Arama

Popüler aramalar

‘’Hadi gülümse -1‘’

2016-2017 sezonunun ilk dönemini bir maç eksikle tamamladık. İlk yarının öne çıkan isimleri ve olayları üzerine yazmayı düşünmüştüm ki, baktım yazan çok; bizi gülümseten sözlerini derlemeye karar verdim. Ki belki bu kötü günlerde bir nebze gülümsemenize faydası olur... İşte ilk yarıdan geriye kalanlar:
-Sergen Yalçın: 5-6 dakikaya Emre Mor değişikliği gelebilir. Yok mu kadroda?
Melih Gümüşbıçak: Cezalı.
-Sergen, sarı kart cezalısı olduğunu unutup kadroya alınmadığı için Lucescu’ya trip atmış adam... Emre Mor’un cezalı olduğunu nerden bilsin? (Erdem Ulus)
-Oyun tarzım Cristiano Ronaldo’ya benziyor. Çok süratliyim, koşmuyorum adeta uçuyorum. (Başakşehirli Cheikhou Dieng)
-Zlatan bir gece beni uyandırdı; “Rüyamda C.Ronaldo’nun daha iyi olduğunu gördüm” dedi. Onun daha iyi olduğuna ikna ettim, uyudu. (Eski futbolcu Adrian Mutu)
-Ben Van Persie’yi falan tanımam. Halı sahada sakatlanıp geldi zannettim. (Manisa Devlet Hastanesi Acil Servis Uzmanı Dr. Mehmet Özen)
-Muhabir: Ertem Şener ve Sinan Engin senin sesini çok beğenmişler.
Tolga Ciğerci: Onlar kim? Tanımıyorum.
-Ekmeğe muhtaç olmadığımız sürece, beni Galatasaray’a götürecek bir para olduğunu düşünmüyorum. (Gençlerbirliği Teknik Direktörü Ümit Özat)

En büyük sen!

-Luis Enrique, benim aldığım eğitimi almamıştır. Gitsin bitirsin bakalım Almanya Akademisi’ni... (Teknik Direktör Yılmaz Vural)
-Sow’un röveşata golünün faul gerekçesiyle iptal edilmesi doğru. Buna gol verecek hakemin kokartını gider evinden söker alırım. (MHK Başkanı Yusuf Namoğlu)
-Gary Neville oyuncuları değerlendirme konusunda zorlandığını menacerken gösterdi. Öyleyse neden onun televizyonlarda oyuncular hakkında konuşmasına izin veriyoruz? (Liverpool Menaceri Jurgen Klopp)
-Riekerink’e maç seyretsin diye kombine verelim, neden 900 bin Euro veriyoruz? (Fatih Altaylı)
-Eleştirilere alıştım. Siyah takım elbise giysem ‘neden beyaz giymedi’; sağdan gitsem ‘neden soldan gitmedi’ diyecekler. (Galatasaray Teknik Direktörü Jan Olde Riekerink)
-Ümit Karan: Bruma’nın sarı kartlık pozisyonunda faul bile yok. Faul Bruma’ya yapılıyor.
Adnan Aybaba: Ne içiyorsun sen?
-Del Bosque’nin 4-5 tane Şampiyonlar Ligi kupası var. Brad Pitt miydi Del Bosque, yok muydu göbeği? Kilom beni ilgilendirir. (Gençlerbirliği Teknik Direktörü Ümit Özat)
-Eğer gençliğimde şimdiki aklım olsaydı bu yeteneğim, zekam ve üst kapasitemle R.Madrid veya Barcelona’da oynuyor olurdum. (Galatasaraylı Yasin Öztekin)
-Porto’dan kapıcı, otobüs şoförü bile gelse çalıştırdığım takımlara alırım. Porto’dan gelip de kötü olan futbolcuya rastlamadım. (Teknik Direktör Şota Arveladze)
-Bak ben iddia ediyorum. Bu Benfica Vodafone Arena’da kaleye gelemez, orta sahayı geçemez Ertem! (Sinan Engin)

Dikkat dikkat!

-Muhabir: İddaacılar sizin maçlara ÜST oynasın mı?
Ergin Ataman: Bu yıl bize ÜST oynayanlar kaybeder.
-Benim verdiğim idman programlarını doğru uygulamak Van Persie’nin gelişmesine oldukça yardımcı olmuş. (Eski Fenerbahçe Teknik Direktörü Vitor Pereira)
-Ben hep yenilmeye mahkum muyum? Lisedeydim lisede! Kadıköy’de en son kazandığımızda lisedeydim. Sakallarım çıkmamıştı. (Rasim Ozan Kütahyalı)
-Klopp, mesaj atıp beni istediğinde ona inanmadım. “Klopp değilsin sen” dedim, o da selfie çekip gönderdi. (Liverpool’lu Ragnar Klavan)
-Sağda, solda ve aynı zamanda santrfor da oynayabilecek bir futbolcu arıyoruz. (Karabükspor Başkanı Ferudun Tankut)
-Manchester’ın sadece tek kralı var. Zlatan prens olabilir. (Eski M.United’lı Eric Cantona)
-Ben Manchester’a kral ya da prens olmak için değil, tanrı olmak için geldim. (Zlatan İbrahimovic)
-Adnan Aybaba: İspanya’nın en önemli gazetesi Arda’yı yazıyor.
Ümit Karan: Ne diyor?
Adnan Aybaba: Bilmiyorum.

10 Ocak 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lobiyle de olmaz o iş‘’

Parasızlıktan değil elbet can sıkıntısından çalışmak isteyen Hasan Şaş, eski Galatasaray formaların yeniden satışı ile ilgili yapılan lansmanda, “Piyasada Beşiktaşlı hocalar daha çok görev yapıyor. Bizim yöneticilerimizin de devreye girmesi gerekiyor. Lobimiz çalışmalı” diye konuşmuş. Bu sözler üzerine diyecek laf çok. Nerden baksanız elinizde kalan garip bir açıklama çünkü.
Emek harcamadan torpille bir yerlere gelmeyi alışkanlık haline getirmiş bir toplumun futbolcu eskisi de o toplumdan bağımsız düşünülemezdi zaten. “Ben takım bulamıyorum, Galatasaray camiası bana iş bulsun” demiş Hasan Şaş. Hatta bu konu onu ne kadar rahatsız ediyorsa artık, kapalı kapılar ardında söyleme gereği bile duymamış, eline geçen ilk fırsatta iş talep etmiş. Beşiktaşlı arkadaşlarını töhmet altında bırakması, onların emeğine saygısızlığı, bencilliği de işin cabası.

Sözleşmeleri feshedildi

Hasan Şaş’a göre, ortalık Beşiktaşlı hocalardan geçilmiyor. Ama unuttuğu ya da görmezden geldiği bir gerçek var ki; piyasada doğru düzgün Galatasaraylı teknik direktör yok. Olanlar ya yurt dışına kaçtı, ya cezaevine girdi, ya da risk almak istemeyen kulüpler tarafından sözleşmeleri feshedildi.

Yorumculuğu ne ki

Hasan Şaş, Ntvspor’da uzun süre yorumculuk yaptı. Önder Özen ve Metin Tekin’in yanında o kadar sırıtıyordu ki, adeta programdan soğuyordum. Bilgi, birikim, analiz gerektirmeyen genel geçer yorumlarla günü kurtarıyordu sadece. Futbol oynadığı için televizyon ekranlarında ahkam kesebilen, oysa takımlar hakkında bahis oynayan biri kadar bilgisi olmayan insanlar doldurdu ekranları. Bitmiş maç hakkında konuşup büyük paralar kazanıyorlar, nadiren başlamayan maç hakkında yorum yaptıklarında da bütün cehaletleri ortaya çıkıyor.

Maalesef ki, Hasan Şaş da bunlardan biriydi. “İzlandalılar elle topu kaleye götürseler üç defa götürür” diyen bir insan lobiyle bile teknik direktör olamaz. Çünkü bu sözler, onun rakibi analiz etme yeteneğinin yerlerde süründüğünün göstergesidir. “İzlemeden, İzlanda üzerine ahkam kesmeye kalktım” diyorsa şayet durum daha da vahimdir ki, o da işine, seyirciye hiç saygısı olmadığını gösterir.Hasan Şaş, Galatasaray tarihi için çok önemli bir isim, kimse inkar edemez. Ancak yorumculukta bile başarılı olamadıktan sonra teknik direktörlük talep etmek akıl alır gibi değil.

Buzdağının görünmeyen yüzü

Ben bıkmadım, siz de bıkmayın! Yılın son gününde 2016’nın son yazısında elbette baş belası Passolig’den bahsetmemek olmazdı. Twitter’da Passolig’le ilgili uzun bir paylaşım yapan @futbolhukuku, Passolig’in başımıza açacağı dertleri o kadar güzel özetlemiş ki, daha çok insanı durumdan haberdar edebilmek için kendisinden izin alarak burada bir kısmını yayımlama gereği duydum: “Passolig meselesi; sadece stada girerken fişleniyor olmaya karşı verilen bir mücadele değildir. Passolig’e karşı mücadeleyi sadece bilet mevzusu ve bundan ibaret olarak görenler, konuyu hiç anlamamış demektir. Passolig, ülke sporunun ve ne kadarsa o kadar spor kültürünün üzerine çökmüş bir finansal tekel projesidir. Maalesef ki tüketmeye doymayan, doymayacak proje, çok yakın zamanda basketbol ve voleybol salonlarına da dadanacak. Ve zaten az olan seyirciyi tamamen yok edecek. Bu bile, konunun sadece taraftar, fişleme ve banka kartından ibaret olmadığını gösteriyor. Acıdır ki; Federasyon ve kulüpler iplerini bir bankaya tamamen kaptırdılar. Ve yakın zamanda transferler bile AktifBank’sız yapılamayacak hale gelecek.

Bu sadece fragman

Ülke sporu; adrese teslim yayın ihalesi ve Passolig bankası kredileriyle dönüyor, ki yayın ihalesinden kulüplere gelen/gelecek paralar doğrudan bankaya gidecek. Yani Passolig yarın kalksa bile TFF ve kulüplerin bu bankadan kurtulması yıllar sürecek.

Başarısız ve beceriksiz kulüp yöneticileri bu bankanın kredileriyle yıllarca kulüpleri yönetmeye devam edecek. Çünkü tüm gelirler bankaya temlik edilmişken, yenilenen kredi sözleşmeleri varken, aynı Başkan ve yönetici profiline mahkum olacağız. Banka menacerlik şirketiyle transferlere başladığında ise, bırakın taraftarı, yönetimler bile ‘hangi oyuncu, niçin alınıyor’ diye sorgulayamayacak.”

Kısacası sevgili okur, şimdilik Passolig’in sadece fragmanını gördük. Film ise henüz başlamadı. Çok yakında!

01 Ocak 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lanet olsun TFF'nin Beşiktaş sevgisine!!!‘’

“En mükemmel adalet, insanın kendi vicdanıdır” demiş Victor Hugo. Tabi, o vicdan varsa...
Aralık başında oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçı sırasında hakem Hüseyin Göcek’in kararlarını beğenmeyen Aziz Yıldırım’ın tavrı hepimizin malumu. Hani kameralara da yansıyan, “Federasyon’daki bütün Beşiktaşlılar gidecek. Bunu söylüyorum! Yarından itibaren büyük savaş başlayacak!” sözleri.
İşte Yıldırım’ın o sözlerinden sonra Fenerbahçe yönetimi ve basını oturmuş, düşünmüş; 7-8 yıldır olan bir durumu “evraka” diyerek gündeme getirmeye karar vermiş. Hepsi büyük bir ahenk içinde, her yerde aynı şeyi söylemeye başladı şimdi: TFF Başkanı’nın, Beşiktaş’tan 100 milyon TL alacağı var...
Onlara göre; TFF Başkanı Yıldırım Demirören, alacağı olduğu için Beşiktaş’ı kolluyor ve şampiyon yapmak istiyormuş. Sayın Mahmut Uslu, iş hayatında kendisine borcu olanlardan parasını istemek yerine onlara kıyak geçiyor demek ki... Ne iyi işadamı...

Demirören’in alacağı yok

Önce şu konuyu açıklığa kavuşturalım: Beşiktaş’ın Yıldırım Demirören’e hiçbir borcu yok. Demirören yönetimi, Beşiktaş Mali Genel Kurulları’nda 3 kez ibra edilmedi. İbra edilmediği dönemlere ait o senetler de zaten geçersiz.

Hadi iş, uzun zaman sonra birlik olmuş Fenerbahçe yönetimi ve basınının iddia ettiği gibi diyelim:
1. Yıldırım Demirören ile Beşiktaş arasındaki borç/alacak mevzusu yeni değil, kendisi Beşiktaş başkanıyken olan bir hadisedir. Madem Fenerbahçe yönetimi bu konudan bu kadar rahatsızdı, 27 Şubat 2012 ve 25 Haziran 2015 TFF seçimlerinde, neden Demirören’i destekledi?
2. Demirören, Şubat 2012’de TFF Başkanı oldu. 2011-12 sezonunda Galatasaray, 2012-13 sezonunda Galatasaray, 2013-14 sezonunda Fenerbahçe, 2014-15 sezonunda Galatasaray şampiyon oldu. Bu dönemlerde Fenerbahçelilerin aklına borç/alacak konusu hiç gelmedi, hatta Beşiktaş’la dalga geçiyorlardı “Şerefli üçüncü” diye. Ne zamanki Beşiktaş 2015-16 sezonunda şampiyon oldu, bu sezon da şampiyonluğun en güçlü adaylarından biri, kriz patlak verdi: TFF başkanının Beşiktaş’tan 100 milyon TL alacağı var!!!

Yanlış algı yönetimi

Demirören’i TFF Başkanı seçerken, Fenerbahçe şampiyon olurken sorun yok; Beşiktaş iyi gitmeye başlayınca sıkıntı büyük. Ligin başlamasına bir hafta kala, takımı hiç tanımayan, Sow’un forvet oyuncusu olduğunu Eylül’de fark eden, hatta Aatıf’ın UEFA listesinde olmadığını henüz geçen ay öğrenen Advocaat’ı teknik direktör yapıp, ilk üç haftada kaybedilen 8 puanın sebebi de Demirören ile Beşiktaş’ın olmayan borç/alacak mevzusu herhalde.
Konuyu uzatmanın gereği yok. Sadede gelecek olursak; Demirören TFF Başkanı olduğundan beri Galatasaray toplam 10 kupa, Fenerbahçe toplam 4 kupa, Beşiktaş ise sadece 1 kupa almış. Ama TFF, Beşiktaş’ı kolluyormuş.
Ne diyeyim?
Lanet olsun TFF’nin içindeki Beşiktaş sevgisine...

***

Fenerbahçe’ye başarılar!

Diğer yazı sebebiyle bazıları tarafından, muhtemeldir ki ‘Demirörensever’ ilan edileceğim. Hayır efendim! Bilenler bilir, bilmeyenler için söyleyeyim; Beşiktaş başkanlığı yaptığı dönemden beri, Yıldırım Demirören’i eleştirmekten asla sakınmadım. Hatta bu eleştirilerim yüzünden bana davalar açtı. O zaman da, TFF Başkanı olduktan sonra da, Fenerbahçe ve Demirören gayet iyi anlaşırken de kendisini eleştirmekten hiç çekinmedim. 8 yıl yürüttüğü Beşiktaş Kulübü Başkanlığı’nda yaptığı 84 transferle kulübü borç batağına sokmuş, sadece Del Bosque ve Ferrari davaları ile Fulya Projesi’nden dahi kulübü milyonlarca lira zarara uğratmış, sahte evraktan Beşiktaş’ın Avrupa’dan men edilmesine neden olmuş, TFF’ye başkan olduğundan beri maçlardaki taraftarın her geçen gün azalmasının müsebbibi; kısacası futbolun içinde kesinlikle olmaması gerektiğini düşündüğüm bir insanı savunmama imkan yok. O yüzden de Fenerbahçe’ye Demirören’le mücadelesinde başarılar dilerim. Ama doğru gerekçelerle yapsınlar bunu. Çocukların bile güldüğü saçma bahaneler üretmesinler!

***

Ah Kaptan! Canım Kaptan!..

“Ben buralıyım ama Diyarbakır’da hiç oynamadım, kısmet olmadı. İnsanın içinde bir şey kalıyor, kendi memleketinde oynamak istiyor. Ben de istiyordum.”
Amedspor belgeseli “Yeşil Kırmızı”da, futbol hayatının son döneminde, doğup büyüdüğü şehre dönüşünü böyle anlatıyordu Şehmus Özer. Futbol dünyamız acı bir trafik kazasıyla onu kaybetti. Şehmus sonunda doğduğu yere döndü, bir daha hiç ayrılmayacak...

24 Aralık 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu son olsun, bu son!‘’

‘Yok başka bir cehennem yaşıyorsun işte’ - Behçet Aysan

Yine zor günlerden geçiyoruz. Yine onlarca can koptu gitti yaşamdan... İnönü Stadı’nın orada yaşanan bombalı saldırıda 44 insan yaşamını yitirdi, 150’den fazla kişi yaralandı. İnsanlar hastaneye yetiştirilmeye çalışılırken daha, sosyal medyada kiminin derdi başkanlık oldu, kiminin derdi Beşiktaş. “Başkanlık gelecek patlamalar bitecek” diyen de vardı, “Beşiktaşlılar gebersin” diyen de... Yitip giden onca can üzerinden sevinç çığlıkları atacak kadar ne zaman ve nasıl kirlendik, bilmiyorum.
Türkiye’de son bir buçuk yılda 33 bombalı saldırı gerçekleşmiş. Memleketin farklı yerlerindeki saldırılarda 446 kişi yaşamını kaybederken, 2 binden fazlası da yaralanmış. Yarın yeni bir saldırı olmayacağının hiçbir garantisi yok. Çünkü canlı bomba kendini patlatmadan hâlâ yakalayamıyoruz. Acı ama gerçek şu ki; tesadüfen yaşıyoruz...
Söylemeden geçmeyeceğim: Gazetem yaptığı gazetecilikle artık tek ağırlıkları gramajları olmuş, mesleğine saygısı kalmamış birçok “gazete”ye ders verdi bir spor gazetesi olmasına rağmen. Buranın bir parçası olduğum için gururluyum.

Kavgalar biter mi?

Taraftar gruplarının rekabeti, düşmanlığı bir kenara bırakarak bir kez daha yan yana gelmesi güzel elbet. Hele Bursaspor ile Beşiktaş arasındaki “kavga”nın bitmesi en büyük temennim, ancak o kadar romantik de değilim, azalmasına da razıyım. Ancak yaşadıklarımızdan, okuduklarımızdan öğrendiğimiz bir şeyler var hepimizin: Adı üzerinde taraf. Siz bir tarafsınız, onlar başka bir taraf. Herkes için değişmez bir durum var ki, takım söz konusu olduğunda objektif olunmaz, empati kurulmaz. Çünkü inanılır ki; en çok haksızlık onların takımına yapılır, en çok hakem hatası onlara olur. Diğer takımlara hep kıyak geçilir. Böyle düşünüldüğü için de, taraftarlar arasındaki dayanışmalar, tek yürek olmalar bir gün sonra son bulur. Bkz: Darbe girişimi sonrası...
Onca can yitip giderken aramızdan, yazı yazmak hiç gelmiyor içimden. Ölenlerin ardından yakılan ağıtları duyar, gözyaşlarını görürken spor üzerine yazı yazabilecek kadar profesyonel de olamadım zaten...

Vazgeçmeyelim!

Başımıza gelen her faciadan sonra “Alışmayacağız, lanetliyoruz, terör değil insanlık kazanacak” diyoruz ve maalesef bir sonraki saldırıyı bekliyoruz. Çünkü biliyoruz ki, yine olacak. Hiçbirimiz güvende değiliz, iyi değiliz ve olmayacağız! Ama vazgeçmeyeceğiz de! Ölüm güzellemesi yapanlara inat, insanlığın en yüce değeri yaşamı savunmaya devam edeceğiz...
Yaşananlardan dolayı çok üzgünüm. Yaşamını yitiren tüm insanlara Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara acil şifalar dilerim.

14 Aralık 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’TFF'nin aklı nerede?‘’

Geçen Cuma, 25 Kasım akşamı, saat 20.00’de Galatasaray Basketbol Takımı Eurolig’de Barcelona ile, futbol takımı da Bursaspor ile kendi sahasında karşılaştı. Maçlar aynı saatte olunca, Galatasaray’ın hem futbol hem de basketbol maçlarına giden birçok taraftarı iki maç arasında tercih yapmak zorunda kaldı.

Sanırım Türkiye Futbol Federasyonu’ndakiler Galatasaraylılar ile eğlenmek istemiş biraz... Bunun başka izahı yok... Var elbet, o da kafalarına göre maç programı yapmak... Eurolig’de oynanacak 10 maçın tarihi daha 6 Temmuz’da açıklandı. Yani TFF yetkililerinin “biz önceden programı yaptık” deme lüksü yok... Bu işi yapan kişiler bir zahmet Eurolig takvimine göz atsalar, Galatasaraylılar’ı da iki maç arasında seçim yapmak zorunda bırakmazlardı...

Bu yetkililer, 2012-2013 sezonunda 23 Kasım Cuma saat 20.00’de Beşiktaş Akhisar Belediye maçı oynatmıştı. Oysa aynı gün, aynı saatte Beşiktaş Basketbol Takımı’nın da Eurolig’de, Brose Basket Bamberg ile maçı vardı. Görünen o ki, federasyondakiler hala aynı tas, aynı hamam...

Galatasaray yönetiminin de, taraftarın bu zor durumda bırakılmasında büyük payı var aslında. “Nasıl olsa değiştirmeyecekler” diye düşünmüşler, maç tarihinin değiştirilmesi için, TFF’ye başvurmamışlar. Belki de Fenerbahçe maçı sonrası, olası protestodan çekindikleri için, futbol maçına daha az taraftarın gelmesi işlerine gelmiştir.

Bitmek bilmez saçmalıklar

Beşiktaş önümüzdeki hafta Salı akşamı maddi ve sportif anlamda tarihinin en önemli maçına çıkacak. Şampiyonlar Ligi’nde yoluna devam etmek için D.Kiev karşısında puan almak zorunda. Aslında Lizbon’daki maçı Benfica kazansın diye beklemek yerine Kiev’den 3 puanla dönmek gerekiyor.

Şampiyonlar Ligi’nde devam etmek Beşiktaş kadar, Türkiye futbolu için de büyük önem taşıyor. Çünkü Beşiktaş grubunda ilk 2’ye girerse gelecek bonus puanlar, UEFA sıralamasında Belçika ile ilk 9 için yarışan Türkiye’ye büyük avantaj sağlayacak. Belçika’yı geçtiğimiz takdirde de, hiçbir takımımız 2018-2019 sezonunun Temmuz ayında eleme oynamayacak.
Ama bizim Federasyon böyle şeyleri umursamaz, bu yüzden de Fenerbahçe-Beşiktaş maçının cuma oynanabilmesi için gerekli düzenlemeyi yapmaz. Çünkü takımlardan önce yayıncı kuruluşun çıkarlarını düşünür. Çünkü Türkiye’nin UEFA sıralamasındaki puanının kaç olduğu, takımlarımızın Temmuz ayında maç yapıp yapmayacağı onların değil, Papua Yeni Gine Futbol Federasyonu’nun sorunudur.

Dost mu, düşman mı?

Beşiktaş’la aynı grupta olan Napoli, Inter’le; Benfica ise Maritimo ile Cuma günü oynuyor. Niye? Federasyonları yayıncı kuruluştan önce takımların ve ülkenin çıkarlarını düşündüğü için. Bulgaristan Federasyonu ise, Salı günü A Grubu’nda UEFA’ya kalma mücadelesi verecek olan Ludogorets’in maçını Cuma oynatmak yerine ertelemiş. Bizimkiler “Lig takvimi haftalar önceden belli, ligin biteceği tarih belli” diye bir laf ezberlemişler, ‘nuh’ diyorlar, ‘peygamber’ demiyorlar!

İyi de, daha geçen hafta “değiştirilemez” denilen ligin takvimi Antalyalı turizmciler için değiştirilmedi mi? Bu oyunun esas aktörleri olan futbolcuların kıymeti, turizmcilerden daha mı az? Futbolcular ‘ben yaptım oldu’cu Federasyon’un gladyatörleri, köleleri mi ki cumartesi maç yapıp pazar antrenmana çıkacak; ertesi günü de uçağa binip Kiev’e gidecek ve Salı yeni bir maça çıkacak?

Saçmalık bununla da bitmiyor. Kiev’den dönecek Beşiktaş, Bursaspor maçını 10 Aralık Cumartesi, Galatasaray ise Antep maçını 11 Aralık Pazar günü oynayacak. Ne Galatasaray’ın, ne Antep’in, ne de Bursa’nın Avrupa maçı var oysa. Normal kafa, bunun tam tersini yapar. Ama, normal kafa!

TFF Başkanı Yıldırım Demirören, şu an o koltukta değil de, Beşiktaş’ın başkanlık koltuğunda oturuyor olsaydı ne olurdu acaba?

Şöyle bir açıklama yapar mıydı: “Bize başka ülkenin takımıymışız gibi davranmaya kimsenin hakkı yok! Böyle fikstür düzenlemesi mi olur? Sabrımızı zorlamasınlar...”
Ben de yazıyorum işte...

Deveye sormuşlar ‘boynun neden eğri’ diye, o da ‘nerem doğru ki’ demiş.
TFF’nin neyi doğru ki, fikstür düzenlemesi doğru olsun...

KARA SALI

Aladağ: “Ne zaman bir çocuk ölse, gözü evlerinde annesinin kavurduğu helvada kalır” (Sunay Akın) Yazıktır, çocuklara kıymayın efendiler!

Chapecoense: “Ölüm, ben onu çiçeklerle giderken gördüm. Ölüm, ben onu yaşamları bilerken gördüm” (Özdemir Asaf) Uçak kazasında hayatını kaybedenlerin yakınlarının acısını paylaşıyorum.

Kweuke: “Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan” (Ahmet Telli) Trafik kazasında hamile eşi yaralanan ve doğmamış ikizlerini kaybeden Rizesporlu Kweuke’ye sabırlar diliyorum.

01 Aralık 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sinek küçüktür ama...‘’

Fenerbahçe’yi tebrik ediyorum. Eğri oturup doğru konuşalım; Galatasaray karşısında çok haklı bir galibiyet aldılar. Ancak!

Tribünde açılan kan dondurucu, mide bulandırıcı bir pankart bu galibiyeti gölgelemeyi başardı. Kendilerine ‘Until The Grave’ adını veren ve Sarı-Lacivert gamalı haçları ile “Fenerbahçe’nin Faşistleriyiz” diyerek övünen küçük bir grup, maçta “17 Yıldır İllegal. Bundan Sonra Legal +18” yazılı iğrenç, çirkin, hastalıklı ve benzeri tüm kötü sıfatlarla adlandırabileceğim pankartı açtı. Pankartı görünce adeta kanım dondu.

Futbolda rakipler arasında zekice espriler üretilmesi, dalga geçilmesi gayet hoştur, eğlencelidir. Ancak bunların espri düzeyi o kadar düşük ki, çocuk tecavüzlerinin, çocuk evliliklerinin tartışıldığı dönemde rakiplerine böyle göndermede bulunmaya karar vermişler ve organize olup böyle bir rezilliği pankart yapmışlar.

İğrençlik yarışı

Sadece Fenerbahçeliler değil, tüm takım taraftarları arasında böyle insanlıktan nasibini almamış, sporun ne olduğunu hiç anlamamış şahıslar var maalesef. Bazı Galatasaraylılar’ın “Para Komidinin Üstünde” pankartı açıp “fahişe”, bazı Beşiktaşlılar’ın Japon bayrağı açıp üzerine “Hani Kanar-ya” yazıp “bekaret bozmak” göndermesi yaptığı mide bulandırıcı ekole bir grup Fenerbahçeli de “biz hepinizden iğrenç olabiliriz” diyerek böyle bir pankartla katkı yapmış. İnsanlık aleminin en büyük soykırımını gerçekleştiren Naziler’in sembolü “gamalı haç”ı kullanan, spora sokmaya çalışan bu küçük grubun, çocukların istismara uğramasını bir tür galibiyet zannetmesi de ne kadar hastalıklı olduklarının en açık göstergesi.
Daha önce de “Fenerbahçe’nin Canlı Bombalarıyız” gibi Türkiye’nin siyasal toplumsal yaşamında büyük bir yara olan terörü meşrulaştıran pankartlar açan, bu faşist zihniyetin tribünlerde kesinlikle barındırılmaması gerekir.

Kolayca ana avrat küfür eden, spor karşılaşmalarını tecavüz olarak değerlendiren, kadını aşağılayan, çocukları cinsel obje olarak gören ve bundan zevk alanlara sadece kadınlar değil, tüm onurlu insanlar tepki göstermeli ve bunları teşhir etmelidir. Bu dünya üzerinde her şeyden daha kutsal bir şey varsa o da çocuklardır.

Tecavüzün mizahı olmaz!

Bu topraklarda her gün onlarca çocuk tecavüze uğrarken ve tecavüzcüleriyle evlendirilmeye çalışılırken siz neyle dalga geçiyorsunuz? Siz neyle eğleniyorsunuz? Siz tecavüzü “fantezi” mi sanıyorsunuz?
Bu kadar ciddi bir meseleyi komik sanmayı bırakın artık. Çünkü komik değil. Çünkü tecavüzün ‘ama’sı, esprisi, mizahı, şakası olmaz. Pedofilinin, her türlü taciz ve tecavüzün mizahı yapılamaz, tartışmaya bile açılamaz. Bunu yazmak bile utanç verici.
Tecavüz sizin sandığınız gibi komik bir şey değil arkadaşım. Tecavüz korkunç bir şeydir. Tecavüz çocukların/kadınların çoğu için ölüme denk gelen, hatta ölümden bile beter bir şeydir.
Tamam! Siz tecavüzcü değilsiniz. Allah sizden razı olsun! Ama iş orada bitmiyor ki... Statta ‘tecavüz müziği’ çalarak, farklı galibiyetlerden sonra “tecavüz ettik” diyerek, ezeli rakibi aşağıladığınızı sandığınız pankartlarınızla tacizi, tecavüzü meşrulaştırıyorsunuz, normalleştiriyorsunuz. İroni, mizah, sarkazm başka şey; insanlık suçlarını normalize eden komik olma çabası başka şey. Meşrulaştırdığınız, normalleştirdiğiniz her suç sizi de biraz suçlu yapıyor, farkında mısınız?
Durun!
Lütfen durun!
Bazı insanlar “tecavüz” kelimesini söylemeye dahi ürküyorken bunu eğlence, mizah olarak görmeyin artık.
Not: Bu yazının bir bölümü daha önceki ‘Reziller’ başlıklı yazımdan alınmıştır.

Pankartı içeri kim aldı?

Hafta sonu oynanan maçlarda çocuk haklarını korumaya yönelik pankart açmak isteyen taraftar gruplarına yönelik bir sürü önlem(!) alındı. Mesela Göztepe taraftarı tarafından hazırlanan ve Atatürk’ün “Vatanı korumak çocukları korumakla başlar” sözünün olduğu pankart İzmir Emniyeti tarafından tribüne sokulmadı. Benim asıl merak ettiğim ve Spor Şube Sorumluları’na, İstanbul Valiliği’ne sormak istediğim soru şu: “17 Yıldır İllegal. Bundan Sonra Legal +18” yazılı bu aşağılık pankart güvenlik düzeyi en yüksek olan bir maça sizlerden habersiz nasıl girdi? Ya da stada getirilen tüm pankartları didik didik eden Spor Şube Sorumluları bu pankartı hangi gerekçeyle içeri aldı?



24 Kasım 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Herkes aptal, Terim akıllı!‘’

Türkiye Milli Takımı nihayet 4. maçında 3 puanla tanıştı. 3 Mayıs 2016’da UEFA, 13 Mayıs 2016’da ise FIFA üyesi olan Kosova’yı 2-0 yenen Milli Takımı tebrik ediyorum. Tarih yazdılar!!!
Fatih Terim, maçın ardından 5 dakika maç, 45 dakika Milli Takım’da aylardır yaşanan kaos üzerine konuştu, ama yine hiçbir şey söylemedi.

Bu sayfayı okuyanlar zaten Terim’in basın toplantısından haberdardır, cümle cümle üzerine yazmaya gerek yok. Ben sadece aklıma takılan birkaç konu üzerine naçizane fikirlerimi yazacağım:
* Hoca daha açıklamalarının başında ihaleyi bir kez daha gazetecilere yıktı. Tüm konuşması boyunca da bunu pekiştirdi: “Ağustos ayındaki beyanım çok açık. İyi okumamışsınız, televizyondan da iyi takip etmemişsiniz. İsterseniz birer tane dağıtsınlar size, iyi bakın... Ben Türk halkından özür dilemezlerse, Milli Takım’a almam demedim” diyerek bizim okuduğunu, duyduğunu anlayamayan insanlar olduğumuzu söyledi. Tamam. Türkiye, kendi dilinde okuduğunu anlamada 64 ülke arasında 37. olabilir ama onun dediklerinden, sadece gazeteciler değil, kendisi hariç herkes aynı şeyi anlıyorsa bu, bizlerin değil onun kabahatidir. Ya da herkes aptal, sadece o akıllı!

