‘’Çok rahat‘’
Quaresma’nın, 13’te Cenk’in mükemmel kafa vuruşuyla gelen golle sonuçlanan ortası Portekizli’nin yanlış saymadıysam 7. ortasıydı. Hepsi son derece etkili ve engellenmesi güç
paslar demeli aslında. Çünkü hiçbiri rastgele değil, hep hedefeydi. Maç sonuna kadar da böyle devam etti.
Mükemmel pas trafiğiyle
Özellikle Oğuzhan’ın terse Portekizli’ye attığı uzun paslar pozisyon gereği kendi sağına kayan Alanya savunmasının müdahale etmesi zor şartlarda çok etkili. Beşiktaş kendi solundan oyun kurup sağa hızla dönerek problemli Alanya savunmasını bunalıma soktu. Dönenleri toplama konusunda da sorun yaşamadılar. Siyah- Beyazlılar stoperler dışında kağıt üzerinde sadece Atiba’nın savunmacı sayılabileceği bir 11’le sahadaydı. Ancak hızlı çıkmaya programlanmış Alanya savunmasına çok az orta çizgiyi geçme imkanı tanıdılar. Alanya’nın bulduğu gol pozisyonu bir kontraya değil, Tosiç’in yaptığı bir pas hatasına dayanıyordu. Yani kağıt üzerinde hücumcusu fazla bir takımla çok iyi bir pres oyunu, iyi bir alan yerleşimi ve mükemmele yakın bir pas trafiği sağladılar. Hem de attığı gol bir tarafa sisteme alışmaya çalışan Babel ve özellikle Cenk’in çıkması sonrası oyuna giremeyen Talisca’ya rağmen. Quaresma onların yerine de oynadı diyebiliriz.
Şampiyon gibi oynadılar
Alanyaspor’un penaltıdan gelen gol sonrası biraz olsun baskıyı kırdığı 10 dakika dışında oyuna her anlamıyla hükmetti Beşiktaş. Hem liderlik hırsı ve arzusu belirgindi hem de müthiş bir tecrübeyle soğukkanlı ve ekonomik enerji kullanımlı bir oyun vardı.
Kısaca şampiyon gibi oynadılar. Ve rahat kazandılar. Buna en çok sevinmesi gereken de sancırım Alper Ulusoy. O çaldığı penaltıyla bir puan kaybı olsaydı bunun altından kalkmak zor olurdu. Bugüne kadar yanlış penaltılar tabii ki gördük. Ancak gözü önünde kalecinin topa müdahale edip yönünü terse çevirdiği bir harekete penaltı çalındığını hiç görmemiştim. Şansı var, Quaresma var...
‘’Plânı bozdular ve kazandılar‘’
Abdullah Avcı hafta başından buyana Fenerbahçe’yi, bu karşılaşmada bir final maçına çıkmayacağına ikna etmeye çalışıyor. Hemen her konuşmasında ısrarla ‘18. haftada final maçı olmaz. Final maçı son haftalarda olur’ diyordu. Ancak büyük takım dinamiği öyle çalışmıyor. Büyük takımın ağırlığı, rakipleri ezip geçerken bir avantajdır ancak yarıştan koptu mu da hareketsiz bırakır. Büyüğün ağırlığı ivmeyle değerlidir. Dururken zarar yazar.
Avcı ikna edemedi!
Zaten Abdullah Avcı da bunu bildiği için ısrarla tekrarladı. Hem Fenerbahçe’nin ekstra bir motivasyonla çıkmasının ne demek olduğunu biliyor, hem de kendi oyuncularına bir erken final stresi yaşatmak istemiyordu. İstemediği oldu.
Fenerbahçe 35 dakikada 90 değil 180 dakikalık enerji koydu sahaya. Başakşehir’in önde basıp Fenerbahçe’ye oyun kurdurmama planını aynen uyguladılar. İcap ettiğinde Fernandao’ya uzun attılar. Ama hep önde basıp Emre’yle takımın bağını koparmak istediler. Salih ve Ozan’la oynamak ve ‘Topal’sızlık belki de bir avantaja dönüştü. İki oyuncunun dönenleri toplama çabasına sol kanattan içeri gelen Alper büyük destek verdi. Visca ve Cengiz’le bağ koptu. Şener ve Hasan Ali de bu ekibe yakından destek verdi. Kjaer ve Skertel de Batdal’ı dönüşümlü olarak hep kontakta tutarak orta sahaya destek vermesini engelledi. Lideri tamamen bozdular. Yani Avcı rakibini ikna edemedi.
Üretim yoktu ama...
35’den sonra doğal olarak ön alan baskısı azaldı. Ama Visca ve Cengiz’i özellikle de Batdal’ı hiç rahat ettirmediler. Bundan büyük bir üretim çıkmadı. Ozan’ın golü ve penaltı dışında son dakikada Karavaev’in şutu dışında üretim yoktu. Ancak zaten istenen de bu değildi. İstenen, onları yarışta tutandı. Yani rakibe pozisyon vermemek. Fenerbahçe bu sezon, oyunu oynadığı maçları kazanarak başarıya ulaşmayacak. Fenerbahçe rakibe göre oynayarak tutunuyor yarışa.
‘’Temposuzluk‘’
Galatasaray tempo seven bir takım değil. Özellikle Karabük gibi hızlı çıkan takımlara karşı deplasmanda temponun iyice düşmesini tercih ediyorlar bile diyebiliriz. Orta sahada pas yapıp bir şekilde Yasin ve Bruma’yı kaçırmak temel amaç oluyor. Dün de bunu istediler. Fakat Sneijder’in yokluğunda özellikle sol kanatta sevdikleri üçgenleri kuramayınca Podolski’nin işlevsiz kalışı hücum portföylerini iyice daralttı. Bruma, Karabük’ün kalabalık ve yakın markajında yok oldu. İşleyen yegane dişli Yasin kaldı. Yine Sneijder’in yokluğunda biraz daha önde oynama şansı bulan Selçuk’un bu yılki standardının üzerine çıktığını söyleme mümkün. Ancak Josue- Podolski ve Bruma’nın çizgilerinin altında kalışı işi zora soktu.
Açıklamasını bulamıyorum
Buna rağmen 1-0’ı Selçuk ve Yasin’le bulduktan sonra önemli 3 eksiği olan Karabük’ü üzerlerine çekip Bruma’yı da oyuna katma şansı ellerine geçti. Cüneyt Çakır’ın hatalı penaltısı kadar bu şansı kullanamamalarının bir diğer sebebi de Rikerink’in yaptığı ve yapmadığı müdahaleler. İşleyen ve tehdit oluşturan yegane oyuncu Yasin’in 65’te çıkmasının bir açıklamasını bulamıyorum. Podolski, Josue ve Bruma’nın hem performans hem de Sneijder’in yokluğunda işlev açısından bu kadar kötü bir durumu ortaya koyarken hem de... Eren ve Rodriguez’in Bruma ve Josue’nin yerine oyuna alınmaları, Podolski’nin santrfor arkasına geçmesi Galatasaray’ın aradığı üçgenlere kavuşması yolunda çok daha etkin bir hamle olabilirdi.
Carole bunu bilmiyor
Bunu yapmadığı gibi Yasin’i oyundan alarak takımın elini kolunu bağladı. Üzerine de klasik br yan top zaafından Karabük’ün golü gelince temposuzluk silahının namlusu
Sarı-Kırmızılılar’a döndü. Galatasaray, Sabri ve Carole’la oynarken bu hava topu krizi hiç bitmeyecek belli ki. Konunun stoperlerle bir alakası yok. Carole, yan top savunmasını hiç bilmiyor ve öğrenmeye de pek niyeti yok.
‘’Çok sağlam bir mesaj‘’
Talisca’nın oyunu çözen golü, yapabileceklerinin bir fragmanı sadece. Sambacı, Burak Yılmaz’a çok benziyor. Beşiktaş’taki serüveni, orta saha olarak başladı ama belli ki, bir santrfor olarak sona erecek.
Talisca’nın orta sahada başlayan serüveni Beşiktaş’a bir 10 numara transferiyle devam etti. Ve belli ki bir santrfor olarak mutlu sona erecek. Aslında Burak Yılmaz’a benziyor. O da orta saha olarak U20 Milli Takımı’na kadar gelmiş sonra Beşiktaş’ta sağ açığa dönüşmüştü ve Şenol Güneş’in Trabzonspor’unda uluslarası bir santrfora dönüşmesiyle mutlu sona ulaşmıştı. Dün Talisca’nın oyunu çözen golü onun yapabileceklerinin bir fragmanı sadece. Şu andaki kullanımı bir destek hücumcu şeklinde.... Ancak daha ötesi de var.
Osmanlı’da dişliler eksikti
Musa ve N’diaye’nin yokluğunda Osmanlıspor’un standardına ulaşabildiğini söylemek zor. Oyunun işleyişi büyük sekteye uğradı. İkinci yarıda oyunu kurmak konusunda ne
kadar zorlandıkları, düştükleri çok sayıda ofsaytla da belgelendi. Alıştığımız hızlı, rakip kaleye pasla giden takımın çok önemli dişlileri eksikti. Orta sahada teknik açıdan yeterli olmayan Koray’la sağlanmaya çalışılan sertlik, Talisca’nın attığı golde olduğu gibi karşılığını vermedi. İstedikleri pas trafiğini kuramadılar. Şenol Güneş’in Quaresma, Talisca ve Babel’in üçüne birden rol verdiği 11’de oyununun verebileceği muhtemel defolar Atiba’nın yine insanüstü oyunu ve Osmanlı’nın eksikleriyle ortaya çıkmadı.
Tolgay hamlesi çok yerindeydi
İkinci yarıda Mustafa Hoca’nın 4-3-3’e dönüşü onları biraz ileri itse de asla beklenen hızlı hücumları kuramadılar. Şenol Hoca’nın Tolgay’ı oyuna sürüşü ise kısmı baskıyı aşmalarını sağladı. Orta sahada pas istasyonu sayısı ve oyun zekası arttı. Büyük maestro Atiba oyuna katıldı. Ve maç Beşiktaş’a döndü. Her ne kadar Osmanlıspor’un eksikleri onları çok kötü etkilese de bu deplasmanı bu saha ve hava şartlarında bu kadar rahat atlatabilmek şampiyonluk yolunda sağlam bir mesaj.
‘’Karambolden 1 puan çıktı‘’
Bir açıdan bakıldığında maçın adamı kaleci Itandje. Kaleyi bulan 9 şutun beşinde takımını kurtaran oydu. Bu açık. Ancak bu şutların kalitesi, kelciyi ne kadar zorladığı kuşkusuz tartışılır. Fenerbahçe’yi 7. haftadan itibaren, geçen yıldan farklı yapan, yüksek yüzdeli gol vuruşları. Hep demarke vaziyette golcüler topla buluşuyordu. Fenerbahçe’de asistler ortalarla değil, paslarla yapıyordu. Çünkü Fenerbahçe’nin A planı, hatta tek planı kontrataktı. Ve planlı hücum ediyordu. Dün bunu yapamadılar. Adanaspor bunu yaptırmadı. Fenerbahçe’yi karambole ittiler. Böylece bu tek plana mahkumiyet Fenerbahçe’nin ilk yarıda kendi sahasında oynadığı 9 maçta 4 galibiyet alabilmesine yol açtı. Bu kuşkusuz şampiyonluk için çok yetersiz. Levent hocanın açık bir şekilde Adanaspor’u toparlamış. İlk yarıda Fenerbahçe savunmasını 2. bölgeye çekmeyi planlamışlardı. Kjaer’in yokluğu ve Advocaat’ın orta 3’lü tercihi ev sahibini kalabalıklara sıkıştırdı. Topla ilişkisi iyi vegüvemli tek oyuncu Lens’i 2-3’lü sıkıştırmaya alınca kapılan toplarla hızla çıktılar. Topu Kjaer’İn yokluğunda zayıflamış savunma göbeğinin ortasındaki Magaye’yle buluşturdular. O mükemmel savaşıp işi gördü.
Lens’i ne kadar övsek az
Topal’ın sakatlanması sonrası Alper tercihi gelmeyince adam eksiltebilen oyuncu sayısı artmayınca yine karambole hakim kalındı. Bu oyun içinde Lens’i ne kadar övsek az. Tüm imkansızlıklara rağmen mükemmel boğuştu. Penaltı golünden sonra yapılan Van Persie değişikliği ile Ozan’ı stopere yollamak ise Advocaat’ın rakip analizinden maçı gördükten sonra da vazgeçmediğini gösteriyor. Rakibin ilk yarıdan daha farklı olduğunu görmesine rağmen riski büyüttü. Son saniyede Souza topu içeri vurabilse muhtemelen ne kadar büyük bir hoca tercihi yapıldığından bahsedilecekti. Ama öyle değil.
B planınız yoksa risk büyür
Fenerbahçe’nin tek bir planı var. O da direkt oyun. Bu tuzakla gelmeyen rakiplere karşı karambolü adım adım büyütmek dışında bir plan yok. Fenerbahçe’de kadro mühendisliği ne kadar yanlış olsa da, başka bir plan mümkün. Bunu Ekici transferine bağlamak bu oyuncuya haksızlık olur. 1300 dakikada 3 gol, 0 asist yapmış bir oyuncudan bahsediyorum. Çok iyi oyuncu olduğuna dair hiçbir kuşkum yok. Ama her şeyi değiştirmesini beklemek hata. Sow, Kjaer ve Topal yokken bir de B planınız yoksa, riski büyütüyorsunuz. Sorun bu...
‘’Efsane Muslera‘’
Düşünün! Rakibinizin kalecisinin parmağı kırık. Maça çıkmak için özel eldiven yaptırmış. Bilinen güvenilir bir yedeği de yok.. Ve siz kaleyi bulan ilk şutu altı pas içinden 66. dakikada atıyorsunuz.. Ve şut çok da planlı değil. Asıl planda pas vermesi gerekiyor Skubic’in. Ceza sahası dışından yaydan bir deneme yok. Gelen ortalara gelişine bir vuruş da yok. İlla en müsait pozisyonda, kalenin ağzından kaleciyi terste bırakıp vurmak peşindesiniz.
Kavga etmeden yapıyor
İşte bu Muslera’nın yarattığı saygı... Başka bir şey değil. Parmağı kırıkken dahi şut atmaktan imtina ediyor rakip. ‘Yemez’ bu adam diyor! Bu eşi az bulunur bir ikna süreci. Muslera çok özel bir adam. Bir lütuf. Çok başka. Çok farklı. Çok sakin ve çok hırslı. İstiyor. Deliriyor kazanmak için ama kimseyle kavga etmiyor. Edeceği zaman, sahaya bir şeyler atıp, maçı zora sokan kendi taraftarına itiraz ettiği zaman. Çok özel çok... Sahadaki varlığı bile rakibine biz bunlara gol atamayız dedirtiyor. 66. dakikada atılıyor ilk şut. O da plan dışı... Galatasaray müzesinde çok efsane var. Bunların arasından kaleciler de var. Turgay Şeren, Taffarel, Mondragon vs. Ama Muslera’nın da yeri var. Sadece varlığı bile yeten kaleci azdır. Parmağı kırık da olsa maç kazandıran azdır. Kafadan kazandıran çok azdır. Liginde kafasını karıştırıyor Muslera... Çok fena hem de...
Beklenir bir durum
Dün ilk yarıda Aykut Kocaman’ın ters kanada attıkları ortalarla gol bulma planı, son şuta kadar 2 kez tuttu. Net gollük şanslarda Rangelov’un yaptığı titrek vuruşların sebebiyeti, Muslera’nın varlığı. Başka bir sebep yok. İki 4-4-2’nin çarpışmasındaki fark dabu. Yasin ve Bruma’nın olmadığı Galatasaray’da topla giden adam olmayınca ikinci yarıda ‘Pır Pır’ Rodrigues’in maçı değiştirmesi de beklenir bir durum. Sadece tek bir kurtarış yapmış olabilir. Ama maçın kahramanı Muslera. Parmağı kırık ama varlığı yetiyor.
‘’Trabzon bir temel buldu‘’
Şahane bir maç oldu. Beklentimin çok çok üzerinde. Önce bunu söylemeli. Trabzonspor ligin ilk bölümünden oldukça farklı bir kadro ve oyun stratejisiyle Bursa maçına çıktı. Öncelikle oyun merkezlerini geriye aldıklarını söyleyebiliriz. Savunma- orta saha mesafesi daha dengeli ve daha az geçirgendi. Olcay ve -1 gol 1 asistli- Yusuf Yazıcı’nın, geçiş oyununda basit oynamaları Trabzonspor için baskıyı kırmakta önemli bir silah oldu. Bu iki oyuncunun performansı Onazi ve özellikle Castillo’nun da oyununu olumlu etkiledi. Buldukları 2 gol dışında son pasta ezdikleri iki gol şansı daha var. Bu yapı Joao Pereira’yı da içine alınca takım etkinliği iyice arttı. Hem geçişleri iyi yaptılar hem de ligin ilk bölümünde sıklıkla rastladığımız bir rahatsızlıktan sıyrılmış gibiydiler. Orta sahayı geçince süratli yerine panikler bir takım olmaktan çıkmış gibiydiler. Yine direkt oynamak istiyorlardı ancak bu kez daha soğukkanlı paylaşmalarla üçgenleri kurmayı başardılar.
Hamza hoca atılınca...
Bursa, oyunu Hamza Hoca’nın tribüne gönderilmesi sonrası değiştirdi. Savunmalarını öne çıkarıp orta sahada pas istasyonu sayısını artırdılar. Jorquera markajdan çıktı. O çıkınca Batalla rahatladı, çünkü paslaşabileceği bir ortak buldu. Farkı 1’e düşürdüler, daha fazlasını da bulabilirlerdi Ama Onur standardındaydı. N’Doye’un kırmızı kartı sonrasıysa oyun tamamen Bursa’ya geçti. Firesiz bir baskı kurdular. Bunun şehvetiyle savunmayı orta sahaya kadar çıkarmakla yetinmemeye karar verdi Hamza Hoca. 65’te Sercan, 78’de Necid’i oyuna alıp santrforları üçlediler. Trabzonspor 4-2-3, ev sahibi 2-4-4 gibi sahadaydı artık. O ana kadar orta sahayı geçmekte çok zorlanan Trabzonspor yine geçiş oyunlarını işletecek alanları bulmaya başladı.
Golcü bulmak şart
Bursaspor orta saha üstünlüğünü kaybetmeyi tercih ederek baskıyı kendisi kaldırdı. Olcay’ın karşı karşıyada kaçırdığı bunun sonucu. Yusuf Erdoğan oyuna girip 2 net şans yakaladı. Ancak onlar da Harun’un standardına dönmesiyle engellendiler. Sanırım Trabzonspor kendisine bir oyun temeli buldu. Pereira gibi Mas’ı da oyuna dahil edip en az bir de garanti golcü bulmaları şart.
‘’Kapanış Lens Şov'la‘’
Fenerbahçe’nin tek bir planı var. Ve şartlar oluştuğu anda bunu uygulayıp istediğini alacak bir kadrosu da. Özellikle ligin çok üzerinde bir hücum gücü olan Lens’i var. Trabzonspor’un da tek bir planı var. Ancak kadro kalitesi bu plana o kadar uyumsuz ki. Olmuyor. Olamıyor... 16 maçta ligin en çok ikili mücadele kazanan takımlarından biri olup sadece
12 gol atabilmiş olmak bundan. Dün 27’de Yusuf’un gördüğü kırmızı karta kadar baskılı ön alan oyunundan, bir yan topta Mustafa Akbaş’ın direğe vuran şutu dışında bir şey üretemediler. Bütün macerayı anlatan aslında bu. Kırmızı kart sonrası içine düştükleri güvensizlik ve çaresizlik değil...
Veda gecesi edilgendi!
Avni Aker’e veda gecesinin bu kadar edilgen bir oyunla yaşanması bu uyumsuzluktan. Ersun Yanal’ın peşinde olduğu oyundan, savaşçı, ikili mücadele kazanma rekorları kıran bir Mehmet Ekici çıkıyor. Ancak Ekici dedin mi akla gelen bu değil ki. Skora katkı. Asist, şut, gol. Dün kırmızı kart sonrası gelen 2. golde yedikleri baskın inanılmaz. O dakikada 10 kişiyle 1-0 yeniksen evinde bu baskını yemek... Hem de rakipte Lens gibi bir destroyer varken. Advocaat’ın 7. hafta sonrası çizdiği plana bundan daha uygun bir zemin olamaz. Trabzonspor kabul ettiği bu oyunda Robin Van Persie sahada olmadığı için şanslı. Hüseyin Avni Aker’in kapanışı Uçan Hollandalı’nın hücum yönetiminde çok daha büyük bir hezimete dönebilirdi. Lens’in akla ziyan deliciliğinin Fernandao tarafından tamamlanamayışı bu açıdan kritikti. Brezilyalı’nın katılığı, esneklikten uzaklığı Lens’in iştahının daha da artmasını engelledi.
Bir o kanattan bir diğerinden engellenemez denemelerinin bir çağlayana dönüşmemesi biraz bundan.
İkinci plan şart
Fenerbahçe, 7 maçta 9 puan alabildiğinde kapanmış gibi görünen yarış şimdi yeniden başladı. Ancak bir ikinci plan şart. Bundan daha iyi şartlarda transfer dönemine girilemezdi. Kırmızı kart için bir şey söylemek gerekirse: Biraz bekleyip golü verebilirdi, Yusuf’u sahada tutabilirdi diye düşünüyor insan. ‘Ama’sı var. Ama penaltı ve kırmızı karttan büyük avantaj var mı? Eğer golü verseydi sanırım itiraz daha büyük olabilirdi. Dediğim gibi zor.