‘’Sinirseptin...‘’
Galatasaray’ın daha gergin olması gereken bir geceydi. Fenerbahçe’nin ligde bitse de, kupadaki Avrupa şansı olası. Ama öylesine gergindiler ki... Sanki ‘Sinirseptin aşısı’ zerk edilmiş ve sahaya öyle salınmış! Önce Emre Aşık darp edildi. Semih’i tanımasam, kasıtlı diyeceğim. Sonra Selçuk her olayda. Belezoğlu’nun, yardım etmek isteyen Sabri’ye yaptığı... Ama Galatasaray’ın yaptığı da ayıp! Fenerbahçe mahkum oynadığı çok müsabakalar yaşamış ama böylesine az rastlamıştır.
Aydınus, çok daha yoğun stres yaşanacak bir 45 dakikayı iyi bağladı(!)Selçuk’u tuttu(!) Aragones aldı da, direğe attığı tekmeye bir kart daha çıkmaz mıydı?
Kewell’ın, R.Carlos’tan ‘İnci avcısı’ gibi topu çekmesi ve vuruşuna Volkan’ın ‘Jaws’ gibi uzanışı, ilk yarının en güzel anı. Bir başka güzel anı da Gökhan sakatlanınca, Arda’nın o kanattaki zaafiyetten istifade etmeme erdemiydi. İkinci yarı Sanchtis şahane çıkardı ve Semih, Deivid’i görmedi. Görebilseydi tabela kesin değişirdi. Ucuz atlatıldı yani. Korner de öyle tabi! Şimdi Lincoln ısınırken tribünlere yaptığı topsuz show gösterisinin toplu olanı için içeride.
Lugano her seferinde Lincoln’a ‘belediye yıkım ekibi’ standartlarında girdi, Aydınus fark edemedi! Sabri’ye Galatasaraylılar sıcak bakmıyor ya! Belezoğlu da bakmıyor. Ağzında kurt çıkacak, haberin yok ‘Küfürbazoğlu’!
Golsüzlük iki tarafın da, birbirinin ipini çekip, ligi iptalinin ilan buluşmasıydı. İtiş kakış ve bitti! ‘Son’mu?’ tam bir rezillikti. Bebek yüzlü futbol katili Lugano’yu kutluyorum, işini iyi yaptı (!)
‘’Devam çocuklar...‘’
Galatasaray’ın ‘devam’ diyeceği konusunda kuşkum yok. Bu kanıya Arda’nın müthiş güven duygusunu yansıtması sebebiyle vardığımı da söylemeliyim. Emre Belözoğlu ile demeç verirken, ‘Aslanlığını’ öylesine kanıtladı ki, o güven sanırım tüm Galatasaraylıları ümitlendirdi.
Emre’nin ruh hali de çok belirgindi! Kolay değil, yaşamının en görkemli dönemini yaşadığı camiaya karşı, ASY’de! Üstelik Belözoğlu zannedildiği gibi değil, duyguları ağır basan bir genç. İsyan gösterilerinin altındaki asıl neden de, aşırı duygusal yüreği olmalı diye düşünüyorum.
Böylesi yapının kontrol görevi de, tribünlerin. Bir travma yaşaması olası Emre’yi, ancak tribünlerdeki olumsuz sesler kendine getirebilir ki... Taraftar bunu yapmamalı. Gücünü tamamen kendi sporcularına yönlendirmeli ve sabırlı olmalı. Son anda Fenerbahçe’yi yer ile yeksan eden golü ve tadını da, asla aklından çıkarmamalı.
Dikkatler Lincoln’ün üzerinde. Oynayacak mı, oynamayacak mı? Tekrarlıyorum ‘oynamalı’. Yaşam kriterleri tartışılabilecek Lincoln’ün, futbol değerlerini kantara vurmak abesle iştigal olur. İyi oynar, kötü oynar ama, o bir yıldız ve ne zaman ne yapacağı belli olmaz. ‘5. vitese çıkayım’ derse de, tutulamaz.
Arda kendiyle barışık bir çocuk. Bu halini çevresine de mükemmel yansıtıyor. İçindeki coşkuyu gönlünce yansıttığı an tribünler Galatasaraylı futbolculara seslenebilir: ‘Devam devam’. Mutlaka da beklenen cevap gelir. Ayhan’ın da bu müsabakada her zamanki müthiş ivmesini örnekleyeceğinden eminim.
Sabri de nedense birilerine sempatik gelmiyor. Ama bence takımın yüreği en güzel Aslanlarından biri olarak, ne kadar sütü varsa hepsini kulübüne veriyor. Gördüğüm nice ‘yere bakan, yürek yakan sinsi’ sonrası Sabri, bence ‘adam gibi adam’ biri. Aşık, Balta, Sanctis, Baros ve diğer Aslanlar, gerekeni yapacaklar. Güveniniz.
Devam çocuklar... Aksi halde...
‘’Geçmiş olsun...‘’
De Sanchtis’in şahsında, deprem felaketi mağduru tüm İtalyanlar’a ‘geçmiş olsun’. Asrın depremine şahit olmuş bir Adapazarlı olarak da, ne büyük acıdır iyi bilirim. Vefat edenlerin toprağı, yaralıların şifası bol olsun.
Gaziantepspor iyi başladı, dengeledi sonra Galatasaray. Kewell topu lahmacun hamuru gibi açtı. Baros topa lezzet katarken, acısı da ev sahibine kaldı. Dakika 10 ve 0-1 öndedir konuk.
Tribünde asil, kenarda yedek teknik direktörlüler, sağ kanadını mükemmel işletti. Üstelik uzun süre. Yozgatlı bu işleyişin, topu dağa taşa atanıydı! Daha sonra Balta kademe anlayışıyla kesmeye başladı, Gaziantepspor ataklarını.
Emre Aşık resmen istikrar abidesi. Doğru ve yararlı oynadı. İstikrarı göstergesi kart dahi, çok yerinde görülmesi gerekenlerdendi. Tabata çok kez öyle gitmiş ve golle ya buluşmuş, ya da buluşturmuştu çünkü.
Gencecik çocuğa saygı duyulur mu? Hak ederse duyulur. Arda’ya duyacağız öyleyse. Yavrukurt gibi ‘daima hazır’. Sabri ve Ayhan’ı da aynı statüde anmalı, Murat Ceylan’a da dikkatle bakmalıyız.
İkinci yarı da tempolu başladı ev sahibi. Pozisyonlar da buldular. Ayhanla, Yozgatlı karışması tarifi, Mehmet’in ‘hazır mezarın bayat ölüsü’ olma hevesidir. Dümdüz Antalya yolunda takla atan Alanyalı, taklaya gelmedi bu defa!
Kewell’ı biraz ürkek ve yavaş, Ümit Karan’ı da her önüne gelenle, düşüp kalkmaya hevesli gördüm. Gönyesini düzeltebilecek bir Barış, bir karış ağzı açık bırakır herkesi. Volkan çok bindirdi de, gereken bölgeye indiremedi.
Korkmaz korkudan değil maçı kurtarma düşüncesiyle, Güven’le savunmasını güvene aldı. Şaş’ı da kattı. Doğru yaptı. Zorlu rakipten baklava lezzetinde, 3 puanı da kaptı...
‘’Nasıl oluyor?‘’
Galatasaray’da da bunca borç nasıl olmuş? Hiç kimsenin aklı ermiyor. Geçenlerde bir lise arkadaşımla karşılaştım. ‘Ne var ne yok?’ faslı sonrası, kendisini açıklama yapmak zorunda hissedip, “67 kilodan, 93 kiloya indim!” dedi.
Başkan Adnan Polat’a bakınca da, kulüp borçları 200 trilyondan 499 trilyona inmiş(!) hissine kapılıyor insanlar! Bakar mısınız? Transfere harcanan para sadece 25 milyon Dolar! Riva halledilmiş, Aslantepe almış başını gitmiş, Cassio Lincoln gelmiş... Daha ne olsun? Ortalık güllük gülistanlık. Üzerine bir de şampiyonluk gelirse, yeme de yanında yat!
Talk show lezzetindeki basın toplantısı sonrası aklıma takılanları paylaşmam gerek. Mesela 25 milyon Dolarlık transfer harcaması. 9 milyon Dolarlık da futbolcu satışı ve 16 milyon Dolar kâr(!) Sadece bonservis ücretinin baz alınarak bu rakamın telaffuzu, Refik Arkan’ın geçmişte söylediği ‘peçeli muhasebe’ deyiminden farksız sanki.
Adnan Polat, Futbol A.Ş’nin toplam giderini açıklamalıydı. Önemli olan o rakamdır ve ne kadardır?
Bu sezon 01.06 ve 31.12.2008 arasındaki 7 aylık sürede, genel kurulda açıklanan resmi rakam Futbol A.Ş. için 107 milyon YTL değil miydi? Zarar da 83 milyon YTL idi sanki! Bilindiği gibi tüm futbol giderleri, Futbol A.Ş. uhdesinde. Kısaca ‘Florya’da’ diyelim ve orada futbolcudan başka hiçbir nesneye yatırım yapılmadığını da bilelim. Sadece transferler, futbolcu ücretleri, primler, yedikleri, içtikleri. Oysa bonservis ücreti sadece bir bölümü ifade eder. Ya bu saydığım ötekiler?
31.12.2008 itibarıyla konsolide (birleştirilmiş) borç 299.178.888 TL. Polat ‘az parayla çok iş yaptık’ mesajı veriyor ve iki sene önce 65 milyon Dolar değer, şimdi 159 milyon Dolar etti, diyor. O İngiliz şirketine hemen 31 futbolcuyu birden 119 milyon Dolara verin. Bakalım alacak mı?
Ne oluyor ve nasıl oluyor? Anlayana bravo da, benim ‘Yörük’ kafası pek almıyor ama!
‘’Men dakka men dukka!‘’
Öyle yağma yok... Herkes yaptığının karşılığını görecek. Kibarlık budalalarının yanlış telkinleriyle, Türk insanının bir kulağının arkası kalmıştı... ASY’de gereken yapıldı. Sen Madrid’de beni ıslıklayıp yuhaladıysan, İstanbul’da da mukabili neyse onu göreceksin. İç ve dış bedhahların tamamı da aynı muamelenin farklı versiyonları mudisidir. Bileler... Men dakka-men dukka meselesi yani! Haine de, dost’a da hakettikleri muamele meselesi yani.
Şimdi gelelim fasulyenin nimetlerine ‘İspanyollar bizden daha iyi başladılar.’ Del BOŞKİYE ya da HOŞKİYE diye tanımladığımız eski BJK’li sola Riera diye bir adam dikti, sağ kanadımızı külliyen bitirdi. Hatta Riera Volkan’ı da bitirecekti, şahane kurtadı Fenerbahçeli. Sonra bir Galatasaraylı iki Fenerbahçeli golümüzü soldan getirdi, bizde çare tükenmez ki! İşte Türkiye resmi ‘El ele, diz dize, biz bize, Semih’le ve 1-0 öndeyiz.’ Bitti devre...
Riera’nın şutunu harika çıkaran Volkan, olmayacak bir hata yaptı, devamı penaltı ve 1-1. Bir duran top orada, bir de burada ve ikisi de gol. Uğraş şimdi.
Hem Madrid hem de İstanbul’da gol atmada zorlanma ve kolayca da yeme meselesini, henüz çözemediğimizi anladık. Guiza asisti ve 1-2... Kalan müsabakaları ya kazanacağız ya da kazanacağız. Aksi halde Avrupa hattı, Afrika sathından evladır diye avunacağız(!)
Yenebilseydik men dakka-men dukka tam olacaktı. Taraftarın yaptığını futbolcumuz yapamadı.
‘’Mesaj ortada!‘’
Polat, Lincoln için net konuştu: “Birinci tercihimiz oynaması.” Yani? Mesaj ortada! Kulübünü düşünen ve kazanmayı arzulayan bir başkan profili. Oluşturduğu kadrolara karışılmayan Korkmaz, mesajı almalı ve Brezilyalı’dan yararlanmalı.
Lincoln’ün seçtiği müsabakalar dışında iş yaptığını söylemek mümkün değil. Canı isterse mükemmel işler yapmadığını söylemek de mümkün değil. Uzun sözün kısası ‘iki ucu sivri’ değnekten farksız biri. Ballı parayı da kapmış, dalgasını geçiyor. Aslında bu eyleme başka şey denir de, burada denilemiyor!
Polat ‘Biz son 2 şampiyonlukta, küllerimizden doğduk’ benzeri sözlerle umut saçsa da, boşa. Tamam; o zaman da çok zor şartlardan şampiyonluğa varılmıştı, ama lig sonuncusundan hiç 5 yenmemişti. Kadıköy’de Fenerbahçe’ye çarpılmakla sınırlıydı umutsuzluklar. Ya şimdi? Kanarya sonrası da gelen yendi, giden yendi.
Şimdi ‘iki ucu sivri değneği, ne etmeli?’ Yok yok! Aklınızdan geçeni boşverin ve kulüp çıkarlarına odaklanın. Bu arkadaş yine ‘serbest dolaşım’ hakkını kullanacak ve gönlünce takılacak. Hiç karışılmayacak. Sadece, düzeyli ilişki içinde olduğu hayat arkadaşının ‘bir buçuk beden’ büyük olduğu hatırlatılacak.
Gelelim ana konuya! ‘İlk tercih’ oynatılması. O zaman taktiği bile Lincoln’ün üzerine kurarım. Kendisini süsleyecek ne kadar taktik varsa uygulatırım. Takıma ‘besleyebildiğiniz kadar besleyin, süsleyebildiğiniz kadar da süsleyin’ diye de tembih ederim. O pozisyonları kasete çektiririm. Veririm pazarlamacıların eline ve Arabistan’a doğru gönderirdim.
Çünkü ‘petrol şeyhleri merkezi’ dışında, başka yerde şans yok. Avrupa’da bir Galatasaray daha bulamazlar. Rusya’ya Brezilyalı gitmez. Kapalı salonda performansı ‘tavan’ yapar da, ayazda işlemez.
Polat, Korkmaz için ‘tek patron’ dedi. Hoca ‘kurum zarar yazdığında’, patronun küllüm olduğunu da bilmeli. Değil mi?
‘’Onlar yakalasaydı...‘’
Madrid’in şehir standartlarını, planlamasını, kültürünü ve paklığını yakalama şansımız yok. Ya İspanya futbol değerlerini? Var. Geçmiş yılların kapanması olanaksız gibi gözüken mesafesi büyük ölçüde aşılmış. Fizik gücümüz, tempomuz, tekniğimiz, deneyim ve direncimiz büyük yol almış. Özellikle ilk yarı oldukça belirgindi. Fark ne peki? İlk devre mutlak gol olabilecek 4 net pozisyonumuz var. Böylesi fırsatları ya onlar yakalasaydı? Atarlardı. Biz kaçırdık.
Ay-Yıldızlı çocuklarımız kendinden emin ve doğru futbol düşüncesiyle başladı. Devam da ettirdi. Özenli ve dikkatli bir oyun tarzı. Aynı özen yakalanan pozisyonlarda da örneklenseydi, İspanya’nın işi daha ilk devrede bitmişti. Tarihi farkı kaçırdık yani. Aynı Estonya’da olduğu gibi. Dar alanda attığımız çalımlar, oyunu terse çevirme denemeleri, İspanyolları oyundan soğuttu ve iştahlarını köreltti sanki. Ya da sinsi sinsi hata yapmamızı bekliyor, bizim kaçırdıklarımızı yakalayabilirlerse, kaçırmayacaklarını biliyorlar. Uzun süre uluslararası başarının sağladığı bir avantaj olmalı bu.
Dünya devlerinden ve futbol sanayiinin öncülerinden İspanya karşısında, böylesi duruş hamili olabilmişsek, sonuç değil çocuklarımızın dik duruşu ve sportif değerleri ön plana alınmalı.
Sadece Arda’nın keyifsiz gözüktüğü gecede, diğer sporcularımız bizleri mutlu etmesi gereken bir sportif performans göstermiştir. İspanyollara keşke her platformda bu denli yaklaşabilseydik.
‘’Galatasaray Türkiye'dir‘’
Yazmıştım geçenlerde ‘Galatasaray Galatasaray’dır’ diye. Yanılmışım! ‘Galatasaray Türkiye’dir’ söylemi daha doğru. Neden doğru? Çünkü kulüp maalesef Türkiye’de ‘yeni mevcut’ kriterlerle yönetiliyor da ondan. Eski Galatasaray değerleri ve kulüpten yonga eksilir diye canı giden isimleri, pek az artık!
Oysa 500 yıllık eğitim, kültür, bilim ve spor ocağının daha farklı ve doğru yönlendirici nitelikte olması gerekirdi, 100 yıllarca taviz verilmeyen ilkelerden görüyorum ki ‘taviz verildi.’
Spor yazıyorum da, ara sıra ülke çarpıklıklarına da değinirim burada. Ülke geleceğini tehdit eden ‘cari açık’ aymazlığını, bu sütunlarda kaç sene önce yazdım, unuttum! AKP zihniyetinin bırakınız sistemi, apartman yönetimini dahi ele geçirmenin peşinde olduğunu da defalarca zikrettim. Yeni yeni uyanıyor konunun içindeki hakimleri. Oldukça geç kaldılar!
Aydın Doğan’a salınan ceza da kafama takılır arada... Eeee kolay mı ‘ekmek teknemiz, ocağımız.’ Canımı sıkan konu şu ‘teminat meselesi.’ Maliye ve hukuktan pek anlamam da 23 sene iş adamı olarak istihdama hizmet ettim. Yani ‘çalışanlarının ekmeğine vesile olmak, ne denli zor bir iş?’ iyi bilirim. Bedelini de kendi ölçülerimde pahalı ödedim. Ömrünce istihdam sağlamamış biri, iş adamı ne haldedir bilmez. Vaziyeti kestiremez. Hatta diş bileyenlere de rastlanır sıkça.
Nereye gelmek istedim? Şu ceza ve vergi işi önceden, Tayyip Bey’in önüne gelmiş ve o da ‘devam’ demiş ya. Sonra da teminat meselesi çıktı ortaya... Sormalıydı Tayyip bey ‘Doğan Grubu kaç kişiye istihdam sağlıyor?’ ‘Yaklaşık 25 bin’ ‘Tamam o zaman, 25 bin kişiye ekmek vesilesi olan bir iş adamının başka ne teminatı olacak ki?’ Başbakan bunu söylemedi, söyleyemedi. Hiç kimse de ‘Sayın Başbakan 25 bin kişinin maaş aldığı bir kurum dolaylı yoldan 1 milyon insanın ekmeğine vesiledir’ demedi. Diyemedi. İşsizliğin ve sıkıntının böylesi bunalttığı dönemde, Tayyip bey iş adamlarına kızmak yerine, bağrına basmayı ve onları anlamayı tercih etmeli. Bu ülkenin iş adamı, sanayicisi, esnafı, kobisi boynunda ‘İp’ geziyor, fark etmesi gerekenler fark etmiyor.
Galatasaray konusu da bu ara canımı çok sıkıyor. Konuyu en iyi bilenlerden biri Sinan Kalpakçıoğlu ile beraberdim dün. Saatlerce konuştuk. Kilometrelerce not aldım. İki kaset doldurdum ve bir kalın dosya ile de yanından ayrıldım. Röportajı yarın okuyabilirsiniz. ‘Galatasaray neden bu halde’nin ‘karakutu’ kadar önemli konumundaki ismi Sinan kalpakçıoğlu, neler anlattı neler!