın anası mı?
Bir vagon teknik adamı getiren de babası mı?
Bunca kalp yabancıyı, yastık altından kim çıkardı?
Öğrenmek lazım...
Uyan Türkiye! Düşün Türkiye!
Amatör yese ayıp sayılacak golleri, iki dev yemiş...
Ve bu ürüne nameler düzenlenmiş...
Adı da ‘derbi’ konmuş...
Hem yazık...
Hem de yere göğe koyulamayan bir kazık!
Uçuuuur, uçurabildiğince.
‘’Tulumba!‘’
Mustafa Denizli’nin baklavasını bilmem ama, rahmetli büyükbabam mükemmel tulumba tatlısı yapardı. Nar gibi kızarmış, dışı sertçe ama diş attığın anda, damaktan başlayıp adeta tüm bünyeye yayılan rayiha. Bu oyun da ‘tulumba tatlısı’ gibi galiba! Her iki rakibe baktığında sert zannediyor, yedikleri gollere bakınca da ‘bu ne yumuşaklık?’ diyorsun. Azıcık baskıda ‘çıtır-çıtır’ dağıldı iki taraf da! Tat veren de, sözde goller oldu!
Tabelaya bakan, mükemmel bir oyun sahnelendiğini zanneder. Ama öyle değil işin aslı. Skibbe 3-5-2 anlayışıyla maçı önceden, belki mükemmel oynadı. O hayal sahaya yansıdı mı? Hayır. Solda Arda elinden geleni yapıyor, iki de mutlak Beşiktaş pozisyonunu önlüyor. Ya Barış’ın orası? Aksadı. Göbekte oynayan Servet ve Meira ‘orada kim vardı?’ diye, neredeyse kulübeye soracaktı! İyi ki Denizli sol öne bir çabuk adam sokmadı. Üzülmez de sanırım arandı.
Kaleci sektirmesinden, savunmacı orta alan gafletine, acemiliklerden türeyen gol ve penaltılara bakarak, bu müsabakayı yere göğe koyamayanlar da bulunabilir. ‘Bakış açısı bu!’ herkese göre değişir. Ama şu bir gerçektir ki; bu kalibrede ekiplerin, böylesi goller yemesi tek kelimeyle ayıptır. Sahadaki iki büyüğün akıl almaz savunma defoları ve kaleleri dolduran topları... Hepsi bu. Galip sevinecek, yenik hakeme ateş püskürecek ve devran dönecek...
Sanırım hiç kimse de ikisinin birden Ukraynalı’ya neden yenildiğini hiç düşünmeyecek! Dün gece izlenen savunma anlayışı ve karşılıklı hatalar, bizim kısır iç çekişmelerde kendi kendimizi nasıl kandırdığımızın resmidir. Dikkatle irdelenmelidir.
Tulumba tatlısından farksızdı, dün gecenin derbisi!
‘’Yüzde 51 ve yüzde 51!‘’
Mustafa Denizli şık bir deyim kazandırmıştı: ‘Yüzde 51 şanslıyız.’ Beşiktaş’ın Denizli deyimiyle şansı bu. Bana göre de Galatasaray’ın şansı yüzde 51... Ne etti? Yüzde 102! Matematik mantığına uymayan bir sonuç yani... Derbilerin güzelliği nerede? Mantığa sığmayan sonuçlarla bitmesinde.
“Denizli 3 savunmalı, 5 ortalı, önünde 1+1 sistemle oynayacak, yorumcular ‘kim nerede?’ diye şaşıracak ama Rüştü’nün uzun toplarını Nobre kaparsa, skoru yazacak” da diyebilirim.
“Skibbe hücum zenginliği olan, ama savunma derinliği bulunmayan ekibinde, Topal ve Balta’yla önlem alacak, araya da Barış’ı katacak, galibiyet alacak” da diyebilirim. Veya boşluğa doğru bakar, “Gol olmayacak, berabere kalınacak” şeklinde derin bir yorum yapabilirim.
Futbol çok çene mamulü üretebilen bir zenginlik yani... Futbol yorumcuları hafta boyunca konuştu ve zaten cüzi miktarda kalan aklımı iyice karıştırdı... Nerede mi aklım? Sakarya’da. Dip yaptık ya!
Dr. Kubilay’ın yorumu dikkatimi çekti. Aslında ‘bilgisayar uzmanı futbol konuşanları’ modeli, bilgileri cımbızlamak ve kendi üretimin gibi pazarlamak da vardı... Ama emeğe haksızlık olurdu. Teşekkürler Kubilay, kafamızı toplamaya vesile oldun.
Ne demiş Doktor?
“Meira neden geldi anlaşılmıştır. Galatasaray’ın az gol yemeye başlamasının nedeni, iki sağlam ön libero geldiği içindir.”
Ben Meira’ya demek ki boşu boşuna sallamışım.
“Deplasmanda sürpriz golcüler çıkacak.” Haklı... Çıkmadı mı?
“Tek santrfor ve arkası Sabri, Arda, Lincoln üçlüsü olacak.” Yine haklı... Sabri değil de, Kewell vardı.
“Sağlamcı ön liberolara çok güvenir.” Evvvet... Topal başladı, Barış katıldı. Ayhan zaten vardı.
“İnandığı futbolcularla oynamayı çok sever.” Zaten kanıtlandı. Hele hele sakatlıklar da olmasaydı.
“Galatasaray’da çok miktarda sporcunun gol atması kimseyi şaşırtmamalıdır.” Doğru, tek maçtan fazlasını oynayan 19 futbolcunun 9’u gol attı.
Ben ne demiştim? Dört kadını idare eden, bırakın Galatasaray’ı, memleketi bile idare eder.
Farazi o fenni yoldan gitmiş olsak da, sonuçta doktorla buluşmuşuz. Mutluyum.
‘’Bayram ziyareti!‘’
Tanık olmuşsunuzdur. Bayram ziyaretine gelen kimi misafir çocukları, adeta usluluk numunesi misali, koltuklara çivili gibidir. Usul usul otururlarken, bakarsınız fincan kırık, sehpa yamuk, perde kopuk! Nasıl olmuş? Ermez akıl!
Galatasaray’da öyleydi, dün gece. Aybaba servis(!) peşindeyken, anlayamadı misafirin yediği haltları!
Görünürde konuk yerli yerinde, kendi halinde. Ev sahibi de kontrolu kendinde zannediyor. Aslında herkes ‘bu ne uslu misafir?’ dahi diyor. İlk ikram da Meira’dan! Servise yardım etti, Burhan eşelenmedi ‘çıt’ attı: 1-0.
İşte ne olduysa oldu ve o andan itibaren ev darmadağın oldu!
Haşarılığı aşmış, taşmış konuğunuz varsa, durgun görünüşe aldanmayıp; tedbiri elden bırakmayacaksınız. Bu hatayı yaptı Gençlerbirliği. Zafiyeti ‘gençliklerine’ ve ‘büyükbabanın’ hastanede olmasına yoralım. Geçmiş olsun İlhan abi.
Evet numune-i yaramaz Arda, Baros, Nonda ve elbette Lincoln ‘ayakta uyuyup otel parası vermeyen’ savunma göbeği maliklerini delik deşik etti. Önceki gibi! Birbirinin aynı Brezilya dizisi ‘6 dakikalık aşk ve de meşk’.
Topal ve Güven mükemmeldi. Güven hele, (huyu benzemesin) İnter’li Zampata sanki kerata. Ne toplar attı aralara. Bravo. Lincoln sustu sustu, bir başladı... Allah devamını nasibetsin, sahaların Pavarotti’si gibi. Böylesi futbol sesi.
Yahu Baros! Mayıs kuzusu saflık be bakirliğinde, halis çocuk Halis’e nasıl kıyacaktın? Recep’e uzanan ayağını iyi ki yemedi. Zehirlenecekti! Sen de ayıba yeltendin Burhan. Yapmayın, hakemlere kıymayın!
İkinci yarı; kırıp döktüğünün farkındaki konukla, evini temizlemeye çalışan ev sahibi telaşı görünümünde geçti ve 1-3 bitti...
‘’El Classico EU‘’
Kadıköy’de yaşam biçimi haline gelen ‘El Classico’ serisine, Avrupa istikrarı da (!) eklenince, ne diyeceğiz? ‘El Classico EU’. Fenerbahçe, Edirne ötesi umutlarımızı yine yerle bir etti. Geçtiğimiz sezon patlamanın nedenlerini ben bile çözmüştüm, Fenerbahçeli dostlar çözememiş. Eskiye döndüler. Üzerine de milyonlarca Euro ziyan ederek.
Avrupa toprakları yaramıyor nedense! Olimpiyat Stadı’na gitmek isterken de, İkitelli civarında kaybolmuş ve zor yetişmişlerdi müsabakaya. Şimdi yolda kaybolmasalar da, sahada kayboluyor ve bizleri üzüyorlar. Oysa Kiev’den gelecek 3 puan sıralamada ülke standartlarımızı yükseltecek ve Ukrayna’yı geçecektik. Kaçtı fırsat.
UEFA finali Fenerbahçe-Galatasaray arasında oynansa, ‘El Classico’ mutlaka yine vizyona girecek ve kupa Kadıköy’de kalacaktı. ‘El Classico EU’ yaşanınca, olası büyük şans da kaçtı. Finale ulaşabilirse, Cim Bom’un ikinciyi de müzesine götürmesi, çok daha büyük bir olasılıktır artık. Allah derman versin.
Neyse fazla üzülmemek gerek. Futbolda çareler tükenmez. Şimdi sırada, Fenerbahçe’de memuriyete başlayıp, neredeyse emekliliği geldiği halde ‘Türkiye Kupası’ sevinci yaşayamayanlar var. O hedefe kilitlenirler ve emekli olanlara tazminat sevinciyle beraber, kupa ikramiyesi de yaşatırlar inşallah.
Bu arada Emre Belözoğlu’nun üzerine çok gidildiğini düşünüyorum. ‘Yine sakatmış...’ Fazla büyütmemek gerek. Sakatlık her futbolcunun kaderi. Sonra Denizlispor’a attığı gol yetmez mi? O 3 puan şampiyonluğu getirirse, Emre görevini fazlasıyla yapmış ve aldığını hak etmiş sayılır. Üstelik dünya evine girecek, kısa zaman sonra. Üzmemek, moralini bozmamak lazım.
İnsanlar şunu bilemiyor; fiziksel sakatlık geçer de, ruhsal deprem baki kalır. Genç sporcuların iç dinamiklerini bozmadan eleştiri yapacaksın. ‘Bir maç var, beş maç yok’ veya ‘neden milyonlarca dolar verildi?’ gibi manasız sorularla moral bozmayacaksın. Zihinsel gerilim adaleye yansır çünkü. Sonra ‘Galatasaraylı’ bilineni, ‘Fenerbahçeli’ yapmanın ederi az mı?
Öcal Uluç ağabeyim harika bir yazı yazmış. Düşündüm, ‘Demek ki boşuna Öcal Uluç olunmuyor.’ Skibbe konusundaki düşüncelerimiz, Öcal ağabeyimle pek örtüşmezdi. Olanları ve olabilecekleri, o denli güzel anlatmış ki Uluç... Elini öpmek lazım.
‘’Sağ olsunlar...‘’
Bu sütunlarda zaman zaman, Galatasaray taraftarını eleştirdim. İşimin gereği bu. Aslında yapım da bu. Aklımdan geçeni saklamaz, katılmadığım oluşumları mutlaka paylaşırım. Elbette benim fikirlerimi onaylayan veya reddedenler olacak. Bu tartışmalar sonucu doğru ortaya çıkacak.
Ankara’da, Ankaragücü-Fenerbahçe müsabakasını izlemiş ve MKE kurumu sporcuları adına çok üzülmüştüm. Kolay mı? Sahada alın terinizi, emeğinizi dökecek, ama saha dışı hesaplar nedeniyle yer ile yeksan edileceksiniz. Birilerinin hesap-kitap işleri ve dalaşmasından teknik adam ve futbolculara ne? Trilyonluk markalara karşı namusuyla mücadele eden sporculara, teknik adamlara reva görülen baskı hangi taraftarlık kitabında var?
Bu tür davranışların adı ‘taraftarlık’ değil, ‘rant kavgası’ olmalı. Tamam... Özal’ın ‘benim memurum işini bilir’ felsefesinin uzantısı olarak ‘benim taraftarım işini bilir’ modeline soyunmuş olabilirler. Olabilir de... 1910 tarihli bir kurum, şehitlerinin kemiklerinin sızlayacağı da bilmelidir. Tıpkı Aziz Atatürk döneminin namus şahikası memurlarının, 1980 sonrası ürünlerinin, ürünleri(!) nedeniyle kemiklerinin sızladığı gibi.
Beşiktaş tribünleri de sahaya indiği, hatta kulübün içine girdiği günden beri, camianın da iki yakası bir araya gelmedi. Ahmet ‘durmadı’, zaten duramazdı. Durmadı da, Süleyman Seba da durmadı. Sonra? O günden itibaren Beşiktaş camiasında yaşanan dengesizlik ve skandallar da durmadı!
Ankaraspor müsabakasında özellikle Delgado’ya yapılan ayıptır. Bir insanın başarılı olduğu günler gibi, başarısız olacağı günler de olabilir. Bizler hergün aynı performansı gösterebiliyor muyuz da, başkalarından bekliyoruz. Bu tür davranış modeli Beşiktaş’a çok zarar verdi. Daha da büyük zararlar nedeni olacak. Dost acı söyler, uyarıyorum.
Özellikle Özhan Canaydın döneminde bir kısım Galatasaray taraftarına, hiç katılmadığım günler oldu. Ama yine, aynı taraftara ‘sağ olsunlar’ demek zorunda olduğumu da biliyorum. Çünkü onlar sporcularını hiç hırpalamadı ve daima yanında oldu. Uçmuş, kaçmış zannedilen şampiyonluklar da, o muhteşem dayanışma sonucu geri geldi. Aksini iddia etmem mümkün mü?
Hesabı olan, faturayı sporcu ya da teknik kadro üzerinden kesmesin. Kendi bünyesinde halletsin. İyi olur.
‘’Hem aslan hem boğa‘’
Müsabakanın genç hakemi ‘hem aslan hem de boğa’ olunca, hakimiyeti eline aldı! ‘Cart’ diye iki karşılıklı sarı. Sonra?.. Futbolcular mum. Aslında Ayhan’a abartılı bir mumyalama... Bir de Santos’un Kewell’a, son adamken yaptığını yakalasa ya! Gözlüklü aslan ya da boğa hiç görmedim de, Suat bey kullansa, iyi mi olur acaba?
Ünal Karaman, süslü-püslü olmayan ama, caydırıcı gücü örnekleme gayretinde bir Ankaragücü oluşturmuş. Herkes işini yapıyor ve görülüyor ki; karşı taraf yıldız kere yıldızlarla bezeli olsa da, taviz vermemeye çabalıyor. Fakat yetmiyor. Savunma göbeğindeki ağırlık da fena halde sırıtıyor. Öndekiler yetişti, yetişti! Yetişemedi... Savunmaları delindi gitti.
Sanctis ‘motorbike’ pilotları kaskı taksa iyi olur. Dağılacak yoksa kafatası. Ege’nin çengele dönen ayağı, bir cinlik eseriydi sanki. Bir başka cinlik de Sanctis’in topa atlamak yerine, kaçması! ‘Emreciksin’i’, ‘eğileceksin’ diye anlamış olabilir mi? Neyse eğildi de, geçmişte Hakkı Gürüz’ün kaidesiyle attığı gol serisine bir yenisini eklemedi.
Galatasaray ne yaptı?.. Özellikle Barış, Topal ve Sanctis gerekenden fazlasını, diğer savunmacılar elinden geleni yaptı. ‘Forvet yattı’ diyemem de, uzun süre ‘Serkan’ı çalıştırıp, önce ısıttılar’. Sonra da bir kalkıştılar, bu ayazda Ankara’yı da Serkan’ı da yaktılar! Önce Baros, sonra Kewell ve iki dakikada 2 gol. Aydın ve Lincoln’le süslenen ve Baros’la noktalanan bir 3. gol var ki... Kurban eti kavurması üzerine, bayram baklavası.
Galatasaray arızalarının, Skibbe sakatlıklarından değil, futbolcu sakatlıklarından ortaya çıktığının belgelendiği bir geceydi.
Kurban Bayramınız mübarek olsun...
‘’Yaş yetmiş!‘’
Bir tekerleme vardır ‘Yaş yetmiş, iş bitmiş!’ Galatasaray’da da şu söylem gündeme girmeli ‘Dakika 70, Cim Bom’un pili bitmiş.’ Ankaraspor öyle, Metalist öyle, Hacettepe 9 kişi kaldı yine öyle ve Berlin’de de öyle. Tamam sonuç büyük başarı ama son bölümdeki eziyet gözden kaçırılmalı mı?
Takım savunmasıyla ilgili zafiyet giderilmeye çalışılıyor. Çalışılıyor da, bu kez dermansızlık sırıtıyor. Özellikle Arda, Kewell, Baros ve Lincoln’ün mutlaka güçlenmesi şart. 10 numara Berlin’de hele şükür iyi oynadı ya, heykelini dikecekler neredeyse. Brezilyalı bunu, hatta daha iyisini yapması için getirilmedi mi? 8 yaşına kadar hiç konuşmayan çocuk ‘Bana su verin’ deyince aile sevinçten delirmiş! Çocuk ‘Konuşmamı gerektiren bir şey yoktu ki’ demiş. Lincoln’ün de iyi oynamasını gerektiren bir müsabaka mı yoktu?
Rampayı görünce hararet yapıp, su kaynatanlardan biri de Portekizli. Zorlanınca ‘yatak saracağını’ bildiğinden midir, nedir? Gözü hep asfaltta! Meira acaba kimin zorlamasıyla oynatılıyor ve Skibbe katlanmak zorunda kalıyor? İşi bilen bir teknik adamın yapacağı seçim olamaz, olmamalı Meira. Doğruyu tespit için, ille de Servet mi konuşmak zorunda kalacak? Kırık kemikle oynayanın ve Balta’nın çilesine baksanız ya!
Berlin zaferine sevinelim, sevinelim de rüya görmeyelim. Sekman kırıp, piston kaynatınca da dövünmeyelim. Bu motor ne kadar zorlanırsa zorlansın, 70’ten sonra çekmiyor. ‘Horozun çok olduğu yerde, sabah olmazmış’ misali, belki Skibbe de görüyor ama futbolcudan çok, futbol işinden sorumlu olunca, belki sıra gelmiyor! Ziraat Bankası şubeleri gibi. Sorumludan geçemezsin, hiçbir işi de zamanında bitiremezsin. En sonunda memursuz şube formülünü buldu genel müdür. Umarım ferahlar şimdi. Gel de ‘Darısı Galatasaray’ın başına’ deme.
En büyük yanılgılardan biri Anadolu ekipleri hakkındaki değerlendirmeler. Onlar da en az 4 büyükler kadar fizik güç hamili de gören yok. Fark mı? Trilyonluk yıldızlar kimde var, o zaman ortaya çıkıyor. Pil bitince, o da çıkamıyor!
Ünal Karaman ve ekibine dikkat şart yani.