‘’Karabük mü kötü Fenerbahçe mi iyi?‘’
Sorunuyu, maçın geneline ve Fenerbahçe'nin aldığı farklı skora bakarak yanıtlayabilmek hiç de kolay olmasa gerek. Ancak Fenerbahçe'nin Fernandao ile kazandığı vole golü ve Aatif'in rakip ceza alanı kalabalığı içerisinde az görülen bir beceriyle kazandırdığı sayı Karabükspor'un zayıflığının bir göstergesi olamaz sanırım. Böyle goller bizim ligimizde pek ender görülür. Özellikle Aatif'ın yaptığı o güzelim hareketler kimseden beklenmez, kimse de beklemez. Böyle goller atabilen bir takımın karşısında da sağlam durulmaz.
Maçın skoruna bakıldığında iki takım arasında uçurum varmış gibi bir yargıya varılabilir. Ancak alt liglerden takımlar bile büyük ekiplere kafa tutarken bu fark neyin nesidir de denebilir. Sonuçta Karabükspor henüz ligin birinci devresi bitmeden bir alt ligi garantilemiş gibiydi. Ama şu andaki statü iki takımn da Süper Lig ekibi olması doğrultusunda. Bir hafta sonra takımların lig konumları değişik olacak ama Karabükspor'un bu lige yeniden dönmek için yaptığı çalışmalarda bir yanlışlık var gibi geldi bana. Maç yarım düzinelik bir farka ulaşmışken dikkatimi çeken nokta, bir Fenerbahçe atağında, Karabükspor ceza alanı içerisinde yedi Fenerbahçeli, dokuz Karabüksporlu oyuncu vardı. Böyle bir ceza alanı içerisinde kör dövüşünden başka bir şey olamazdı. Nitekim Fenerbahçe daha .çok gol atacakmiş gibi görünmesine karşın üst üste çekilen şutlar hep birilerine çarptı. Diar'ın attığı uzak mesafeli golde de, ceza alanı kalabalığı yüzünden Karabükspor kalecisi topu son anda gördü, eline çarpan top içeri girdi.
Böylesine ilginç ve garip görüntülerin olduğu bir maçtan izleyenler hoşlandı mı bilemiyorum ama atılan o iki gol maçın tümüne değecek nitelikteydi. Böyle bir karşılaşmanın bitimine yedi dakika kala Valbuena'yı sahaya sürmek bana biraz garip geldi. Fenerbahçe'nin yedek kulübesinde yedi dakikayı oynayabilecek genç bir oyuncu yok muydu acaba? Aatif'in, Valbuena'ya neden tercih edildiğini defalarca gördük görmesine de, Fenerbahçe'nin vazgeçilmezlerinden biri olacağı düşünülen Fransız oyuncunun böylesi bir maçta dalga geçer gibi sahaya sürülmesine ben bile içerledim. Profesyonellik her şeye katlanmayı gerektirir. Bir dakika da olsa her profesyonel oyuncu görev yapmak için yanıp tutuşmalı. Bunda hemfikiriz de, hepimiz de insanız ama...
‘’Beşiktaş'ın görüntüsü...‘’
Osmanlıspor karşısına sakatlıklardan kaynaklanan zorunlu değişikliklerle çıkan Beşiktaş'ın ilk yarıdaki kötü görüntüsü asla kadro yetersizliğine ya da eksikliğine bağlanamaz. Şenol Güneş sezona bu takımla başlasaydı ligde aldığı derece bugün bulunduğu yerden farklı olmazdı, kadronun dışında kalanların hepsi oynasaydı da görüntü değişmezdi. Çünkü hedefinden sapmış, beklentilerin altında kalmış bir takımla, amacı olan karşıtının direnci doğal olarak birbirine eşit olmaz. Ne kadar iyi futbolcu, iyi takım olursanız olun, motivasyon eksikliği durumunda rakibinizin direncine yenik düşersiniz.
Osmanlıspor ilk yarıyı önde bitirip, biraz da Beşiktaş'ın görüntüsüne aldanınca kendileri için ligin en kritik maçını kaybettiler. Ne var ki hiçbir takım ligde oynadığı tek bir maçla düşmez ya da bir maç kazanınca şampiyon olmaz. Alınan sonuçlar ligde oynanan tüm maçların toplamının karşılığıdır. Beşiktaş maç boyunca motivasyon sıkıntısı çekmesine karşın, maçtan üç puan ile ayrılmasının temel nedeni Osmanlıspor'un en azından bir puanı korumak için oynamasıdır. İrfan Buz takımını geri çekince Oğuzhan'ın ayaklarındaki beceri ortaya çıktı. Çok güzel iki gol pası verdi, bunlar gol olmadı ama rakibin fiziksel direncini kırarak geriye çekilmesine neden oldu.
Beşiktaş üç puanı aldı ama bazı oyuncuları motivasyon sıkıntısından maç boyunca kurtulamadı. Bunların başında Talisca gelmektedir. Talisca yumuşak stilli bir oyuncudur ama dünkü görüntüsüne bakıldığında Beşiktaş'ın gelecek sezonki kadrosuna nasıl gireceği tartışma konusu olur. Bonservisine 20 milyon Euro'nun üzerinde değer biçilen bir oyuncunun görüntüsü bu olmamalıdır.
Maçın en değerli oyuncusu Necip Uysal'dı. İlk yarıda sol bekte başarılı oldu, ikinci yarıda ise orta alanı güçlendirerek takımının yapısını değiştirdi. Türk takımlarının daha ileri gitmesi biraz da Necip gibi her durumda göreve hazır, hep sorumluluk alarak oynayan, kendini asla bırakmayan oyuncular yetiştirmesine bağlıdır. Larin'in de fizğiğne göre ayakları yumuşak, ceza sahasının dışından bile plase gol vuruşları yapabilecek bir oyuncu. Ancak oynaması gerekir. Vagner Love'ın peşine düşüleceğine Ların'e dikket etmek öncelikli olmalı.
‘’Annelerimizin gücü‘’
Bugün anneler günü. Tüm annelerimizin gününü kutlar, benden belki de 30-40 yaş küçük, henüz yeni anne olmuş güzel annelerimiz de dahil olmak üzere tümünün kutsal ellerinden öperim. Yeryüzünde eli öpülecek tek canlı annelerimizdir. Çünkü yaratan da, üreten de, büyüten de hep onlardır. Annelerimizin ne denli büyük bir güç olduğunu hiç düşündünüz mü?
İnsan uzaya yolculuk yaptı, aya gitti, evrenin sonsuzluğunu keşfetti, karadeliklerin birbirine açılan sonsuzluğunu buldu, milyarlarca güneş sistemini, takım yıldızları, samanyollarını, galaksileri neredeyse gözlerimizin önüne getirdi. Bütün bunları gerçekleştirenleri dünyaya bir anne getirdi. Bundan daha büyük güç olur mu? Kutsal kitaplar cennetin anaların ayakları altında olduğunu yazarak onların Tanrı'nın kutsadığı insanlar olduğunu anlatmaktadır. Annelerimiz olmasaydı bu evrenin sınırlarını, zenginliklerini kim keşfedebilirdi ve bu saydıklarımız ne işe yarardı?
Ben, annelarimizin ne denli güçlü insanlar olduklarına bire bir tanıklık etmiş bir insanım. Dedemin annesi Gülbanu(şimdi kızımın adıdır)Hanım Gürcü kökenlidir. Babaanneb de aynı kökendendir. İkisinin de deniz mavisi gözlerinin içine baktığımızda sanki okyanusta kaybolurduk. Gülbanu Hanım yüz küsür yaşında öldüğünde ben 20'li yaşlara henüz ayak basmıştım. Oğlu, yani dedem Yusuf Tükenmez herhangi bir kusur işlediğinde, bastonunu yere vurup "Yusuffff" diye küklerdiğinde, bizim gözümüzde bir imparator olan dednm neye uğradığına şaşardı!
Annem Ahıska Türkü'dür. Babam ise Karapapak(Terekeme). Kafkas kökenli bu insanların gelenekleri ağırdır. Annem 12 yıl dedemin yanında hiç oturmadı, yemek yemedi ve sesi duyulacak şekilde konuşmadı. Dedemin söylediği her şey kesinlikle yerine getirilmesi gereken bir emirdi. Ben henüz 8-9 yaşımdayken bir gün annem dedmin karşısında dikilip "ben çocoklarımı alıp İstanbula gidiyorum. Oğlun da ister gelsin ister gelmesin. Çocuklarımı okutacağım"dedi. İlkokul birinci sınıfta sadece bir ay okumuş annemin, dedmin karşısına çıkıp bu şekilde konuşması tam bir aile içi devrimdi. Bir annenin gücü karşısında dedemin orduları dağılmıştı. "Peki kızım bakarız" dediğini bugünkü gibi anımsıyorum. 55 yıl önce başlayan İstanbul yolculuğumuzun başlangıcı böyle oldu, bir annenin gücüyle...
Bir gün İstanbul'da annem ile babamı memleket düğünlerinden birine götürmüştüm. Gecenin bir vakti trafik magandalarının saldırısına uğradık. Annem ile ben araçtan indik. Karşı taraftan minibüsün içinden 20'ye yakın insan indi. Annem bana siper olup, kollarını açarak hepsini püskürttü. Fizik olarak zayıf oldukları zannedilen annelerimizin ne denli güçlü olduklarına o gün inandım. Annem olmasaydı biz dört kardeşin hiçbir okumazdık. Bugün eğer bu köşeden szilerle bazı şeyleri paylaşabiliyorsam bu, annemin gücünün topluma yansımasıdır. Bizim Azeri-Karapapakların annelerimiz için söyledikleri bir türkünün nakaratanı sizlerle paylaşmak isterim:
Anacan ağrın alım,
Anacan başına dönüm,
Goy dolanım men men men,
Menim öz sevgilime heyran olum men.
‘’Galatasaray zoru kolaylaştırıyor‘’
Şampiyonluğa oynayan takımlar için sonlara yaklaşıldıkça maçların zorlaşacağı hep söylenegelir. Ama bir takım var ki, maçlar zorlaştıkçe oyunu kolay çözüp sonucu alıyor. Fatih Terim geldikten sonra sürekli üstüne koyan, sona yaklaştıkça en zor maçları en kolay şekilde kazanan takımdan söz ediyorum, yani Galatasaray'dan. İki hafta önceki Beşiktaş maçı kendi evinde oynanmasına karşın favori Beşiktaş gösteriliyordu. Rodriguez'in önderliğinde favori rakip çok kolay geçildi.
Yeni Malatyaspor karşılaşması ise yine Rodriguez'in müthiş çabukluğu ile daha 15, dakikada bitti neredeyse. Ataklar çabuk ve zamanında yapıldığı anda en üst düzeydeki maçlarda bile halı saha golleri atılabiliyor. Rodriguez topu kazandıktan sonra öylesine hızlı hareket ediyor ki rakip savunmanın toparlanması için bırakın zamanı bir an bile kalmıyor. Galatasaray topu kazandığı anda Rodriguez ve Nagatomo ile adeta siprint atark oyuna çıkıyor. Çoğu takım böyle durumlarda önce topu garantiye alıp, yan ya da geri paslarla rakibe geriye dönme şansı veriyor. Galatasaray, rakibin en zayıf olduğu anların topun el değiştirdiği durumlar olduğunu biliyor. O durumları iyi değerlendirmek takımın genel oyun felsefesini oluştururken, felsefenin oyuna yansımasının öncülüğünü de Rodriguez yapıyor.
Evet, ilk 15 dakikada biten bir karşılaşmanın geriye kalanı herhangi bir olumsuzluk, sakatlık yaşanmaması için planlanan bir oyun anlayışı şeklinde geçti. Ne Galatasaray aşırı bir istek içerisine girdi ne de konuk ekip onları zorlayacak hamleler yapabildi. Henüz 30. saniyede kazanılan bir golden sonra Galatasaray'a diş geçirmenin zorluğunu maç boyunca hissetti Malatyaspor. Galatasaray'ın savunmada herhangi bir sıkıntı yaşamaması, maç boyunca kalesinde tek bir tehlike yaşamaması da, ilk dakikada atılan iki gol ile ilintilidir.
Erken atılan gollerden sonra kazanılan bir karşılaşmadan sonra tüm Galatasaraylıların aklı son haftaki Göztepe maçına kaymış gibiydi. Kendi sahasında oynadığı 17 maçın 16'sını kazanıp, Fenerbahçe derbisini beraberlikle bitirmiş, çok büyük bölümünü de iyi oynayarak kazanmış Galatasaray'a, dün akşam kutlama maçı olarak stadı dolduran taraftarlarının önünde sorun çıkartmak hiç de kolay değildi. Galatasaray bu maçı kazanacaktı ama bu denli kolay bir karşılaşmayı da kimse beklemiyordu.
‘’Kupa finalinde futbolun güzelliği‘’
Türkiye Kupası'nın finaline kalan iki takımı da kutlarız. 159 takımın katıldığı bir büyük turnuvanın sonucunda, 157 takımı geride bırakan Fanerbahçe ve Akhisarspor takımlarının geldiği nokta eleştirilmekten çok övülmelidir. Övgülerimiz her iki takım için ama kutlamada da önceliğimiz Akhisarspor'un.
İstanbul, Ankara ve İzmir'in, birçok Anadolu ilçelerinden büyük yerleşim birimlerini bir kenara koyarsak, Akhisar Türkiye Kupası'nı kazanan ilk ilçe takımıdır. Akhisarspo'un kazandığı bu büyük başarı hiç kuşku yok ki futbolun güzelliğidir. En azından Türkiye'nin üçte birinin peşinde koştuğu bir büyük camia bir yanda, diğer tarafta ise İstanbul'un ilçeleri ölçü alındığında küçücük bir kasaba olan Akhisar. Sonuç ne? Bir ilçe takımının temsilcisinin kupayı kazanması. Bu bize bir tek şeyi kanıtlar, futbılun güzelliği ve futbolda büyük oyunculara sahip olmanın en azından final maçlarında çok da işe yaramadıklarını.
Barbossa'nın attığı üçüncü Akhisarspor golü ancak futbolun güzelliği ile ilintilidir. Rakip baskısı altında yapılan bir vuruşun, karşıt oyuncuya çarparak sonuca yansıması da ancak futbola özgü bir durumdur. Oyun 3-2 Akhisarspor'un lehine devam ederken Fernandao'nun kafa vuruşunun az farkla auta gitmesi de futbolun cilvesidir.
Fenerbahçe-Akhisarspor kupa finalinden önce, futbol ile ilgilenen her kesimn favorisi Fenerbahçe'ydi. Ama sonuçta kazanan Akhisarspor oldu. Bu da futbolun güzelliğidir. Barbossa'nın attığı üçüncü golden sonra Okan Buruk'ın futbolcularına koşuşuması da yine futbolun güzelliğidir. Sahada oynanan oyunu salt teknik direktörlerin hünerine bağlayanlar için Okan Buruk'un yaptığı koşu büyük bir anlam taşımaktadır.
Büyük bir olasılıkla Fenerbahçe ile Akhisarspor Türkiye Kupası finaline kalınca, Fenerbahçeliler kupayı kazandıklarını düşündüler. Ne var ki, hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz gerçeği kupa finalinde bir kez daha futbolun pratiğine yansıdı. Ne Valbuane'nin topla becerisi ne de Fernandao'nun yüksek toplardaki üstünlüğü Fenerbahçe'yi öne geçirmeye yetti. Aykut Kocaman'ın oyuna forver üstüne forvet alması da sonuca olumlu anlamda yansımadı. Futbolun güzelliği ve içindeki değişkenlik maçın sonucunu belirledi. Futbolu sevmemizin en temel nedini içindeki bu değişkenlik olsa gerek...
‘’Şenol Güneş'i kim susturdu?‘’
Beşiktaş taraftarlarının Şenol Güneş'e sahip çıkması, teknik direktörlerle kulüpler arasındaki ilişkilerin gelişmesi açısından hem önemli hem de sevindiricidir. Aykut Kocaman ve futbolcuları tribünlerin baskısı yüzünden eziyet çekerken, elindeki yıldızlar topluluğu kadroyu dördüncülüğe kadar düşüren Şenol Hoca'ya tribünlerin kredi tanımasına futbol dünyamızdaki tüm unsurlar olumlu da yaklaşabilir. Ne var ki bu yaklaşımın altında gizli olan bir gerçek de var. Beşiktaş yönetimi Şenol Güneş ile devam kararı aldığında önümüzdeki sezonu şimdiden kaybetmiş olacaklar.
Çünkü Şenol Hoca kazandığı iki şampiyonluk da dahil olmak üzere, üç sezon boyunca hiçbir krizi yönetemedi. Takım zora düştüğünde dağıldı, aklı karıştı, dili dolaştı. Son üç yıl içerisinde konuştuklarını toplarsak, Beşiktaş'ın lig tarihinde görev yapan tüm hocalarının konuştuklarından daha fazlasını söylediği görülür. Şenol Güneş"susuyorum ama sustukça da sabrımızın sınandığını görüyoruz" diyor. Susan Şenol Güneş bu ise, konuşan Şenol Güneş karşısında tüm ülke kulaklarını kapamak zorunda kalır, her halde.
Şenol Güneş en fazla yarım kalan maçın oynanmasına ilişkin konuşmalıydı. Gelin görün ki, Güneş, kendisine yapılan son derece haksız ve çirkin saldırıdan sonra, mahalle arasında oynarken küsüp, topunu alıp giden çocuk gibi "ben o sahaya gitmem" diyerek kulübü yönetenleri de baskı altına aldı. Sürekli adaletten söz eden Şenol Hoca "futbolun adaleti futbol sahasında dağıtılır. Biz çıkar kalan 33 dakikayı oynarız, tur da atlarız. Çünkü Beşiktaş büyüktür, elimizdeki kadro da her zorluğun üstesinden gelecek kadar güçlüdür" diyerek yöneticilerine de yol gösterebilir, Galatasaray maçına da takımını güçlü bir motivasyon ile hazırlayabilirdi. Kulüp başkanının "Şenol Ağabey" dediği Güneş böylece daha baştan Divan Kurulu'nun yolunu kesmiş olurdu. Kulüp yöneticileri tarafından "çok büyük bir tecrübe" olarak görülen Şenol Güneş'in ortaya koyduğu davranışlar deneyim sınırlarının dışına taştı.
Şenol Güneş ile gelecek sezonun şimdiden yitirileceğinin bir kez daha altını çizmeliyim. Neden mi? Çok değil, beş yıl önce Beşiktaş hakkında yazılanları anımsamaya çalışın. Özeti şöyleydi: "Galatasaray ve Fenerbahçe ile Beşiktaş arasındaki mesafe açıldı. Artık üç büyükler söylemi ortadan kalkıyor. İki büyük ve arkasından gelenler var." Bu söylemlere karşın Beşiktaş son beş yılın en başarılı takımıdır. Üstelik "aradaki mesafe" kapatılmış, Beşiktaş öne geçme fırsatını da yakalamıştı. Ama bu sezon Şenol Güneş'in gereksiz, yersiz konuşmaları, davranışları ve elindeki güçlü kadrodan yeterli verimi alamaması yüzünden, deyim yerindeyse bu sezon çöpe atılmıştır. Galatasaray ve Fenerbahçe kadrolarını yenileme döneminde Beşiktaş'ın önüne geçebildilerse, gelecek yıl Beşiktaş, Şenol Güneş ile yarıştan çok erken kopabilir...
‘’Beşiktaş'ın futbolu da tadı da yok‘’
Çok değil, daha geçen hafta oynanan Galatasaray derbisi öncesinde olası bir galibiyetten sonra şampiyonluğun en büyük adayı olarak görülen Beşilktaş'ın, aslında oynadığı futbol ile zirvedeki dört takımın dördüncüsü olabileceği dün akşamki kötü futbol ile bir kez daha kanıtlandı. Beşiktaş dört şampiyonluk adayı içinde takım oyununu sahaya en az yansıtan ekip olarak bugünkü konumuna geldi. Burada teknik adamın onca transfere karşın takıma katkısı tartışma konusudur ki bunu hafta arası ele alacağım.
Oyuncularınızın bireysel davranışları ve formanın geleneksel ağırlığı ile birçok maçı kazanabilirsiniz. Kayserispor karşılaşması da onlardan biriydi. İki bireysel hareket, iki güzel gol, hepsi o kadar. Maçın geriye kalan kısmında aklınızda ne kaldı? Bana soracak olursanız 63 dakika sahada kalan Vagner Love'un bu süre içerisinde tek bir hareket bile yapamaması.
Devre arasında Beşiktaşa transfer edilip, Negredo'yu yedek kulübesinde oturtarak Love'u Bayern Münih karşısına çıkartan anlayışın neyin peşinde olduğunu bilen var mı? Bu denli üst düzeyde olmasa da, alt liglerde oynamış eski bir futbolcu olarak Vagner Love'un düştüğü duruma üzüldüm. Keşke Alanya'da kalsaydı da, Kayserispor maçının 63. dakikasında oyundan alındıktan sonra, kulübede acı çeken bir pozisyona düşmeseydi. Love'un düştüğü bu durumun sorumlusu Beşiktaş yönetimi gibi görünse de, transferine onay veren Şenol Güneş, Love'un düştüğü durumun asıl sorumlusudur. Yönetim bir oyuncunun ne vereceğini kestiremeyebilir, bilmeyebilir de. Sezon ortasında transfer edilmesi planlanan bir oyuncu da kararı mutlaka hoca vermiştir. Dileyelim ki, Vagner Love transferinin altında başka şeyler olmasın. Eğer varsa, biliyorsunuz ki gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.
Evet, Beşiktaş ligi dördüncü bitirecek gibi görünüyor. Oynadığı futbolda bu doğrultudadır zaten. Beşiktaş'a neredeyse bedava bir bonservis ücretiyle gelen Adriano defalarca attığı harika gollerinden birini de Kayserispor filelerine gönderdi. Sahip olduğu her şeyi Beşiktaş formasının hizmetine sunan bu güzel Brezilyalı'ya Beşiktaşlılar ne kadar sahip çıksalar azdır. Beşiktaş'ın bu sezon ki görünmeyen kahramanlarından biri Adriano'dur. Vagner Love'a ödenen bonservis parasıyla 20'ye yakın Adriano alınabilirdi, her halde...
‘’Yazlık maç‘’
Fenerbahçe-Bursaspor maçının heyecan fırtınasından mıdır, nedir, Akhisarspor-Galatasaray karşılaşması bana son derece yavan geldi. Galatasaray henüz oyunun başı sayılabilecek bir zaman diliminde, üç dakikada iki gol atarak öne geçti. Belki de skorun vermiş olduğu avantajı kullanarak kendini sıkmadı. Attığı iki gol neredeyse daha önce attığı 30-40 kadar golün bir kopyasıydı. Akhisarspor'un, Galatasaray gollerinin hep böyle atıldığına ilişkin bir önlemi ya da bir ön çalışmasının olmadığı görüldü. Oyun kaçan penaltılar sonucunda 2-1'de kalınca heyecanlı bir maç olmuşcasına bir kanı uyansa da, aslında karşılaşmanın geneli bir yazlık maç havasında geçti.
Galatasaray Rodriguez ile bildiğimiz iki gol kazandı. Ancak genelde oyuncuların konsantrasyonu öylesine düşüktü ki, Gomiz bir penaltı kaçırdı, ki penaltı kaçar. Dünyanın en büyük oyuncuları da kaçırıyor. Ancak, Galatasaray'ın golcüsu rakip kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda öylesine kötü vuruşlar yaptı ki, insan ister istemez Gomiz'ın boş kaleye vuruş yapan, ama vuruş tekniği çok da iyi olmayan bir forvet olduğuna inanası geldi. Ligde 27 gol atan bir golcü için bu yargı biraz ağır olabilir ama Akhisar maçındaki Gomiz görüntüsü böyleydi.
Dany, Türkiye'de uzun yıllardır oynuyor, büyük takımlarda da görev yaptı. Ancak belleklerimizde hep bir "saatli bomba" olarak iz bıraktı. İkinci golde Rodriguez'den yediği çalım sonrası tribünlerce alay konusu oldu. Bir savunma oyuncusu, rakibi Real Madridli Ronaldo'da olsa böylesini basit ve komik bir çalım yemez. Yersen sonuç kesinlikle kalende bir gol ile sonuçlanır. Galatasaray ilk golünü bildiğimiz takım oyunuyla kazandı. Ama ikinci gol bireylerin birbirine üstünlüğü ya da bireylerin birbirine olan yetenek farkının bir sonucu olarak kayıtlara geçti mi, kestirmek zor.
Akhisarspor'un rolanti oyununu anlamak mümkün. Kupada finale kalmışlar ve ligde hemen hemen kalmayı garantilemişler gibi. Peki Galatasaray'ın yazlık maça çıkmış gibi havasını nasıl açıklayacağız? İkinci yarının sonlarına doğru Muslera'nın aynı pozisyonda iki kez, son anda topa dokunarak gole engel olması gerçekleşmese şimdiki puan cetvelindeki durum nasıl değerlendirilecekti? Şampiyon olma ihtimali çok yüksek olan bir takımın bu denli duyarsız bir futbol oynaması, dört takımın birbirini kovaladığı bir ligin doğurduğu stres ortamının doğal sonucu mudur acaba? Tahmin etmek de, bilmek de zor!