Arama

Popüler aramalar

‘’Aziz Yıldırım'ın altyapı modeli‘’

Fenerbahçe’deki olağan genel kurul seçimleri neredeyse bir genel seçim havasında geçiyor. Başkanların medya kuruluşları aracılığıyla verdiği mesajlardan bilgi sahibi olmaya çalışıyoruz. Aziz Bey son konuşmasında genel kurul da 26 bin üyenin oy kullanabileceğini söyledi. En azından bu sayıda üyenin aidatlarını yatırdığını dile getirdi.

Aziz Yıldırım’ın konuşmalarının içinde benim en çok dikkatimi çeken konu altyapıya ilişkin geliştirilen projedir. Gebze’de satın alınan arazinin üzerine kurulacak altyapı için birçok Avrupa takımının altyapı tesisleri de incelenmiş, bilgi sahibi olunmuş. Eğer Aziz Bey yeniden başkan seçilecek olursa, projenin gerçekleştirilmesi için araziye kazma vurulacak.

Tüm hayatım boyunca altyapıcı oldum. Altyapısı olmayan takımların üstyapısının, üst düzey rekabetler için yeterli olmayacağına hep inandım. Bundan tan 35 yıl önce Fenerbahçe altyapısında teknik adam olarak görev aldım. O günlerde elle tutulur tek altyapıya Bursaspor sahipti. Vakıfköy tesisleri adeta bir futbolcu üretim merkeziydi. Acaba benzer bir yapı Fenerbahçe’de de gerçekleştirilebilir miydi?

Adnan Dinçer ile birlikte göreve başladığımız o günlerde büyük sıkıntılar yaşadık. Adnan Hoca 10 ay dayanabildi. O kısa zaman içinde profesyonel takıma 5-6 oyuncu verdik. Yüksel, Birol, Raif, Hasan, Faruk bunlardan bazılarıydı. Adnan Hoca istifa edince Başkan Fikret Arıcan beni Kalamış’taki kulüp yönetim binasına çağırdı. Hakkımda çok güzel, onurlandırıcı sözler söyledi. “Niyetimiz, senin emekli oluncaya kadar burada çalışmanı sağlamaktır. Ancak biz transfer etmek zorundayız” dedi. Transfer etmek zorunluluğu bana biraz ağır geldi. Teşekkür edip, istifamı vererek kulüpten ayrıldım. Fenerbahçe’deki 10 aylık teknik adamlığım sırasında yaşadıklarım neredeyse bir kitap olur. Bir gün anılarımı yazacak olursam Fenerbahçe önemli bir bölümünü oluşturacaktır.

Bu bağlamda Aziz Bey’in altyapı projesini duyunca yeniden heyecanlandım. Ancak işin üzüntü veren yanı, her şeyden önce altyapı kurulması gerekirken, altyapının bir seçim malzemesi olarak kullanılmasıdır. Çağdaş bir altyapı salt Fenerbahçe için değil tüm takımlarımız için zorunlu olmalıdır. Bu zorunluluğu 35 yıldır hep söyledim, savundum, yazdım. Ancak ülkenin genel gidişatı, popüler kültür transferi dayattı sürekli. Bugün geldiğimiz noktada kulüpler kadrolarında 14 yabancı bulunduracak kadar ipin ucunu kaçırdılar.

Kaçırmaları çok da zararlı olmadı belki de. Bizim yıllardır savunduklarımızın futbol pratiğinde ne kadar işe yaradığını herkes gördü. Ortalama bir futbolcunun maliyetinin beş milyon Euro olduğu bir döneme gelindiğinde üretimin ve altyapının önemi bir kez daha görüldü. Altyapının öneminin Fenerbahçe tarafından görülmesi, inanılması ve pratiğe geçirilmesi Türk futbolu için önemlidir. Fenerbahçe “transfer etme zorunluluğundan” altyapı projesine geçiş yapıyor. Çağdaş bir stadyum ve spor salonu konusunda öncü olan Fenerbahçe, altyapı konusunda da örnek oluşturursa Türkiye bir futbolcu üretim merkezi haline gelebilir…

30 Mayıs 2018, Çarşamba 13:14
YAZININ DEVAMI

‘’Milli takım yenileniyor mu?‘’

İran ile oynanan hazırlık karşılaşması hiç kuşku yok ki, komşumuz açısından çok daha büyük önem taşıyordu. Çünkü onlar Rusya’da oynanacak Dünya Kupası finallerine hazırlanıyorlar biz ise değişim ve yenilenme peşindeyiz. 44 yıl sonra İran ile oynanan bu maça bakıldığında komşumuz finallerde mücadele edecek bir rakip bulamadığı için olsa gerek, final hakkını sonuna değin sürdürebilen Türkiye ile oynamak zorunda kaldığı anlaşıyor. Yenilenme peşinde olan bizim için de İran fena bir rakip değil her durumda.

Komşumuza finallerde başarılar dilerken, savunmanın ortasında oynayan 4 numaralı oyuncuyu izledikten sonra İran’ın grup sonuncusu olma olasılığı yüzde yüze yakındır denebilir. Cenk Tosun’un özellikle ikinci golde yaptığı vuruş çok kaliteli olmasına karşın İran’ın stoperi o denli ağırdı ki, inanın insanın yeniden futbol oynama hevesi kabarıyor.

Lucescu ile başlanılan yeni dönemin sloganı “gençleşme ve yenilenme” olarak özetlenebilir. Peki, İran karşısında gençleşme ve yenilenme hamlesine ilişkin yeni bir şey gördük mü? Geçen sezonun iyilerinden Emre Akbaba ve Yusuf Yazıcı’nın dışında 11’e girenlerin tamamı bildik ve önceden Milli takımda oynayan ya da kadroda bulunan futbolcular. Eskilerin Ulusal takım kadrosunun dışında kalmaları elbette ki beklenemez. Ama en azından şu dönem oynanan hazırlık maçlarında genç ve değişik adayların denenmemesi Lucescu’nun birtakım çekincelerinin olduğunu göstermektedir.

Rumen teknik adamın maçtan önce ve sonra yaptığı konuşmalar hep yenilenmek üzerine ama kadro ağırlıklı olarak eskilerden oluşturuluyor. Ulusal takım yenilense de ülkemizi temsil ettiği için acemi oyunculardan kurulu bir ekiple sahaya çıkartılmasını beklemiyoruz. Ancak hazırlık maçı oynadığımız takım da, ne Almanya, ne İspanya ne de Brezilya’dır. İran Asya grubundan Katar, Çin gibi ülkelerle oynayarak Dünya Kupası finallerine gitmeyi hak kazanmış.

Hem Avrupa’da oynamak nedeniyle gruplardan çıkıp Dünya ve Avrupa şampiyonalarının finallerini hedefliyorsunuz hem de İran ile oynarken eski oyuncular ağırlıklı bir 11 ile sahaya çıkıyorsunuz. Eğer İran’ın karşısına U 21 kadrosu ile alana çıkmayı göze alamıyorsanız, o zaman geleceğe yönelik koyduğunuz hedeflerin de inandırıcılığı kalmaz. Zaman her şeyin ilacıdır dereler bizim ülkemizde. Bunu Lucescu’da biliyordur mutlaka. Demem odur ki, siz doğru, genç oyuncuları seçip zamana bırakın, hiçbir şey yapmasanız da zamana bırakın, zaman oyuncuları geliştirip bir amaç etrafında birleştirecektir.

29 Mayıs 2018, Salı 14:04
YAZININ DEVAMI

‘’Terim'in en değerli şampiyonluğu hangisi?‘’

Şampiyonluğa ulaşmak için ligin son maçı olan Göztepe karşılaşmasının bitiminden sonra Fatih Terim basın toplantısı yaptı. Bu toplantı her maçtan sonra yapılan, medya mensupları aracılığı ile topluma bilgi verme amaçlı zorunlu bir uygulamadır. Konuşmasında, en değerli şampiyonluk olarak nitelediği bu yılki başarının elbette ki çok dikkat çekici yönleri vardı. Fatih Terim’in ilk kez sezon ortasında Galatasaray’da görev alması, takımı kendinin kurmaması, ligin ortasında yönetim değişikliğinin yaşanması ve yine lig devam ederken seçim çalışmalarının olması, takımın ekonomik bakımdan zora düşmesi, sezon ortasında futbolcuların paralarını alamadığı söylentisinin medyada yer bulması…

Bütün bu değişkenlere karşın Fatih Terim’in kazandığı yedi şampiyonluğun içinde en önemlisi 1996-97 sezonunda yaşadığı ilk şampiyonluğudur. Öncelikle şu konu hiçbir zaman akıldan çıkartılmamalı. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Real Madrid, Barcelona, River Plate, Glasgw Rancers, ya da daha başka geleneksel rakiplerine maç yitiren takımlarda fırtına kopar. Fatih Terim’in başında bulunduğu Galatasaray, Ali Sami Yen’de Fenerbahçe’ye 4-0 yenildi. 1996-97 sezonunda yaşanan bu yenilgiden sonra Galatasaray, ilk yarıyı rakibinin dokuz puan gerisinde tamamladı.

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Önümüzdeki sezon Fatih Terim’in başında bulunduğu Galatasaray, Fenerbahçe karşısında böyle bir yenilgi alıp benzer puan farkıyla geride kalırsa Fatih Hoca’yı orada hiçbir güç tutamaz. Adının Fatih Terim unvanının “İmparator” olmasına hiç kimse bakmaz, yedi şampiyonluğu da anında unuturlar. Bu bağlamda en derli şampiyonluk ilk şampiyonluktu.

Neden mi? O günleri çok iyi anımsıyorum. Fatih Terim’in görevine son verilecekti. Terim’in yerine gelecek isimlerle de konuşulmuştu. Ancak Faruk Süren başkanlığındaki Galatasaray’ın ekonomik durumu öylesine bozuktu ki, hoca adaylarının parasal talepleri çok fazla gelmiş, Süren, Fatih Hoca ile devam etmek zorunda kalmıştı. O zorunluluk sonucunda Galatasaray dokuz puan geriden gelip şampiyon olmuştu. Bu şampiyonluk salt Fatih Terim’in teknik adamlıktaki yazgısını değiştirmemiş aynı zamanda takıma Avrupa Şampiyonluğu’nun yolunu da açmıştı.

Fatih Terim’in başında bulunduğu Galatasaray dokuz puan geriye düştüğünde, o günlerde yazdığım Yeni Yüzyıl gazetesinde şöyle bir değerlendirme yapmıştım: “Galatasaray genç kadrosuyla gelişen bir takım. Herkes gerilerken onlar ilerleyecekler. Dokuz puanın kapatılması hiç de zor değil”. Bu yorumun, Ahmet Çakır’ın “O Bir İmparator” adlı kitabında kayda geçirilmiştir. En zor başlangıç en değerli sürecin de ilk adımı olmuştu. Bu nedenle 1996-97 sezonunda kazanılan şampiyonluk salt Fatih Terim’in değil Galatasaray’ın da en değerli şampiyonluğu olsa gerek…

28 Mayıs 2018, Pazartesi 13:11
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyonlar Ligi mi?‘’

Real Madrid ile Liverpool’un karşı karşıya geldiği Şampiyonlar Ligi Finali bir futbolsever olarak düş kırıklığına uğrattı beni. İspanyol futbol devi Real Madrid’in, Juventus ile başlayıp Bayern Münih ile devam eden futbolu az, ama yıldız oyuncularının sonucu değiştirme yeteneği ile geldiği finalde bu kez Gareth Bale’nin artistik golü dışında aklımızda futbol adına bir şey kalmadı. Belleğimizden uzun süre çıkmayacak iki futbol anı ise Liverpool kalecisi Karius’un yediği iki goldür. Liverpool’un kalecisini tanımayanlara bu maçta yediği golleri gösterseniz, en iyi olasılıkla “amatör bir takımın kalecisi” diyecektirler. Bizim ligimizde bu iki golü yiyen kalecinin kariyeri bitme noktasına gelir.

Fiziksel mücadelenin Roma dönemindeki gladyatörleri andıran maç sırasında neredeyse futbol dilencisi olduk. Fiziksel değerlere estetik de katmaya çalışan Liverpool’un Mısırlı yıldızı Salah, bu boğuşmaya ancak 30 dakika dayanabildi. 30. Dakikada sakatlanıp ağlayarak sahayı terk etti.

Peki, futbol nereye gidiyor, daha doğrusu futbol doğru bir yönde mi ilerliyor? Kulüpler düzeyinde, dünyanın en prestijli kupasının finalinde, atılan bir golün dışında insanı heyecanlandıran bir tek futbol dakikası yoksa ve bu oyunun içinde değeri yüzlerce milyon Euro’luk paralarla ölçülen oyuncular varsa futbolun gidiş yönüne ilişkin kuşkuya düşmek hakkımız var.
Gene de denebilir ki, futbolun gidiş yönünde bir arıza yok. Kusur futbola yön vermeye çalışan kafalardadır. Şu gerçeği her kes bilir; az bulunan şey değerlidir. Doğada çok bulunan kömüre karşılık altının çok daha değerli olması az bulunmasındandır. Az bulunanı edinmek için çok emek ve zaman harcamak gerekiyor. Futbolun sorunu da bura da kanımca.

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın genelinde(Almanya hariç) altyapılara çok değer veren ülke yok artık. Dolayısıyla oyuncu yetiştirmek için yatırım yapılmıyor. Rio de Jenerio’nun kumsalları para
karşılığında işletiliyor, İstanbul’da oyun alanı kalmadı. Kala kala elimizde kaynak olarak sadece Afrika kaldı. Onlar da futbola özgü sorunlarını güçle çözüyorlar.

Cristiano Ronaldo’da yolun sonuna yaklaşıyor. Artık onun gibi, fiziğini ve değerlerini korumak için yarım düzineye yakın uzmandan profesyonel yardım alan oyuncu da yok. O zaman gelecek Şampiyonlar Ligi finallerinde Amerikan futboluna benzer bir oyunu izlemeye hazır olun. Güce tapılan bir dünyada futbol, güçsüzlerin uğraşı olmayacaktır elbette…

27 Mayıs 2018, Pazar 15:32
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolda yenilgiler öğreticidir‘’

Deprem kuşağındaki bir coğrafyada yaşadığımızı biliyoruz, ama depremlerin öğretici olduğu konusunda ki bilgimizin ne kadar olduğu konusunda kuşkularımız var. Gerçekten de depremler öğreticidir. Yeryüzünün alt katmanlarında nelerin olduğu hakkında bilgi verir depremler. O bilgiler yeryüzüne geldiği zaman çeşitli boyutlarda yıkımlar yaşasak da, bize nasıl yaşamamız gerektiğini öğretir.

Futboldaki yenilgiler de depremlere benzer bir bakıma. Kayıp anında üzüntünün hatta yıkımın boyutları, takımların futbol dünyasında edindikleri yer, beklentileri ve büyük taraftar kitleleriyle orantılıdır. Bizim üç büyüklerin aldığı yenilgilerin sonuçları diğer takımlarınkinden farklıdır.

Yenilgiler de depremler gibi öğreticidir. Maç yitirildiği zaman takımın kusurları, arızaları, hataları belirginleşir. Teknik direktörün asıl görevi ve bilgisi de böyle anlarda devreye girer. Yenilgi anında yöneticiler, yandaşlar ve futbolun diğer paydaşları duyguları ile hareket etse de, teknik adamlar bilgiye dayalı saptamalar yaparak takımın doğru yolda ilerlemesini sağlarlar.

Sözgelimi, Fatih Terim görevi devraldığı İgor Tudor’dan daha fazla yenilgi aldı. Galatasaray’ın yenilgileri için “deplasman fobisi” denilse de Fatih Terim öyle olmadığını biliyordu. Oyun ve yenilgiler Fatih Terim’e, Galatasaray’ın nasıl oynaması gerektiğini öğretmişti. Deplasmanda oynanan maçları karşı atak kurgusundan “baskın atak” şekline dönüştürüp ve bu ataklarda itici güç olarak Rodrigues’i kullanarak, Galatasaray’ı şampiyonluğa ulaştırdı. Üstelik son dönemlerde deplasmanlarda fazla sıkıntı da yaşanmadı. Yenilgilerin öğreticiliği Galatasaray’ı şampiyon yaparken Rodrigues’i de sıra dışı bir oyuncu haline getirdi. Fatih Terim yenilgilerin öğreticiliğinden ders çıkarmasa belki Galatasaray şampiyon olacaktı ama Rodrigues, Tudor döneminde olduğu gibi sıradanlığın ötesine gidemeyecekti.

Aykut Kocaman’ın da yenilgilerin öğreticiliğinden ders çıkardığını söyleyebilirim. Bir ara Galatasaray’ın 11 puan gerisine düştüğü halde takımını lig ikinciliğine taşıması bunun bir kanıtıdır. En azından farklı takım kurgusuyla oynayan Fenerbahçe’de yaşanan sarsıntılar sonucunda araştırma yapmak zorunda kaldı. Şenol Güneş ise yenilgilerin öğreticiliğinden hiç yararlanmadığı gibi değim yerindeyse kılını kımıldatmadığı için Beşiktaş dördüncü oldu. Türkiye Ligi’ne göre son derece kaliteli bir kadroya sahip olmasına karşın yenilgilerin nedenlerini içerideki asıl etkenlerde değil, dışarıdaki yan unsurlarda aradı. Özü kuvvetli olmayan bir takım dış unsurların etkisinde kalıp, büyük yıkımlar yaşar. Fatih Terim’in yaptığı takımın özünü güçlendirmekti.

26 Mayıs 2018, Cumartesi 11:33
YAZININ DEVAMI

‘’Fatih Terim'e yardım edenler‘’

Hiç kuşku yok ki, bir futbol takımının başarısını etkileyen çok çeşitli faktörler var. Hele o takım şampiyon oluyorsa başarının parametreleri daha fazla çeşitlilik gösterir. Teknik direktörlük mesleğinin -ki bizde bu çağda dahi meslek olarak kabul edilmesine ilişkin yasal bir düzenleme yok- karar alma ya da verme konusundaki etkinliği bilinmektedir. Çok çalışmak, iyi organize olmak, teknik direktör ile futbolcuların uyumlu olması, takım olma konusunda aşama yapabilmek başarının bazı parametreleridir. Futbolcularınız ne denli becerili, oyunu oynama konusunda başarılı olsalar da “takım olmak” belki de futbolun en zor kısmıdır.

Örneğin, Beşiktaş takım olmak için tam üç yıl uğraştı ve sonunda iki şampiyonluk edindi. Çok kaliteli olduğu söylenen yeni transferleri ile takımının gücünü daha yukarı çekmesi gerekirken Galatasaray’ın gerisinde kaldı. Aynı şekilde, Fenerbahçe kalecisini ve geri dörtlüsünü geçen yıldan bu sezona taşıdı. Orta alanda Mehmet Topal yıllardır görev yapıyor. Alper Potuk ve Fernandao’da yine takımın eskilerinden.

Ne var ki, kadrosunda geçen yıllardan daha fazla oyuncu tutan dolayısıyla takım olma konusunda bir adım önde olan Beşiktaş ve Fenerbahçe geride kalırken, maçlarının genelinde sahaya sürdüğü 11’in dokuzu yeni oyuncu olduğu halde(Muslera ve Serdar Aziz eski) Galatasaray şampiyon oldu.

Bu noktada ilk sorgulanması gereken Şenol Güneş ile Aykut Kocaman’dır. Önümüzdeki günlerde bu sorgulamayı analitik bir şekilde yapmaya çalışacağız. Ancak ligin zirvesinde yer alan dört takımın teknik direktörlerinin içinde Fatih Terim’e en çok yardım edenlerin Güneş ve Kocaman olduğu açıktır. Federasyondan ayrılış biçimi ve nedenlerine bakıldığı zaman Fatih Hoca’nın durumu pek de parlak değildi. Onun yıldızının yeniden parlamasında iki meslektaşının önemli katkısı oldu.

Şenol Güneş ve Aykut Kocaman hem kendileriyle, hem birbirleriyle hem de takım içindeki dengelerle uğraşırken Fatih Hoca, Tudor’un yapamadıklarını saptayıp takımına yol aldırdı. Teknik adamın doğru karar verme yeteneğini net biçimde belgelediği için bir kez daha yinelemekte yarar var: Fatih Hoca takımın en devamlı oyuncularından Maicon’u, Başakşehir maçı gibi önemli bir oyunda kulübede oturttu. Ama Şenol Güneş sezon boyunca pek de parlak bir grafik çizemeyen Pepe’yi bir kez bile oyundan alamadı.

23 Mayıs 2018, Çarşamba 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fatih Terim'in şampiyonluğa katkısı‘’

Futbol iyi futbolcuyla oynanıyorsa hocaların takıma katkısı nedir? Futbol takımları ne denli kaliteli oyunculardan kurulu olurlarsa olsunlar başlarında bir teknik direktör olmazsa, zaman zaman iyi futbol oynayabilir, bazı maçları da başarılı bir şekilde kazanabilirler ama teknik direktörsüz asla şampiyon olamazlar. Çünkü futbolcular oynar teknik adamlar ise oyunun planlanması, uygulanması ve sonuç alınması doğrultusunda kararlar alırlar. Futbolcuları kendi başlarına bırakırsanız onlardan, başarıya giden yoldaki engelleri ortadan kaldıran bir karar çıkmaz. İşte, Fatih Terim gibi teknik adamların başarıya, şampiyonluklara katkısı bu noktada kendini gösterir.

Fatih Hoca Galatasaray'da sezon ortasına denk düşen bir zamanda göreve geldi. Takım, Tudor'un yönetiminde neredeyse dağılmak üzereydi. Futbolun daha fazla yandaş bulabilmesi yaratıcı bir hücum oyununa bağlıdır biraz da. Fatih Terim'den sonra Galatasaray'ın atağa çıkışları neredeyse yüzde yüze yakın bir oranla değişti. Tudor döneminde çok da göze batmayan Rodriguez, Terim'in aldığı kararlar ve atağa çıkış yöntemiyle takımın lideri oldu. Gomez'in attığı gollerin büyük bir bölümünde, başlangıcında da sonuçlanmasında da Rodriguez'in öncülüğü söz konusudur.

Ne oldu da Rodriguez sıradanlıktan takımın yıldızları arasına katıldı? Kuşkusuz Terim'in aldığı kararlar onun önünü açıp performansının gelişmesine katkı yaptı. Rodriguez ile Gomez'ın ortaklaşa sonuca etki etmesi Galatasaraylı futbolcuların özgüvenini de geliştirdi. Aykut Kocaman ile Şenol Güneş birbirleriyle polemik yarışına girerken Fatih Terim işini daha iyi nasıl yapabileceğinin hesaplarını yaptı. Sonuçta, ligin ilk yarısı biterken hiç de hesapta olmayan Galatasaray şampiyon oldu. Ligde şampiyonluk rekoru Galatasaray'ın elinde, Galatasaray'ı en çok şampiyon yapan teknik direktör unvanı da Fatih Terim'de.

Bir futbol takımı uzun lig maratonunun içerisinde zaman zaman kötü maçlar oynayarak kazanabilir. İyi oynadığı dönemlerde de maçlar yitirebilir. Ama ligin genelinde iyi oynamayan bir takım asla şampiyon olamaz. şampiyon olan en iyi oynayan takımdır. Aslında şampiyonluğun özetini maçtan sonra fataih terim kısaca özetledi: "Ne bahane bulduk ne de sebap aradık, çalıştık". Çalışanlara, emek verenlere kutlu olsun şampiyonluk.

20 Mayıs 2018, Pazar 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şenol Güneş beni neden aradı?‘’

Geçen Çarşamba akşamı Şenol Güneş aradı. Antalya'da Ocak 2018'de yapılan Uluslararası Teknik Direktörler Seminer'inde görüşüp ayak üstü sohbet etmiştik. Hal hatır sormak için aradığını söyledi. Bir de herhangi bir gazetede yazıp yazmadığımı sordu. Fanatik'te yazdığımı söyledim. Hakkında onca yazı yazdığım bir büyük takım teknik direktörünün yazılarımdan haberdar olmaması garip geldi bana ama Şenol Güneş'e inanmak zorundaydım. Saat 20.00 sularında yaptığımız bu telefon konuşması sırasında biraz da Güneş'in sık sık vurguladığı hak, hukuk, adalet konularında sohbet ettik. Buraya kadar her şey normal. Birbirini 30 yıldır tanıyan ve teknik direktörlük kursunu birlikte bitirmiş iki futbol insanının arada bir konuşması doğaldır.

Aradan beş gün geçtikten sonra ikimizin ortak bir dostu ile karşılaştım. "Yazılarınla Şenol Güneş'i çok üzmüşsün" dedi ve ekledi "Şenol Güneş diyor ki, Metin bilmeden, anlamadan neler yazıyor öyle". Şenol Güneş'in egosu öylesine şişmiş ki, 40 yıllık futbol akademisyeni için rahatça "bilmeden", "anlamadan" diyebiliyor. Oysa ben bildiklerimi ve anladıklarımı Şenol Hoca'nın çok yakınında olan birine uzun uzun anlattım Antalya'da. Daha o günlerde takımın tepetakla gittiğini, bu oyunla bir yere varamayacağını anlatmıştım yakınına.

Bunlar çok önemli değil; yazmak, uyarıda bulunmak, gerektiğinde yol göstermek bizim görevimiz zaten. Ancak, benim nerede yazdığımı bildiği, yazılarımı okuduğu halde bilmiyormuş gibi bir tavır içine girmek hatta yok saymak ne Şenol Güneş'e ne de Beşiktaş teknik direktörüne yakışır. Sakın ola ki, Şenol Güneş'in nerede yazdığımı bilmiyormuş gibi davranmasını masum bir kaçış olarak algılamayın. Çünkü Beşiktaş teknik direktörü herhangi biri değildir. Beşiktaş teknik direktörü kaçmaz. Telefonu açtığı zaman karşısındakine gereği ne ise takır takır söyler. Fikrini söylemekten kaçınmaz, düşüncelerini aktarmak için aracı kullanmaz.

Bugüne değin Fatih Terim'e yönelttiğim eleştirilerin belki de yüzde birini bile Şenol Hoca için yazmadım. Ama Fatih Hoca yazdıklarım için bir tek söz söylememiş her gördüğü yerde de "sen yazıyorsan doğrudur" diyerek beni onurlandırmıştır. 35 yıldır çalakalem yazdıklarımın doğruluğu, yanlışlığı bir yana ama bir yazı yazıp altına imzamı koyuyorsam, bu yazılar yasalara ve kişi haklarına aykırı değilse, yazılanlar bana ait fikirlerdir. Her zaman tartışmaya açıktır. Doğruluğu, yanlışlığı insanların bakış açısına, duygularına ve bilgi birikimlerine göre değişkenlik gösterebilir. Sonuçta biz bir bilimsel makale yazmıyoruz, günceli takip edip o anı değerlendiriyoruz.

Teknik direktör ile yazar diyaloğu böyle olmaz! Fikirlerinizi direkt olarak söyleyemiyorsanız mektup yazarsınız, e-posta gönderirsiniz. Yazar da onu köşesinde yayımlar. Yaklaşık 15 yıl önce Haluk Ulusoy federasyon başkanıyken, Futbol Geliştirme Direktörü Gündüz Tekin Onay için Fanatik'te bir yazı yazmıştım. Yazı rahmetli hocamın hoşuna gitmemiş. Fikirlerini yazdı, köşemde yayımladım. İlk karşılaştığımız yerde de boynuma sarıldı. Hatta 2002 Dünya Kupası'nda derece yapan futbolcular için, 2006'da açılan özel antrenörlük kursunda hocalık yapmam için görev de verdi. Kursiyerlerin diplomalarının verileceği törene beni de davet edip, Emre Aşık'a diplomasını vermemi sağladı.

Genç bir basketbol yazarı Anadolu Efes'in alt yapıdan oyuncu yetiştirmediği konulu bir yazı yazar. O günlerde Efes'in idari menajeri olan Engin Özerhun yazara bir mektup gönderir. Efes'in yetiştirdiği oyuncuların nerelerde oynadığının dökümünü yapmıştır mektubunda. Altına da bir not düşmüş: "Bunları sizin düşüncelerinizi etkilemek için değil bilgi vermek için yazdım". Bilmem derdimi anlatabildim mi?

16 Mayıs 2018, Çarşamba 09:00
YAZININ DEVAMI