‘’Zor maçı kazanmanın anlamı...‘’
Fenerbahçe bu sezon oynadığı maçaların belki de en zorunu kazandı. Maçın zorluğu, artık ligin bitimine çok az bir zaman kalması ve kaybedilecek bir karşılaşmanın telafisinin olmamasında. Özellikle maçın ikinci yarısındaki olağanüstü mücadeleye karşın Fenerbahçe'li futbolcuların kendilerini taraftarlarına beğendirememesi ve bir de bu koşullarda rakibin Furkan ile attığı kusursuz bir gol ile geriye düşülmesi... Futbolcuda bir insan sonuçta ve bu koşullar altında psikolojik iniş çıkışlar yaşamamak kolay değil. Hem Volkan Demirel hem de Hasan Ali Kaldırım'ın maçtan sonra yaptıkları konuşmalardan anlaşılıyordu futbolcuların yaşadıkları sıkınıtlar. Hasan Ali Kaldırım kesinlikle maçın adamıydı. Ligimizde bu denli yararlı oynayan ikinci bir bek yok! Kuşkusuz iyi bekler var ama Hasan gibi hep oyunun içinde olan, takımın hücum uygulamalarına hareket kazandırıp sonuç alıcı eylemlerde bulunan bek az.
Aatif ile Hasan'ın uyumu ve atakları yaratıcı bir konuma getirmeleri Fenerbahçe'nin en önemli gücüydü dünkü maçta. Bursaspor beklenmedik bir mücadele örneği ortaya koyduğu için bu ikilinin etkisi çok daha üretken olmadı. Başka bir rakip karşısında daha fazla sonuç alıcı değerler üretebilirler. Volkan Demirel kusursuz bir gol yedi. Golün kusursuzluğu, Furkan'ın vuruşunda ve kalecinin topu beklememesinde, biraz da Volkan'ın önde yakalanmasında... Ancak Volkan'dan söz açılmışken Yusuf Erdoğan'a faul yaptığını, Bursaspor'lu futbolcunun kendisini geçtiği anda boş kaleye yöneleceğini bilmesi gerekir. Fırat Aydınus ve yardımcısının herkes gibi pozisyonu izlemesi maçın ilginç anlarından biriydi.
Alper Potuk hepimizin iyi futbolcu olmak konusunda bel bağladığımız oyunculardan biriydi. Ancak haftalar ve yıllar geçtikçe Alper'in Fenerbahçe'nin beklentilerine yanıt verecek bir aşamaya gelemdiği biraz daha ortaya çıkıyor. Ham yeteneği ile oynuyor. Yeteneği oyun bilgisiyle örtüşerek gelişmeliydi ama olmuyor! İlk yarıda bir şut denemesi yaptı, bir pozisyonda ise topu kontrol edebilse Fenerbahçe çok iyi bir atak başlatabilecekti. Ancak Alper'in temelindeki eksiklikler doğal ve ham yeteneğini kullanmasına izin vermiyor. Bu durumda çok doğal olarav Valbuena aranılıyor. Fransız oyuncu da oyuna sonradan girince topla becerisini konuşturarak izleyenlere hoş anlar yaşatıyor.
Bursaspor'un üç futbolcusu sakatlandı. İlkinde Aatif bilmeden rakibinin yerdeki bir durumda bacağına bastı. İkincisinde ise Mehmet Topal Kembo'nun sol bacağını alt adalesine diziyle kaza ile vurdu. Bursaspor'un hocası Mustafa Er belki de bu yüzden Sow ve Batalla'ya uzun süre tahammül etmek zorunda kaldı. Futbol bu iki oyuncuyu bırakmış kanımca! Bursaspor'un yapması gereken takımda Furkan gibi oyuncuların sayısını artırmaktır...
‘’Beşiktaş'ın yaptığı ucuz kahramanlıktır!‘’
Hak aramak denildiğinde, bu uğurda yola düşenlerin yoluna yoldaş olurum! Hakkı yenilenlere yapılan haksızlık durumunda hakkı dağıtmak için deli olurum! Ama futbolda verilen kararların haklı ya da haksızı tam olarak belirlemekte ne kadar adil olduğu konusunda insanların bakış açılarına göre değişkenlik gösterdiğinden, hakkın dağıtıldığı yerin futbol alanı olduğuna sonuna kadar inananırım! Eğer futbolcular ve saha içindeki görevliler, görevlerini yapabilecek durumdaysa sahadan çekilmek futbol felsefesinde oyun bozanlık olarak algılanmaktadır.
Fenerbahçe'nin sahasında olanlara aklı başında hiç kimse onay vermez. Ama Kadıköy'de yapılanlardan sonra ev sahibi takımın hükmen yenik sayılması durumunda Türkiye'de hiçbir büyük maç tamamlanamayacağına da inanmak gerekir. Bu bağlamda Beşiktaş'ın sahaya çıkmaması tam anlamıyla ucuz kahramanlıktır. Keşke çıkıp oynasalardı da, hükmen yenilmek gibi sportif olmayan bir durumla karşı karşıya kalmasalardı.
Bu caydırıcı anlamda bir eylem değildir. Ayrıca Divan Kurulu'na götürülecek kadar vahim bir gelişme de değildir. Bir futbol maçı oynanmıştır. Bu futbol maçını kazanan ya da yitiren takım gelecekte çok büyük hamlelerin gerisine düşecekmiş gibi bir anlam da yüklenmemelidir oyunun özüne. İki takımın birbirine karşı kazandıkları ve yitirdikleri maçların sayısı onlarcadır. Bunların anlamlı bir bölümünde bu ve buna benzer olaylar yaşanmıştır.
Kanımca Beşiktaş'ın yarıda kalan maça çıkmamasının en önemli sonucu, ülke futbolunu yönetenlerin ve futboldaki anlaşmazlıklar konusunda nihai kararı veren kurumlara güvensizliktir. Bence en acısı da budur zaten. Güvenin olmadığı bir ortamda adaletli rekabet de olmaz! Son iki yılın şampiyonunun böylesi bir duygu ve düşünce içerisinde olması kazandıklarının yasalığı konusunda da endişe ve kaygı yaratır!
Aykut Kocaman'ın inandırıcı olmayan "bu şekilde tur atlayacağımıza keşke elenseydik" gibi söylemine çanak tutmak bile Beiktaş açısından düşündürücüdür. Her haksızlığa uğradığını düşünen futbol alanından çekilirse, hakkı futbol sahasının dışında ararsak hak yerini bulur mu sanıyorsunuz?
‘’Fatih Terim bunu nasıl başarıyor?‘’
Büyük takımların başındaki teknik direktörlerin takımlarına katkılarının net olarak gözlenebildiği karşılaşmalar, derbiler ve zorluk derecesi yüksek maçlardır. İgor Tudor'u bu tür maçlarda aldığı başarısız sonuçların arkasından görevden aldı Galatasaray yönetimi. Fatih Terim'i bugün takımıyla birlikte Türkiye'nın futbol gündemine oturtan da, büyük maçlarda ortaya koyduğu özgüveni yüksek uygulamalardır. İki yıl üst üste şampiyonluk ipini göğüsleyen, bu sezon ise en azından mücadeleyi sonuna değin sürdüren Şenol Güneş'in ise büyük maçların genelinde, Fatih Terim kadar büyük hamleler yapamadığı biliniyor. Oysa Beşiktaş, iki şampiyonluk ile edindiği ekonomik birikim sonucunda, iki büyük rakibi ile arasındaki farkı arttırabilecek bir durumdaydı bu sezon. Ne var ki Şenol Güneş'in gereksiz polemikleri ile kaliteli kadrosundan yeterli verimi alamadan, kırgın ve küskün bir konuma gelerek takımından ayrılma noktasına geldi.
Fatih Terim'in başında bulunduğu Galatasaray, Beşiktaş gibi bugün için dördüncü sırada olsaydı kim ne diyebilirdi? Ama iki yıl üst üste şampiyon olmuş, üçüncü sezon kadrosunu daha da güçlendirmiş Beşiktaş ligi dördüncü bitirirse her kese bir şeyler söyleme hakkı doğar. Sadece iki örnek vererek Fatih Terim ile Şenol Güneş'in taktik uygulamalarındaki farkının altını çizmek isterim.
Galatasaray'ın kanat oyunlarından sonra topu kale önüne direkt gol pası vererek sonuca gittiğini biliyoruz. Şenol Güneş ise Quaresma'nın karanlığa kurşun sıkan ortalarına bel bağladı sezon boyunca. Galatasaray'ın birinci golcüsünün Gomis olduğu da açıktır.. Beşiktaş savunmasının Gomis üzerinde markaj ile baskı yaratacağını Terim biliyordu ve bunun hesabını yaparak, ikinci bir seçenek olarak o bölgeye Fernando'yu gönderdi, ilk golü de böyle attılar.
Başakşehir maçı öncesine bakıldığında savunmanın en çok forma giyen oyuncusu Maicon'du. Ama Başakşehir'in hızlı forvetlerinin karşısında Brezilyalı savunma oyuncusunun durumunu çok iyi analiz ederek Denayer'e görev verdi. Şenol Güneş, Pepe ve Tosic'e bir şey olduğunda kara kara düşünürken Fatih Hoca en güvenilir savunma oyuncusunu en önemli maçta kulübede oturttu. Özellikle sezon başında birçok maçta çok kötü oynayan Pepe'ye dokunmak Şenol Hoca'nın aklından bile geçmedi.
Hiç kuşku yok ki takımıyla fazla oynayan teknik adamların maç sonucuna katkısı da sınırlı olur. Büyük takımlar şampiyonluk mücadelesi vermeyen diğer rakiplerini bir şekilde alt ediyorlar. Futbolcuların kalite farkı oyunu eninde sonunda büyük takıma kazandırıyor. Futbolcular aşırı motivasyon sıkıntısı çektiklerinde bu tür maçların bazılarını da kaybedebiliyor. Örneğin Galatasaray'ın kaybettiği Gençlerbirliği karşılaşması...
Bu maçlarda antrenörün takıma katkısı sınırlı, hatta yüzde onlarda bile olabiliyor. Ancak büyük maçlara teknik adamların taktisyenlikleri ve bilgisi yansımayınca ortaya Fatih Terim ile Şenol Güneş farkı çıkıyor. Fatih Terim, Başakşehir ve Beşiktaş maçlarında oyuna yüzde yüze yakın bir katkı sağlamıştır. İşte bu fark Galatasaray ile Beşiktaş'ın ligdeki sıralamasını belirleyecek önemli etkenlerden biri olarak sezona damgasını vuracaktır. Bunun üzerinden hareketle teknik adamların maça katkısının ne kadar olduğunu varın siz düşünün...
‘’"Şenol Güneş'in sonu!"‘’
Yaklaşık üç ay önce yani 05.02.2018 günü bu köşede aynı başlıkla bir yazı yazmışım ve yazının özetini şu şekilde belirlemişim: "Beşiktaş bu sezonu Şenol Güneş ile birlikte kaybetmiştir".Bu yorum Bursaspor maçından sonra yapılmıştır. Benim yaptığım elbette ki bir kehanet değil. Bu yazıdan kendime herhangi bir pay çıkartmak niyetinde de değilim. Ancak görünen köy kılavuz istemiyor. Beşiktaş'ın oynadığı futbol, aldığı zoraki sonuçlar ligde nereye varacağını üç aşağı beş yukarı gösteriyordu.
Son oynanan Galatasaray derbisinde Şenol Güneş'in hiçbir ön çalışlma yapmadığı, bütün enerjisini Aykut Kocaman ile girdiği polemiğe harcadığı çok açıktı. Galatasaray'ın en önemli silahının hücum gücü olduğu, özellikle sağdan ve soldan rakibin aut çizgisi ile ceza alanının kesiştiği noktaya topsuz adam kaçırdığı ve bu atakların sonucunda da altı pas üzerine doğru gol pasları verdiği bu köşede defalarca yazıldı, artık herkes tarafından da biliniyordu. Ayrıca Rodrigues'in soldan içe kıvrılarak attığı goller de Galatasaray'a galibiyetin yolunu açıyordu. Sarı-kırmızılı takım altını çizdiğimiz girişimlerden belki de attığı tüm gollerin yarısından fazlasını rakip filelere bırakmıştı. İkisini de hafta sonu oynanan derbide attı.
Teknik direktör niye var? Rakibini iyi analiz etmek, onların güçlü ve zayıf yönlerini belirleyerek oyuncularını bu belirlenme doğrultusunda harekete geçirmek için... Galatasaray defalarca attığı birbirinin neredeyse kopyası gollerin ikisini Beşiktaş ağlarına gönderebiliyorsa oyunculardan çok teknik direktörün sorgulanması gerekmez mi? Türkiye'nin en güçlü kadrosu Şenol Güneş'in yarattığı polemikler yüzünden dağılma noktasına geldi.
Aradan yıllar geçtikten sonra eğer bir spor muhabiri ya da üniversitelerde okuyan iletişim fakültesi öğrencileri 2017-2018 sezonuna ilişkin arşivleri karıştırdiklarında, futboldan çok Şenol Güneş ile Aykut Kocaman'ın yarattığı gereksiz konuşma kirliliği karşılarına çıkacaktır. Türkiye ligleri tarihinde hiç bir dönem bu iki hocanın yaptığı kadar gereksiz konuşmalara rastlanmamıştır.Allahtan Fatih Terim kemale ermiş durumda ya da futbol onun karşısına fazla sorun çıkartmadığı için bu gereksiz konuşmaların içine dahil olmadı. Yoksa vay halimize!
Özetin özeti şudur: Şenol Güneş ile Beşiktaş'ın yolları ayrılmıştır. Feda sezonu ile başlanıp, Samet Aybaba ve Slavan Bilic ile hazırlanan takımın ürünlerini Şenol Hoca toplamıştır. Yaptıklarının karşısında edindikleri anasının ak sütü gibi helal olsun. Ne var ki futbolda da hayatta da hep iyilik ve güzellik yoktur. Şenol Hoca için yolun sonu görünmüştür...
‘’Şenol Güneş ile bu kadar...‘’
Görünen görüntülere bakıldığında belleğinizde Beşiktaş açısından ne yer etti? Negredo ve Pepe'nin sakatlanması, Belhanda'nın, Medel'e yaptığı kırmızı kartlık hareketin sarı kart ile geçiştirilmesi ve Babel ile Quaresma'nın maç boyunca hiç bir işe yaramaması. Ama sorun burada değil. Asıl görülmesi gereken bu sezon Şenol Güneş'in hiçbir oyun planının olmaması, bırakın B planını A planının bile dikkate değer bir konumda olmaması...Takım zor durumdayken teknik direktörün tıpkı seyirciler gibi maçı izlemesi...
Bu güne değin Babel ve Talisca'nın uzaktan vuruşları ya da Talisca'nın duran top golleri ile yarışın içinde kalan, futbol adına ortaya çok şey koymayan Beşiktaş'ı, lig finali olarak görülen bir karşılaşmaya Quaresma'nın koluna kaptanlık bandını takarak çıkartırsanız, çok doğal olarak finali kaybedersiniz. Maça ilişkin uzun uzun yazmaya gerek yoktur. Sadece Rodrgues ile Quaresma'yı karşılaştırırsanız oyunun ve ligin yazgısını görürsünüz.
Geçen hafta bütün lig boyunca attığı birkaç golden birini rakip filelere gönderen Quaresma'nın karanlığa kurşun sıkar gibi yaptığı amaçsız ortaların yanında Rodrigues'in yaptıklarının modernliği aslında tarihi derbinin de sonuç kısmıydı. Orta yapmak ile gol pası vermenin ayrımı Quaresma ile Rodrigues'in yaptıklarının sonuca yansımasıydı bir bakıma.
Beşiktaş'ın bütün secenekleri forvette biri sakatlanırsa oyuna Lensi almak, orta alanda değişiklik gerekiyorsa Oğuzhan'ı ya da yedekteyse Tolgay'ı oyuna almak mıdır? Kadro derinliğ hiç tartışmasız Türkiye'nin en iyi takımı olan Beşiktaş'ın yapabilecekleri bu kadar mıdır? Şampiyonluğa oynayan dört takım içerisinde en fazla yenilgiyi alan Galatasaray karşısında Beşiktaş'ın bir tek net gol pozisyonu bulması ne ile açıklanabilir? Hiç kuşku yok ki kenar yönetiminin yetersizliği ile...
Beşiktaş son iki sezonun şampiyon takımı. Bu şampiyonlukların nasıl edinildiğini uzun uzun yadık geçmiş haftalarda. Bu sezon çok daha güçlü bir kadroya sahip olmasına karşın Şenol Güneş'in takımı yönetememesi, kriz anlarında bilgiye dayalı eylemlerii devreye sokamaması yüzünden geriye düştü. Bu aşamadan sonra Beşiktaş lig dördüncülüğünün üzerinde bir derece yaparsa başarılı sayılmalıdır.
‘’Kan var kan!‘’
Aykut Kocaman, Fenerbahçe- Beşiktaş kupa mücadelesinden sonra Şenol Güneş'in başında açılan yara için "kan yok" demişti. Oysa hocanın başına beş dikiş atıldığı bilirkşiler tarafından açıklanmıştı. Kasımpaşa-Fenerbahçe karşılaşmasının en önemli yanı burada kanımca. Fenerbahçe'nin stoperi Martin Skrtel'in başında yara açılmıştı ve kanlar akıyordu. Skretel oyun boyunca başında kanamaktan dolayı kan kırmızısı olan bandı ile oynadı. Bu sanki birilerine verilen bir mesajdı. Başına dikiş atılan birinin kafasından kan akar!
Kasımpaşa-Fenerbahçe maçının diğer bir önemli anı ise Şener'in attığı ikinci gol öncesinde rakibinin hayalarına gelen vuruşuydu. Böyle bir durumda rakip oyuncu yerde kıvranırken atağıa devam edilmesi bence bu çağın, bugünkü dürüst oyun anlayışının felsefesiyle bağdaşmıyor. Şener Özbayrak, rakibi yere düştüğü anda topu bırakıp ona elini uzatsaydı tarihsel bir kararın öncüsü olurdu. Ancak oyuncularımız, özellikle Şener gibi bir centilmenin bu ayrıntıyı atlaması büyük olasılıkla dış baskıdan kaynaklanıyor. Ne yazık ki bu durumda oyuncular kariyerlerine bir helal geleceğinden korkuyorlar. Keşke futbol ortamımız böylesine bir acımasız durum ile karşı karşıya olmasaydı...
Maçın sahadaki pratiğine gelince, Fenerbahçe kusursuz bir gol ile öne geçti. Çok güzel bir bek bindirmesi sonucunda atılan ter temiz bir gol. Josef de Souza'nın savunma arasına sızması da neredeyse kusursuz. Geçmiş yıllarda Gökhan Gönül ve Caner Erkin'in etkinliğini Şener Özbayrak ve Hasan Ali Kaldırım ile yeniden görmekteyiz. İki bekin son maçlarda Fenerbahçe'ye kazandırdığı goller ve puanlar sarı-lacivertlileri yarışın içinde tutuyor. Son haftalarda yarışın kızıştığı bir dönemde Jhansen'in formunu bulup Fenerbahçe'ye katkı yapması ise ayrı bir avantaj. Jhansen hem ileride top tutması hem de arkadaşlarına pozisyon hazırlaması anlamında artı bir değer.
Fenerbahçe geç de olsa oyun anlayışında belli bir kalite yakaladı. Meafe çok kısa ama sarı-lacivertli takım maçlarını böylesine rahat kazanmaya devam ederse sonucun ne olacağını kestirmek oldukça zor. Bugün oynanacak derbinin sonucu, Fenerbahçe'nin kazanmasından sonra daha da anlam kazandı.Bir beraberlik ligin bütün gidişatını ters yüz edebilir.
‘’Bu karar yanlışlığı düzeltmez!‘’
Beşiktaş Divan Kurulu'nun aldığı sahaya çıkmama kararını başkan Fikret Orman Kamuoyu ile paylaştı. Doğrusunu isterseniz Beşiktaş yaönetimi ya da Divan Kurulu'ndan böyle bir karar çıkacağını hiç beklemiyordum. Çünkü bu karar yanlıştır ve alınan karar ortada bir yanlışlık varsa onu düzeltmez. Tersine, iki dost kulüp arasındaki gerginliği daha fazla artırır.
Bundan sonra oynanacak maçlarda neler olacağını daha şimdiden görür gibiyim. Bu karar ortalığı yumaşatma anlamı taşımıyor. Tam aksine göze karşı göz istemek için geleceğe yatırım yapmaktır. Ülkemiz futbolunu ya da kulüplerimizi yönetenler taraftar gibi davranamazlar. Taraftarın istekleri, beklentileri farklıdır, yönetenlerin futbola yaklaşımı ise bambaşkadır. Beşiktaş Divan Kurulu'nun aldığı karar biraz da taraftar heyecanıyla aceleye getirilmiş bir karardır.
Beşiktaşlılar da Fenerbahçeliler de kendilerinin haksızlığa uğradığını savunuyorlar. İki tarafın da haklı olduğu ya da haksızlığa uğradığı bir dava var mıdır bilemiyorum? Ama insanlık tarihinin en büyük haksızlıklarından birine uğrayarak baldıran zehriyle ölüme mahkum edilen büyük filozof Sokrates, ölüme giderken "haksızlığa uğramak, haksızlık yapmaktan iyidir" demiştir. Varsayalım ki Beşiktaş haksızlığa uğramış olsun. Haksızlık yapmış olsaydı daha iyi mi olurdu?
Eğer ortada bir haksızlık varsa, haksızlığa uğramayı, sinmiş olmak, olayları kabullenmek gibi algılamak da yanlıştır. Futbol sahalarında hak, gelişmiş, demokratik ülkelerde maçlarda dağıtılır ya da edinilir. Maça çıkmayan bir futbol takımı, rekabetin getirdiği haklardan söz de edemez, pay da alamaz. Beşiktaş daha önce de Fenerbahçe'ye kupada hükmen yenilmişti. O yenilgi unutuldu gitti! Çok özel durumlarda gündeme getiriliyor. Ama Beşiktaş'ın Kadıköy'de Fenerbahçe'yi kalecisiz ve dokuz kişiyle yenmesi hep dillerde dolaşır durur.
Beşiktaş'ın eline yeni bir fırsat geçmişti. Beşiktaş sahaya çıkıp kalan 33 dakikayı on kişi ile oynayıp Fenerbahçe'yi eleseydi, Beşiktaş'ın büyüklüğüne daha ne kadar değer katardı? Peki, yarıştan, rekabetten kaçarak neler kaybedecek, bunlar hesap edildi mi acaba. Doğaldır ki, kaybetmekten altında parasal değerleri kastetmiyorum. Bir futbolsever olarak, haddim de olmayarak, Beşiktaş Divan Kurulu'nun aldığı karara şerh koyuyorum. Bizlerin Beşiktaş'ı tarihsel maçta izleme hakkımızı elimizden alamazsınız!
‘’Aykut Kocaman ne diyor?‘’
Şenol Güneş için yazdıklarımın tamamına yakınını Aykut Kocaman için de düşünüyorum. Bir futbol takımının ücretli çalışanı kulübün sahibi gibi konuşamaz. Buna hakkı yoktur. Hiç kuşku yok ki bu konuşmalar ortamı geriyor. Öncelikle kulüp yöneticileri daha sonra futbol federasyonu teknik direktörlerin, tekrar altını çiziyorum, kulüplerin ücret karşılığında çalışan profesyonel görevlilerinin konuşmalarına çeki düzen vermeleri için gereğini yapmalıdırlar.
Aykut Kocaman, süslü laflar etmek uğruna birinci sınıf saçmalıklar ortaya koyuyor. Antalyaspor maçından sonra takımının oyunun patronu olduğunu söylüyor. Bu, elli yılı aşkın bir futbol izleyicisi olarak duyduğum en saçma, en anlamsız söylemdir. Kocaman milleti aptal kendini akıllı mı zannediyor? Oyunun patronu olmak ne demek? Oyunun egemeni olur, yönlendiricisi olur, rakibi baskı altına alan bir uygulaması olur, taktik ve strateji olarak istediklerini rakibe kabul ettirecek yetkinlikte bir tavrı olur ama oyunun partonu olmaz. Oyun herkesin özgürce katıldığı bir denemedir. Oyunun patronu olmaz, olursa zaten bu da oyun olmaz.
Bir teknik direktör öncelikle meslektaşıyla "mesleki dayanışma" içinde olmalıdır. Meslektaşına güvenmeli, onun açıklarını yakalama peşinde olmaktansa onun yanında olmalıdır. Eğer meslektaşı kamuyu ya da futbolun diğer paydaşlarını aldatmaya yöneliyorsa ihtiyatlı olmalıdır. Çünkü er ya da geç gerçeklerin açığa çıkmak gibi bir huyu vardır.
Aykut Kocaman, futbolun geldiği bu berbat ortamdan memnun olmadığını söylüyor. Eğer futbol berbat bir haldeyse bunu bu hale getirenler futbolcular ve teknik adamlardır. Ben de futbolun bu, berbat halini yazmaktan memnun değilim. Bir teknik direktör yarıda kalmış bir maç hakkında nasıl karar anlamında demeç verir? Bu kararı teknik direktörler verecekse federasyonun Hukuk Kurulu niye var? Teknik direktörler sahada oynanan oyunun egemenidirler, Ceza Kurulu ya da Hukuk Krulu'nun vereceği karara müdahil olmak gibi bir görevleri yoktur.
Aykut Kocaman gerekirse teknik direktör olarak futbol ortamından çekilebileceğini ima ediyor. Bence hiçbir mahsuru yok. Aykut Kocaman Türk futbol tarihinin önemli sporcularından biridir. Bakın futbolcu demiyorum, "sporcu" diyorum. Ayrıca çocukluğundan beri tanıdığım, futbol dünyasının düzgün insanlarından da biridir. Ama teknik direktör olarak futbolumuzda iz bırakamamıştır. Futbol dünyasından çekilmesi futbolumuzu geriletmez ama futbolun temizlenmesi anlamında yeni bir yol açabilir...