Arama

Popüler aramalar

‘’Batıyoruz, dibe en dibe‘’

Güzel şeyler yazmak istiyordum bu hafta. Mesela Beşiktaş taraftarının motorları maviliklere sürerek gerçekleştirdiği, görüntüleri izlerken hala gözlerimin dolmasına sebep olan muhteşem şampiyonluk kutlamasını. Ve bir ara amatör lige kadar düşen Göztepe’nin 14 yıl sonra Süper Lig’e geri dönüşünü, takıma desteğini asla kesmeyen, sevdasını şampiyon yapan taraftarını... Ama Arda Turan sağ olsun, futbol gündemini yine işgal etti. 2 ay önce kibrini okumuştuk, bu defa küstahlığını, saygısızlığını, zorbalığını duyduk. Arda’yı tanımamıza vesile olan futbolculuğu üzerine en son ne zaman konuşup, yazmıştık ben hatırlamıyorum. Çünkü futbolcudan çok her şeye benzemeye başladı maalesef.

Bayrak, millet edebiyatı

Mili Takım kaptanı, Milli Takım uçağında “Aileme, şerefime laf ettirmem” deyip gazeteci Bilal Meşe’ye saldırıyor ve ailesine ağza alınmayacak küfürler ediyor. Olayın daha da vahim tarafı hala kendini haklı görüyor ve “Pişman değilim, yine yapabilirim. Bayrağımı, milletimi seviyorum” diyerek bayrağı ve milleti kendi saldırganlığına, küfürbazlığına alet etmeye çalışıyor. Ne yazmış Bilal Meşe? Nerede kendisine ve ailesine hakaret etmiş? Ben bütün gün aradım, hiçbir şey bulamadım. Hadi o buldu diyelim, ve bu yazının birileri tarafından “yazdırıldığını” kabul edelim, neden bu yazıyı yazdıranlara bir şey demiyor da, Bilal Abi’ye saldırıyor? Bu saldırının Yıldırım Demirören’e ya da Fatih Terim’e değil de, gücünün yettiği bir gazeteciye yönelmesinin Arda Turan’ın anlata anlata bitiremediği o “ADAMLIK” ile nasıl bir ilgisi var, anlamak güç.

Sorun daha büyük

Arda’nın psikolojisi, adamlık martavalı, gazetecilik üzerine de yazacak çok şey var elbet, ancak yerimiz dar. Ve Arda konunun mikro boyutu, sorun çok daha büyük. Devlet yetkililerine sormadan neredeyse adım dahi atmayan bir Federasyon ve egoları kariyerlerinden büyük iki “adam” arasındaki iktidar mücadelesi yüzünden artık insanların gönülden destekleyeceği bir milli takımı dahi kalmadı. Boş statlar, futboldan kaçan insanlar, asla kapanmayacak borçlar, yetiştirilemeyen futbolcular, transferlerden nemalanan yöneticiler... Futbolda sorunun kendisi olan insanlara, sorunları çözme yetkisi verilince, boğazımıza kadar çamurun içine battık maalesef.

***************

7 yaşında Fenerbahçeli bir yeğenim var. Adı Deniz Ege. Geçen sezon Fenerbahçe futbolcu kartlarının olduğu albüm almıştım ona. Gökhan Gönül Beşiktaş’a gelince üzülmüş. “Gökhan’ı çıkaracaksın herhalde” demiştim albümden. “Olur mu, kaç yıl bizde oynamış, çıkarmam” diyecek kadar temiz bir çocuk, her çocuk gibi. Play Station’da takımı var, aynı mevkide olmalarını umursamadan hayran olduğu futbolcuları topluyor takımına.

Geçen gün Quaresma’yı da almak istemiş, kabul etmemiş ayağının dışı, canımızın içi. Messi, Ronaldo, Ibrahimovic, Modric, Bale, Neymar, Suarez, Pique, Kroos, Pogba, Iniesta, Hazard, Arda var takımında, ki düşünün takımın halini. Arda’nın eskiden Galatasaray’da oynadığını öğrenince çok şaşırmıştı. “Bildiğimiz Galatasaray mı” demişti çocuk aklıyla. Ve daha da hayran olmuştu Arda’ya, Galatasaray’dan taa Barcelona’ya kadar gittiği için. Dün onunla konuştum, takımdan Arda’yı satmış. Okulda arkadaşlarından duymuş, “Arda birini dövmüş, sonra da milli takımı bırakmış. Ben de sattım” dedi. Sabri Ugan’ın yazdığı Arda Turan - Aslan Yürekli Kaptan kitabının ilk sayfasında Joseph Joubert’in şu cümlesi yer alır: “Çocukların nasihatten çok, iyi örneğe ihtiyacı var.” Ama o örneğin Arda olmadığı artık aşikar...

09 Haziran 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güneş geldi, Beşiktaş'a bahar geldi‘’

Zamanında Şenol Güneş için “Kaleciden teknik direktör olmaz” diyenler kendi çaplarınca haklıydı. Olmaz; çünkü Şenol hoca futbol izleyiciliğinden yorumculuğa atanan o futbol bilmişlerine malzeme olacak türden caka satmayı, hakaret etmeyi bilmiyor ya da sevmiyor. Doğal olarak, Şenol hocayı konuşmak için futbolun kendisini, özellikle de futbolcu psikolojisini bilmek gerekiyor. Böyle bir değer, en iyi ihtimalle televizyon başında mütevazı bir izleyici olması gerekenlerin eline düştüğünde de, dünya üçüncüsü olduğunda başarısız, ligde 2. olduğunda başarısız, şampiyon olduğunda idare eder, Napoli’den 4 puan aldığında ‘korkak’ sayılır, hatta “Beşiktaş’ın Şenol Güneş ile maç kazanması en zor şey” denir ve ortaya yukarıdaki ‘eleştiri’ çıkar: Kaleciden teknik direktör olmaz!

Şenol hoca özelinde bakarsak, bence de bir kaleciden klasik anlamda teknik direktör olmaz; daha iyisi olur. Sahneyi, bir buçuk saatlik süreyi ve elindeki aktörlerin tüm limitlerini sonuna kadar kullanabilen, kendi ‘efendi’ tarzını yaratan ‘otör yönetmen’ olur. Büyük ihtimalle kalecilikten kalan gözlem ve oyunu okuma becerilerini elindeki kadronun limitleriyle birleştirir. Messi’yi de, Neuer’i de ister ama bunun imkânsızlığını bilip, elindekiyle başının çaresine bakar.

Başımızın tacı

Siz de ‘ya mücadele etmezlerse’ endişesi taşımadan arkanıza yaslanır, koltuğunuzda rahat rahat oyunu seyredersiniz. En önemlisi, oynanan futboldan bir kere daha zevk alırsınız; umutlanırsınız. Çünkü Şenol hoca için ‘futbol para ve bilim değildir; bir oyundur.’ Kendi ışığından gözleri kamaşan milli ‘yıldız’larımızın ve özellikle Fatih Terim’in yaşattığı hayal kırıklıklarının yanında Şenol Güneş daha da parlıyor. Yıllardır lig üçüncülüğüne abone olmuş bir takımı geçen sezon statsız, bu sezon kadrosunun yarısı değişmişken şampiyon yaparak hem Beşiktaş’ı hem kendini daha da büyüttü hoca. 9 yıl önce Asi Ruh belgeselini yaptığımızda ve ‘haydi kalk ayağa, yürü güneşe’ dediğimizde aslında mutluluğun yolunu göstermişiz de, fark etmemişiz.

Şenol Güneş geldi, Beşiktaş’a bahar geldi. ‘Umut zaferden daha değerlidir’ ve Güneş, takıma dair umutlarımızı bize yeniden verdi. Ve bu takım özlediğimiz takım olduysa, başkan ve yöneticiler sayesinde değil, onun sayesinde oldu. Çalışmanın, alınterinin, azmin yani Beşiktaş’ın bize göre birincil özelliklerinin vücuda gelmiş hali, sahadaki Beşiktaş o. İyi ki doğdu! İyi ki var! Başımızın tacıdır, gitmesin kalsın mümkün olduğunca... Not: Bu yazının ilk bölümü daha önce yayımlanan ‘Kaleciden teknik direktör olmaz’ başlıklı yazımdan alınmıştır.

TFF ne işe yarar?

Ziraat Türkiye Kupası’nı Konyaspor’un kazanmasıyla Avrupa’ya gidecek takımlar netleşti. Tek netleşmeyen 3. ve 4. olacak takımlar. Kupa’yı Konya’nın kazanmasına en çok Fenerbahçe ve Galatasaraylı futbolcular üzüldü sanırım. Çünkü Başakşehir kazanmış olsa üçüncü olan takım Avrupa Ligi’ne direkt katılacak, dördüncü ise 2 ön eleme oynayacaktı. Konyaspor’un kazanmasıyla birlikte bütün işler değişti. Şimdi üçüncü 2 ön eleme, dördüncü ise 3 ön eleme oynamak zorunda kalacak.

3. ön eleme maçları 13 Temmuz’da, 2. ön eleme maçları 27 Temmuz’da. Bu durumda ligi üçüncü sırada tamamlamak futbolcular için çok önemli, çünkü iki hafta fazla dinlenmek söz konusu. Dördüncü olan takım ise 20 gün sonra yeni sezon hazırlıklarına başlayacak. Milli maçları da düşünürsek sadece bir hafta dinlenme imkanı bulacak futbolcular.

Yönetemeyen yöneticiler

Buna sebep olanlar kim? Türkiye futbolunu yönettiğini zanneden bir grup takım elbiseli adam. Futbolun unsurları dışında herkesin işini görmek için birbiriyle yarışan, futboldan başka her şeyden anlayan TFF ve Kulüpler Birliği. Normalde ligler Mayıs’ın üçüncü haftası sona erecekken, Antalya Turizmciler Derneği’nin ricası, Kulüpler Birliği’nin talebiyle devre arası bir hafta uzatıldı (İnsan düşünmeden edemiyor, acaba kaç otel sahibi var futbolu yönetenler arasında).

Referandum sebebiyle de bir hafta ara verilince geldik Haziran’ın 3’üne. Oysa kupa maçlarının olmadığı haftalarda hafta içine maç konulabilirdi 2 hafta. Fikstürü planlayan federasyonun ilgili kurumu -Planlama Müdürlüğü imiş kendilerifikstür düzenlemek dışında hangi çok önemli işlerle meşguller ki, bir fikstürü dahi düzenleyemiyorlar? Fikstür düzenleyemiyorlarsa o koltuklarda neden oturuyorlar? Ben de neye takıyorum ki, di mi? Başı ne ki, kolları ne olsun?

02 Haziran 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İşbilmez başkanlar, cefa çeken taraftarlar‘’

Galatasaray’ın eski oyuncuları Olcan Adın ve Dany Nounkeu’nun sözleşmeleri tek taraflı feshedildiği için, Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nda Sarı-Kırmızılı ekibe açtığı davalar sonuçlanmış. Galatasaray, 30 Haziran 2017’ye kadar Olcan’a 2.9 milyon, Dany’ye ise 1.7 milyon Euro ödemek zorundaymış. Bu ödeme zamanında yapılmazsa, konu UEFA’ya intikal edeceği için, Sarı-Kırmızılı kulübe transfer yasağı dahi gelebilirmiş. Galatasaray Başkanı Dursun Özbek de geçen hafta “Tudor kesinlikle kalıyor. Her şeyle ben ilgileneceğim. Bu takımı şampiyon yapmadan da hiçbir yere gitmiyorum” demişti. Görünen o ki, Galatasaray, Yıldırım Demirören Beşiktaş’ı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor: - Başarısızlığı hoca değiştirerek savuşturmaya çalışmak. Öyle ki bir sezonda 3 farklı hocayla bile çalıştı takım.

- İşbilmezlere ve menacerlere dayalı kötü transfer politikası.
- Finansal disiplinden uzak bir yönetim.
- İstifa etmeye yanaşmayan bir başkan.

Memleketteki yönetici kimliğinin kendilerinden başka herkesi başarısız görmesi çok alışkın olduğumuz bir tablo. İşbilmezlerin hırsları yüzünden koca kulüpler ne hallere düşüyor. Galatasaray’ın en büyük problemi yönetimsel ve takım kalitesi iken teknik direktör değiştirdiler. Böyle bir ortamda, takımın başına Conte’yi getirseler ne yapacaktı ki? Üstelik bu değişikliğin devre arasından sadece 1 ay sonra yapılması günlük kararlar verildiğinin ve plansız hareket edildiğinin en büyük göstergesiydi. Böyle kısa vadeli, günü kurtarmaya ve taraftara şirin gözükmeye yönelik yönetim hamleleri, takımlarımızın dünya futbolunda neden bir yer edinemediğinin en kısa özetidir sadece.

Tebrikler Fenerbahçe, teşekkürler Obradovic!
2015-2016-2017 yıllarında Final 4’e kalıp, geçen sene hakem kararıyla finali kaybeden Fenerbahçe’nin Olympiakos’u devirerek Euroleague Şampiyonu olması, tesadüf falan değil, sistemli bir çalışma ile hak edilmiş bir başarı. Bizlere büyük bir heyecan yaşatan ve ülke spor tarihinin en önemli başarılarından birinin elde edilmesinde emeği geçen herkesi kutlar, teşekkür ederim. En çok da Obradovic’e teşekkürler! Bize imkansız diye bir şey olmadığını gösterdiği için... Slaven Bilic, “Pep Guardiola, Carlo Ancelotti, Jose Mourinho ve Sir Alex Ferguson, Zeljko Obradovic’in yakınında bile değil” demişti. Çok haklı. 5 farklı kulüp ile 9 Avrupa şampiyonluğu kazanmak, kolay elde edilir bir başarı değil. “Kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Şu anda Obradovic’e taktım mesela. İnsan 9 kere nasıl Eurolig kazanır” diye sormuş Nuri Şahin. Obradovic’in yardımcısı Erdem Can, “Maç sonu Obradovic’e gidip güldüm. ‘Ne gülüyorsun, sadece bir kupa kazandık’ dedi. Bu onun için normal” diyerek yanıtlamış aslında Nuri’nin sorusunu. Evet, Fenerbahçe çok büyük bir başarı elde etti. Fenerbahçe, Yunan takımı Olympiakos’u yendi ve Avrupa şampiyonu oldu. Bu bir maçtı ve Fenerbahçe kazandı. Bir savaş değildi, kimseyi denize dökmedi. Bir kenti yeniden fethetmedi. Sahadakiler düşman değildi, rakipti. Elimizde kalan üç beş güzel şey var, onları da savaş tamtamlarıyla, intikam marşlarıyla doldurmayalım lütfen.

****************************

Yüzde 100 Basketbol
Güntekin Onay: Galatasaray’da bir stopere ihtiyaç var, değil mi hocam?
Rıdvan Dilmen: Evet, üçlük yedik bu arada, moralim bozuldu.

Terim duymasın!
Türk futbol camiasında, Arda dahil, en kuvvetli insan Şenol Güneş’tir. (Mehmet Demirkol)

Giderayak reçete:
Fenerbahçe’nin basketboldaki başarıyı futbolda da yakalaması için üst düzey hoca, üst düzey futbolcu, üst düzey teknik ekip gerekiyor. (Fenerbahçe Teknik Direktörü Dick Advocaat)

Tabii tabii
Erzurumspor bu saatten sonra inanıyorum ki Beşiktaş ile oynasa onu bile eler. (BB Erzurumspor Başkanı Ali Demirhan)

Son pişmanlık neye yarar?
Van Persie evde otururken, “Şu Beşiktaş’ta oynasam 25 gol atarım” diyordur. (Rıdvan Dilmen)

Kafa Türk kafası da ondan!
Kendisini futbola verdiği zaman Mesut Özil gibisi dünyada yok. Neden istikrar sağlayamadığını anlayamıyorum. (Thierry Henry)

Inter’e gitmezmiş mi?
Melo dedi ki, “Barcelona, Real Madrid ve Galatasaray’dan teklif gelse, ben Galatasaray’a giderim”. (Menacer Bayram Tutumlu)

‘Bir ben vardır bende benden içeru’
Düşüncelerimi anlatmakta zorlanıyorum, kafamda neler var, onu da bilmiyorum. (Fenerbahçeli Roman Neustadter)

26 Mayıs 2017, Cuma 09:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne kinmiş arkadaş?‘’

Bursaspor-Beşiktaş maçı öncesi Bursaspor tribün lideri Cenk Tunçbilek; “2004’te bizi küme düşüren Beşiktaş’ı yenerek şampiyonluktan etmek istiyoruz” diye konuşmuş. Kardeş takımı Ankaragücü’nün tribün lideri Ali İmdat, “Beşiktaş maçında Bursaspor tribünlerine destek olmak adına Gecekondu olarak biz de yer alacağız” demiş. Bursaspor 2003-2004 sezonunda 14 kez mağlup olup, 42 puan kaybetmiş. Sadece 10 galibiyet ve 10 beraberlikle 40 puan toplamış. Ama Bursaspor tribün lideri Cenk Tunçbilek’in mantığına göre onları Beşiktaş küme düşürdü. Aldıkları 14 mağlubiyetin hiç önemi yok.

Mantıksızlığın mantığı:

Bursasporlular’ın mantığıyla bakacak olursak, 2009-2010 sezonunda da Bursaspor’u Beşiktaş şampiyon yapmış oluyor. Tarihlerinin en büyük başarısını Beşiktaş sayesinde kazanmış oluyorlar. Bursaspor Beşiktaş’ı yenemeyip berabere kalsa, Trabzonspor’la berabere kalan Fenerbahçe şampiyon olacaktı. Onu ne yapacağız? 2003-2004 sezonunun ilk yarısını 11 puan önde kapatmış, ikinci yarı aldığı mağlubiyetlerle zirve yarışından kopmuş, maçlara çıkacak takati kalmamış travmadaki Beşiktaş’ın, Akçaabat ve Çaykur Rize’ye yenilmesi olacak iş değil onlara göre... Bu yüzden 27 maçta sadece 4 galibiyet alıp son 7 maçından ise 6’sını kazanan Bursa küme düştü.

Bir yıl önce büyük katkılarıyla Altay’ın başına gelenler, 2003- 2004 sezonunda onların başına geldi. Derdim; yeni düşmanlıklar yaratmak değil, ancak o gün bugündür intikam yemini eden Bursaspor’un unuttuğu ya da işine gelmediği için unutmak istediği bir şey var: Bursa son maçında Samsun’u 1-0 yenip 40 puana ulaşırken; Beşiktaş, Çaykur Rize’ye 1-0 yenilerek Karadeniz ekibinin 39 olan puanını 42’ye yükseltmesini sağladı, tamam... Ancak diğer Karadeniz ekibi Akçaabat Sebatspor’a 3-2 yenilen ve Sebat’ın 39 olan puanını 42’ye çıkaran takım hangisi? Araştırmayın, ben söyleyeyim: Kardeş takımları Ankaragücü...

******************************
Saçmalıkta son nokta

Beşiktaş ve Bursaspor taraftarları arasında yıllardır süren gerilim yüzünden uygulanan yasak ilk yarı oynanan Beşiktaş-Bursaspor maçıyla kalkmıştı. Hatta maç sonu yaşanan lanet terör saldırısından sonra stat çevresinde olan Bursasporlular’a Beşiktaş taraftarı sahip çıkmış, evlerinin kapılarını açmıştı. Tam da görmek istediğimiz hareketlerdendi bu dayanışma . Ancak o gün dayanışan taraftarlar arasındaki düşmanlık bir kaç gün sonra yine gün yüzüne çıkmıştı. Pazartesi günü oynanan Bursaspor- Beşiktaş maçı öncesi yine çok sıkı tedbirler alındı.

O kadar sıkıydı ki tedbirler, sıkılıktan saçmalığa dönüştü adeta. Bursa İl Güvenlik Kurulu, Beşiktaş taraftarlarının İstanbul’dan otobüslerle toplu halde Bursa’ya gelmesine karar vermiş. “Ne var bunda” demeyin. Bu öyle bir saçmalık ki; mesela Bursa’da oturan Beşiktaş taraftarı, Bursa’daki stada girebilmek için önce İstanbul’a geldi. Buradaki taraftar otobüslerinden birine binerek tekrar Bursa’ya gitti. Maç sonrası da yine otobüse binip İstanbul’a gelmek, sonra da yine Bursa’ya gitmek zorunda kaldı.

İnsanlar olmasa...

Bizim valilerin görevlerinin başında insanların güvenliğini sağlamak geliyor. Ancak eski Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin “Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim” dediği gibi, bu valiler de insanlar olmasa illeri çok güzel yönetecek. Yoksa Bursa’da yaşayan bir insana, tuttuğu takımı desteklemeye gideceği için, böyle bir işkence çektirmenin başka bir açıklaması olamaz. Niye uğraşsınlar 2 bin Beşiktaş taraftarıyla? Niye uğraşınlar Bursa’da ve diğer illerde oturan bir avuç Beşiktaş taraftarıyla? Olay çıksa soruşturma geçirmek de cabası...

Sorumluluk almamak en kolay yol. İnsanların Anayasa teminatı altındaki, seyahat etme ve spor izleme hakkı engelleniyor, ama kimseden ses çıkmıyor. Hak hukukla alakasız keyfi uygulamalar normalmiş gibi davranılıyor. Biz de takım fark etmeksizin bu futbol sirkinde keyif almaya çalışıyoruz işte. Egemenlerin izin verdiği ölçüde...

******************************
Şimdikiler primle çalışıyor!
Almanya maçına çıkmadan önce Fatih Terim bize sadece “Allah yardımcınız olsun” dedi. Taktiksel konuşma yapmadı. Benim jenerasyonum Milli Takım’da gazla çalışan son jenerasyondu. (Uğur Boral)

Ben olmasam var ya...
Trabzonspor, Yusuf Yazıcı’yı devre arasında Samsunspor’a gönderiyordu. Ben mani olmasam bugün Yusuf diye bir futbolcu yoktu. (Sadi Tekelioğlu)

Yazık Galatasaraylılar’a!
Erken seçim kolay. Galatasaray sevgimiz nedeniyle saldırılara göğüs gerip, 2018 Mayıs’a dek kalacağız. (Galatasaray Başkanı Dursun Özbek)

Q7 düşmanlarının dikkatine:
Muhabir: Beşiktaş’ta daha ne kadar oynamayı düşünüyorsun?
Quaresma: Hocamın dediği kadar.
Şenol Güneş: Sonsuza kadar.

Ser verip sır vermez Başkan!
Tolisso’yu Şampiyonlar Ligi’nde final oynayacak bir İtalyan takımı istiyor. (Lyon Başkanı Jean Michel Aulas)

Basın sana diyorum, Mourinho sen anla:
Benim için farklı bir dile adapte olmak ve kötü bir sezon geçirmiş oyuncularla başarıya ulaşmayı denemek kolay değildi. (Chelsea Menajeri Antonio Conte)

Eeee?
Rıdvan Dilmen: Satranç bilir misin? Güntekin Onay: Bilmem. Rıdvan Dilmen: Ben de bilmem.

Pek hayır değil o!
Gaziantepspor Başkanı İbrahim Kızıl bana “Seni yaşatmayacağım” dedi. Ben de “hayırdır başkanım” dedim. (Menacer Cengiz İbret)

19 Mayıs 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adaletiniz batsın!‘’

Spor Toto Süper Sirki’nde son dört haftaya girilirken futbolu yönettiğini zanneden Türkiye Futbol Federasyonu ve onun yanlı kurumları “ben yaptım oldu”cu tavırlarıyla insanları aptal yerine koymaya devam ediyor. İnsanı en çok çileden çıkaran da bu: Aptal yerine konmak. Memlekette olmayan adaletin futbolda olması beklenemez elbette. Ama insan yine de safça umut ediyor, adalet bekliyor. Lakin defalarca şahit olduğumuz gibi futbolumuzda da birileri daha ‘eşit’. Oynadığı futbolla taraflı tarafsız herkesin sempatisini kazanan Başakşehir’in kabadayı futbolcularının gazeteci dövmesinin ardından al(ma)dıkları cezalar, adalet dağıtması gerekenlerin nasıl yanlı davrandıklarını gözler önüne serdi iki hafta önce. Bir dini olduğu için ahlaka ihtiyaç duymayan, olayların başlatıcısı Emre Belözoğlu’na sadece para cezası verenler, “vurmadım” diyen ancak kamera kayıtlarıyla yalan söylediği ortaya çıkan Volkan Babacan’a sadece 1 maç ceza kesenler, Ufuk Ceylan ve Yalçın Ayhan’a 5 maç ceza verip sonra 3’e düşürenler hukuku ayaklar altına aldı yeterince.

Hukuk can çekişiyor

Adalete hükmetmesi gerekenler ile cezalandırılması gerekenler aynı tarafta olduklarında olaylar görmezden gelinir, bizimki gibi eyyamla yönetilen federasyonlarda. Ceza alması gerekenler Başakşehir değil de Amedspor futbolcuları olsaydı futbolculara cezayı bırakın, takımı küme düşürürlerdi bir kılıfına uydurup oysa. Talisca, derbi maçta Volkan’a yaptığı malum hareketten ötürü PFDK’ya sevk edildi. Beşiktaşlı futbolculara defalarca küfür eden, maçtan sonra da kameralar önünde Talisca’yı tehdit eden Volkan Demirel’in sevkine ise gerek görülmedi ve yine adaletsizlik vuku buldu.

‘Nerden baksan tutarsızlık’

Deniz Çoban dün yazdı, “Hakemin görüş alanında olan ve hakemin görüp değerlendirdiği olaylarda disiplin kurulları işlem yapamaz” diye. Hakemin ceza vermediği, gözlemcinin rapor etmediği bir olay, kamera görüntüleriyle PFDK’ya taşındı. Oysa aynı kamera görüntülerinde Volkan Demirel’in yaptıkları da ortada. TFF Hukuk Müşavirliği, hukuku çiğneyerek kendini hakemin yerine koyma hakkını kendinde bulabiliyorsa Volkan’ı da sevk etmeliydi. Hem hukuksuzluk yapıyorlar, hem de çifte standart uyguluyorlar.

41. maddeyle ilgisi yok

Üstüne üstlük Talisca’nın hareketi, hakem ve gözlemci raporlarında olsaydı dahi, TFF Disiplin Talimatı’nın “MADDE 36 - SPORTMENLİĞE AYKIRI HAREKET” başlığında değerlendirilmeliydi. Madde “Sportmenliğe veya spor ahlakına aykırı hareket eden, tutum ve davranışlarıyla TFF’nin saygınlığını zedeleyen ya da futbolun değerini düşüren futbolculara 1 ila 3 müsabakadan men cezası verilir” diyor. Fakat bizim çok bildiğini sanıp hiç bilmeyen/bilmemezlikten gelen adalet dağıtıcıları, futbolcu tehdit eden Volkan Demirel’i değil, Talisca’yı “MADDE 41 - KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI, HAKARET, TEHDİT ve TÜKÜRME”den tedbirli olarak disipline sevk ediyor. Niye? Çünkü madde “TFF veya mensuplarına, müsabaka görevlilerine, futbolculara, yöneticilere veya diğer ilgili kulüp ve kişilere hakaret eden, söven, tehdit eden veya herhangi bir şekilde kişilik haklarına saldırıda bulunan futbolculara 2 ila 5 maç ceza verilir” diyor. Talisca’nın hareketinin 41. Madde ile alakası yok! Ancak Hukuk(suzluk) Müşavirliği cezayı fazla verebilmek için üst sınırdan kapıyı açıyor. Nerden baksan tutarsızlık...

Çifte standarda son!

Talisca’nın hareketi yanlış eyvallah... Lakin esas sorun çifte standart! Birilerini görmezden gelip, birini sevk etmek! Üst sınırdan ceza verebilmek için alakasız maddeler öne sürmek. Normalde darptan karakola götürülmesi gereken 4 futbolcunun birini pas geçip, birine “çift sarı kart” cezası verip diğer ikisine de 3 maç ceza verdikten sonra Talisca’ya daha çok ceza vermek için, hakem ve gözlemci raporlarında olmayan olay için madde uyduramazsınız! Irkçılık yapana, küfür edene, tehdit edene, koridorda tekme atana kamera görüntüleriyle ceza vermeyenlerin Talisca’ya ceza verme hakkı yok. Adalet herkese eşit uygulanmayacaksa orada oturmalarının da gereği yok. “Ahlaka dair ne biliyorsam futboldan öğrendim” demiş ya Albert Camus. Bizim TFF’yi görse “Ahlaksızlığa dair ne biliyorsam TFF’den öğrendim” derdi herhalde.

11 Mayıs 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dost musun, düşman mısın?‘’

Lyon-Beşiktaş maçı öncesi yaşananlar herkesin malumu. Sözde Beşiktaş’ı desteklemeye gelen üst tribündeki birkaç kendini bilmezin alt tribüne meşale, maytap vb. maddeler atmasıyla başlayan olaylar, beklenmeyen ve istenmeyen bir hal aldı, sonrası da bildiğiniz gibi. Beşiktaş’ın golünden sonra yakılan meşaleler yüzünden, hakem futbolcuları uyardı: Engelleyin diye! 1-0 öne geçmenin coşkusunu dahi yaşayamayan futbolcuların, hakem maçı tatil etmesin diye, tribünlere yalvarması gözlerimin önünden hâlâ gitmiyor.

Ahmet Nur Çebi maçtan önce “Taraftarlarımız biraz ipin ucunu kaçırmış. 20 bin kadar Beşiktaşlı olacak bugün statta. Nasıl olacak çok merak ediyorum” diye açıklama yapmıştı. Ancak bu maçla birlikte gördük ki, taraftar sayısının çok olmasının hiçbir önemi yok, önemli olan nasıl davrandıkları.

Destek mi, köstek mi?

Bu maç bir kez daha gösterdi ki, takım fark etmeksizin Avrupa ülkelerinden maça gelen taraftarlar maalesef destekten çok, köstek oluyor takımlarımıza artık. Mesela Lyon Stadı’nda da Beşiktaş bayrağından çok Türkiye bayrağı vardı ve onlara göre yapılacak olan bir milli maç dahi değil, cenkti adeta (Tek derdi Beşiktaş’ı desteklemek olanları tenzih ederim).
Türkiye’den giden taraftarlar arasında da takıma destek olmaktan çok kaos yaratmak isteyenler var elbette. Ancak bu kişilerin sayıları bir elin parmaklarını dahi geçmez. Çünkü artık insanlar Avrupa’daki yaptırımların sertliğinin farkında. Çünkü orada olaylar sebebiyle gözaltına alındıklarında vizelerinin iptal olacağını ya da yurtdışı çıkış yasağı alacaklarının bilincindeler. Çünkü Avrupa’da, Türkiye’de olduğu gibi, gözaltına alındıklarında bir yöneticinin gelip onları kurtaramayacağını da biliyorlar.
Bu maçtan önce de diğer takımın haliganlarıyla hesaplaşmak(!) için günler öncesinden randevulaşanlar, maç günü O.Lyon satış mağazasını yağmalamaya kalkanlar olmuş. Polis müdahale edince de “Fransız polisi, Türk taraftarlara saldırdı” diye haberler çıkmış.

İstanbul’da olsa?..

Elbette milliyetçi Lyon taraftarlarını ve yetersiz güvenlik önlemlerini görmezden gelmiyorum. Ancak! Güvenlik önlemlerinin yetersiz olması meşale yakıp insanların üzerine atmayı gerektirmez. Empati yapmak, başkasına çuvaldızı batırmadan önce iğneyi kendimize batırmak lazım. Maç İstanbul’da olsaydı ve kulüp 25 bin Fransız’ın bilet almasını engelleyemeseydi. Gelen Fransızlar da Vodafone Arena’da Beşiktaşlılar’ın üzerine meşale, ses bombası vb. atmaya kalksaydı... Ne olurdu? İnanın, olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum.
Bütün Avrupa’daki Türkler’in böyle davrandığını düşünmüyorum, yanlış anlaşılmasın. Ancak Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor fark etmeksizin Türkler’in yoğun olarak yaşadığı ülkelerdeki maçlarda benzer olaylar hep oluyor. Yaşadıkları ülke takımlarının maçlarında yapamadıklarını kalabalık olunca Türk takımlarının maçlarında yapmayı marifet sanıyorlar maalesef. Tek başlarına kuzu gibiler, çok olunca kurt oluyorlar.

Bu ilk olay değil

Zamanım uygun oldukça yurtdışında Beşiktaş’ı desteklemeye gidiyorum. Bu olay, Avrupa’dan gelen Türkler’le ilgili yaşadığım ilk vukuat değil. Asteras maçı için gittiğimiz Yunanistan’da, maç sonu portatif tribün altında yağmurdan korunmaya çalışırken, Avrupa’dan gelenlerle Türkiye’den gelenler arasında sebebini bilmediğimiz bir kavga çıkmış, Yunan polisi hepimize saldırmıştı. İnsanlar kaçamamış portatif tribünün altında kalma tehlikesi yaşamıştı. O tribün yıkılsa kaç kişi yaralanırdı?

Hesabını kim verecek

Ben bu satırları yazarken, UEFA Disiplin Kurulu, Beşiktaş’ın cezasını hâlâ açıklamamıştı. D.Kiev deplasmanında da benzer olaylar sebebiyle ceza alan Beşiktaş’ın aynı maddeden dolayı cezasının katlanacağını savunanlar fazlalıkta. Ya birkaç kendini bilmezin, kendini tatmin etmek için yaktığı, aşağıya attığı meşaleler yüzünden bir sonraki Avrupa deplasmanında seyircisiz oynamak zorunda kalırsak? Bunun hesabını kim verecek?

Kimsenin, tek derdi Beşiktaş’ı desteklemek olanların hakkını gasp etmeye hakkı yok! Kimsenin, sahada futbol oynamaya çalışan futbolcuları, olay çıkmasın diye yalvartmaya, motivasyonlarını bozmaya da hakkı yok! Eğri oturup, doğru konuşalım ve bir an önce kendimize gelelim artık...

Stockholm’e giderken uğradık!

Bu, bir hanut yazısı değildir sevgili okur. Bu, Vodafone Karakartallı Beşiktaşlılar’ı, “bana çıkmaz” demeyip, çekilişlere katılmaya davet yazısıdır.

Vodafone Karakartal, Vodafone’un Beşiktaş taraftarının takımına 3-5 TL destek olmasını sağlayan bir programı. Hem kulübe destek oluyorsunuz hem de her ay düzenlenen çekilişlerle forma kazanmaktan tutun futbolcularla tanışmaya kadar birçok şansa sahip olabiliyorsunuz. Lyon maçı öncesinde de “en güzel sloganı sen yaz, arkadaşınla birlikte Lyon’da takımını destekle” diye kampanya yapmışlardı. Bir arkadaşım “Stockholm’e giderken uğradık” sloganıyla çekilişi kazanan 3 talihliden biri olmuş. Yanında giden talihli de ben oldum. Takım uçağıyla Lyon’a gitmek mi dersiniz, Lyon’da çok güzel ağırlanıp locada maç izlemek mi? Her şey tek kelimeyle harikaydı.

Başta sevgili rehberimiz Cengiz Aslan’a, Vodafone’dan Barış Doğruöz’e, Beşiktaş Segment Pazarlama Müdürü Naz Günaçar’a ve emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. En çok da yanına beni seçtiği için Ersel Oraner’e... En güzel yurtdışı seyahatlerimden biri oldu.

20 Nisan 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyonluğun sırrı!‘’

“Her günün belirli saatlerini, yılın belirli aylarını, ömrün belirli bir kısmını üzerinde hiçbir kontrolümüzün olmadığı bir şeye ayırdığımızı düşünecek olursak; derin ve anlaşılmaz görünen esrarengiz bir şeyle karşılaşan bütün diğer ilkel toplulukların yapmış olduğu gibi, bizim de, her ne olursa olsun kontrol gücüne sahip olduğumuz yanılsamasını bize yaşatan, dahice fakat tuhaf ayinler geliştirme noktasına kadar gerilememizde şaşılacak bir şey var mı?” diyor Nick Hornby Futbol Ateşi’nde...

Belki de gol atsın diye yapılır

Geçen hafta şöyle bir bilgi düştü sosyal medyaya: “Fenerbahçe, ligde oynadığı son 2 maçta da ‘Yönetim istifa’ tezahüratı yapılırken gol attı.” Belki Fenerbahçe taraftarı, takımı gol atsın diye “yönetim istifa” tezahüratını sürekli yapabilir artık. Beşiktaş-Olympiakos maçında Aboubakar kırmızı kart görüp takımı 10 kişi bıraktıktan sonra, biz de arkadaşlarla yerlerimizi değiştirmiştik. Ayrıca hiç mağlubiyet yüzü görmemiş bir formam var ki; Vodafone Arena’daki maçlara onunla gidiyorum. Saçma olduğunu biliriz; ama takımımızın galip gelmesi için çeşitli totemlerimiz, uğurlarımız vardır. “Ben stada gitmedim, yenildik” diyenler, “Formamı giymedim o yüzden böyle oldu” diyenler...

Kim yapmıyor ki bunları Totemlerimiz, vazgeçilmezlerimiz. Söylesek de, söylemesek de yaparız bunları. Duyduğum, okuduğum, gördüğüm ve yaptığım birkaç tanesini sıraladım:
■ Maçtan önce kokoreç yemek... (Bir teknik direktörümüzün en önemli uğuru bu mesela)
■ Aynı formayla maça çıkmak.
■ Kalenin içine okunmuş üflenmiş çeşitli şeyler gömmek.
■ Rakip takımın ataklarını durdurmak için sürekli aynı lafı tekrarlamak (‘Gol değil’, ‘hoşt hoşt’...).
■ Maçtan önce iki rekat namaz kılmak. Daha sonra forma giyip maçı izlemek.
■ Devre arasında çay almak.
■ Rakip takım gol atınca, takımımız gol atsın diye tuvalete gitmek.
■ Yenildiğimiz maçta oturduğumuz koltuğa bir daha oturmamak.
■ Sürekli aynı kıyafetle maça gitmek.
■ Deplasman maçlarını hep aynı yerde seyretmek.
■ Maçlarda belli pozisyonları bozmamak. (Bir arkadaşımı çok önemli bir maç esnasında banyoya kilitlemişler.)
■ Kötü giden maçlarda sürekli yer değiştirmek ve takımımız gol attığında kesinlikle yer değiştirmemek.
■ Penaltı atılırken gözlerimizi kapamak ya da arkamızı dönmek.
■ Maçlardan önce hep aynı yere gitmek. (BJK’lilerin Köyiçi’ne gitmesi)
■ Maçı ayakta izlemek.
■ Yenildiğimiz maçı beraber izlediğimiz kişilerle bir daha maç izlememek.
■ Rakip takımdaki iyi oyuncunun adını ağzımıza almamak.
■ Maç bitmeden skor kaç kaç olursa olsun galibiyet sevinci yaşamamak.
■ Penaltı olunca sevinmemek.
■ En uğurlusu saate baktığımızda saatin takımımızın kuruluş yılını göstermesi.
■ En uğursuzu ise uğurlarımızı açıklamak ve uğur yaptığımızı belli etmek...

Sevgili Yusuf Yazıcı...

İyi bir futbolcu olduğunu biliyorduk geçen sezondan beri. Ama sen zaten iyi bir futbolcu olduğun için Trabzonspor’dasın. Ve her gün üstüne koya koya daha da büyüyorsun. Biz izleyenlere büyük keyif veriyorsun. Beşiktaş karşısında da çok çok iyi bir maç çıkardın. Herkesi gölgede bıraktın. Bugünlerde senden iyisi yok. Herkes seni övüyor; gazeteler, televizyonlar hep senden bahsediyor. Ama!.. Unutma ki şimdi seni övenler, önceden başkalarını da övmüştü...

Kendini her şeye hazırla!

Bu topraklarda bir maç, iki maç iyi oynadığında/oynattığında kahraman ilan edilip zirveye çıkarılırsın... Sonra bir maç kötü oynadığında/oynattığında seni öyle bir aşağıya çekerler ki, tepe taklak olursun... O sebepten; sen, seni kahraman ilan edenlere sakın aldırma! Daha çok eksiklerin var. Çok çalış! Kendini her şeye hazırla! Trabzonspor’da oynamanın gururunu yaşa! Ve Sadece işine bak! Daha çok yolun var alınacak...

13 Nisan 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gökçek'in oyunu‘’

2. Lig Kırmızı Grup’ta şampiyonluk mücadelesinde son dört haftaya girilirken rakipleriyle puan farkını açmış iki takım var: Ankaragücü ve Gümüşhanespor. Ankaragücü 63 puanla lider, Gümüşhane 61 puanla 2. sırada. Ligi şampiyon bitiren 1. Lig’e yükselecek. Her iki takım taraftarları için de heyecanı yüksek maçlar oynanıyor.

Gümüşhane'de meşale dumanı

Bu takımlardan Gümüşhane, Şubat ayında saha olayları nedeniyle 3 maç seyircisiz oynama cezası almış, taraftarları da ilk seyircisiz maçta stadın hemen bitişiğindeki dağın eteklerinden takımlarını desteklemişti. Hatta Vali ve Belediye Başkanı da protokol tribününde maçı izlemek yerine taraftarla birlikte dışarıda olmayı tercih etmişti. Davul zurna eşliğinde, halaylar çekilip horon tepilen, meşalelerin yakıldığı bir şölen havasında geçmişti Hatayspor karşılaşması. Bu maçın ardından Gümüşhane Belediyesi, seyircisiz oynanacak 2 maçta taraftarların maçları rahat ve güvenli koşullarda izleyebilmesi için, stadın etrafındaki dağlık arazideki heyelan riski taşıyan bölümleri temizleyip adeta doğal tribün oluşturmuştu. Bu olanlar, bir takımın şampiyonluğu için bütün şehrin nasıl kenetlendiğinin göstergesi olarak hafızalarda yer etti.

Ankara'da biber gazı dumanı

Pazar günü Ankara’da oynanan Bugsaşspor-Ankaragücü maçı ise, saha dışında yaşananlarla hafızalara kazındı. Yıllardır yaşadığı kaos sonucu 2. Lig’e kadar düşen Ankaragücü kulübü, yıllar sonra şampiyonluğun en büyük adayı oldu. İşte ne olduysa da ondan sonra oldu...

Bilmeyenler için söyleyeyim; Bugsaş, Ankara Büyükşehir Belediyesi şirketi, Melih Gökçek de, Bugsaşspor’un görünmeyen başkanı. Bugsaşspor yönetimi, önce deplasman biletlerinin fiyatını yüksek tuttu. Buna rağmen binlerce Ankaragücü taraftarı Ostim Stadı’na akın edince de “Başkan'dan aldığımız talimat bu” diyerek tribüne alınacak taraftar sayısını 250 ile sınırladı. İki Ankara takımının maçında, 4 bin 271 kişilik statta tribünler boş, taraftar dışarıda bırakıldı. Stat dışından, hatta çatılardan takımına destek olmak isteyen binlerce Ankaragüçlü, kendilerine reva görülen bu eziyet sebebiyle, Gökçek aleyhinde tezahürat yapınca da polisin tazyikli su, plastik mermi ve gaz bombalı saldırısına maruz kaldı. Düşünün! Kaçacak yerin olmadığı çatılardaki insanlara biber gazı, tazyikli su sıkıldı. 13 taraftar yaralandı, çok sayıda taraftar da gözaltına alındı.

Evdeki hesap

Güzel bir pazar günü, çoluk çocuk maça gelmiş binlerce insana önce kapı işkencesi, bilet ve tribün yasağı; sonra tazyikli su, plastik mermi ve gaz saldırısı...
Olaylardan sonra kendi televizyonu Beyaz TV’deki Derin Futbol’a bağlanan Melih Gökçek, “Bıraksınlar Ankaragücü’nü bize, ayrılsın hepsi, Ankaragücü’nü ne yaptığımızı görürsünüz” diyerek niyetini açıkça deklare etti. “Bu sene ne olur olmaz bilmiyorum ama önümüzdeki sezon ben alacağım onlardan yönetimi bağırttıra bağırttıra. Yazın bunu deftere. Ben kendim yönetici olamam ama benim arkadaşlarım olacak” sözleriyle de tüm yaptıklarının sebebinin siyasi çekişme ve rant kavgası yüzünden olduğunu açık etmiş oldu.

Tarih unutmaz!

Oysa yıllardır Ankara’nın en köklü kulübüne sahip olma hasretine, 2009 yılında oğlu Ahmet Gökçek’i başkan yaparak son veren Melih Gökçek, Ankaragücü’nün bugün bu hallerde olmasının en büyük sorumlularından biri. Oğlunu kulübün başına geçirirken imza attıkları usulsüzlükler ortaya çıkınca ve kongre mahkeme tarafından iptal edilince, 15 milyon TL borçla aldıkları kulübü, 95 milyon TL borçla yüzüstü bırakmışlardı. Bu borç 100 yıllık kulübü öyle noktalara getirmişti ki, takımın ne deplasman maçlarına gidecek yol parası vardı, ne de maçlarda giyecek yedek forması. Neredeyse bütün önemli oyuncuları ödenmeyen maaşları yüzünden sözleşmelerini feshedip başka takımlara transfer olan takım maçlara PAF oyuncularıyla çıkıyordu.

Gökçeklerin bıraktığı enkazdan yıllar sonra kulüp tekrar ayağa kalkmaya çalışırken taraftara düşen de bu oyunu bozmak ve takımına sonuna kadar sahip çıkmaktır. Tarih kulübe destek olanları da yazar, engel olmaya çalışanları da!..

***

Çıkamadı!

Adamlar Bernabeu'dan çıkıyor, Camp Nou'dan çıkıyor. Buradan mı (Vodafone Arena) çıkamayacak? Çok da atla deve değil. (Gençlerbirliği Teknik Direktörü Ümit Özat)

Herkes gider, Wenger kalır

Muhabir: Arsenal taraftarlarına güle güle diyecek misiniz?
Arsene Wenger: Nereye gidiyorlar?

Kayserili o!

Olcay, takıma benden hızlı girdi, nasıl becerdiyse? Demek ki tecrübesi fazlaymış. (Trabzonspor Başkanı Muharrem Usta)

Futbolun en disiplinli adamı der ki:

Bizim oyuncuların üzerinde futbol şımarıklığı çok fazla vardı. (Kayserispor Teknik Direktörü Sergen Yalçın)

Tespit gibi tespit:

Gomez’den sonra Aboubakar, güllerle dolu bir yataktan sonra dikenlerin üstünde uyumaya çalışmak gibi bir şey! (Ali Ece)

Kazık çaktı, gitmeyecek

Geleceğim hakkında konuşmaya gerek yok. 20 senedir olmadığımız kadar kötü bir yoldayız. Bu, benim durumumdan daha önemli. (Arsenal Menajeri Arsene Wenger)

Irkçı Vural’ı doyurma ligi!

Türk futbolunu geliştirmeliyiz. Lige bakıyorum her yer simsiyah. Afrikalı gençleri doyurma ligi değil burası. (Göztepe Teknik Direktörü Yılmaz Vural)

Görev paylaşımı tamam:

Sinan ben ölünce sen beni yıka, Rasim de pamuğu tıksın. Ertem sen de mezarımın sıvasını yaparsın. (Ahmet Çakar)

07 Nisan 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI