‘’Farklı Beşiktaş, Beşiktaş farklı‘’
Orta saha merkezi Atiba ve Oğuzhan’dan farklıyken, bu da yetmezmiş gibi iki kanat beki normalden farklıyken bu takımı ayakta tutmak ve kazanmak bir teknik direktörlük işidir.
Bu maçtan çıkarılacak iki temel sonuç var. Beşiktaş futbol takımının başarısının temelinde mutlak iki temel figür var. Birisi oyunu dizayn eden, takıma ve taraftara güven veren Şenol Güneş. Diğeri oyunun ve güvenin etrafına inşa edildiği çapa: Atiba...
Atiba’nın pozisyonunda oynayan oyuncular yüzde 40 savunma yüzde 60 hücum, yüzde 50 hücum ve savunmayı mükemmel yapan oyuncular olabiliyorlar. Ekürileriyle birbirlerinin
açıklarını kapatıp iki yönlü oyunda fark yaratabiliyorlar. Atiba onlardan farklı. Yüzde 60 savunmacı ama yüzde 60 da hücumcu. Dolayısıyla yanında yüzde 70 savunmacı Necip
varolduğunda da tandem iyi oluyor. Yüzde 70 hücumcu Oğuzhan olduğunda da. Yüzde 50 partajı olan Gökhan olsa da... Herkesi tamamlıyor. Oyun da onun etrafında inşa ediliyor doğal olarak. O olmayınca dün akşamki gibi bu muhteşem lüksten mahrum kalıyorsunuz.
Güneş’in yarattığı özgüven
Rakip daha kolay geliyor. Beşiktaş baskıdan daha zor çıkıyor. Pekii, bu büyük bir sıkıntı yaratıyor mu? O kadar değil... Çünkü Şenol Güneş’in oyun dizaynı ve asıl önemlisi yarattığı güven, işi toparlıyor. Şunu unutmamak lazım: Beer Sheva, İnter’i iki maçta da yenmiş, Southampton’a 2 maçta da yenilmemiş bir ekip. Dün Atiba ve Oğuzhan’sız bir ekiple bu
takımın karşısına çıkmış olmak bir yana aslında ön tarafta, orta sahaya yardım anlamında sürekli bir eksiklik yaratan 4’lüyle sahada varolunduğunu unutmamak lazım.
Siz teknik direktör müsünüz
Normal şartlarda herhangi bir takımda Q7, Talisca, Babel ve Aboubakar 4’lüsü, orta sahasına yardım etmeyen defolu bir ekip olarak görülebilir. Bu muhtemeldir. Dün belli oranda bunun problemi yaşandı. Ama belli oranda... Orta saha merkezi Atiba ve Oğuzhan’dan farklıyken, bu da yetmez iki kanat beki normalden farklıyken bu takımı ayakta tutmak ve maçı kazanmak bir teknik direktörlük işidir. İşte bu yüzden şunu soruyorum: Memlekette teknik direktörüm diye dolaşan arkadaşlar! Emin misiniz? Gerçekten öyle misiniz?
‘’Anlamak mümkün değil‘’
Fenerbahçe, baskı kurmaya çalıştığı zaman, önde pas seçenekleri kıt olduğundan top tutma sorunu yaşayan ve dolayısıyla basit top kayıpları yapan bir takım.
Advocaat bunu bilmesine rağmen riski aldı. ‘Önde baskı yaparım’ dedi. Ya da yönetimin bu konudaki baskılarına boyun eğdi. 0-1’in rövanşında aradığınız, yemeden atılacak bir golse bu riski bu kadar erken almak doğru değil.
Fenerbahçe, bildiği plandan kopmamalıydı. 2. bölgeye kadar bekle. Orada bas. Baskı yiyorsan ileri vur. Risk alma.
Skrtel’e baskı yapmadılar
Tabii ki İsmail’in ya da Sow’un şutları gol olsa o riskin karşılığını hemen alacaktı. Ama bu kumardaki riskin tehlikesi yüksek. O pozisyonlar olmadığı zaman iş çıkmaza giriyor. Fenerbahçe topa sahip olduğu oyunlarda sorun yaşıyor. Hiçbir büyük takımı tanımlayamayacağınız şekilde. Çünkü top bir oyuncunun ayağındayken ona oyunun hangi bölgesinde olursa olsun hareketli pas opsiyonları yaratamıyor. Basit top kaybına açık bir ekip haline geliyor.
Oyun kurulumunda bile... Hemen her rakip hoca Kjaer’e markaj yapıp onun oyunu kurmasını engelliyor. Skrtel’i boş bırakıyorlar. Çünkü Kjaer risk alan oyuncu değil. Pas opsiyonu yoksa vuruyor. İcap ederse taça. Skrtel öyle değil. Sıkışık bölgeye de pası atıyor. Yapınca da top kaybı. Ve bu kez gol.
Yenik duruma düşünce...
Riski bundan sonra almak gerekiyordu. Fakat Advocaat 70’e kadar oyuncu değiştirmedi.
Misal Volkan-Souza değişikliğiyle 4-4-2’ye dönmek 3 gol isteyen bir takım için kullanışlı bir yöntem olabilirdi. Ama hayır.
Şöyle oldu:
Karşılaşmaya, oyun stratejisi açısından riskli bir oyunla başladı... 1-0 yenik duruma düşünce bu kez hiçbir şeyi değiştirmeyerek daha büyük bir risk aldı.
Çünkü bu sezon yenik duruma düştüğü maçları kazanmak konusunda korkunç bir istatistiği vardı. Bir kez Rizespor’u yenebildiler.
İşte bunları anlamak mümkün değil. Hem de hiç...
‘’Advocaat plana sadık kalmalı‘’
İçinde bulunulan sıkıntılı ve duygusal hal bir yana, Fenerbahçe’yi Avrupa’da buraya getiren plandan ayrılmamak lazım. Deplasmanda oynanan kötü oyun ve sonuca rağmen de... Fenerbahçe yine savunmada güvenli ve baskıyı 2. bölgede başlatan kompakt oyundan vazgeçmemeli. Kasımpaşa karşısında oynanan futbol aslında bu sene Fenerbahçe’yi övdüğümüz oyunlardan genel itibarıyla farklı değildi. Çünkü pozisyon verilmiyorsa sistem işliyor demektir. Eksik kalan, Van Persie tarafından desteklenen Lens-Sow bağlantısıydı. Bu olunca Fenerbahçe ülkenin pozisyonu gole çevirme oranı en yüksek takımı oluyor. Yine işin sırrı bu.
Alan savunması olmalı
Kesin olan bir diğer konu ise ilk maçtaki adama adama markajı tamamen unutmak gerektiği. Bu, hem rakip savunmanın ekstra çıkışlarında boşluk bulması anlamına geliyor hem de top kapıldığında alışılmış pas seçenekleri bulmak imkansızlaşıyor. Böyle olduğunda Lens’i de kullanamıyorsunuz. Zaten hücum sayısı az olan takım iyice köreliyor. O zaman gereken, alan oyunundan hiçbir şartta vazgeçmemek.
Topal tek olmayı seviyor
Lens’in çizgiye bastığı bir düzende özellikle soldan sağa hızla taşınacak toplar Krasnodar savunmasını zorlar. Rakip yerleşmeden hızla yapılacak ortalarla işi bitirmek lazım. Bu durumda mutlak gerekli olan Sow- Lens ve Van Persie üçlüsünün sahada olması. Hasan Ali ve Şener’in öndeki oyuncularla mesafeyi muhafaza etmesi dönenleri toplamak ve akın yenilemek açısından önemli. Mehmet Topal savunmanın önünde tek olmayı seviyor. Her ne kadar Souza’yla tandeme alışmış olsa da Advocaat, Souza’yı iç gibi kullanabilir. Bu, mesafeleri kısaltmak ve hücumu genişletmek anlamında önemli bir avantaj sağlar.
Taraftar tribünde olmalı
Fenerbahçe’nin gruplarda yendiği 3 takım da ilk maçta izlediğimiz Krasnodar’dan form açısından daha iyiydi. Eksikleri olan ve sadece tek bir plana dayanan Fenerbahçe’nin bu sene oynadığı bu iyi oyunlar Krasnodar’ı geçmeye yeter. Uzun vadede bir gelecek kurmaya yetmese de bu tip rakipleri geçmek mümkündür. Yeter ki taraftar bu maçlık da kızgınlığını bir kenara bırakıp tribünleri doldursun.
‘’10 numara sorunu!‘’
İstediğin kadar gaza bas. Lastik inikse araba gitmiyor. Fenerbahçe’nin durumu bu. Dün istekte sorun yoktu. Sonuna kadar kemik sesi geldi mi? Geldi. Peki pozisyon var mı? Fernandao’nun kötü volesi... O kadar. Fenerbahçe’yi övdüğümüz maçlarda neyin altını çiziyoruz? Pozisyon vermemesini. Beşiktaş’ın isabetli şut atmadığı tek maç. Galatasaray’ın rakip ceza sahası içinde sadece 2 kez buluştuğu maç. Fenerbahçe’yi bu sebeple övüyoruz.
Yüksek oynamak istedi
Bundan başka? Lens-Sow bağlantısıyla yüzdeli gol buluyor. Özellikle onlara Van Persie de katıldığında. Pozisyonu gole çevirme yüzdesi en yüksek takım. Dün Kasımpaşa pozisyona girdi mi? Hayır. Peki eksik ne? Lens-Sow bağlantısı. Sow neden çıktı? Kötü olduğu için mi? Yoksa Fenerbahçe topu oraya getiremiyor muydu? Peki Fernandao-Sow işi çözdü mü? Advocaat ne istedi? Yüksek oynamak. Peki Ozan-Topal-Souza üçlüsü dönenleri toplayacak, içeri girecek bir oyun oynuyorlar mı? Hayır. O zaman bu değişikliği yapmanın faydası ne?
Advocaat korkuyor
Advocaat takımına güvenmiyor. Geldiği günden bu yana hissiyatı bu. Oynatmamak üzerine dizayn ettiği bu oyunda Lens-Sow bağlantısı olmayınca güvenebileceği başka bir plan kuramıyor. Eğer Sow-Fernandao birlikte oynarsa orta sahayı kaybedeceğini düşünüyor. Souza-Topal’dan birinin yerine Ozan’ı koymak arkada toplam maaşı 8 milyon Euro olan iki stopere rağmen onu korkutuyor. Sıradan bir insan için bu anlaşılır. Ancak Advocaat-Pot-Been üçlüsünün başka bir plan üretebilmesi lazım. Eğer yapamıyorsa burada bir sorun var demektir.
Futbol aklı yok
Bu sorun bir 10 numara sorunudur. Ama sahadaki 10 numara değil. Eksik olan yönetimdeki 10 numara. Bu takımın kadro mühendisliği sorunlu. Bu sorunu giderecek bir futbol aklı da yok. Bunun olamayacağını düşünen bir teknik adamı var. Ve Ersun Yanal hariç son 4 teknik direktör de aynı şekilde düşünüyordu. O zaman hiç uzatmayalım. Sorun bugüne kadar seçtiği hiç bir hoca hakkında olumlu bir düşüncesi olmayan yönetimdir. Hocalar sürekli kötüyse ve bunu bizzat Aziz Yıldırım söylüyorsa, değişmesi gereken seçendir.
‘’Yine yanlış hamleler‘’
Riekerink’in ilk planı genelde doğru yaptığı ama maça doğru reaksiyon veremediği için eleştirilirdi. Dün de Tudor’un bu konuda Hollandalı’nın önüne geçtiğini söylemek yanlış olmaz.
Geçen haftadan farklı durum yok. Galatasaray teknik direktörü geçen hafta tribündeydi işler yürümedi. Sneijder bu hafta da yoktu. Tabii yine üretim de... İgor Tudor’un maçın başında özellikle topun olduğu yöne göre kanat oyuncularının oyuna katılımına özel bir önem verdiği saha kenarında yaptığı hareketlerde görünüyordu. Sabri ve Linnes’in oyunu genişletmek konusunda özel görevleri vardı. Yasin ve Rodriguez içeri kıvrılıyordu.
Sabri ve Linnes bütün kanalı kullanmakta mükellefti. Fakat bu kadar merkezi kuvvetli tutup oyunu genişlemesine açmaya çalışırken Recep Niyaz’i bu kadar markajsız bırakmak ilginç oldu. Bu kuşkusuz Tudor’un tercihi değil. Hatta akın sürekliliği sağlamak için dönenleri toplamak yolunda buna mecburdu. Ancak takımı gittikçe gevşeyen bir şekilde rakip orta sahaya bu imkanı verdi. Josue-Selçuk ve De Jong’la merkezi almışken bir de Yasin ve Rodriguez’le burayı desteklerken nasıl olur da rakip gittikçe daha fazla topa sahip olur? Bunu çözmek lazım. Çünkü çözemedikçe takımın boyu uzuyor.
Sorun henüz çözülmedi
Riekerink döneminde bu olmadığı için Sabri ve Carole oyuna bu kadar katılmıyordu. Ancak defansif bir çözüm oluşmuyordu. Dün oyuna katıldılar. Yine sorun devam etti. Oyun elden gitmeye başlayınca Tolga-Josue ve Ahmet-Linnes değişikliğiyle set çekmek istedi. Son 10 dakikada Recep Niyaz zor yürüyecek şekilde sakat olmasına rağmen orta sahayı alıp rakibi kapatamadılar. Top bir o kaleye bir derine gitti.
Stoper sayısıyla olmaz
Galatasaray stoper sayısını artırarak oyuna hakim olamaz. Gerçek bu. Sneijder yokken, Josue, Selçuk ve Linnes’i oyundan çıkarmak topa hakim olma imkanını tamamen reddetmek. Semih’i sol beke koyarak hem de... Riekerink ilk planı genelde doğru yaptığı ama maça doğru reaksiyon veremediği için eleştirildi haklı olarak. Dün Tudor’un bu konuda Hollandalı’nın da önüne geçtiğini söylemek yanlış olmaz.
‘’Adam adama mı kalmış?‘’
Advocaat’ın, ‘baskılı oynayacağız’ dediği meğerse neredeyse 10’a 10 adam adama savunmaymış. Hollandalı, daha önce bunu orta sahada kullanıyordu. 3 oyuncu karşılarındaki oyunculara yapışıyor, bezdirici bir temas oyunu oynuyorlardı. Bu kez Advocaat işi büyüttü. Hasan Ali, Wanderson’u en sağa kadar, Neustadter, Smolov’u orta sahaya kadar kovaladı. Emenike’den Sow’a herkesin adam markajı görevi vardı. Ve birisi adamını kaçırınca her şey birbirine giriyordu. Emenike ve Sow adamlarını kovalamayınca çıkan karmaşada yerleşik savunmaya rağmen 4 pasla ve hiç temasla karşılaşmadan golü buldu Krasnodar.
Her şeyi denedi ama...
Lens adamını kovalamaktan vazgeçince onu santrfora, Emenike’yi sağa çekmek de dahil her şeyi denedi. Ama adam adamanın yarattığı tahribatı gideremedi. Herkes adam kovalayınca topu aldığınızda şeklinizi rakip belirlediğinden boşa oyuncu kaçırmak çok zor oluyor. Çok zor olunca da pozisyon yaratmak zorlaşıyor. Buna bir de Fenerbahçe’nin toplamdaki yetenek sorununu ekleyin (10 numarda Alper’in oynadığı bir takımdan bahsediyorum). Bu sebeple de Fenerbahçe pozisyona girmeden ilk yarıyı kapattı.
Shalimov’un planı!
İkinci yarıya topa sahip olma önceliğiyle girince bu geniş adam adama savunma planı masadan kalktı. Topa sahip olup özellikle sol kanattan bindirmeye çalışırken 6-7 adamla ‘Adam’ markajı yapamazsınız. Bu mümkün değil. Ancak İgor Shalimov’un Lens’in kanalını kapatmak üzerine kurduğu savunma planını aşacak ikincil bir kaynak bulamadığı için aşmak mümkün olmadı. Çünkü Fenerbahçe orta sahasının topla ilişkisi sanırım 40 yıldır seyrettiklerimin en düşük kalite seviyesinde olanı. Alper’in müthiş iyi niyeti dışında geçen senenin de gerisine düşmüş durumda olduğunu söylemezsem haksızlık etmiş olurum. Eğer Advocaat adam adama takıntısından vazgeçmezse tur gitti. Aksi takdirde bu mümkün. Krasnodar’ın dünkü oyunu Fenerbahçe’nin grupta karşılaştığı seviyenin altındaydı.
‘’Çok kötü plan‘’
Riekerink’in takıntılı olduğu dizilişte Sneijder yoksa o pozisyona iki alternatif var. Birincisi Josue... Ancak denendiği maçlarda istenen alınamadı. Diğer seçenek de Podolski... Beşiktaş’ın Talisca’yı kullandığı gibi Podolski’yi kullanıp Eren’i öne atmak. Bu tip bir oyunda Selçuk’un yokluğunda Josue’yi merkez 2’liden biri yapmak gerekiyor tabii. Çünkü De Jong-Tolga ikilisi kısır kalıyor.
Fenerbahçe etkisi
Peki Riekerink neden Josue’yi merkezde görevlendirmedi? Çünkü muhtemelen Kayseri’nin Fenerbahçe maçındaki orta saha etkinliğinden etkilenip burayı sağlam tutmak istedi. Ki bu tercih Riekerink’le ilgili kararımızı net olarak vermemize de yaradı.
90 dakikada 1.5 pozisyon
Galatasaray’ın sağlam oyunu topa sahip olduğu oyun. Rakibi durdurduğu oyun değil. Ve orta sahadan iyi top çıkarıp özellikle Varela, Güray ve Deniz’le işi gören bir takıma karşı top yapmak gerekir. Fenerbahçe top yapamadığı için darmadağın oldu. Ve Riekerink takımının hiç de bilmediği bu yolu seçti. Bilen Fenerbahçe yapamamışken hem de... Böyle olunca 90’a kadar sadece 1.5 pozisyon buldular. Kayseri ise 2 duran top golünün yanı sıra 7 pozisyona da girdi.
Korner, yarım penaltı!
İkinci yarıya da orta sahayı almak amacıyla başlamadı Riekerink. Tek düzelttiği Muslera’nın tüm duran toplara çıkması oldu. Bundan sonra da bu böyle olmalı. Hiç savunmasına bakmadan her yan topa çıkmak zorunda. Yoksa iyice komedi filmine dönüyor. Korner, Galatasaray maçlarında hakikaten yarım penaltı. Josue’nin oyuna girip Semih’in sağ kanada geçmesiyle De Jong stoper olunca büyük risk aldılar ama rakip savunma da Podolski-Eren ikilisini kontrol etmekte zorlanmaya başladı. Bruma boşa çıktı.
Riekerink sınıfta kaldı
Kayseri’yi zorlayamadılar ama yordular. Son pas, şut tercihlerinde sorun yaşamaları Galatasaray’ı oyunda tutsa da yetmedi. Dün Riekerink belki de ilk kez maç başı planını çok yanlış yaptı. Ama zaten Selçuk ve Sneijder’in varlığında yanlış yapmak zor. Onlar yokken plan yapmak gerekiyor. Ve burada açık bir şekilde sınıfta kaldı.
‘’Tudor farkı!‘’
Hırvat hocanın, lige damga vuran bir teknik direktör tarzı var. Şenol Güneş kulübede olmayınca, maça da damgasını vurdu. Maç önü planı ve sırasındaki performansı, fark yarattı.
Sonuçlar ve lig sıralaması çok anlatmasa da Igor Tudor’un lige damga vuran bir teknik direktörlük tarzı var. Tartışmalı ve yıpratıcı bir derbinin ardından rakip kulübede Şenol Güneş olmayınca maça damgasını vuran da Hırvat hoca oldu. 3’lü savunma tercihi savunmadan ziyade hücumunu kuvvetlendirmek içindi. Latovlevici ve Kerim’i hücumun temel bir parçası yapan bu oyun Beşiktaş’ı zorladı. Maçtan önce Tudor’un önünde şu soru vardı; Talisca orta sahaya yazılsa da aslında bir hücumcu. Oğuzhan sertlikten hoşlanmıyor.
Adriano’yu ve Gökhan’ı oyuna sokarak burada pas istasyonu sayısını artırıyor. Quaresma da oyunu genişletiyor. Ve standart üstü bir pas akışkanlığı sağlıyorlar. Pekii, özellikle Latovlevici’yi oyuna sokmak zorundayken rakibi nasıl durduracağım.
Açık vermediler
Skulason ve Ceyhun’la hem sayısal üstünlük sağlayıp sağlam durarak. Rumen sol beki orta sahanın bir parçası yaparak oyuna sokarak... Başta bu oyun baskı yese de açık vermedi. Sonrasında Gökhan, Latovlevici tehdidini hissetmeye başlayınca geri bastı.. Ve Karabük ilk yarıda yüzde 99’luk 2 gol şansı elde etti. Yani orta sahada dirençli kalarak oyunu vermediler. Beşiktaş baskı kurduğunu sansa da oyununu istediği akışlanlıkta sahaya koyamadı.
Kötü bir sınavdı
Şenol hoca kenarda oyunu yönetemezken, Tudor’un her saniye oyuncu ve hakemlerle dozu zorlayan diyaloğu da Karabük’ü hep istim üzerinde tuttu. Emrin Zec değişikliği de hemen sonuç verdi. Beşiktaş’ta ise Atiba sazı eline alana kadar tepki vermeye çalışan tek oyuncu Quaresma oldu. O da dozu biraz fazla kaçırıp tek başına oynadı. Oğuzhan’ın değil kaptanlık, sıradan oyununa yaklaşamamasına bu kadar uzun süre dayanmak Beşiktaş kulübesi açısından kötü bir sınavdı. Beşiktaş’ın oyunu alamadığı ender maçlardan
birini izledik sonuç olarak. Farkı yaratan Tudor’un maç önü planı ve sırasındaki performansıydı.