‘’Güç ve dayanıklılık‘’
İki çok üst kalite orta, galibiyeti getirdi. Bu ortaların kahramanları İsmail ve Dirar’ın son derece tartışmalı performansları da gecenin tezatıydı. İsmail’in Göztepe golünde yaptığı hata hayatında ilk kez bu seviyede oynayan bir oyuncunun yapacağı cinsten. Kendi kendisini paniğe sokup attığı pas Göztepe’nin o andaki oyunda asla bulmayacağı golün ateşleyicisi oldu. Maçın belki de en kötüsü Dirar’ın ortasıysa, o performansta bir oyuncudan son saniyede beklenmeyecek cinsten. Aykut Kocaman’ın öğrencileri maça istekli ve önde başladılar. Gzötepe’yi kapattılar. İyi pres yapıp dönen toplarla akın sürekliliği sağladılar. Ancak bu oyun bir çıkmaz yaratıyor.
Oyunu koparamadı
Fenerbahçe gücü ve isteğiyle rakibi kapanmaya zorluyor. Rakip buna ikna olup kapandıysa, savunma içinde açık bulacak bir orta saha performansı ortaya çıkmıyor. Sadece ortalarla ceza sahasına inmek mümkün oluyor. Yani harcanan enerjiyle ortaya çıkan pozisyon sayısı arasında ters orantı ortaya çıkıyor. İlk yarıda olan buydu. Fenerbahçe oyuna tek başına hükmetti ama oyunu koparamadı. Pas hızı yeterli değil çünkü. Uzun yön değiştiren pasları atabilecek bir orta saha da yok. Isla defalarca savunma arkasına koşu yapmasına rağmen ona uzun pası atacak cesareti gösterebilen olmuyor. 1-1’den sonra bu sıkışmadan çıkış yolu olarak Valbuena ve Soldado’nun oyuna girmesinden başka bir yol yoktu. Bu Fenerbahçe’nin baskısını artırdı.
Değişim şart
Aykut hoca takımının gücü, dayanıklılığı konusunda haklı. Hiç yorulmadılar. Uzatmalarda da maçın başındaki enerji seviyelerindeydiler. Ama orta gol dışında üretimde artış olmuyor. Sadece doldur boşalt. Sanılanın tersinde büyük maçlarda bu güç gösterisi işe yarar. Ancak vasat maçlarda özellikle de deplasmanlarda Fenerbahçe’nin hücum şablonlarına ihtiyacı var. Dün bunlar yoktu. Güç ve dayanıklılık 10 numara. Ama takımın oyun kalitesi hala yerlerde. Bunun değişmesi şart.
‘’Star olabilir‘’
Premier League’de ilk maçta deplasmanda karşısına en son çıkmak isteyeceğiniz rakiplerden birine karşı oynadı Cenk. Muhtemelen ilk 45 dakikada Süper Lig’de en çok zorlandığı maçın 90 dakikasında harcadığı enerji kadarını harcamıştır.
Hatta dengeli oyunların tercih edildiği Şampiyonlar Ligi maçlarıyla karşılaştırıldığında da durum aynıdır. Cenk Tosun’un ciğeri zamanla bu oyuna yeter. Bunun yöntemi, metodu var. Cenk bu yola kafayı koyduysa kısa zamanda bu duruma uyum sağlar. Antep’ten Şampiyonlar Ligi’ne giden yol şimdi kat etmesi gereken yoldan daha kısa değil. Cenk bunu yapar.
Yeter ki:
✔ Hocasını ve Rooney’i dinlesin, söylediklerine uysun ama duyduklarına kafayı çok takmasın. Çünkü o taze güç.
✔ Çünkü, ilk 45 dakikada sergilediği destek forvet ve pivot rolleri kusursuzdu. Ama aşkını, kaleyi unutmasın.
✔ Rooney’le kurduğu oyun ilişkisi iyi ama taraftar Rooney’e destek değil yeni bir star istiyor. Bunlar birbiriyle çelişkili değil. Rooney’i üzmeden star olabilir.
✔ Savunmayı bozmak özellikle deplasmanlarda olmazsa olmaz. Ancak şekli önemli. Hem fazla enerji tüketmeden hem de sakatlık riski olmadan bunu sürdürmek lazım.
Sonuç olarak Cenk Cumartesi WBA maçına ilk maçı gibi çıkmalı. Londra’da ilk 45 dakikada takımının en iyisiydi. WBA maçının kahramanı olması takımın genel planından çıkmadan, bildiği oyunu oynamalı. Everton aslında onu bunun için transfer etti.
‘’Güçlü bir figür‘’
Fatih Terim maç öncesi de söylediği gibi içeride 7 galibiyet 1 beraberlik alan takımla oynamadı. Normali de buydu. Tudor olsa belki Denayer’le Linnes’in kanatlarını değiştirebilirdi. Ya da Rodrigues’in yerine Tolga veya Yasin’i koyabilirdi. Ancak temel bir değişiklik olmazdı. Doğal, normal ve mantıklı olan da buydu zaten. Tamer hoca ise maça Galatasaray’ın sorun yaşadığı yere oynayarak başladı. Ön alanda presle. Galatasaray oyunu kurmakta zorlandı. Baskıdan çıkması kolay olmadı. Yani herhangi bir sürpriz yoktu.
Tuzağa düştüler...
Ve yine hemen her takımın düştüğü tuzağa da düştüler. Golü bulduktan sonra kontra güçlerine güvenerek ön alan baskısını bıraktılar. Galatasaray gelsin biz hızlı bir geçiş oyunuyla eksik yakalarız dediler. İşte bunu yaptığınız zaman Galatasaray karşı baskıyı yapmayı çok iyi biliyor. Göztepe’nin oyun merkezini geriye çekip bir de kaptıkları toplarda savunma kanatlarının arkasına gitmek yerine top çevirme yoluna gidince hem Galatasaray orta alanda istediği baskıyı kurup rakibini oynatmadı hem de savunmada yerleşmek için zaman buldu. Göztepe oyun 3-1’e gelene kadar pozisyon bulamadı böylece.
Galatasaray’ın ihtiyacı...
Gomis’in yararlanamdığı 3 net pozisyon olduğunu da söylemek lazım. Galatasaray’ın güçlü bir iç saha oyunu var. Bu seviyede sürekli bir iç saha dominasyonu olan başka bir takım da yok. Ligin organizasyonu en sağlam 2 takımı Beşiktaş ve Başakşehir’i dahi bu şekilde tanımlayamayız. Bu bir gerçek ve bunu kuran da Tudor. Terim’in bu oyuna dokunmayışı normal. Zaten Galatasaray’ın ihtiyacı olan farkı da bu çerçeveden değerlendirmek lazım. 1- Takımda, teknik heyette ve yönetimde tartışılmaz bir güçlü figür açığı vardı. Öyle ki bu konuda Galatasaray sadece kendi doğal rakipleri arasında değil ligde en fakir ekipti. 2-Bir deplasman hocasına ihtiyacı vardı. Ve bu iki ihtiyacı tek hamlede karşıladılar. Terim’in görevi güçlü bir deplasman oyunu kurmak. Bunun nasıl olacağını görmek için Kayseri ve Sivas maçlarını beklemek lazım. Bu maçtan gereğinden fazla sonuç çıkarmak doğru olmaz.
‘’Bu sistem olmadı!‘’
4-6-0 bir kızıl elmadır. Öyle hadi oynayalım deyince oynanabilecek bir oyun değildir. Çok forvetle ama santrforsuz oynanabilen bir oyundur. Bu kızıl elmaya yaklaşan teknik direktörler vardır. Ama tam anlamıyla yapabilen var mıdır? Biraz Alex Ferguson, biraz Spaletti. Onlara sorsanız ‘tam yapabildiniz mi?’ diye muhtemelen ‘evet’ demezler. Dün Aykut Kocaman, Valbuena’nın son maçtaki ve Giulinao’nun genel performansına bakarak ‘bunu yapabilir miyim?’ diye düşündü. Aslında denenmeyecek bir oyun değil. Ancak deplasmanda bu olmadı. Çünkü bu tip bir diziliş için oyun merkezinizin oldukça önde olması gerekiyor. Belki evinizdeki bir baskı oyununda rakip stoperleri görevsizliğe itip oyunun dengesini bozabilirsiniz. Ancak Fenerbahçe, rakip orta saha ve savunma arasına adam sokamayınca eksik oynuyormuş gibi oldu. 4-6-0 değil 2 kırmızı kartla oynuyor gibi.
Savunma zaten sorunlu
Üstüne alışıldık olmayan bir savunmayla oynadığınız gerçeğini ekleyin. Fenerbahçe zaten zorunlu dizdiği savunma göbeğini maç içinde 2 kez değiştirdi. Ve bu denemelerin 3’ünde de gerçek stoperlerle oynamadı. Yani Fenerbahçe sorun yaşadığı yerden oyunu uzaklaştıramadı. Bu durumda maç kazanmak kolay değil. İlk 45 dakikada iki takımın da kaleye gidemediği bir oyun oldu. Oyunu ileri taşıyamadılar. Konya da buna itiraz etmedi.
Fernandao girince...
İkinci yarıda Soldado’nun Oğuz Kağan’ın yerine oyuna girişinin getirdiği artı Isla-Neto savunmasının yarattığı eksileri karşılamadı. Isla üzerine Volkan’In hatasıyla yenen golden sonra Konya’nın da yorulmasıyla Topal ve Souza oyuna girdi, Fenerbahçe de oyunu ele aldı. Ancak 85’te Fernandao oyuna girip Konya’yı savunmaya itene kadar istedikleri oyunu oynayamadılar. Bundan sonra da kalan zaman dardı. Maçı kazanacak 2 pozisyon yakaladılar. Ancak 90 dakikaya bakıldığında maçı kazanacak bir oyun oynadıklarını söylemek zor.
‘’Ne Terim, ne giderim!‘’
Galatasaray başkanının gündemiyle Galatasaray kamuoyunun gündemi birbirinden farklı değil, zıt...
Galatasaray kamuoyunun gündemi net: Ya Terim ya gidin...
Başkanınki biraz muğlak kalsa da anlaşılan: Ne Terim ne giderim...
Tabanından bu kadar kopuk bir iktidarın yaşaması mümkün değil.
Bu şartlarda bu seçim sonrası eğer bu zihniyet devam ederse Galatasaray’ın köklü mirası ağır bir darbe yiyecek. Bu tip bir vurdumduymazlık Galatasaray’ın yerleşik düzenini yıkabilir.
Bunun sonrası sanıldığı gibi bir cennet de olmaz.
Sosyal medya istedi diye Tudor’u takımın başına getiren bir yönetim, kamuoyunun büyük bölümü ‘Terim’ derken kulağının üzerine yatarsa isyan çıkar. Bin tweetle Tudor’u getirip, ‘Terim gelecek mi?’ sorusuna cevap bile vermemek inanılmaz.
‘’Tudor yine gitti!‘’
Galatasaray belki de bir deplasman hocası bulmalı. Çünkü Tudor’un içeride yaptığı hocalık ama dışarıda yaptığı işgüzarlık! Kadronun yarısından fazlası milli takımdayken iyi sıhhatte olsunlar geliyor ve oyuncularını 1 antrenmanda çalıştırarak hiç alışık olmadıkları bir oyunla Başakşehir deplasmanına çıkarıyor. Bu hocalık değil işgüzarlık. Öte yandan içerideki performans aklı uçuracak cinsten. Bugün İstanbul’da herhangi bir organizasyon öyle laf olsun diye her 15 günde bir 40 bin kişi toplayamaz. Ancak diğer taraftan büyük maç ve deplasman performansları için aynı şeyi söylemek hiç de mümkün değil.
Baskı yediğinde...
O zaman fantezi bir yol olarak dışarıyı planlayacak bir teknik adam bulmak mümkün olsa iş değişecek. Çünkü Tudor yine gitti! Her 15 günde bir olduğu gibi. Belki haftaya yine gelir. Geçen hafta ‘ben Tudorcuyum’ dedim. Bir teknik direktör olarak değil, bu kadar abluka altına alınmış bir karakter olarak. Bir film karakteri olarak mazlum, bir deplasman hocası olarak bir işgüzar. Peki tüm sorun bu mu? ‘Takım harika, hoca kötü’ sloganı benim aklıma yatmıyor. Malatya ön alan baskısıyla oyuna başlayınca Fernando geriye stoperlerin arasına girip topu alıyor. Ancak oradan paslaşmayla topu çıkaracak bir şablon ve yetenek maalesef yok. Özellikle de Mariano sahada olmayınca... Galatasaray baskı yediği anlarda 8 numara performansı alamıyor.
Mevzu sadece hoca değil
İkinci yarıda Malatya ön alan baskısından vazgeçince Belhanda ve N’diaye biraz olsun oyuna girebiliyor. Tam mı? değil. Ancak motor biraz olsun çalışmaya başlıyor. Zaten maçın en iyilerinin Sadık ve Aytaç oluşu da bunu anlatıyor. O zaman mevzu sadece hoca değil. Takımın oyunu kurmakta sorunları var. Mariano olmayınca savunma değil, hücum eksiliyor. Bu hocanın sorunu değil mi? Mutlaka öyle. Ancak sadece bir hoca sorunu değil bu.
Kadro göz boyuyor
Kadro da iç saha maçlarında gözümüzü boyuyor. Bu takım Tudor’un sandığı gibi bir İsviçre çakısı değil. Bu takım içeride bayağı keskin bir süngü. Kullanımı ve etkinliğinin yoluysa belli ve tek. Tudor ise çok kullanışlı sanıyor. İşte deplasmanlarda bunun böyle olmadığını bilen bir futbol zekasına ihtiyaç var. Yönetim içerideki oyuna dokunmadan deplasmanı düzeltmeli. Böyle ağır bir görev kimsenin sırtına bindi mi hatırlamıyorum. Çünkü soru belli: Diyelim ki Galatasaray şampiyon oldu. Real’i geçtim, Basel deplasmanına Tudor’la gider misin? Ben Tudorcuyum ama siz bana bakmayın.
‘’Dağı delmek‘’
Bayern Münih’in son Frankfurt maçındaki yedek kulübesinin değeri 200 milyon Euro’nun üzerindeydi. Bu kupayı 5 kez kazanmış bir futbol devinden bahsediyoruz. Son Dünya Şampiyonu’nun iskeletine sahip dünyanın en büyük futbol markalarından biri. Heynkess öncesi Ancelotti’yle girdikleri kriz büyük ihtimalle oyuncularla İtalyan hoca arasındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanıyordu. Büyük takım refleksi gösterip hemen komutanı değiştirdiler. Çünkü büyük takım beklemez. Bu da işe yaradı.
Ligde 1 Şampiyonlar Ligi’nde bir kez yenilmişlerdi. Şimdi emeklilikten dönen 2 kez Avrupa şampiyonu apoleti olan 70’lük hocayla yeniden genetiğini hatırlamış görünüyorlar. Beşiktaş, Bundesliga 2.sini iki kez yendi. Ancak unutulmaması gereken Bayern’in Bundesliga’nın bu sene Avrupa’da yaşadığı krizden çok da etkilenmeyeceği. Çünkü Bayern Almanya’dan büyük. Şenol hoca ve ekibinin Real’den sonra istenmeyen 2. rakibi çektiği açık. Ancak bu zor görevin takıma yansımasının kamuoyundan farklı olacağını düşünüyorum. Özellikle Türk oyuncular için bu eşleşme bir kariyer zirvesi olacak. Cenk, Tolgay ve Oğuzhan’ın muhtemelen kariyerlerinin başından hayal ettikleri 2 maça çıkacaklar. Buna Talisca, Fabri gibi piyasa yapmak isteyen oyuncular da katılacaktır. Şenol hocanın öncelikli hedefi oyunun Bayern’in istediği tempoda akmasını engellemek olacaktır. Deplasmanda savunma ve orta sahanın salt kesici bir oyunla değil topa mümkün olduğunca sahip olmakla bunu bunu başarabileceklerini düşünüyorum.
Kaybedecek bir şey yok!
Beşiktaş deplasmanda gol atar. Önemli olan savunma ve Fabri’nin oyunları. Bayern’e topu uzaklaştırarak direnemezsiniz. Geniş alanda ve hızlı oynuyorlar. Direkt ya da pas oyunu değil doğru ve yerinde bir karma oyun oynuyorlar. Bunun adı zor görev. Beşiktaş bu güne kadar taşın suyunu çıkarak geldi, şimdi bir dağı delmesi gerekiyor. İkinci turda en son 2011’de bir yıl öncesinin şampiyonu İnter’e yenildiler. Bunu tekrar etmek kimse için kolay değil. Ama vaat edilen zaferin büyüklüğünün de keyfi dayanılmaz. Uğraşmaya değer. Kaybedecek bir şey yok.
‘’Şölen ve isyan‘’
Okan Buruk’un takımı oyunu pasla kuran bir takım değil. Uzun oynamayı seviyorlar. Özellikle Henrique sahada olduğu zaman Onur ve Olcan’la Brezilyalı tamamlayıp baskın oyun oynamayı seviyorlar. Dün de savunmada doğru durup özellikle Linnes’in arkasına direkt inmeyi düşündüler. 2. denemelerinde Beşiktaş’ın geçen hafta attığı ilk golün benzerini attılar. Geçen haftanın etkisindeki Muslera ortaya çıkmakta tereddüt edince Maicon kaleye koşarken ve arkasında Henrique varken topu kendi kalesine attı. Evet pozisyonun başında Yasin’e bir faul var. Ancak Galatasaray’ın bu golü yemesinin sebebi başka. Muslera’nın yan top depresyonu sürüyor.
Olmazsa olmazı
Galatasaray’ı bu golden daha çok etkileyen ise tartışmasız Mariano’nun sakatlanıp çıkması. Bu eksikliğin onları daha büyük bir sıkıntıya sokmasını 2 faktör engelledi. Hakemin yanlış bir kararla Miguel Lopez’i oyundan atması. Zira Portekizli sadece 1 oyuncu değil Akhisar için. Zeka ve beceri açısından Ege ekibine çok şey katıyor ve özellikle bu oyunun olmazsa olmazı. Ve asıl önemlisi Ndiaye’nin nihayet iki yönlü bir oyunla Galatasaray’ın direkt oyununun hücumuna değerli bir katkı yapması. Ndiaye savunmada Mariano hücumda denklemi, bu kez Denayer savunmada Ndiaye hücumda olarak değişti. Olcan’ın şahane golüne rağmen 2. yarıda Galatasaray’ın oyuna ağırlığını daha fazla koyacağı da tahmin edilebilirdi. Büyük maçlara damga vurma adeti olan Lukaç da direnç gösteremeyince Tudor’un 2. yarıda 2’li savunmaya dönüşü hemen sonuç verdi.
Hücum etti...
Serdar ve Denayer muhtemelen daha hızlı oldukları için savunmada kaldı. Maicon dışarı çıktı. Ve geri kalan herkes çizgiden çizgiye geniş alanda hücum etti. Fernando ilk kez bu kadar öne çıktı. Ndiaye anahtar paslar attı kalabalığın içine. Coşkuyla geniş alanda yüklendiler. Gomis, kırmızı görmese 4’ten de fazlası olurdu. Yani kafa karışıklığı devam ediyor. Coşkuyla şahane bir 2. yarı geçirirken en çok duyulan tezahürat ‘yönetim ve Tudor istifa’ydı.