Lucescu’yu unutmadık

* “Ben hayatımda hiçbir hoca varken gidip de herhangi bir takımla görüşmedim” dedi Fatih Terim. Bu cümleye balık hafızalılar ya da yaşı yetmeyenler inanabilir. Oysa biliyorum ki; onun Galatasaray’a 2. gelişinde Lucescu’nun daha 2 yıllık sözleşmesi vardı. Dönemin başkanı rahmetli Özhan Canaydın, sözleşmesi devam eden hocası varken Terim’le anlaşıp, Lucescu’yu göndermişti. Hatta Beşiktaş’ın 100. yıldaki şampiyonluğu sonrası Serdar Bilgili, Lucescu’dan önce Fatih Terim’le görüştüklerini, ancak kendisi “Galatasaray’a sözüm var” diyerek teklifi reddedince Rumen teknik adamla anlaştıklarını açıklamıştı.

* “Benim yanımda ceketinin düğmesini açamayanlar, ağzını açamayanlar bakıyorum hepsi bayağı bir babayiğit olmuşlar” gibi cümleler kurmak ne kadar çirkin. Bu nasıl bir ego ki, insana bunu söyletir? Terim’in ne iş yaptığını bilmeyen bir insan, bu cümleyi okusa/duysa ilk aklına gelen ‘mafya babası’ olur. Aman! Ben de daha fazlasını demeyeyim. Nemelazım benim için de “evinde oturup yemek yapması gerekenler bana laf ediyor” diyebilir. Çünkü, böyle cümleler kuranlara göre futbolla sadece bazı erkekler ilgilenmelidir.

Superman Emre!

* Fatih Hoca’nın açıklamaları sonunda en azından futbolcularla ilgili kendisini kimin aradığını öğrenmiş olduk. Meğer futbolumuzun lideri Emre Belözoğlu’ymuş (Keşke Emre, Ukrayna maçı öncesi arasaymış, belki 2-3 puanımız daha olurdu). Bir sürü insanın çözemediği problemi Emre bir telefonla çözmüş. Hocayı kimler kimler aramış da ikna olmamış, ama Emre o kadar güzel şeyler söylemiş ki, tatmin olmuş. Koskoca TFF’den bir kişinin yapamadığını damadın kuzeni futbolcu yapıyorsa, konu üzerine de başka söz demeye gerek yok. Gerisini kifayetsiz Yıldırım Demirören ve ekibi düşünsün artık.

****************************************************

Hani sevinmek için sevmemiştik?

Beşiktaş’ın geçen cumartesi AZ Alkmaar ile yaptığı hazırlık maçında kendini bilmez bazı taraftarlar Olcay Şahan’ı ıslıkladı. İtiraf etmeliyim ki, sanki ben ıslıklanmışım gibi hissettim. Olcay’ı çok sevdiğimden değil, “sevinmek için sevmedik” diyen taraftardan hiç toleransı olmayan müşterilere dönüştüğümüz için...

Hazırlık maçı yahu! Kazanılan kaybedilen bir şey yok. Ayrıca Beşiktaş bütün maçlarını kazanacak diye bir şey de yok. Bu ıslıklayan arkadaşlar hayatlarında hiç kaybetmiyor mu? Ya da hayatta hep kaybettikleri için mi hazırlık maçını dahi kaybetmeye tahammülleri yok?

Olcay formsuz mu? Evet. Hatta hem mental hem fiziki anlamda bu kadar keskin bir düşüş yaşaması akıl alır gibi değil. Ama adam geçmişte bizlere yaşattığı sevinçler için bile saygıyı hak ediyor. Formsuzluğu yüzünden oynatılmaması bizden çok ona dert oluyordur zaten. Aptal değil ya, bu halinden kurtulmazsa endüstriyel futbolun gereğinin yapılacağını ve Beşiktaş’tan gönderileceğini de biliyordur.

“O kadar para alıyor, oynayacak tabii” protesto için en geçer akçe. Peki profesyonel futbolcu olmak, tribünden destek beklerken hakarete uğranıldığında dahi en iyi performansı göstermek demek mi? Futbolcuları ıslıklayanlar, küfür edenler performanslarının en iyisini patronlarından, müdürlerinden hakaret ya da küfür işittiklerinde mi gösteriyorlar ki, öyle davrandıklarında futbolcuların performanslarının artacağını sanıyor? Yok eğer öyle değilse, kendi futbolcularının performansını düşürmek için mi protesto ediyorlar? Anlamak mümkün değil...

Futbolcuları rahat bırakın!

Taraftar hesap soramaz demiyorum. Taraftar elbet hesap sorar, bu, dünyanın her yerinde böyle olmuştur. Ancak verdiği desteğinin karşılığında hesap sorar. Maç bitmeden hesap sorulmaz. Hele hele hazırlık maçının ortasında ıslıklayarak hiç hesap sorulmaz. Yoksa o takımın taraftarı olmaktan çıkar, rakibine dönersin. Bırakın da futbolcular bizimle değil, sadece sahadaki rakipleriyle mücadele etsin.

Not: Bu yazının son bölümü Olimpiyat Stadı’nda 3-1 kaybedilen Beşiktaş-C. Brugge maçından sonra yazdığım 26 Mart 2015 tarihli yazıdan alınmıştır.

16 Kasım 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Biz bu b.ku niye yedik?‘’

Hikayeyi biliyorsunuzdur, ama duruma öyle uyuyor ki, kısaca hatırlatmadan edemeyeceğim: Maraba ile ağa, ağanın arabasıyla kasabaya giderlerken yolun yarısında, arabayı çeken hayvan yola pisler. Yol uzundur. Ağa, marabasının eskiden beri arabada gözü olduğunu bildiğinden bir oyun oynamak ister. Maksat hem marabayı küçük düşürmek hem de eğlenmektir: “Üle Memo! Şu b.ku yersen, arabayı sana verecem” der. Maraba, düşünür taşınır taze at pisliğini yer. “Tamam” der ağa “araba senin”. Bizimkinin midesi dönmüş, gururu çiğnenmiş, kendinden iğrenir. Ağa ise bir dakikalık bir eğlence uğruna arabasından olduğuna pişman, kendi budalalığına yanar. Dönüş yolunda ikisinin de ağzını bıçak açmaz. Tam marabanın pislik yediği noktaya geldiklerinde ağa dayanamaz; “Üle Memo! Bir halt ettim, şaka uğruna araba elden gitti, b.k yemenin ederini vereyim, arabayı geri alayım” der. Memo’nun genzinde, ağzında, yüreğinde hâlâ pislik tadı vardır. “Olur Ağam” der, “olur ama bir şartla: sen de şu kalan kurumuş b.kları yiyeceksin ki ödeşelim”. Ağa arabadan iner ve bir miktar pislik de o yer. Çiftliğe yaklaşırlarken, Memo düşünceli, kederli sorar: “Ağam, araba giderken de senindi, dönerken de senin. O zaman biz bu b.ku niye yedik?”
***
Aylardır Fatih Terim ve bazı futbolcular arasındaki soğuk savaş ve şimdi yaşananlar, ister istemez bana yukarıdaki hikayeyi hatırlattı. Onca tumturaklı lafın, onca yüksek perdeden gürlemenin ardından şimdilik ateşkes sağlanmış gözüküyor. Yüzlerinden anladığımız kadarıyla ise aralarında sert rüzgarların estiği antrenmanlarla Kosova maçına hazırlanıyorlar.
Ne değişti?
”Benim kimseyle kişisel problemim yok” dememiş miydi Terim, üstelik işin içine şerefi de katarak, “Hata benim üzerimden Türk halkına yapılmıştır. Özür makamı ben değilim, Türk halkıdır” diye de eklemişti.
Eee şimdi kimse kimseden özür dilemediğine, kamuoyuna da bir açıklama yapılmadığına göre; aylardır gündemi meşgul eden ve “eksik” kadroyla maça çıkıp sadece 2 puanla yetinmemize neden olan o karşılıklı afra tafra da neyin nesiydi?
Madem sonunda Arda ve arkadaşları Milli Takım’a alınacaktı, neden baştan alınmadı?
Madem şimdi hiçbir şey yaşanmamış gibi bu futbolcular Milli Takım’a alındı, kaybedilen puanlar ne olacak?
Söz konusu ettiğimiz 100 gr kabuklu fıstık meselesi değil ki. Milli Takım’ın kaybettiği prestiji, puanları. Milli Takım, Fatih Terim ve futbolcuların tapulu malı mı, birilerinin egosuna, kaprisine göre yönetilsin/oynansın?
Bu Milli Takım sadece onlarınsa, tamam istedikleri gibi taht oyunlarına devam etsinler. Ama hepimizinse lütfen artık daha fazla kriz üretmesinler. Herkes sorumluluğunun, büyüklüğünün farkına varsın ve ona göre davransın! Bir takımın görevinin futbol oynamak, bir hocanın da oynatmak olduğunu bilmem ne zaman anlayacaklar?

Milli Takım, Terim’den büyüktür!

Fatih Terim’in Galatasaray’a ikinci gelişi, 33. haftaya kadar kıyasıya devam eden ve Beşiktaş’ın şampiyonluğuyla biten yarışın olduğu 2002-2003 sezonuydu. 2003-2004 sezonu ise, Sarı-Kırmızılı ekibin maçlarını Olimpiyat Stadı’nda oynamasının da etkisiyle Mart ayında sona eren 2. Dönem.
Fatih Terim, Galatasaray’ın başında son kez çıktığı Çaykur Rize maçı sonrası şöyle konuşmuştu: “Artık veda ediyorum. Bu veda tekrar dönülebilecek bir veda değil. G.Saray etiğinden öğrendiğimi uyguluyorum. Benim için tamamen bitmiştir ve artık dönüşü yoktur. Başkanlık gibi bir lüksüm olamaz ama teknik direktör olarak dönmeyeceğim. Elbette G.Saray’a hizmet için döneceğim ama teknik direktörlük ceketini astım. G.Saray camiası içinde her zaman gurur duydum. 8.45 itibariyle teknik direktörlük ceketimi astım. Türkiye’de teknik direktörlük yapmayacağım.” (21 Mart 2004 - Hürriyet)
Ancak ertesi yıl Terim, Ersun Yanal’dan boşalan Milli Takım’ın başına geçti. Hatta o zamanlar, göreve gelirken, “Ben ‘Türkiye’de takım çalıştırmayacağım’ demiştim” dediğinde çok çok ünlü bir yorumcunun kendisine, “Milli Takım’ı kast etmemiştin” diye telkinde bulunduğunu da işittim.
2009’da Milli Takım’dan ayrıldıktan sonra yaptığı açıklamada da bir kez daha Türkiye’de takım çalıştırmayacağını üstüne basa basa belirtmiş ve “Avrupa’da takım çalıştıracağım” demişti Terim. Sonra 2011 yılında tekrar Galatasaray Teknik Direktörü olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bir tür deja vu...
Ve şimdi yine, büyük büyük cümleler kurduktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etmek...
Ne diyeyim?
Belki de az konuşup, işini yapmak en doğrusudur.
Belki de bu, sadece biz faniler için değil, İMPARATORlar falan için de geçerlidir...
Hatta belki de en çok onlar için geçerlidir!
Nihayetinde Milli Takım, Terim’den büyüktür!



11 Kasım 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI