Arama

Popüler aramalar

‘’Aykut Kocaman'a sevinmeli miyim, üzülmeli miyim?‘’

Gazetelere yansıyan haberlere göre Aykut Kocaman, önümüzdeki sezon Fenerbahçe’nin teknik direktörlüğünü yürütecek.

Bu habere sevinmek ile üzülmek arasında bir yerde durduğumu söylemeliyim.

Sevindim... Çünkü Aykut Kocaman gibi, Fenerbahçe’nin efsane futbolcularından birisini takımın başında görmek, her Fenerbahçeli’nin hoşuna gider. Fenerbahçe’den zorla koparılmasının taraftarlarda ne kadar üzüntü yarattığını da hatırlayalım.

Öte yandan Aykut Kocaman bir vizyonu olan, güçlü bir kişiliğe sahip, futbol dünyamızda çok örneğini göremediğimiz karakterde bir insan.

Fırsat verilirse, Fenerbahçe’nin Alex Ferguson’u olabilecek çapta bir teknik adam. Dünya görüşüyle, futbola bakışıyla, futbolumuzun standartlarını yükseltebilecek birisi.

Böyle bir teknik adamın bir takımın başında olmasından her taraftar mutlu olur.

Üzüldüm... Çünkü Aykut Kocaman, Fenerbahçe’ye bence teknik direktörlükten çok daha önemli bir misyon ile, sportif direktör olarak geldi.

Sadece birinci lig takımının değil, bütün futbol takımlarının onun yönetimi altında, yeni bir Fenerbahçe ekolü yaratabilecek şekilde reorganize edilmesi mümkün olabilirdi.

Futbol şubesinin profesyonel yönetime geçmesi, geçmişte yapılan yönetici hatalarının tekrarlanmasını önleyebilirdi ve böyle bir geçiş süreci güçlü bir kişiliğe sahip olan bir futbol adamı tarafından gerçekleştirilebilirdi.

Kocaman’ın teknik direktörlüğe geçişi ile bu proje artık uzun süre rafa kaldırılmış olacak. Bundan sonra uzun süre bu kulüpte sportif direktörlük ve teknik direktörlük diye iki ayrı görev olmayacak. Her gelen sportif direktör, gelecekte teknik direktör olabileceğini düşünerek çalışacak, onunla çalışan teknik direktör de bunu bilerek yaşamak durumunda olacak.

Şimdi Fenerbahçe’nin önünde iki yol var:

Aykut Kocaman, Fenerbahçe’ye daha önce gelip gitmiş bütün teknik direktörler gibi takımı yönetecek, bir-iki sezon sonra ilk başarısızlıkta yerini bir başkasına bırakacak.

Ya da zor olan yapılacak ve sadece Fenerbahçe’nin değil, bu örnekle bütün Türk futbolunun çehresi değişecek. Zor olan da şu: Aykut Kocaman, Ferguson gibi, Wenger gibi menajer teknik adamlık yapabilecek mi?

Transferlere kendisi karar verip, takımı kendisi kurup, futbol şubesinin tek patronu olabilecek mi?

Aziz Yıldırım, eğer egosunu yenerek bunu yapmayı da başarabilirse, bilin ki Fenerbahçe tarihinin de en önemli Başkanı olma sıfatını sadece yaptığı tesislerle değil, bu özelliğiyle de kazanmış olacak.



Rekabetin önemi yine ortaya çıkıyor

Fenerbahçe Acıbadem kadın voleybol takımının, Türkiye ve Avrupa’daki başarıları, uzun süredir ciddi bir rekabete sahne olmayan kadın voleybolunun hareketlenmesine neden oldu.

Yıllar boyunca kadın voleybolunun itici gücü olan Eczacıbaşı Zentiva’nın bu sezon transferde önemli girişimlerde bulunması, Galatasaray’ın yeni bir sponsor ile bu branşına ağırlık vermesi, göreceksiniz ki önümüzdeki sezon daha zevkli maçlar izlememize neden olacak.

Ama bundan daha önemlisi, kadın voleybolundaki bu hareketliliğin sonuçlarının milli takım düzeyinde alınacak olması da olacak.

Kadın voleyboluna artan ilgi, çok sayıda genç kızın bu spora yönelmesine, ilginin artmasına yol açacak.

Benzeri bir durum basketbolda da var. Hem kadın takımları düzeyinde hem de erkek takımları düzeyinde rekabet, kalitenin artmasına ve bu sporların gelişmesine yardım edecek.

Bir kez daha asırlık üç kulübümüzün başka branşlarda da birbirleriyle rekabet edecek düzeyde olmalarının önemini hep birlikte göreceğiz.

Hep söylüyorum, yine söyleyeyim: Bizim bu üç kulübümüz sadece futbol kulübü değil. Onların arasındaki rekabet olmasa amatör sporlar gelişemez!

2

09 Haziran 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe Semih'i, Semih Fenerbahçe'yi kaybetmemeli‘’

Gazetelere yansıyan haberlere göre Semih Şentürk, Ajax’ın, Schalke’nin gündemindeymiş, Galatasaray da Semih’i kadrosuna katmak istiyormuş!

Semih gibi bir futbolcunun bir takımın kadrosunda bulunması iyi bir şeydir.

Sorunsuz, profesyonelce davranmayı bilen, fırsat verildiğinde de sahada elinden geleni yapan bir oyuncu Semih.

Nasıl bir golcü karakteri olduğunu, oyun içindeki rolünün sadece gol atmakla sınırlı kalmadığını da biliyoruz.

Son Kuzey İrlanda maçı bunu bir kez daha görmemizi sağladı.

Semih’in son haftalarda forma yüzü görememiş olmasının nedeninin Aziz Yıldırım’ın Semih’e ‘kızması’ olduğu söyleniyor.

Semih, hakkını aramış, Başkan da ona kızmış, Daum da bu nedenle en çok ihtiyaç duyulan ve şampiyonluğun kaçmasına mal olan Trabzonspor maçında bile ona yer vermemiş!

Gazeteler böyle yazıyor ve şayet doğruysa Aziz Yıldırım’ın bu işte hatalı olduğunu söylemek zorundayım.

Futbolcular, bu işi geçimlerini sağlamak için yapıyorlar. Haklarını aramaları doğaldır, çalışan insanların tümünün kullanabildiği haklarını kullanmak istemelerinde bir tuhaflık yok.

Fenerbahçe artık ciddi bir kurum olarak yönetiliyorsa, bunun da olacağını kabul etmek durumundadır.

Semih’in, sorunu çözülerek takımda tutulması gerekir.

Öte yandan Semih de Fenerbahçe’yi kaybetmemelidir. Kendi geleceği açısından!

Fenerbahçe’de sembol olabilecek ve futbolu bıraktıktan sonraki yaşamını da Fenerbahçeli Semih Şentürk olarak sürdürebilecek bir oyuncu, küçük hesaplarla bunu feda etmemelidir.

Unutmayalım ki, hayat uzun ve Semih oyunculuğu bıraktıktan sonra da futbolun içinde kalarak Fenerbahçe’ye hizmet edebilir.

Her iki tarafın da şapkalarını önlerine koyup, bu meseleyi etraflıca konuşup, çözmesi gerekir.

*****

Christoph Daum kalmalı

Gazetelerin yazdıklarına göre Fenerbahçe’deki teknik direktör sorunu kilitlenmiş durumda.

Daum’un büyük bir tazminat ödenerek gönderilmesi, yerine bir yenisinin getirilmesi ile ilgili talepler var, yönetimde de bu yolda bir eğilimin olduğu gözleniyor.

Fenerbahçe geçtiğimiz sezonun ilk dokuz haftası ile son on haftasında hiç yenilmedi, sadece bir beraberliği var.

Ama şampiyonluk yine de son hafta elden kaçtı.

Bu inanılmaz istatistiği gerçekleştiren takımın teknik direktörü ile aradaki kötü geçen 15 haftayı yaşayan takımın teknik direktörü aynı kişiydi. Aynı takımın kupayı finalde kaybettiğini de hatırlayalım.

Bu tablo dünyanın herhangi bir ülkesindeki futbol takımının teknik direktörü için başarılı bir tablo olarak kabul edilebilir.

Ama bizde başarı sadece kupa ve şampiyonlukla tanımlandığı için şimdi teknik direktörün gönderilmesi meselesi tartışılıyor.

Kişisel görüşüm şu: Daum bu takımın başında sözleşmesi bitene kadar kalmalıdır.

Ondokuz haftadaki başarıyı yaratan ekipten, bu başarıyı aynen olmasa bile öteki haftalara da yaymasını beklemek ve bunun gerçekleşmesi için gerekli önlemleri almak daha doğru bir harekettir.

Her teknik direktör değişiminin beraberinde yeni sorunlar da getireceğini göz ardı etmemek gerek.

*****

Tolunay Kafkas ve Şota!

Kayserispor’dan ayrıldıktan sonra yerine hiçbir teknik direktörlük deneyimi olmayan, bu düzeyde bir takımı tek başına hiç çalıştırmamış Şota Arveladze getirildi.

Bu haberi okuyunca gözlerime inanamadım.

Kafkas gibi bir teknik adamın önüne yeterli bütçe ve daha büyük hedefler koymak yerine onu kolayca feda edip, bir macera aramaktan başka bir şey değil bu yapılan.

Şota’nın başarılı olmasını dilerim, Kayserispor bu ligin önemli bir takımı, başına bir şey gelmesini istemem.

Ama yapılanın öngörülebilir gelecek için doğru olmadığını söylemek zorundayım.

*****

Dünya Kupası HD Smart’ta!

Bu yazıyı yazarken futbolsever televizyon seyircileri için ilginç bir haber aldım.

Dünya Kupası’nı naklen yayımlayacak olan TRT, HD kalitesinde yayın yapan yeni bir kanal kuruyormuş ve bu kanal D Smart’ın HD kanallarından izlenebilecekmiş.

Bir maçı HD izlemek ile normal izlemek arasındaki farkın ne olduğunu bilenler adına TRT yöneticilerini kutluyorum.

31 Mayıs 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Voleybolda sonradan pişman olmamak için‘’

Fenerbahçe Acıbadem Bayan Voleybol Takımı’nın Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde ikinci olması, sporda yönetimin, doğru teknik heyet ve doğru oyuncu seçiminin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan bir örnek oldu.

Unutmayalım ki bu takım kurulalı daha 1,5 sezon oldu ve rakipleri, uzun yıllardır bu düzeyde mücadele eden, uyumlu ekiplere sahiplerdi.

Şimdi geriye kalıyor, bu takımın iskeletinin korunarak geliştirilmesi meselesi!

Bu konuda o kadar iyimser olamıyorum.

Gamova’nın “iyi bir pasör alınacak” vaadiyle sözleşmesinin uzatılması elbette çok önemli.

Ama iyi pasör almakla mesele bitmiyor.

Altı kişinin aynı anda sahada oynadığı uyumlu bir ekip kurmak, yabancı oyuncularla yerli oyuncuları kaynaştırıp, kadro derinliği yaratmak gerekiyor.
Burada önemli bir engel ile karşı karşıyayız.

Çünkü Türkiye Voleybol Federasyonu, “milli takım oyuncu sıkıntısı çekiyor” gerekçesiyle yabancı oyuncuların kadroda bulunmasını kısıtlıyor. Üç oyucu alabilecek ve bunun sadece iki tanesini oynatabileceksiniz.

Üst düzeydeki oyuncuların kabul etmeyecekleri bir durum bu!

Üst düzey oyuncu, oynamak için gelir. Formunu böyle korur, milli takımındaki yerini böyle korur, piyasasını böyle muhafaza eder.

Oynamama olasılığını baştan kabul ederek gelecek oyuncu ise Gamova, Osmokroviç ayarında olmaz!

Voleybol Federasyonu, elbette milli takımları da düşünmek zorunda! Genç oyuncuların milli takım düzeyine kendilerini geliştirerek yükseltmeleri için önlem almak zorunda.

Ama bunun yolu yabancı yasağı değildir.

Meselâ Fenerbahçe’de smaçör Cemre var. 1992 doğumlu. Geleceğin yıldızı olabilir. Önünde Osmokroviç ve Gamova gibi örnekler varken, böyle üst düzey oyuncularla antrenman yapıp, onların maç performanslarını izleyerek öğrenirken bunu başarması mı daha kolaydır, yoksa sıradan smaçörler ile çalışıp, oynarsa mı kendisini daha iyi geliştirebilir?

Yanıtı çok kolay bir soru.

Voleybol Federasyonu, genç oyuncuların milli takıma hazırlanmasını yabancı sayısındaki sınırlama yerine, kariyer sınırlaması ile daha kolay sağlayabilir oysa.

“Ülkesinin milli takımında oynamayan, uluslararası turnuvalarda şu kadar maç oynamayan transfer edilemez gibi” sınırlamalardan söz ediyorum. Hatta transfer edilecek oyuncunun geleceği ülke ile ilgili sınırlamalar bile konulabilir. “Son iki dünya veya Avrupa Kupası’nda ilk sekize kalmayan ülkeden oyuncu alınmaz” gibi!

Ama bürokratik kolaycılık, sayı sınırlamasını daha öne çıkarıyor gibi geliyor bana.

Fenerbahçe Acıbadem, iyi bir örnek oldu ve bu örneği yaratanları yaptıklarına pişman edip, kaçırtmak voleybola fayda değil, zarar verir. Ben tekrar hatırlatmış olayım.

*****

Bir acayip zor yarış!

Son iki haftadır en çok muhatap olduğum soru şu: Şampiyon kim olur? Bursa’yı şampiyon yaparlar mı?

Son iki hafta öncesine kadar şampiyon adayım Bursaspor idi.

Ama Büyükşehir Belediye ve Antalya maçlarında ortaya koydukları performans, bu gerilimi taşımakta zorlandıklarını düşündürttü bana.

Eğer Fenerbahçe, önümüzdeki hafta Beşiktaş ile oynayacağı maçı kazanırsa Bursa üzerindeki baskının daha da artacağını tahmin etmek zor değil.

Çünkü bu maçı takip eden haftalarda onları Galatasaray deplasmanı bekliyor, ligin son haftasındaki Beşiktaş maçı da bir başka gerilim faktörü!

Öte yandan Fenerbahçe’nin de bu noktadan sonra güle oynaya maçlarını kazanacağını söylemek mümkün değil.

Son haftalardaki yükselişin, bu sezon inişli çıkışlı bir grafik izleyen Fenerbahçe için sürekli olacağını kimse iddia edemez.

Bana öyle geliyor ki, son iki haftaya kadar şampiyonluk yarışı, kimin kazanacağı belli olmayan bir düğüm olarak sürecek.

Böylesinin daha eğlenceli olacağını da düşünüyorum aslında.

“Bursa’yı şampiyon yaparlar mı” sorusu ise, işe bazı oyunların karışacağı ve Bursa’nın yarış dışına itileceği varsayımını taşıyor.

Böyle soranlara Bursaspor’a son haftalarda verilen kolay penaltıları, verilmeyen gerçek penaltıları hatırlatıyorum.

Aynı şekilde üç büyükler lehine yapılan hataları ve aleyhlerine yapılan hataları da!

Kimse, aklını böyle şeylere takmasın ve oyuncuların alın teriyle sağladıkları başarıları masa başı oyunlara bağlamaya kalkmasın.

10 Nisan 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yıldırım ve Kocaman durumu ele almalı‘’

Fenerbahçe’nin ligin ikinci yarısında çizdiği tablo, bu sezon için şampiyonluk umutlarının artık yok olma düzeyine geldiğini gösteriyor.

Bir mucize olmaz ise, Fenerbahçe’nin önünde oynayacağı üç maçı kazanarak kupayı almak hedefi kalıyor ki, Trabzonspor ile Fenerbahçe’nin bugünkü form durumlarına bakarsak, bu da o kadar kolay bir hedef değil.

Yönetimin şu sorunun yanıtını bulması gerekiyor:

Ligin ikinci yarısında Sivasspor maçında oynadığı futbol ile herkesin beğenisini kazanan takım neden bu hale düştü?

Takım sporlarında bu tür düşüşlerin nedeni takımın içinde aranmalı.

Teknik heyette, futbolcularda ve yönetimin takım ile ilişkisinde!

Bunlardan en az ikisinde sorun olmalı ki, o futbolu oynayan takım, son maçlarda sahada gezinmekten başka bir şey yapmıyor!

Aslında sorunun varlığı, ligin birinci yarısının son altı maçında ipucu vermişti.

O gün bu sorun tespit edilip müdahale edilebilseydi, bugün bunları konuşmuyor olurduk.

Fenerbahçe, kadrosundaki oyuncuların kariyerleri itibariyle bu durumda olmaması gereken bir takım.

Şampiyonluk artık uzak bir ihtimal olmakla birlikte, Şampiyonlar Ligi’ne katılmak ve kupayı alabilmek hâlâ mümkün.

Yönetimin, gerekirse ‘ameliyat’ da dahil olmak üzere bu sorunu çözmesi gerekiyor. Çünkü Daum’un şu anki psikolojisi, sonuçların esiri olmuş durumda...

Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman’ın artık sazı ellerine alma zamanı bence gelmiş bulunuyor.

*****

Futbola siyaset bulaştırmayın

İstanbul Büyükşehir Belediyesi maçından sonra çıkan olaylar nedeniyle Diyarbakırspor’a ikinci bir hükmen mağlubiyet verilmemesi için siyasetçilerin verdikleri demeçler yayımlanıyor.

Bu konuda iktidar da, muhalefet de aynı fikirde: Diyarbakırspor küme düşürülmesin!

Talimatlar ve geçmiş uygulamalar çok açık.

Bursaspor maçında hükmen mağlubiyet verildiğine göre, yine aynı talimatlar gereği bu maç için de hükmen mağlubiyet kararı verilmeli.
Önceki sezonda, maçın son saniyelerinde bir taraftar sahaya girdi diye Trabzonspor’un, üstelik 1-0 galip oynarken mağlup sayılması da bir başka örnek.

Yani Futbol Federasyonu esasen şu kararı verecek: Talimatları mı uygulasın, yoksa futbola siyasetin müdahalesine izin mi versin?

İkincisi yapılırsa, bu ligin UEFA nezdinde tescilinin o kadar kolay olmayabileceğini söyleyeyim.

FIFA ve UEFA, futbola siyaset müdahalesinin önlenmesi konusunda çok katı ve bunun sonucu, ligin tescil edilmemesi, Türk kulüp ve milli takımlarının uluslararası turnuvalara katılamamaları da olabilir.

Ben hatırlatmış olayım.

Siyasetçiler, böyle bir olayın olası sonuçlarını önceden görmeli ve devletin bu konuda peşin önlem almasını düşünmelilerdi.

Testi kırıldıktan sonra ortaya çıkıp ‘öyle yapın, böyle yapın’ diyerek futbola müdahale haklarının olmadığını bilmelilerdi.

19 Mart 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Farklı bir Fenerbahçe‘’

Fenerbahçe-Beşiktaş maçını televizyondan izlemek zorunda kaldım. Bir maçı televizyondan seyretmek elbette insana oynanan futbolun durumu hakkında kesin bir bilgi vermiyor. Öte yandan Fox televizyonunun, naklen yayın sırasında ekranı reklamlar ile kaplayıp, maçı izlenemez hale getirdiği sürelerin çokluğunu da bir not olarak belirtmem gerek.
Fenerbahçe, geçen sezonki isteksizliğini üzerinden atmış gibi görünüyor. Oyuna katılmak ve sorumluluk almak isteyen oyuncuların çokluğu, sezon başı olmasına rağmen rakibe göre daha üstün bir fizik güce ulaşmış olmaları, bu sezon Fenerbahçeli taraftarlar için umut verici olmalı.
Öyle görünüyor ki, lig ilerledikçe Fenerbahçe taraftarları izledikleri maçlardan daha çok zevk alacaklar. Bu oyun tarzının, orta sahada basan rakipler karşısında sıkıntı yaratacağını söylemek mümkün. Ancak oyunu dikine oynamak isteyen oyuncuların çokluğu ve stoperlerin topu oyuna sokarken çok pas alternatifine sahip olmalarını sağlayan diziliş, Fenerbahçe’nin bu sıkıntıyı yenebilmesi için bir avantaj olarak görülmeli.
Dikkat çekici olan ise Luciano’dan beri ilk kez Fenerbahçe stoperleri oyuna ofansif açıdan da katkı sağlıyorlar. Bilica’nın ve Önder’in orta saha çizgisini defalarca geçmeleri ve rakip yarı alandaki pas alış verişine katılmaları değişik bir Fenerbahçe izleyeceğimizin göstergesi.
Bu oyun tarzıyla Fenerbahçe’nin ilk golü attığı her maçı rahatlıkla tamamlayabileceğini söyleyebiliriz.
Fenerbahçe’nin üzerine gelecek rakiplerin ise hiç hata yapmamaları gerekiyor ki bu da Türkiye Süper Ligi’nin genel düzeyi düşünülürse o kadar da mümkün değil. Bu oyun tarzıyla Fenerbahçe’nin yediğinden daha fazlasını atabilecek güçte olduğunu söyleyebiliriz. Ancak güven verici bir yedek kalecinin eksikliğinin altını çizmeliyim. Sanıyorum kulübeyi güçlendirecek bir dördüncü stoper de gerekli olacak.

05 Ağustos 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Edu-Lugano gerek!‘’

Usta kalem Mehmet Y.Yılmaz, 4 soru 4 cevapta yeni Fenerbahçe’yi değerlendirdi:

1- Cristian, geçen sezon eksikliği hissedilen Aurelio’nun yerini doldurabilir mi?

“Bu soruya yanıt vermek için çok erken. Çok zayıf bir rakibe karşı ortaya koyduğu performansla değerlendirmek doğru olmaz. Topu iyi kullanması, istekli görüntüsü gelecek için umut veriyor. Ancak Aurelio’nun Daum’un eski dönemlerindeki rolünü yerine getirebilmesi için sanki biraz daha fizik gücüne sahip olması gerekir gibi geliyor bana. Ancak edindiğim ilk izlenim, bu iki futbolcunun birbirlerinin alternatifi olamayacağı yönünde. Cristian’ın Aurelio’ya göre artısı, topu daha iyi kullanabilmesi ve Alex ile Emre’nin verimlerinin daha çok olmasını sağlayacak gibi görünmesi.”

2 - Galatasaray Elano ve Keita, Beşiktaş Nihat ile Ferrari gibi transferler yaptı. Fenerbahçe’nin bu kadrosu şampiyonluğa yeter mi?

“Bu kadronun şampiyonluğa yetmesi için Fenerbahçe’nin defans düzeninin oturması gerekiyor. Hazırlık maçlarında ve Honved sınavında gördük ki, bu defans açık alanda yakalandığı zaman yeterli hıza ve çabukluğa sahip değil. Bu eksikliği gidermenin yolu, orta saha oyuncularının Emre ve Cristian gibi topa daha önde basmalarıdır. Ancak Fenerbahçe’de Güiza bir kenara bırakılırsa, Emre’ye kadar olan oyuncuların hiçbiri, rakibe savunma presi yapmıyor. Bu da birbirine alışma dönemindeki iki stoperin zorlanmasına yol açıyor. Bilica’nın topu kullanışı geçen seneye göre olumlu bir gelişme sağlasa da, Lugano’nun yırtıcılığı ve Edu’nun sükünetine ihtiyaç var gibi görünüyor. Bu sorunu çözerse, Fenerbahçe şampiyonluğun önemli bir adayı olur. Elano çok önemli bir transfer. Eğer alışma sürecini çabuk atlatabilirse, Galatasaray da Fenerbahçe gibi şampiyonluk yarışının içinde olur. Beşiktaş için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yeni transferleri de, eski kadro yapısı da Beşiktaş’ın bu sene çok zorlanacağını gösteriyor. Beşiktaş bu sene şampiyon olursa, tıpkı geçen seneki gibi Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin yarıştan erken kopmalarıyla olabilir. Bu da zor görünüyor.”

3 - Honved maçı, zorlu maraton öncesi Fenerbahçe için bir ölçü olabilir mi?

“Elbette bir ölçü sayılmaz. Honved takımı Türkiye Süper Ligi’nde oynuyor olsa büyük olasılıkla kümede zor kalırdı. Ama unutmamak gerekir ki, rakip ne kadar zayıf olursa olsun her resmi maçı kazanabilmek önemli birşeydir.”

4 - Yine, yeni, yeniden Daum. Hep ileri yol alan Aziz Yıldırım, teknik adam konusunda geri döndü. Doğru mu?

“Daum’un geleceğini duyduğumda bunun eski suda yıkanmaktan farklı olmayacağını düşünmüştüm. Ancak 3 yıllık ayrılık, Alman hocanın da kendisini yenilemesine ve değiştirmesine neden olmuş. Bu açıdan şu anda teknik direktör seçimi, doğru gibi görünüyor.”

01 Ağustos 2009, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İki görüntü‘’

Budapeşte’de oyunun yönünün çok fazla değiştirilmesinin mümkün olmadığı bir hazırlık maçı izledik! Kayıtlara bakılırsa bu Şampiyonlar Ligi ön eleme maçıydı ama bir hazırlık maçından daha ileri bir seviyede değildi. Normal şartlar altında İstanbul’daki maçta böyle bir sonuçla karşılaşmamız gerekiyordu. Demek ki kısmet Budapeşte’yeymiş.
Bu tür maçlardan sonra futbol kamuoyunda hakim olan genel yargı, bu oyunun gelecekteki maçlar için bir ölçü olamayacağıdır. Bunun çok doğru olmadığını düşünüyorum. Evet MTK, Fenerbehçe’nin Türkiye’de ve Şampiyonlar Ligi’nde karşılaşacağı takımlara kıyasla zayıf bir ekip olabilir ancak önemli olan Fenerbahçe’nin garanti altına alınmış bir tura rağmen oyun disiplinini bozmamış olmasıdır. Benim açımdan iki görüntü önemli; Bunlardan birincisinde Alex, kendi ceza sahası çizgisinde rakibe basarak bir top aldı. Diğerinde de Edu, rakip ceza sahasının ortalarına kadar hücuma çıktı ve ayağındaki topu olumlu kullanabildi. Geçtiğimiz 4-5 sezonda ne Alex’i böyle bir hareket yaparken görebildik, ne de Fenerbahçe’nin bir stoperi takımı galip durumdayken bir oyun kurucu gibi atağa kalkabildi. Öyle zannediyorum ki, Aragones’in bu takıma en önemli katkısı ciddiyet ve hep hücum etme isteği verebilmiş olması. Semih dün attığı gollerle sadece Fenerbahçe ve Türkiye’de değil, Avrupa’nın herhangi bir takımında rahatlıkla oynayabileceğini gösterdi. Özellikle attığı ikinci gol sadece kendine güvenebilen üst düzey bir forvet oyuncusunun atabileceği bir goldü. Fenerbahçe’nin bu sezon için yapacağı yeni transferin kim olacağı bekleniyor. Dünkü oyundan sonra gördük ki, Fenerbahçe’nin sadece bir ön liberoya ihtiyacı var. Hücuma çıktığı zaman kontrollü olabilen, defansta da garanti oynayan bir ön libero gerekiyor. Bugünün futbol dünyasında o rolü oynayabilecek oyuncu sayısı hem çok az hem de var olanlar yanlarına yaklaşılamayacak kadar pahalı. Bu durumda Fenerbahçe’nin Selçuk’un kıymetini bilmesi ve Deniz’i de böyle bir rol için hazır hale getirmesi gerekiyor. Bunlar yapılabilirse, yeni transferin bir tek açıklaması olabilir: Yeni forma satmak.

07 Ağustos 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe taraftarı iyisini hak ediyor‘’

Fenerbahçe taraftarı iyisini hak ediyor
Gazetelerin Fenerbahçe’ye transfer ettiği oyuncuların sayısı 70’i geçmiş!
Bu kadar çok oyuncuyu sadece gazetecilerin hayal gücü yaratmıyor elbette.
Kimi zaman yapılan şakalar, kimi zaman gazetecilere yaranmak isteyen bir yöneticinin gevezeliği, akıldan geçen isimlerin bile “işi bitti” diye gazetelere yansımasına yol açıyor.
Doğrusunu isterseniz Fenerbahçe’nin kimleri transfer edeceğinden çok, hangi hoca ile yola devam edeceğini merak ediyorum.
Zico’yu çok eleştirdim, gönlüm hep Scolari’den yana oldu ama her yeni teknik direktörün yeni sorun demek olduğunu da biliyorum.
Bu nedenle iyi bir teknik ekip ile takviye edilmiş Zico’nun devamı daha doğru olacak gibi geliyor bana da.
Öte yandan Maldonado, Kezman ve Appiah sorunlarının çözülmesi de gerekiyor.
Bence bu üç oyuncu için Fenerbahçe defteri artık kapanmış olmalı.
Bunun elbette ciddi bir maliyeti de olacaktır.
Ancak bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde bir tur fazla oynamanın bile nasıl ciddi bir getiri sağladığını dikkate alırsak, bu maliyet göze alınabilir diye düşünüyorum.
Ortada önemli bir transfer bile yokken kombine satışlarında rekora koşan taraftar bunu hak etmiyor mu?

Galatasaray hata yaptı
Hakan Şükür’ün bu kadar kolay gözden çıkarılmış olmasını anlayabilmem mümkün değil.
Hakan Şükür, Türk futbolunun gelmiş geçmiş en iyi beş futbolcusunun içine rahatlıkla girebilir ve kariyeri boyunca yaptıklarına bakınca, tam da olgunluk çağında gönderilmesini izah edemiyorum.
Sorun esasen bizim futbolumuzda “gelenek” diye bir şey olmaması.
İngiliz takımlarına bakın. Hiçbir zaman başa güreşmeyen takımların bile o takım ile özdeşleşmiş geleneksel oyuncuları var ve onlar olmadan o takım eksik sayılıyor.
Hakan Şükür de Galatasaray için sembol sayılması gereken bir oyuncu.
Rakip bir takımın taraftarı olarak şunu söylemeliyim ki, gönlüm Hakan’ın futbolu bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında bırakmasını isterdi.
Ama emri vakilerle değil, gönüllü olarak.
Galatasaray Yönetimi, Hakan Şükür’ün ağabeyliğinden ve tecrübesinden yararlanmak yerine onu silmeyi tercih etti.
Bence çok ciddi bir hata yaptılar!
Sezon içinde takımın bunalıma girdiği anlarda bunun ne anlama geldiğini hep birlikte göreceğiz.

Bu oyun anlayışı ile işimiz çok zor
Avrupa Şampiyonası’nda mücadele edecek milli takım kadrosu bugünden itibaren çok eleştirilecek.
Özellikle İbrahim Kaş ve Yıldıray’ın kadrodan çıkartılmış olması üzerinde yorumlar yapılacak.
Halil Altıntop’un çıkarılışını izah edebilmek de çok kolay değil.
Ancak şöyle bir durum da var: “Bu oyuncular neden çıkarıldı” diye sorarken, “Onun yerine bu çıkarılsaydı” diyebilmek de gerek.
Nihat ve Semih’ten biri çıkarılıp, Halil kalsaydı da aynı şeyleri konuşuyor olacaktık.
Sabri ve Hamit Altıntop’tan biri çıkarılıp, İbrahim Kaş kalsaydı da aynı şey olacaktı.
Yıldıray’a zaten söylenebilecek çok fazla şey yok, çünkü milli takımın en verimli oyuncuları o bölgede oynuyor ve hangisi çıksa, eleştiriler yine olacaktı.
Bu nedenle Fatih Terim’in tercihlerini tartışmayı gereksiz görüyorum.
Sonuç olarak milli takım düzeyinde en az 50 Türk futbolcu var ve bunlardan ancak 23’ü kadroda olabiliyor!
Ancak bunu söylerken, bu şampiyona için umutlu olduğumu da düşünmeyin.
Milli takımın son iki hazırlık maçında ortaya koyduğu oyun, amatör kümede bile yapılması zor defans ve pozisyon hataları, bu turnuva için ümitli olmamı engelliyor.
İki maçtan sonra görünen şu ki milli takım, oyun kurmakta ciddi olarak zorlanıyor.
Top ileriye ancak şişirilerek gidiyor ve ileride de buna uygun oyuncular yok.
Orta sahanın sürekli yanlamasına ve geri oynamasının cezasının ne olabileceğini Uruguaylı futbolcular gösterdiler.
Rakip doğru dürüst baskı yapmıyorken bile geriye oynama ısrarı, gol ile sonuçlandı.
Turnuvadaki üç rakibimizin hazırlık maçlarını televizyondan izledim.
Şunu söyleyebilirim: Biz iki hazırlık maçımızdaki oyun anlayışımız ve bireysel performanslarımızla bu üç takımı da geçemeyiz.
Son deneme Finlandiya maçında yapılacak ama artık o kadar az süre kaldı ki, bundan sonra oyunda ciddi bir ilerleme beklemek de hayalcilik olur.
Bana öyle geliyor ki, bu turnuvada “eskiye dönmek” daha doğru olacak.
Yani kalabalık ve kuvvetli bir orta saha çok koşacak, topa her zaman ilk hamlede bulunacak, oyunun kendi ceza sahamıza yıkılmasını önleyecek ve rakibi bozacak. Bu arada bir-iki de gol bulunabilirse ne âlâ!
Çünkü öyle görünüyor ki, bu defans hattı ve bu orta saha ile bu oyun anlayışı bir araya gelince, her maçtan bir çuval gol yiyerek çıkabiliriz!
Bakalım, Fatih Terim ne yapacak?

29 Mayıs 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI