Arama

Popüler aramalar

‘’Futbol bir oyundur, oyuncak değil!‘’

Bir sirkten farkı kalmayan futbolumuzda birbiriyle çelişen olaylara, açıklamalara her gün yenisi ekleniyor. Biz bu oyunu severlerin aptal yerine konmasına ve aptal yerine konmamız konusunda bir şey yapamamamıza sinirlenmekten başka da bir şey gelmiyor elden.

Beşiktaş’ı borç batağına sokan, kulübün sahte evraktan Avrupa’dan men edilmesine sebep olan kişi, Futbol Federasyonu Başkanı yapıldığında belliydi futbolun başına gelecekler. Ama kulüplerimiz, “âli menfaatleri” için elbirliğiyle onay verdiler bu başkanlığa. Şimdi o kişi, bir dediği/yaptığı diğerini tutmadan futbolu yönettiğini sanıyor.

Dün öyle, bugün böyle

Mart ayının başında “Futbola siyasetin karıştırılması çok yanlış” diye açıklama yapan Yıldırım Demirören, geçen hafta futbolumuza katkıdan çok bir halkla ilişkiler çalışması olarak düzenlenen Futbol Zirvesi’nde önümüzdeki referandumla ilgili tarafını açıkça deklare ederek siyasete direkt karıştı oysa. Ve biz duyduk ki, bu açıklamadan sadece 2 gün sonra Sinop’ta 3 yıldır hakemlik yapan İlker Şahin, referandum hakkında TFF Başkanı gibi düşünmediği için açığa alınmış. Bir dediği bir dediğini tutmayan bu tavır ve çifte standart karşısında gülelim mi, ağlayalım mı?

Yıllardır “Avrupa’da mücadele edebilmek için önümüzün açılmasını istiyoruz” diyerek yabancı serbestisini savunan ve kuralın hayata geçirilmesi için büyük çaba harcayan Aziz Yıldırım, beğenmemiş artık yabancı sınırlaması gelsin istiyor. Başkanın Ocak ayında ortaya attığı “5 yıl Türkiye’ye yabancıyı yasaklayalım. Altyapıları organize edelim” fikri bir kısım antrenör, yönetici ve yorumcudan da destek görerek ve çığ gibi büyüyerek bugüne geldi.

Futbolun en önemli söz sahiplerinden futbol direktörü, TFF Başkanı ve Kulüpler Birliği Başkanı’nın ardı ardına birbirinin zıddı açıklamalar yapması da gösteriyor ki; ortada konu üzerine bir fikir alışverişi yok, herkes kafasına göre konuşuyor, kendi bildiğini okuyor. Velhasıl sevgili okur, olan sadece futbola oluyor.

Hep Beşiktaş aleyhine

2015 öncesi, sadece 6 yabancıya izin verildiği günlerde tüm planlarını buna göre yapan Beşiktaş, genç, yetenekli yerli oyuncuları kadrosuna katmış ve bu isimlerle uzun süreli kontratlar imzalamıştı. Parası çok rakip takımlarda ise, sadece Türkiye’de olan saçmalığın daniskası sözleşme dondurma yöntemiyle 14’leri bulan sayıda yabancı futbolcu vardı. Sakatlanıp sezonu kapatan futbolcusunu başka takıma kiralayıp, yabancı kontenjanında yer açanları dahi gördük o zaman. Sonunda yabancı kuralını değiştirdiler ve parası çok sanılan kulüplerimizin böyle numaralar yapmasına gerek kalmadı. Olan da kural gereği bir sürü yerli futbolcusuyla yeni sözleşme uzatan Beşiktaş’a oldu.

Dün 14 yabancıyı savunanlar, şimdi “yabancı uygulaması değişsin” diyor. Çünkü artık kulüplerinin har vurup harman savuracağı paraları kalmadı. Finansal Fair-Play kapsamına girdikleri için istedikleri gibi yabancı oyuncu alıp gönderemeyecekler ve kimse de almasın diye saçma sapan gerekçeler öne sürüyorlar. Oysa yeni kural 4 sezon uygulanmak üzere çıkarıldı ve Beşiktaş kurala göre planlamasını yapıp, birçok yabancı oyuncu transfer etti. Hatta geçtiğimiz günlerde birkaç oyuncusunun sözleşmesini uzattı. Ve hatta devre arasında 4.2 milyon Euro bonservis ücreti ödeyerek genç oyuncu yatırımı yaptı. Kuralın değişmesi demek; sınırlama varken de, serbestken de en doğru planlamayı yapan Beşiktaş’ın yine cezalandırılması demek.

Sınır isteyen uygulasın

Diyorlar ki; “14 yabancı fazla, yerli oyuncular şans bulamıyor”. Sanki kural 14 yabancı serbestisi değil de, 14 yabancı zorunluluğuymuş gibi. Sanki yerli oyuncu sınırlaması varmış da, bizim kulüpler yabancı transferini zorunlu sanmışlar gibi. Kim yabancı sınırı istiyorsa sadece o kulüplere istedikleri sınırlama gelsin, konu da kapansın.

***

İnsanları kandırmayın!

Geçen gün bir haber düştü sitelere. Fenerbahçe altyapısından yetişen ve geçen yaz Portekiz’in Alcanenense takımına transfer olan, devre arasında da Sporting Lizbon’un satın alma opsiyonuyla kiraladığı 19 yaşındaki Merih Demiral ile ilgili. Merih, “Fenerbahçe’de yaşlı ve yabancı oyunculara öncelik veriliyor. Bu yüzden geleceğim ipotek altına alınmıştı. Sporting, dünyanın en iyi akademisine sahip, dünya üzerinde olunabilecek en iyi yerdeyim. Kısa sürede teknik, taktik ve hatta fiziksel açıdan geliştiğimi düşünüyorum. Daha cesaret verici ve rekabetin yüksek olduğu idmanlar yapıyorum” diye açıklamalar yapmış.
Merih’in S. Lizbon’daki antrenörlerinden Tiago Fernandes de, “Merih’in sıra dışı bir rekabet yeteneği, isteği, hırsı var, aynı zamanda alçakgönüllü. Fantastik bir oyuncu. Şu anda bile defansın liderliğini yapıyor ve milyon Eurolar edecek bir oyuncu olacak” diye konuşmuş.
Merih, Fenerbahçe’nin 14 yabancı serbestisi yüzünden(!) oynatamadığı bir gencimiz. Altyapıdan yetişmiş, ama memlekette 14 yabancı zorunluluğu(!) olduğu için A takımda kendine yer bulamamış ve taaa Portekiz’e gitmiş. Yabancı sınırlaması gelirse, yerli oyuncu kontenjanından milyon Eurolara transfer edilir ilerde, kim bilir...
Altyapıdan yetişmiş hazır oyuncusunun kıymetini bilmeyip, yüksek meblağlarla futbolcu transfer edenlerin ‘altyapıları organize edelim’ diye serzenişte bulunması çok ironik maalesef.



30 Mart 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Vural'ın çifte standartı‘’

Takvimler 29 Aralık 2015’i gösterirken Gençlerbirliği’nde görevine son verilen Yılmaz Vural, dünyada en erken kovulan 3. teknik direktör olarak tarihe geçti. Takımın başında sadece bir maça çıkabilen ve rahmetli İlhan Cavcav’ın kurbanlarından biri olan hoca, o zaman nasıl da serzenişte bulunmuştu Türkiye’deki futbol iklimine. Haklıydı da! Herkes arkasında durdu, İlhan Cavcav’ı eleştirdi.

Ne demişti o zamanlar Vural: Bazı şeylerin kurallaşmaması antrenörlüğün yerlerde sürünmesine neden oluyor. Güvenç Kurtar, Giray Bulak gibi isimler prensipleri var diye takım çalıştırmıyor. Bazıları da futbolu bıraktıktan sonra lisans almadan takım çalıştırıyor. Bu mesleğe saygılı olmak gerekiyor. Sırf top oynadı diye antrenör olunur mu ya? Bu ahlaksızlar grubu ve yönetiminde nasıl olur da 3 aydan fazla çalışılır...

Uğradığı haksızlık karşısında tüm teknik direktörleri kendisine destek olmaya çağıran Vural, o günleri çabuk unutmuş maalesef. Önce Rienkerink daha görevdeyken Galatasaray teknik direktörü olmak istediğini beyan etti ve “Başarı oranımın Riekerink’ten fazla olduğunu düşünüyorum. Gelirsem Galatasaraylılar pişman olmaz. Takımı iyi tanıyoruz. Zaman kaybedecek halim yok. Daha geçenki maçı stadyumdan izledim. Eğer Galatasaray şampiyon olmazsa benim hatamla olmaz. Bu kadar net söylüyorum” diye açıklamalar yaptı. Ama amacına ulaşamadı.

Galatasaray olmadı Fenerbahçe

Galatasaray olmayınca rotayı Fenerbahçe’ye çeviren Bay Vural, bu defa Advocaat’ın koltuğuna göz dikti. Bu mücadelede(!) Advocaat’ı taraftarın önüne atmaktan da çekinmeyen seyyah hocamız “Yolda yürüyemiyorum, telefonlarım kilitleniyor. Halkın isteği Fenerbahçe’ye gelmem yönünde... Bu kadroyu alsam şampiyonluğa taşırım. Advocaat, Fenerbahçe takımının büyüklüğünün farkında değil. Beni arayan kimse olmadı. Getirin, şans verin, görün kardeşim” diyerek adeta Fenerbahçe teknik direktörü olmak için yalvardı. Hatta “Fenerbahçe Kulübü Başkanı olsam takımın başına Yılmaz Vural’ı getiririm” sözleriyle durumu iyice abarttı.

Yılmaz Vural’ın aldığı teknik direktörlük eğitimi ve antrenörlüğü üzerine laf söyleyemem. Benim uzmanlık alanıma girmez. Ancak insanlığı üzerine birkaç kelam edebilirim. Futbolcu dövmekten çekinmeyen, bunu öve öve anlatan, kovulduğu zaman tüm hocaları göreve davet eden kişi, görevi devam eden meslektaşlarının koltuğuna göz dikmekte bir sakınca görmüyor maalesef. Kendisi Fenerbahçe’nin başında olsa ve Advocaat benzer açıklamalar yapsa hepimiz biliyoruz ki, ortalığı ayağa kaldırır. Advocaat’ın ne saygısızlığı kalır, ne de ahlaksızlığı... Ama o yapınca hiçbir sorun olmaz. Çünkü Yılmaz Vural, tam da o çok eleştirdiği futbol iklimimizin baş aktörlerinden biridir. Her zaman haklıdır. Her zaman mağdurdur...

***

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!

Özetle “Bayan” değil “Kadın” deyin, “Adam” lafı üzerinden iltifat etmeyin, cinsiyetçi küfür etmeyin, ettirmeyin ve elinizdeki o çiçeği yavaşça yere bırakın.
Çünkü; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mücadelenin, dayanışmanın, direnişin günüdür. Kutlu olsun! Hiçbir zaman sevgililer günü muamelesi yapmayınız, yaptırmayınız!!!
tekrar yazmakta fayda var:
bayan değil, KADIN!
hanım değil, KADIN!
kız değil, KADIN!
karı değil, KADIN!

***

Kurnaz tilki!

Barcelona’nın Şampiyonlar Ligi’nde PSG’yi elemesini isterim. Böylece La Liga’ya daha fazla odaklanmazlar. (Guti Hernandez)

***

İtirafname:

Herkes estetik göründüğü için rabona yaptığımı sanıyor ama doğrusu sol ayağıma güvenmediğim için o vuruşu yapıyorum. (Beşiktaşlı Ricardo Quaresma)

***

Taktik maktik yok: Bambambam

Fatih Terim’den kaybetmeme isteğini öğrendim. (Başakşehirli Emre Belözoğlu)

***

Dürüst adam:

Çin’e neden mi geldim? İnkar etmeye gerek yok, para için... (Hebei China Fortune’da yılda 15 milyon Euro kazanan Ezequiel Lavezzi)

***

Bu cümleyi unutmayın!

Sonuçlar ne olursa olsun gelecek sezon da Igor Tudor’la devam edeceğiz. (Galatasaray Başkanı Dursun Özbek)

***

Zlatan için sıradan bir gün:

Muhabir: Takımda özel bir şeyler olduğunu hissediyor musun? Zlatan Ibrahimovic: Ben geldim...

***

Çok pahalısın!

Her şey yolunda giderse, başkan da benim bonservisimi alırsa mutlu olurum. (Beşiktaşlı Anderson Talisca)

***

Kavgada söylenmez:

Messi’ye piramitleri gezdirdim ve yarım saat anlattım, hiç ilgisini çekmedi. Tam bir MORON. (Arkeolog ve Tarihçi Dr. Zahi Havas)









09 Mart 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu kadarı da olmaz, olmamalı‘’

Bir gün, bir stada girerken, bir polis gazete kağıdını rulo yapıp üflemenizi isterse sakın şaşırmayın! Orada keyfe göre 6222 uygulaması var demektir.

Geçen hafta Aydın’da keyfi 6222 uygulamalarına eşsiz bir örnek yaşandı. Spor Toto 2. Lig Kırmızı Grup’ta oynanan Aydınspor-Karşıyaka maçında emniyet görevlileri alkol kontrolü yaptı. Yöntem ise oldukça ilginç: Bir gazete kağıdını rulo yapan polisler, stada giriş yapan taraftarlara üfletti ve alkol kokusu var ise taraftarları stadyuma almadı.

Oysa Gerek 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Hakkında Kanun’da gerekse Türk Ceza Kanunu’nda alkol kullanmak ya da alkol kullandıktan sonra stadyuma girmek suç değildir.

6222 sayılı yasanın 18. Maddesinin 7. Fıkrası oldukça açık: “Alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisinde olduğu açıkça anlaşılan kişi, spor alanına alınmaz.” Yani “sarhoşluğunu gizleyemeyecek kadar madde etkisindeyse taraftarı stadyuma almayın” diyor. Yasa “stadyuma giren her taraftara alkol kontrolü yapılır” demiyor, hele hele “gazete kağıdı rulo yapılmak suretiyle taraftara üflettirilir” hiç demiyor. Ama gelin görün ki; bu madde, her bir statta kapıdaki emniyet görevlisinin keyfine göre uygulanıyor.

Bu şekilde stadyum girişi alkol kontrolü, Anayasa’nın 17/2. maddesine de aykırı ve temel hak ihlali oluşturuyor. Çünkü stada girerken yapılan keyfi alkol kontrolü, zorla muayene ve vücut bütünlüğünün ihlali niteliği oluşturuyor.

Futbolu el birliğiyle bitiriyorlar

Ne yazık ki, memlekette futbol, baskı ve keyfiyet içinde yönetiliyor veya yönetilemiyor. Federasyon Başkanı ve futbolu yönetenler “marka değeri” lafını ağızlarından düşürmüyor ama keyfi ve hesap sorul(a)maz uygulamalarla futbolumuzun değeri yerlerde sürünüyor. Yazmıştım yine yazayım: 6222 sayılı yasaya göre elektronik bilet, sadece TFF Süper Lig ve TFF 1. Lig’de zorunlu, başka organizasyonlarda böyle bir zorunluluk yok. Ancak takımlarımız Kupa ve Avrupa maçlarında da Passolig’le bilet satmaya devam ediyor. Kimse de onlara “bu yaptığınız yasal değil, siz ne yapıyorsunuz” diye sormuyor. Özellikle Amedspor başta olmak üzere deplasman takım taraftarlarına valilik kararıyla stada girme yasağı uygulanıyor. İnsanların Anayasa teminatı altındaki, seyahat etme ve spor izleme hakkı elinden alınıyor, ama kimse ses etmiyor. Eminim ki, Aydın’da yapılan hem Anayasa’ya hem de 6222 sayılı yasaya aykırı keyfi alkol kontrolü için de kimse “siz ne yapıyorsunuz” diye sormayacak. Sorulmadığı için de takımlar da, emniyet yetkilileri de bildiklerini okumaya devam edecek.

Sonra diyorlar ki; “tribünler neden boş, neden insanlar maça gelmiyor?” Niye gelsin ki? Binlerce insan bu sevdaya parasını, zamanını ayırıyor. Bir de yönetimlerin, emniyet güçlerinin keyfe göre uygulamalarıyla mı uğraşacak?

***

Şaka değil gerçek!

Geçen hafta Zaytung haberlerini bile gölgede bırakacak bir haber düştü sitelere. Modern pentatloncu Buğra Ünal, milli takım kampında bulunduğu için atletizm sınavına girememiş ve dersten kalmış. Eğitim ve sporda neden başarısız olduğumuz üzerine saatlerce konuşmaya, sayfalarca yazmaya gerek yok. Sadece bu haber bile anlatıyor problemin sebebini.

Pentatlon; atıcılık, eskrim, yüzme, binicilik ve atletizm olmak üzere toplam 5 spor dalından oluşuyor. Yani 5 sporu birden yapmanız gereken bir branş. Ama Gazi Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Buğra Ünal, ülkeyi temsilen yarışlara katılmak için -belki de koşarken- atletizm sınavına giremiyor, telafi sınavı yapılmıyor ve dersten kalıyor. Şaka gibi gerçekten...
Ne yazık ki başarılı sporcular, hayatları kamp ve yarışlarda geçerken bu eğitim sistemiyle baş edemeyip sporu bırakmak zorunda dahi kalıyor. Ya da başarılı sporcular, eğitim ve sporun birlikte yürütülebildiği başka ülkelere gitmeyi tercih ediyor. Bizim federasyonlar da sporcu devşirme derdine düşüyor.

Yazık, çok yazık!

***

Fenerbahçe, duy bu sesi!

Eğer Aykut Hoca Konyaspor’da devam edecek olursa ve Fenerbahçe Kulübü bana teklifle gelirse tabii ki sıcak bakarım. (Hamza Hamzaoğlu)

***

Öğretmenim Jose ağlıyor, çıkabilir miyiz?

Klopp, dördüncü hakeme bağırınca ona “Sorun değil, sizin tutkunuzu seviyorum” dendi. Bana gelince hep ceza ile tehdit. (M. United Menajeri Jose Mourinho)

***

Futbolda yönetim sistemi: Torpil

Devre arasında sportif direktörlük programına konuşmacı olarak gitmiştim ama Fatih Hoca kontenjan açtı. Ben de sertifika aldım. (Başakşehirli Emre Belözoğlu)

***

Medya sana diyorum, Tudor sen anla!

Galatasaray konusu geçti ama benim prensiplerim var. Bir takım çalıştırırken başka yere geçmem. (Viitorul Constanta Teknik Direktörü Gheorghe Hagi)

***

Bu devirde bu zeka!

Eğer dünya yuvarlaksa, uzaya gönderdikleri şeyler neden dünyaya geri dönmüyor? Yüzümüze baka baka yalan söylüyorlar. (Cleveland Cavaliers’lı Kyrie Irving)

***

Nutkum tutuldu!

Fenerbahçe hâlâ Türkiye’nin en iyi beklerine sahip. İsmail Köybaşı ve Hasan Ali gibi bek hangi takımda var? (İsmail Kartal)

***

Kızdırmayın Hoca’yı!

Muhabir: Igor Tudor, Galatasaray’da ne yapar?
Yılmaz Vural: Ne yaparsa yapar, bana ne ya...

***

Fenerbahçe’ye zeytin dalı:

Beşiktaş’ı bitirmek için Galatasaray ve Fenerbahçe olarak birleşmemiz lazım. Kavgayı bırakalım. Yoksa Beşiktaş 5 sene üst üste şampiyon olacak (Rasim Ozan Kütahyalı)









02 Mart 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Suçlu kim?‘’

Maç kazanmak pek çok eksikliği ve garipliği halı altına iten bir çalı süpürgesidir. Herkes büyüsüne kapılır. Ülke ayırt etmeksizin bu böyle yaşanır gider. İşler kötü gittiğinde ise istifa etmeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen yönetim, önce hocayı yer. Bu, neredeyse bir doğa kanunudur...

Galatasaray’da da yaşanan bu oldu. Sadece son 10 yılda Fatih Terim’den başka kimseyle iki yıl üst üste çalışamayan kulüp, 16. teknik direktörüyle yollarını ayırdı ve 17. isimle güzel günlere yelken açmanın hesaplarına koyuldu: Igor Tudor, Galatasaray camiasına hayırlı olsun! Bu yönetim anlayışıyla Şubat 2019’u görmesi imkansız, ama olsun...

Galatasaray Yönetimi’nin, Karabükspor’la nezaketen dahi olsa görüşmemesi büyük ayıp. Ancak daha takımın başındaki teknik direktör ile yollarını ayırdığını resmi olarak açıklamadan Tudor ile anlaşmaya varması öve öve bitiremedikleri liseli duruşuna hiç yakışmadı.

Evet, anket yapılsa ilk gidecek teknik direktör listesinde ilk sırada yer alırdı Jan Olde Riekerink. Galatasaray için yeterli olmadığını hepimiz kabul ediyoruz. Bu sezona başlaması bile büyük bir sürprizdi. Ancak bu şekilde gönderilmeyi de hak etmedi. Kulüpleri, tüm ahlaki değerlerini yok edip şirket yönetir gibi yönetince böyle oluyor işte. Hoş, öyle de yönetemiyorlar ya... Galatasaray’da teknik direktöre gelene kadar değişmesi gereken çok şey var ve yönetim bunları değiştirmemek için zaten Riekerink’i göreve getirmişti, şimdi de suçlu ilan edip gönderdi.

Yıllardır yapılan yanlış transferlerle dünyanın en çok gelir elde eden 21. kulübünü borç batağına sürüklediler ve Avrupa’dan men ettirmeyi başardılar. Ama onlar hariç herkes suçlu. Hatta, bunları yazdığım için ben bile!

Bugün Riekerink, yarın Tudor

Oysa, daha geçen gün Dursun Özbek “Luis Cavanda transferi sanırım hataydı ama bunlar olur” dedi, sözleşmeli oyuncusu için. Özbek’in “Bunlar olur” dediği, sözleşmesi bitmiş Hamit Altıntop’la tekrar anlaşıp devre arasında göndermek için 825 bin Euro ödenmesi. Ya da 700 bin Euro’ya kiralanan Sigthorsson’a hiç oynamadan 400 bin Euro da sözleşme fesih parası verilmesi. Ya da bonservisine 2 milyon Euro ödenen Ontivero’nun sadece 211 dakika oynayarak 1 milyon 525 bin Euro kazanması. Ya da Jem Paul’un 240 bin Euro karşılığında takımla ilişiğinin kesilmesi. Sadece bu devre arasında bunlar oldu, geçen sezonki Grosskreutz, Donk hatalarına ya da yüksek bonservis ücretleri ödenerek alınan ancak hiçbir verim alınamadığı halde takımda tutulan transferlere değinmiyorum bile... Dursun Özbek’in “Bunlar olur” diyerek geçiştirdiği transfer fiyaskolarıyla; futbolcu almak, sonra da göndermek için ödenen paralarla kaç takım kurulur. Ama onların hiçbir zaman hiçbir suçu yoktur. Bugün Riekerink suçlu olur, yarın Tudor... Ama onları o göreve getiren Özbek kardeşler koltuklarında oturur durur. Taraftara da kulüp düze çıksın diye bileklik almak kalır...

Galatasaray için antrenman programı:

Galatasaray’ın kornerden yediği goller herkesin malumu. Sosyal medyada gördüm, bir taraftar Galatasaray için antrenman programı hazırlamış. Adını bilmediğim için yazamadım, kusura bakmasın! Aslında bütün takımlar için uygun program:

Pazartesi

Sabah: Isınma, kornerler.
Öğleden sonra: Isınma, kornerler.

Salı

Sabah: Isınma, kornerler.
Öğleden sonra: Isınma, kornerler.

Çarşamba

Sabah: Isınma, kornerler.
Öğleden sonra: Isınma, kornerler.

Perşembe

Sabah: Isınma, kornerler.
Öğleden sonra: Isınma, kornerler.

Cuma

Sabah: Isınma, kornerler.
Öğleden sonra: Isınma, kornerler.
Akşam: Maç taktiğini oluşturma ve videodan korner izleme.

Cumartesi

Sabah: Isınmadan kornerler.
Öğleden sonra: Rakip takımın kornerlerini izleme.
Akşam: Maç.

Pazar

Sabah: Dinlenme
Öğleden sonra: Cumartesi yenilen korner gollerini izleyip ders çıkarma.

FB transfer politikası:

Trabzon, “Galatasaray’a gitmesin, sürekli bizden oyuncu alıyorlar mağduruz, alır mısınız” dedi. Biz de Ekici’ye talip olduk. (Aziz Yıldırım)

Special One der ki:

Ben bir ikonum ve diğer insanların ne düşündüğü umurumda değil. (M. United Menaceri Jose Mourinho)

Uzun beki sever, kısa değil çünkü!

Kısa beki sevmem. Nefret ederim. Uzun değil çünkü. (Rıdvan Dilmen)

Kızdırmayın Abi’yi

Podolski’ye soyunma odasında “Otur oturduğun yerde, hiçbir yere gitmiyorsun” dedim. (Levent Nazifoğlu)

Muhteşem tespit!!!

Beşiktaş ileriye dönük yatırım yapmış. Aldığın adam stoper, geride oynuyor. Nasıl ileriye yatırım yapıyorsun? (Erman Toroğlu)

Biz de! Ronaldinho-Messi-Eto’o üçlüsünü;

Messi-Suarez-Neymar üçlüsüne tercih ederim. (Brezilyalı efsane Ronaldinho)

Şampiyon olamıyor, ama tesis yapıyor:

Kulüp olarak Erciyes Dağı’nda konaklama tesisi yapabiliriz. (Aziz Yıldırım)

Tövbe de, tövbe!

Allah benim belamı versin! (Ahmet Çakar)



16 Şubat 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futboldan elinizi çekin!‘’

Pazar günü oynanan İstanbulspor-Amedspor maçına İl Güvenlik Kurulu kararıyla Amedspor taraftarı yine alınmadı. Amedspor taraftarına 26 haftadır hiçbir hukuki gerekçesi olmadığı halde deplasman yasağı uygulanıyor. Ve artık bu yasak o kadar zıvanadan çıktı ki, insanları kütüğüne göre bölüyor...

Biz de 3 arkadaş maçı izlemek için stada gittik geçen Pazar günü. Stadın girişinde yapılan kimlik kontrolünde, direkt kimliğin arkasına nüfusa kayıtlı olduğumuz yere bakıldı. İnsanları ayırma, seçme yöntemleri bu. Doğu ve Güney Doğu Anadolu nüfusuna kayıtlı olanlar giremez! Kürt olmanız da gerekmez, hasbelkader o bölgede doğduysanız dahi yandınız... Ben Bursa kütüğüne bağlı bir Türk olduğum için “seçilmiş” taraftar olarak problem yaşamadan içeri girme hakkını kazandım. Kürt bir arkadaşımız, kütüğünde Amasya yazdığı için ırkından dolayı olmasa da, kütüğünün sağladığı hakla içeri alındı. İstanbul’da doğup büyümüş, 37 yıldır stadın olduğu Bahçelievler’de yaşayan diğer arkadaşımız ise kütüğünde Urfa yazdığı için “yasaklı” ilan edildi ve stada alınmadı. Sebep? Valiliğin emri! Yasak!

Bölücülük tam da bu

İstanbul Valisi, bir Kadı Karakuş kararıyla Amedspor taraftarını stada almadığı yetmiyormuş gibi, bölge nüfusuna kayıtlı İstanbulspor taraftarlarının da maç izleme hakkını elinden aldı. Gerekçe güvenlik endişesi. Koskoca İstanbul Emniyeti, küçücük bir stattaki güvenliği sağlamaktan aciz yani.

“Yasaklamak” bu memleketin yönetim biçimi oldu artık. Vali ve emniyet müdürleri hafta sonu tatil yapmak varken, böyle işlerle uğraşmak istemiyor. Bir de olay çıkarsa soruşturma geçirmek de cabası... Niye uğraşsınlar bir avuç taraftarla? Yasaklasınlar, sorumluluktan kurtulsunlar. Nasıl olsa hesap soran yok...

İnsanların anayasa teminatı altındaki, seyahat etme ve spor izleme hakkı elinden alınıyor, ama kimse ses etmiyor. Ses edenlerin sesi duyurulmuyor. Başta medya, yaşananları görmezden geliyor, yapılan keyfi uygulamalar normalmiş gibi davranıyor. Sonra da, hep bir ağızdan bağırıyor: “Bizim Avrupa Şampiyonası, olimpiyat organizasyonu yapmamıza izin verilmiyor” diye...
Kendi seyircisinin güvenliğini alamayıp, çareyi maça gitmesini yasaklamakta bulan bir memlekete organizasyon mu verilir, Allah aşkına?

* * *

Efendilik lafta kalmasın

Şu Efendi Beşiktaş meselesini anlamıyorum. Bir karar verin lütfen! Fikret Orman’ın maçtan sonra yaptığı açıklamanın içeriğine katılsam da, “süt kupası” nasıl bir tabirdir? İnsan yaptığı şeyi ciddiye alır. Nasıl bir küçümsemedir? Bu neyin kibridir? Süt kupasıymış, ayıp. Beşiktaş katıldığı tüm organizasyonları ciddiye alır, almak zorundadır. Ortaya bir hedef koyar ve bu hedefe doğru tüm gücü ve ciddiyetiyle emek harcar. Başarısız olduğu an muhasebesini yapar, eksiklerini giderir ve bir sonraki organizasyonda daha iyi bir performans göstermek için yeniden işe koyulur. Süt kupası diyerek anlatılmak istenen Beşiktaş’ın bu seneki öncelikleri ise, -ki bu kapalı kapılar ardında kalırsa doğru bir mantık olarak görülebilir- durum daha da vahim. Zira o zaman bu sadece kupayı küçümsemek değil Fenerbahçe’yi de “küçük düşürmek” anlamına gelir, ki kimsenin buna hakkı yok. Böyle konuşmak o çok bahsedilen Efendi anlayışını slogan olmanın ötesine geçirmez.

Çok sıkıldım artık

Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi sonrasında yapılan tartışmalar hepimizin malumu. O yüzden de pozisyonlar üzerine söz söylemek, söylenenleri tekrar etmekten başka bir şey değil. Son yıllardaki derbiler, futbolun bir oyun olduğunun unutulduğu maçlar oluyor maalesef.

Mesela bazı maçlar vardır, hakem çok hatalı kararlar vermiş de olsa, “Hakem düzgün de yönetse, kazanamazdık” dersiniz. Üzülerek söyleyeyim bu maç, öyle bir maç değildi. Beşiktaş kazanır mıydı bilemiyorum, zira hakem daha maçın başında ağırlığını koysaydı bambaşka bir maç izleyebilirdik. Ancak hakem beyimiz, zamanında kart göstermemeyi tercih etti ve oyun ısındıkça kart çıkarmakta geç kaldı. Henüz maçın başında Persie, Tosic, Oğuzhan, Alper ve Lens sarı kart görseydi, takımlar psikolojik üstünlük kurmak için harcayacakları zamanı, futbola ayırabilirlerdi. Ve bambaşka bir maç olabilirdi. Son yıllarda izlediğim tüm derbi maçları gibi tartışması çok, güzelliği yok bir maç oldu. Kaybedeni ise adalet hissi... “Beşiktaş yenildiği için böyle söylüyorsun” mu dediniz? Sorun bakalım kendinize en son hangi derbi maçında sadece futboldan bahsettiniz?

Ben sıkıldım dostlar! Oyundan çok hakemlerin, futbolcuların ve yöneticilerin konuşulduğu maçlardan gerçekten çok sıkıldım. Hayatımı sadece kazanmak duygusu üzerine kurmadım, futbolu da kazanmak için sevmiyorum ve sadece güzel oyun görmek istiyorum, kaybetsek de...

09 Şubat 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kadınlar vardır!‘’

Hafta sonu dünyanın en güzel spor olaylarından ikisine tanık olduk. Tenisin zirvelerinden Avustralya Açık’ta kadınlar ve erkekler finalinde; biz kargadan başka kuş, futboldan başka spor bilmeyenlerin dahi ekran başına kilitlendiği saatler yaşadık. Baştan belirtmeliyim ki, bir tenis uzmanı değilim. Hatta kurallarını dahi tam bildiğimi iddia edemem. Bu yazı da karşılaşmalar üzerine değil, sonrasında yaşananlara dair yazıldı.

Çok büyük bir başarı

Cumartesi günü kadınlar finalinde Williamslar’dan Serena, ablası Venus’ü 6-4’lük setlerle 2-0 yenerek Avustralya Açık tek kadınlarda şampiyonluğa ulaştı. Serena, 23 Grand Slam’le “açık dönemde en fazla Grand Slam turnuvası kazanan tenisçi” rekorunu kırarken, dünya sıralamasının zirvesine yükselerek yeniden 1 numara oldu. Çok çok büyük başarı. Biz sıradan ölümlülerin hayatında 23 kez başarabildiği ne var ki?

Heyecanlı saatler...

Pazar günü ise bu defa erkeklerde derbilerin derbisi Roger Federer-Rafael Nadal karşılaşmasıyla heyecanlı saatler geçirdik. Nadal’ın favori olduğu ve son ana kadar çekişmenin devam ettiği maçı 6 ay maç yapmayan Federer kazandı ve yıllar sonra mutlu sona ulaştı. Maç sonrası iki ismin de açıklamaları çok önemli, ancak o, diğer yazının konusu.

Federer mi, Serena mı?

Roger Federer maçı kazanınca sosyal medya coştu (ben de dahil), haber siteleri bilgilendirici bir sürü haber yaptı. Anlı şanlı sitelerin bile haber dili şuydu: “Tarihin en fazla Grand Slam kazanan tenisçisi 35 yaşındaki Roger Federer, rekorunu 18’e çıkardı.”

Eee, Serena Williams 23 Grand Slam kazandı, Federer 18 kezle nasıl en fazla Grand Slam kazanan tenisçi oluyor? Nasıl mı oluyor?
Kadınlar en etkili oldukları spor dalında dahi ciddiye alınmadıkları için oluyor. Çünkü erkek egemen editörlere göre bir kadının bu kadar büyük başarılar elde etmesinin hiçbir önemi yok. Çünkü böyle insanlar, bir kadın dünyayı kurtarsa o kadının babasını, eşini, hatta erkek kardeşini över, kadının başarısını görmezden gelir. Çünkü o bir kadın, erkek değil!

En iyi Serena!

Serena Williams, bu erkek bakış açısını eleştirmek için, “Hayalim dünyanın en iyi tenisçisi olmaktı. En iyi ‘kadın tenisçi’ değil” dedi. Ben de diyorum ki, o bu hayalini gerçekleştirdi ve dünyanın en iyi tenisçisi oldu. Tarihin en çok Grand Slam kazanan tenisçisi Roger Federer değil, Serena Williams’tır arkadaşlar. Bazıları görmek istemese de, gerçek budur!

Saygı herkese gerek

Erkekler finalinde sadece muhteşem bir maç izlemedik. Nadal ve Federer kupa töreninde yaptıkları konuşmalarla da hepimize sportmenlik dersi verdi.
Önce Nadal, “Öncelikle Federer’i ve takımını kutluyorum. Bu kadar uzun süre uzak kalıp burada şampiyon olması inanılmaz. Emeğinin karşılığını aldığı için; onun adına mutluyum. Buraya gelebilmek için çok mücadele ettim, çok savaştım. Bence Roger benden biraz daha fazla hak etti” diyerek rakibine saygısını gösterdi.

Ardından da Federer, “Nadal güzel şeyler söyledi. Ben de onu tebrik ederim. O da inanılmaz bir geri dönüş yaptı. İkimiz de final oynayacağımızı düşünmüyorduk. Tenis zor bir spor. Beraberlik yok. Eğer böyle bir şey olsaydı Nadal ile kupayı paylaşırdım. Bu gece beraberlik olsa ben bunu kabul ederdim. Zor, farklı bir altı ay oldu. Zor bir rakip vardı: Rafael Nadal. Rafa’nın takımına da teşekkür ediyorum. Lütfen oynamaya devam et Rafa. Tenisin sana ihtiyacı var” sözleriyle az önce kıyasıya mücadele ettiği rakibini onore etti.

*************

Alışık değiliz biz

Böyle açıklamalar bu topraklara hiç uğramamış açıklamalar. Bizim alışık olduğumuz, kaybedilen maçlardan sonra rakibe saygı duymak yerine başarısızlığa bahaneler bulmak. Bizim alışık olduğumuz, kazanılan maçlardan sonra kaybedenle dalga geçmek, hatta hakaret etmek.

Bu zarafetten daha 3 gün önce oynanan Fenerbahçe-Galatasaray basketbol maçı sonrasında Fenerbahçe futbol takımı kaptanı Volkan Demirel’in “İşte böyle, her sene böyle...” diyerek tribünlerle tezahürat yaptığını gördük biz.

Volkan rakiplerine karşı böyle davranıyor, ancak bencilce diğer takım taraftarlarının kendisine saygı duymasını bekliyor. Saygı duyulmayınca da kızıp sahayı terk ediyor. Rakibine saygı duymayı bilmeyen birine rakipleri saygı duyar mı?

John Wooden’ın “Yetenek sizi zirveye taşır, zirvede kalmanızı sağlayacak şey ise karakterinizdir” sözü tam da böyle zamanlara uygun bir söz. Sporcular birçok maç kazanabilir, birçok kupa kaldırabilir. Ancak yıllar geçtiğinde geriye kalan o kazanılan maçlar, kupalar değil, karakterle oluşturulan gerçek hayattır. Kazanılan maçları kimse hatırlamaz, hafızalara kazınan karakteri ise kimse unutmaz.

01 Şubat 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaleciden teknik direktör olmaz‘’

Zamanında Şenol Güneş için “Kaleciden teknik direktör olmaz” diyenler kendi çaplarınca haklıydı. Olmaz; çünkü Şenol Hoca futbol izleyiciliğinden yorumculuğa atanan o futbol bilmişlerine malzeme olacak türden caka satmayı, hakaret etmeyi bilmiyor ya da sevmiyor. Doğal olarak, Şenol Hoca’yı konuşmak için futbolun kendisini, özellikle de futbolcu psikolojisini bilmek gerekiyor. Böyle bir değer, en iyi ihtimalle televizyon başında mütevazı bir izleyici olması gerekenlerin eline düştüğünde de, dünya üçüncüsü olduğunda başarısız, ligde 2. olduğunda başarısız, şampiyon olduğunda idare eder, Napoli’den 4 puan aldığında “korkak” sayılır, hatta “Beşiktaş’ın Şenol Güneş ile maç kazanması en zor şey” denir ve ortaya yukarıdaki eleştiri çıkar: Kaleciden teknik direktör olmaz!

Şenol Hoca özelinde bakarsak, bence de bir kaleciden klasik anlamda teknik direktör olmaz; daha iyisi olur. Sahneyi, bir buçuk saatlik süreyi ve elindeki aktörlerin tüm limitlerini sonuna kadar kullanabilen, kendi “efendi” tarzını yaratan “otör yönetmen” olur. Büyük ihtimalle kalecilikten kalan gözlem ve oyunu okuma becerilerini elindeki kadronun limitleriyle birleştirir. Messi’yi de, Buffon’u da ister ama bunun imkânsızlığını bilip başının çaresine bakar.

Siz de “Kendi taraftarımız, kendi kalecimize küfreder mi?” endişesi taşımadan arkanıza yaslanır, koltuğunuzda rahat rahat oyunu seyredersiniz. En önemlisi, oynanan futboldan bir kere daha zevk alırsınız; umutlanırsınız. Çünkü Şenol Hoca için “futbol para ve bilim değildir; bir oyundur.” Kendi ışığından gözleri kamaşan milli “yıldız”larımızın ve özellikle Fatih Terim’in yaşattığı hayal kırıklıklarının yanında Şenol Güneş daha da parlıyor. Ve insan bir kere daha “iyi ki bu memlekette Şenol Güneş ve Beşiktaş var” diye iç geçiriyor...

Aklıma takıldı!

Geçen hafta Ntvspor’da programa çıkan TFF Başkanı Yıldırım Demirören, üzerine değil yazı, tez yazılacak açıklamalarda bulundu. Ancak ne benim o kadar yazacak yerim var, ne de sizin okuyacak zamanınız. Aklıma takılan bir konu oldu ki, yazmadan edemeyeceğim.

“Fatih hocaya teşekkür ederek başlamak istiyorum, maaşını TL’ye çevirdi. Fatih Terim’in aldığı rakam, bu kalitedeki bir hoca için normal. Fatih Hoca’dan önce 8 milyon Euro Hiddink, Hiddink’in ekibi 12 milyon Euro maaş alıyordu” dedi Demirören (Hiddink’in ekibinin 12 milyon Euro aldığı açıklamasının dil sürçmesi olduğunu, Hiddink’in 8, ekibinin de 4 milyon Euro aldığını düşünüyorum, daha doğrusu öyle olmasını umuyorum).

Yazık, çok yazık!

1. Hiçbir şey demeye gerek yok ki, sadece bu ücretler bile futbolumuzun neden battığının en açık göstergesi. Çünkü, Hiddink ve ekibine ödenen 12 (yazıyla ONİKİ) milyon Euro yıllık maaşla, Hakkari’den Edirne’ye kadar her yere Ajax altyapısı kurulurdu.

2. Fatih Terim, maaşını TL’ye çevirmiş. Ne mutlu bize, ülke ekonomisi artık düze çıkabilir. Aklıma takılan soru şu ki; yıllık net 3,5 milyon Euro alan İmparator Fatih Terim, maaşını TL’ye 1 Euro=1 TL olarak mı, yoksa 1 Euro=4 TL olarak mı çevirdi? Milli Takım’ın başarısızlığı, kriz yönetememesi falan düşünüldüğünde aldığı para insan haklarına aykırı olduğu için sormak istedim. Çünkü, yıllık maaşını net 14 milyon TL’ye sabitleyen Terim’e teşekkür etmenin bir gereği yok, o kadar Vatan Millet Sakarya edebiyatı yapan biri, maaşını 3.5 milyon Euro’dan, 3.5 milyon TL’ye (ki o bile çok) çevirirse teşekkürü hak eder ancak!

3. Fatih Terim’den önce milli takım teknik direktörlüğü yapan ve şu an “4 büyükler”in transfere harcadığı paralar düşünüldüğünde vasat bir takımla harikalar yaratan Abdullah Avcı, “Dünya Kupası’ndan sonra A Milli Takım’ı bıraktığımda 4. sıradaydık, eleştiri aldım. Benden sonra gelen de 4. oldu, alkışlandı” demiş. Hoca haklı! Üstelik aynı sonuca, Terim gibi yılda 3.5 milyon Euro alarak değil, yıllık 1 milyon 800 bin TL alarak ulaşmıştı. Hatta o öve öve bitirilemeyen, Riva Tesisleri’nin yapılmasını sağlayan kişi de kendisiydi. Ancak bu memleket öyle bir memleket ki, saha içinden önce, saha dışını yönetmeyi bilenler göklere çıkarılır. Medyayla ilişkileri iyiyse, kariyerleri yerlerde sürünse de başarılı ilan edilir...

25 Ocak 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hadi Gülümse 2‘’

* Muhabir: Aatif’ın yerine kim oynar?
Advocaat: Aatif’ın idmana çıkmaması oynamayacağı anlamına gelmez.
Tercüman: Aatıf, UEFA listesinde yok.
* Ümit Özat’la daha önce çalıştığımı zannediyordum. Yaşlandım artık. Baktım çalışmamışım. Hemen çağırdım. (Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav)
* Griezmann’la Miami’de bir restoranda karşılaştım. Yanıma geldi, gülümsedi ve bana “Senden nefret ediyorum” dedi. (Real Madrid’li Cristiano Ronaldo)
* Bak Mourinho’ya takım elbiseyle çamurlara atlıyor. Yurt dışında bu eğitimlerde drama dersi verilir. Bu iş böyle yapılır. (Teknik direktör Yılmaz Vural)
* Muhabir: Zlatan! Sence başarıya giden yol nedir?
Zlatan Ibrahimovic: Başarısızlık, başarının ilk adımıdır. İkincisi ise at kuyruğu saç bırakmaktır.
* Hazard’ın Chelsea’ye transfer olduğu günün gecesi uyumadık, hep içtik. Ertesi gün maçta hat-trick yaptı. (Eski Fransız futbolcu Rio Mavuba)
* Eren Derdiyok’un Lewandowski’den farkı yok. Bruma da yaş grubunun Messi’si. (Galatasaray Yöneticisi Levent Nazifoğlu)
Bu daha başlangıç
* Muhabir:
Ben Arfa ile anlaşıldığı söyleniyor.
Advocaat: Ben bir de Manchester City’nin sağ bekiyle ilgili haberler duydum. Çok isim duyuyorum.
* Adebayor’a, “Kahve içer misin” diye sordum, “evet, ama biraz viski koysunlar” dedi ve sigarasını cebinden çıkarıp yaktı. (Lyon Teknik Direktörü Bruno Genesio)
* Sevilla’yı gelmeden önce Nolito, Silva ve Navas’a sordum. “Çok iyi yemekler, güzel kadınlar var” dediler. Bana yetti. (Samir Nasri)
* Başakşehir şampiyon olursa baykuş kıyafetiyle yayına çıkacağım. (Ahmet Çakar)
* Ertem Şener: Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi’ni kazanırsa bikini giyer misin?
Ahmet Çakar: Ya her şeyi yaparım da, niye bikini? Ne sapıksınız.
* Fransa’daki sporseverler, Zlatan’ın ayrılmasından mutlu olmuştur. Çünkü bu sayede, liglerinde bir rekabet oluştu. (M. United Menaceri Jose Mourinho)
* Haberlerde, Çin’e pek çok yıldızı yazıyorlar ama burada yabancı sınırı sadece 3! (Beijing Guoan Teknik Direktörü Jose Gonzalez)
Aklımızı tutamadık kafatasında...
* Geçen sene oynanan maçlarda su molalarına bakın. Çömelerek su içenlere dikkat edin, FETÖ’cü olabilir. (Şekip Mosturoğlu)
* Ümit Karan: Galatasaray’ın forması ligde şu anki yerinde olur zaten.
Engin Verel: Yok öyle bir şey. Geçen yıl kaçıncıydı?
Ümit Karan: 6
* Bana Dubai’den teklif geldi, Dubai liginin sonuncusu. Belçika’dan teklif geldi, sondan üçüncü. Sorunsuz bir takımdan teklif gelmiyor kardeşim. (Teknik direktör Yılmaz Vural)
* Cristiano’dan her zaman daha fazlası bekleniyor. Daha fazlasını vermememin nedeni, daha fazlasını veremiyor olmam. (Real Madrid’li Cristiano Ronaldo)
* Muslera bu ülkede haksız rekabete sebep oluyor. (Teknik direktör Cihat Arslan)
* Muhabir: Paris’i özledin mi?
Zlatan Ibrahimovic: Paris’in özlediğim tek şeyi var: Maaşı!
* Bugün 2 tane ofsayttan gol yedik ama ben hakemleri eleştiremiyorum çünkü hayvanat bahçesindeki aslanlar gibi korunuyorlar. (Arsenal Menaceri Arsene Wenger)
* Beşiktaş’la Fenerbahçe arasındaki kadro kalitesini mukayese etmek, Rasim’le benim aramda yakışıklılık kıyaslaması gibidir. (Ahmet Çakar)
* Çin parası herkesin ilgisini çekiyor ama ben futbolun zirvesinde olmak istiyorum. Çin gibi bir yere gitmek için çok gencim. (M. United Menaceri Jose Mourinho)
Vurdu, gol oldu!
Muhabir:
Guardiola tribünde sizin maçınızı takip etti.
Jürgen Klopp: İyi futbol izlemek için gelmiştir. Ben City’nin stadına hiç gitmedim.
* Riekerink iyi bir adam olabilir. Ablam olsa veririm mesela. Ama teknik direktör gerekirse it olmalı kardeşim. (Fatih Altaylı)
* Ben 17 yaşındayken Ronaldo bana Playboy dergisi verip “Ya benim grubumda olacaksın ya da dindar Kaka’nın grubunda olacaksın” dedi. (Villarreal’li Alexandre Pato)
* Oğluma, “Babandan daha iyi bir futbolcu var” diyenler oluyor. Ama çocuk benim gibi zeki, nasıl baş edeceğini biliyor. (Real Madrid’li Cristiano Ronaldo)
* Muhabir: İsveç Stadı’nın önünde heykeliniz olacak.
Zlatan Ibrahimovic: Açıkçası geç kalınmış bir projeydi.
* Milli takımın ilk on birindeki bazı oyuncuların nerede oynadıklarını öğrenmek için Google’a baktım, ama orada bile bulamadım. (Ahmet Çakar)
* Eşinle düzenli sex yapmıyorsan, güzel futbol oynaman imkansızdır. (M. City Menaceri Pep Guardiola)
* Yeniden Galatasaray’da oynama şansım olsa, Göteborg’tan İstanbul’a kadar yürürüm. (İsveçli futbolcu Johan Elmander)
Düşünemiyoruz!
* Banka borçlarından kurtulmuş, faiz ödemekten kurtulmuş bir Galatasaray düşünün... (Galatasaray Başkanı Dursun Özbek)
* Muhabir: 4-3-3 mü, yoksa 4-2-3-1 mi oynayacaksınız?
Maurizio Sarri: Bir hocam vardı ve “formasyon konuşan insan futboldan anlamaz” derdi.
* Şimdiki futbolcular gördüğüm en profesyonel jenerasyon. Sevdiğiniz efsanelerin hepsi şeytan gibi alkol, deliler gibi sigara içerdi. (Liverpool Menaceri Jürgen Klopp)
* Futbolu çok seven bir adam, futbolu çok seven bir kadınla beraber olursa ömür boyu mutlu olur. (O. Lyon’lu Alex Morgan)
* Guardiola’nin tecrübe eksikliği var. Bazen çok fazla konuşuyor, buna gerek yok. Futbol basit bir oyun. (B. Münih’li Frank Ribery)
* Muhabir: Fernando Gago Çin’e gidiyor mu?
Boca Juniors Başkanı Daniel Angelici: Herhalde sonunda hepimiz Çin’e gideceğiz.

18 Ocak 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI