‘’Başkan kendisiyle çelişti‘’
Aziz Yıldırım 18 yıl önce göreve gelirken, kişilere bağlı olmayan, kendisine yeten büyük Fenerbahçe için oy istemişti. 18 yıl sonunda söyledikleri bununla temelden çelişiyor.
Aziz Yıldırım’ın tüm konuşması içinde en dikkat çeken ve bütünü anlatan cümle şu: “Fenerbahçeli olduğunu söyleyip de Fenerbahçe’nin karşısında olanları ihraç edeceğiz.” Bu aslında Fenerbahçe’ye karşı olanlar değil Aziz Yıldırım’a karşı olanlar demek. İktidar süresi 18 yıl olunca ona sahip olan doğal olarak yönettiği organizasyonla kendisini bir görmeye başlıyor. Keza, “Muhalefetin bir gün dahi dayanamayacağını” söylemek de aynı kategoride değerlendirilmeli. Başkan olduğunda bebek olanların ‘istifa’ deme hakkının olmayışı da...
Tamamen ona bağlı bir düzen
Aziz Yıldırım 18 yıl önce göreve gelirken kişilere bağlı olmayan ve kendisine yeten büyük Fenerbahçe için oy istemişti. 18 yıl sonunda söyledikleri bununla temelden çelişiyor. Neredeyse tamamen ona bağlı bir düzen oluştuğunun altını kalın bir çizgiyle çekiyor. Ki bu büyük oranda doğru ve büyük de bir sorun.
Ülkedeki anlayış bu
Peki bunlar sürpriz mi? Tabii ki hayır. Çünkü ülkede yerleşmiş genel anlayış bu. Apartman yönetiminden en tepeye kadar giden genel tavır bu. Bu coğrafyada bu ayar verme stili hakim. Hepimiz sadece buna saygı duyuyoruz. Ve 18 yıl boyunca süren bir iktidarda başka türlüsünü bekleyemeyiz.
İstenen ücretler mantıksız ama...
Başkanın Gökhan ve Mehmet Topal konusundaki yaklaşımına katılıyorum. Bunlar mantıksız ücretler. Ancak Van Persie 5.7 milyon Euro alırken, hem de Gökhan ve Topal’ın istediği ücreti
Beşiktaş verirken, kariyerlerinin belki de son kontratını en iyi şartlarda yapmak istemeleri de normal. Menaceri, Barcelona ile de çalışan uluslarası bir spor ajanı. Eğer Nani’nin de menacerliği
yapıyor olsa, ‘görüşmeye o girmeyecek’ demek mümkün olmazdı. Buradaki çifte standart yerli oyuncuları soğutuyor. Gönül’ün 8 yılda sadece 2 şampiyonluk kazanmış olmasını bir eleştiri konusu olması da kabul edilebilir. Ancak bu eleştiriyi başkanın yapmış olması öyle değil.
Hoca seçimini yapamıyor
Bakın, Aziz Yıldırım 18 yıldır bizzat kendisinin seçtiği teknik direktörlerden hiçbirisi hakkında olumlu konuşmuyor. Zico’dan Daum’a... 3 Temmuz’da hem başkanlık, hem hocalık yapan ve büyük isyanı ayakta tutan Kocaman için, “Ben olduğum sürece burada çalışamaz” dedi. Yanal içinse, “Ben gittikten sonra da gelemez”... Bu teşhislerin doğru olması, Yıldırım’ın her seferinde kötü seçim yaptığını gösterir. 3 Temmuz etkisi dışında şampiyon olamayıp görevine devam eden ilk isim ise Pereira olacak. Ve bu seçimi de aslında Yıldırım değil, 5 ay görev yapan Terraneo
yapmıştı. Yani Yıldırım’ın kendi hatalı seçiminin yaptığı Pereira seçimi doğru oluyor. Hepsi çelişki!
İlk kez büyük hedef yok
Dün Yıldırım 18 yıldır ilk kez büyük hedefler göstermeden bir konuşma yaptı. Bir spor kulübü olmanın öneminden dem vurmadı. Hatta, Küçülelim mi?” diye sordu üyelere. “Transfer beklemeyin” dedi. 3 sene üst üste şampiyonluk garantisi de vermedi. Bunlar ilk kez oluyor.
70 milyon harcadı şampiyon olamadı
Geçen sene önce, “50 milyon Dolar harcasam şampiyondum” dedi. Sonrasında 70 milyon Euro harcayıp yine şampiyon olamadı. Bunu, suçladığı basından kimse söylemedi. 50 milyon Dolar harcanarak şampiyon olunacağını söyleyen başkandı. 70 milyon Euro harcayıp olamayan da... Yani konunun basının transfer sevmesiyle hiçbir alakası yok. Ve konu UEFA Finansal Fair-Play’e
geldi. Aziz Yıldırım büyük bir başkandı. Ve tarihe de öyle geçecek. Muhtemelen bir süre sonra da özlenecek ve aranacak. Ancak bu konuşmasının kimseyi tatmin ettiğini ikna ettiği sanmıyorum.
‘’İstikamet Doğu Avrupa‘’
Trabzonspor yakın geçmişte çok iyi kadrolar kurdu, büyük yıldızlar getirdi. Ancak şu anki UEFA yaptırımlarıyla benzerlerini yapmak imkansız
Zaten doğru olan illa yıldız transfer etmek değil. Önce doğru pazarlara girmek, iyi bir iskelet oluşturup sonra da bitirici hamleyi yapmak
Doğu Avrupa ülkelerinden yapılacak katkılar, Trabzonspor için ideal olanı. Üzerine eklenecek gençlerle ve iyi projeyle Trabzon’un yıldızı tekrar parlar
Trabzonspor’un geçtiğimiz 5 senedeki kadrolarında var olan bireysel oyuncu kalitesine bu sene ulaşabilmesi olanak dışı. UEFA’nın FFP (Finansal Fair-Play) standartları gereği bütçe düşürme ve kadro daraltma zorunluluğu var. 37 bonservisli oyuncuyu 23’e indirmek olmazsa olmaz şart. Bunu bir ceza olarak değil, yeniden ayağa kalkma reçetesi olarak görürseniz sorun yok. Bu aslında tüm kulüpler için geçerli.
Stoperle başlanmalı santrforla bitmeli
Uğur Demirok’a hem mentör hem tandem olacak tecrübeli bir stoperle başlamalı. Necid tarzı bir santrforla bitirmeli bu hamleyi. Buna Yusuf gibi altyapı oyuncuları eklenir. Ve sonra bu ağacı şenlendirecek transferler yapılır. İster Brezilyalı ister Afrikalı. Trabzonspor hep virtüözleri, fark yaratacak adamları arayıp iskeleti unuttuğu için çok pahalı transferleri heder etti. Buna dur demek gerekiyor.
Kolay da değil, zor da
Trabzonspor’un başta yapması gereken bir maaş skalası oluşturmak. Eldeki bütçeyi sürdürülebilir bir büyüme için kullanmanın yolu bu. Misal altyapıdan yeni gelen oyuncular 5 birim kazanıyorsa 3 yıl boyunca sürekli 11’de olan oyuncu 8 birim kazanır gibi. Trabzonspor’un çekiciliği verdiği maaş değil, oyuncuyu geliştirip bir sonraki aşamaya geçirmeyi bilmesi olmalı. Yani Trabzonspor yeniden ülkenin en parlak okul/ekol’lerinden biri olmalı. Bunu neredeyse sıfırdan bir takım oluştururken yapmak kolay değil. Ancak sanıldığı kadar zor da değil.
Slovakya, Polonya, Gürcistan...
Trabzonspor bir kadro, bir takım kurmanın ötesine geçmek zorunda. Sahip olduğu futbol kültürüyle yeni bir yapı inşa etmeli. Bu metodu oluştururken içinde bulunulan zorlu şartlar aslında bir avantaja dönüşebilir. Artık herkes Cardozolar transfer etmenin mümkün olmadığını hatta bunun bir çözüm olmadığını biliyor. Bu tabloda Trabzonspor’un doğal transfer hedefi, mutlak Doğu Avrupa olmalı. Çatıyı Slovakya, Polonya, Gürcistan gibi ülkelerden kurmak her zaman avantajlı bir yoldur. Hem maaş hem mesleki sadakat hem de şehre uyum açısından normal ve kazançlı
olan bu.
Feda olmazsa olmaz
Trabzonsporlu oyuncular şu anda biliyorlar ki mutlak takımda kalması gereken futbolcu neredeyse yok. O zaman herkesten feda istenebilir. Ödemelerde zorluk yaşandığı için alamadıkları paralarda belli bir oranda indirim yapılırsa belirtilen günde paralarını alıp işlerine bakabilirler. Eldeki 1 kuş daldaki 2 kuştan her zaman iyidir. Trabzonspor bir kadro değil, bir metot ve bir yapı kurmalı. Bunun için her türlü maddi, psikolojik ve tarihsel şart oluştu. Eğer bu yapılırsa Beşiktaş hariç hemen herkesin büyük sıkıntılar yaşadığı bu dönemde başarının gelmesi sanıldığı kadar uzun sürmez. İşte bu yüzden şu ya da bu transfer edilmeli demiyorum. Trabzon önce doğru piyasaya gitmeli ve formülü buna göre yapmalı. İstikamet Doğu Avrupa, ileri...
Lucescu modeli güzel bir örnek
Büyük yıldızlar peşinde koşmak yerine yenilmesi zor bir yapı kurmak lazım. Bunun için yol da birbirini anlayan bir yabancı iskelete alt yapı oyuncularını monte etmekten geçiyor. Sonra birkaç iş bitirici alınabilir. Bu çerçevede Lucescu’nun arkalar Doğu Avrupa, önler Brezilya modeli Yanal ve yönetimin adapte ederek peşinden koşabileceği bir metot. Brezilyalılar saydamdır. Ülkeden çıktıklarında içine girdikleri futbol kültürüne hemen adapte olurlar. Onları direkt olarak bir Türk takımının içine sokmak bunalıma neden olabiliyor. Çünkü kendilerini adapte edebilecekleri bir yapı bulamıyorlar. Aslında aynı sorunu bizim altyapı oyuncularımız da yaşıyor. Gelişim A takıma çıktıkları an duruyor. Doğu Avrupa iskeleti bu açıdan Trabzonspor için en ideal kurtuluş formülü.
‘’Terim'in gölgesinde‘’
Terim milli takımın başında ve eğer TFF yönetimiyle bir buhran yaşamazsa Dünya Kupası elemelerinde de görevinden ayrılmayacak ama gölgesi Galatasaray’ın üzerinde çok koyu bir şekilde hep duracak.
Bu tabloda muhtemel sonuç, yönetimin, Terim her an göreve gelecekmiş gibi davranması olabilir. Yani Riekerink’le yola çıkıp Terim’i beklemek gibi bir politika izlemek hiç de uzak bir ihtimal değil.
Önceden uyarayım: Aşağıda yazacaklarım oldukça kafa karıştırıcı olabilir. Bunun sebebi ben değilim. Yönetimin kafasının oldukça karışık olması...
Özbek yönetimi bir şeyler kurmak yerine sürekli yakın ya da geçmiş tarihten kopya çekerek, aynı anda birkaç farklı sayfayı da kovalıyor.
Misal bir taraftan her şeye hakim olmak isteyen Terim hayalleri kuruluyor (ki bu yönetim tarzıyla çalışması mümkün değil), bir taraftan da Derwall devriminin mimarı Alp Yalman’a bir gelecek kurdurmaya çalışıyor.
Bunların ikisi aynı anda yürür mü? Göreceğiz.
Özbek yönetimi güçsüz
Dursun Özbek yönetimi oldukça güçsüz. Öyle ki, Özbek’i işaret ederek başkanlıktan çekilen Duygun Yarsuvat isyan bayrağını açan ilk isim oldu. Tabii arkasında güçlü bir ekibin de varlığıyla. Bu konuda aslında Özbek de farklı düşünmüyor. Çünkü kendi yönetimine futbol konusunda el çektirmiş durumda. Kongre yapmadan futbol yönetimini değiştiriyor. Yalman ve Nazifoğlu’na bu işi vermek istiyor ama görüşmeler hiç de kolay geçmiyor. Aynı telden çalmıyorlar. Randevulara bile icabet edilmiyor gelen haberlere göre. Çok kafa karıştırıcı bir durum.
Sanchez’le görüştüler
Özbek güçsüz ama başkanlıktan çekilmeye de niyeti yok. Başladığı işi bitirmek istiyor. Hem de içeriye bunca parayı pompalamışken.Bu çerçevede yeni bir teknik adam bulmak şart. Quique Sanchez Flores’le konuştular. Ve bu hamle şu anda beklemede. Yazılıp çizilen başka isimler de var. Ve bunlar da doğru haberler.
Hamle beklemede çünkü Galatasaray Avrupa’da yok, UEFA’nın verdiği ceza da, salt bir ceza değil, uzun vadeli bir uygulamalar bütününü içeriyor. Bu da finansal olarak kulübün elini daraltıyor. Marka teknik adamlar için bu, içine girmek istemeyecekleri bir kelepçe.
Bu ekiple çalışır mı?
Ancak durum buyken Alp Yalman da sportif kararların başına getiriliyor. Bu yazı yazılırken Yalman bu konuda net bir açıklama yapmamıştı. Hatta fazlasıyla kafa karıştırıcı mesajlar geliyordu.
Yalman Terim’i ister mi? İsteyebilir. Ama işi yukarıdaki senaryoda olduğu gibi sürüncemede bırakır mı?
Sanmam...
Terim bu ekiple çalışır mı? Sanmam. Kendi ekibini ister.
Kapıyı açması demek...
Hoca işini hızlı bir şekilde Terim’le ya da Terim’siz çözmek lazım. Terim’in, adının Galatasaray’la anılmasından mutlu olduğuna hiç şüphe yok. Herkes
tarafından istenmek onun için
en büyük başarı çünkü. Öte yandan Adnan Polat zamanından
biliyoruz ki, Terim’in açık kapı bırakması, oradan geçeceği anlamına gelmeyebilir.
Telles de gidecek
Öte yandan transfer çalışmaları da en azından ön görüşmeler ve raporlamalar açısından devam ediyor.
Bir taraftan kadro boşaltma var. Hamit’le başladı, kiralıktan dönen Telles’le devam edecek. Genç oyuncu Galatasaray’a dönmek istemiyor. Batı Avrupa’ya takasta, kiralık ya da direkt satışla gidecek.
Burak tarzı golcü lazım
İlk hamlede 3 bölgeye transfer yapılması kesin. Mutlak olarak santrfor alınacak. 2 isim var. Biri Burak tarzı fuleli bir oyuncu, diğeri de daha ‘size’lı bir oyuncu. Alex Song ya da onun tarzında bir oyuncu da var görüşmelerde. Selçuk ve tandemi yeniden oyunun merkezi olacak.
Dev bir isim kalmadı
Bu ortamda Fatih Terim’in Dursun Özbek’e, hem görüşmelerinde hem de medya aracılığıyla açık bir kapı bırakması onu en ideal seçenek yapıyor. Çünkü Mourinho gibi bir dev ya da Lucescu gibi bir pragmatistin yapacağı etki dışında camiayı sakinleştirebilecek çok isim yok.
Muzaffer bir komutan!
Selçuk’un son dakika frikiğiyle kazanılan Euro 2016 bileti Terim’i yine muzaffer bir komutan yaptı. Belki grup başından itibaren başarıyla sürdürülen bir kampanyayla bu bilet alınmış olsa bugünkü gücünde olmayacaktı. Ama bu son dakika dönüşü durumu tamamen Terim’in lehine çevirdi.
Şimdi Flores’e bir imza attırmak çok büyük bir başarı olarak görülmeyecek.
Hamza Hamzaoğlu formülü
Terim Milli Takım’ın başında ve eğer TFF yönetimiyle bir buhran yaşamazsa Dünya Kupası elemelerinde de görevinden ayrılmayacak ama gölgesi Galatasaray’ın üzerinde çok koyu bir şekilde hep duracak.
Bu tabloda muhtemel sonuç, yönetimin, Terim her an göreve gelecekmiş gibi davranması olabilir. Yani Flores’e 3 yıllık bir imza attırmak yerine yeni bir Hamza hoca formülü, daha mümkünü ise Riekerink’le yola çıkıp Terim’i beklemek gibi bir politika izlemek hiç de uzak bir ihtimal değil.
Yani belki de ‘Terim Gölgesi’ değil, ‘Terim Sisi’ demek daha doğru olur.
Terim’in gücü akıllarda hep soru işareti bırakacak.
Felipe Melo mutsuz edebilir
Melo transferi oyun açısından olmasa da taraftarı rahatlatmak anlamında tercih edilirse buna itiraz edilmez. İstediği zaman hızla forma girebildiğini biliyoruz. Ancak gelişi oyuncular arasında taraftarlardaki mutluluğu yaratmayabilir. Hakemlerin tepkisini ise bilmek mümkün değil. Sertliği ve liderliğinin yanı sıra hakemleri hipnotize etmek gibi de bir gücü vardı. Bu, aynı şekilde devam etmeyebilir.
Yeni Ujfalusi aranıyor
Son olarak da mutlak bir stoper alınacak. Yeni bir Ujfa aranıyor. Terim’in ilk sezonundaki Ujfa - Semih, Selçuk - Melo, Necati - Elmander iskeletini yeni isimlerle yeniden kurup ilk plana dönmek istiyorlar. Sinan gibi motive edici bir star adayının da varlığını unutmamak lazım. Ve bu da mümkün olduğunca az transferle uygulanabilecek en uygun plan gibi duruyor.
Muhalefet kılıcı çıkarmış...
Galatasaray’ın avantajı hangi saha içi planının peşinden gitmeleri gerektiğini biliyor olmaları. Ancak hoca belirsizliği ve Terim Gölgesi, iş sürüncemede kalırsa onları çok zorlar. Yalman-Özbek birlikteliği de çok uzun ömürlü olamayabilir. Muhalefet kılıcı kınından çıkarmış bekliyor.
‘’Fener'in ihtiyacı yırtıcı santrafor!‘’
Hücumu organize edecek, dripling yeteneği olan bir 10 numara bulmak zor. Mevcut kadro elde tutulacaksa, dünyada kimsenin kolay kolay bulamadığı böyle bir oyuncu aramak yerine, Nani’yle bu bölgede devam edilmeli.
Fenerbahçe’nin ‘yırtıcı santrfor’ bulması gerekir. Milan’lı Adriano ya da Manchester City’li Bony gibi. Evet, bunların maliyeti yüksek ancak tek transferle işi çözme şansınız varsa bu maliyetin altına girmek gerek.
“Fenerbahçe’nin mevcut UEFA protokolü göz önüne alındığında, eğer elindeki kadro da tutulacaksa yapması gereken orta sahada hücumu organize edebilecek bir beyin bulmak. Bunu Alex’ten beri yapamıyorlar. İsmi geçen Ben Arfa gibi oyuncuların da bu işi hakkıyla yapabileceklerini düşünmüyorum. Dolayısıyla yapılması gereken, Nani’yi 10 numara pozisyonunda kullanmaya devam etmek.”
Eldeki kadro Nani’yi oynatır
“Dünyada kimsenin kolay kolay bulamadığı bir 10 numara aramak yerine, Nani’yi işletecek yardımcıları bulmak önemli. Topal, Kjaer’in yanına geçer, Souza çapa oynar, Ozan bağlantı oyuncusu olur, Nani 10 numara görevini üstlenir... Dolayısıyla sadece iyi bir ‘yırtıcı santrfor’ bulmak gerekir. Yani gerektiğinde baskı yapacak, gücüyle rakibi bunaltacak bir golcü. Bu oyunun aradığı santrfor ne Van Persie ne de Fernandao. Bu oyun, Milan’lı Luiz Adriano ya da Manchester City forması giyen Wilfried Bony tipi oyuncular ister.”
Tüm takımı değiştirmektense...
“Biliyorum, bunlar yüksek maliyetli işler. Hiç de kolay değil. Ancak tek transferle işi çözme şansınız varsa, bu maliyetin altına girmek gerekir. Yoksa bütün takımı yıkıp yeniden yapmak gerekecek, ki mevcut şartlar altında bunu yapmak da neredeyse imkansız.”
Hep hocalar suçlu
“Aziz Yıldırım başkanlıktan ayrıldıktan bir süre sonra mutlaka camia tarafından özlenecektir. Bıraktığı tesisler, şampiyonluklar, başarılar, 3 Temmuz’daki bütünleşmenin merkezinde oluşu unutulmayacaktır. Ancak artık arkasından ‘gitme’ yürüyüşleri olacağını sanmıyorum. Hele de sıradaki isim Ali Koç olacaksa... Zaten bir önceki seçimde de başkan bunu vaat ederek oy istemiş ve teveccüh görmüştü. Bu durumun nedeni uzun süren iktidarın doğal yıpranması bir taraftan.”
Alex’le kaderi benzer
“Bir taraftan da yolladığı Alex’le paylaştığı kaderi. Alex heykeli dikilecek bir kadar kalplerde yer etmiş bir efsane oldu. Ancak aynı ölçüde bir winner (galip karakter) olamadı. 3 şampiyonluğuna karşın 3 kez son maçta şampiyonluk kaybetti Sarı-Lacivertli formayla. Aziz Yıldırım dönemindeki Fenerbahçe’nin yaşadığı 6 şampiyonluğun yanında aldığı 8 ikincilik de benzer bir karmaşık durum yaratıyor. Çünkü bu tabloya her sene zirveye oynayan bir takım yaratmak olarak bakan da olacaktır. Kazandığından fazlasını son haftalarda kaybeden de... Bu tabloyu negatife çeviren ise bizzat başkanın hamle ve söylemleri.”
İyi bir şey duymadık
Bugüne kadar Fenerbahçe’de göreve getirdiği hiçbir teknik adam hakkında sonradan iyi bir şey söylediğini duymak bir yana, hemen her seferinde ‘şampiyon yapanın o teknik direktör olmadığı’ imaları ya da direkt söylemlerini duyduk. Denizli, Daum, Yanal, Zico... Aykut Kocaman’ın o görevdeyken asla teknik adam olamayacağı, Ersun Yanal’ın ise o hayattayken bir daha teknik direktör olamayacağı bizzat Yıldırım tarafından açıklandı. Açık söylemek gerekirse Aziz Yıldırım’ın bizzat göreve getirdiği teknik adamlar hakkında yaptığı eleştirileri ve vardığı yargılar kadar ağırını, spor medyasında kimse yapmadı. O zaman şu soruyu sormak gerekir: Bu kadar üst üste kulübün kapısından dahi geçmesi sakıncalı teknik adam atamak başarısızlık değil midir?”
Tek istisna Kjaer
“Şimdi bu tabloda, bir de UEFA’yla yapılan 4 yıllık protokol çerçevesinde yeni sezona giriliyor. Ve seri başı olan ekibin Şampiyonlar Ligi’ne katılma ihtimali geçen seneden daha yüksek. Ancak gariptir ki kadro belirsiz. Beşiktaş Gomez’le devam etmek istiyor. Hatta Galatasaray Podolski, Sneijder ve Muslera’yla devam etmek istiyor. Ancak Fenerbahçe geçen senenin ve hatta tarihin en büyük transferleri Van Persie ve Nani konusunda ne istediğini bilmiyor. Aslında Kjaer dışında mutlak kalması yolunda hemfikir olunan yabancı bir oyuncu yok.”
Pereira devam ederse...
“Kupa finali sonrası Övünç Özdem’in kendisine sorduğu, ‘Şampiyon olamayan her teknik direktörle yolları ayırdınız. Pereira gidiyor mu?’ sorusuna, Aziz Yıldırım ‘Ne alakası var. Bu nasıl soru vs.’ tarzı bir cevap verse de, gerçek, muhabir arkadaşımızın sorduğu gibiydi. Çünkü artık 20 yıla yaklaşan iktidarı boyunca Aykut Kocaman’ın 3 Temmuz sonrası üstlendiği ‘hem başkan-hem teknik direktör’ sezonu bunun tek istisnası. Hatta şampiyon olup gönderilen teknik adam da var. Ve eğer Pereira göreve devam ederse Aziz Yıldırım döneminde şampiyon olmadan göreve devam eden tek teknik adam, Aziz Yıldırım tarafından seçilmeyen ilk teknik adam olacak. Çünkü bu ismi belirleyen Terraneo’ydu. Ve o sezonu tamamlayamadı.”
Belirsizlik hakim
“Eğer şampiyonluk kaybedildikten sonra takım psikolojik olarak ayakta kalmış ve kupa finaline öyle çıkmış olsa belki tüm bunlar konuşulmayacaktı. Ancak durum öyle değil. Çoktan kontak kapanmıştı. Ve bana kalırsa şartlar çerçevesinde bu mağlubiyet tarihi bir hezimet olarak yazıldı. Çünkü bugün önümüzdeki sezon ne olacağına dair elde hiçbir ipucu yok. Ligdeki Galatasaray maçında önce Caner’in, kupadakinden önce ise Gökhan’ın dışarıda kalması, sorumlu kim olursa olsun işin kontrolden çıktığını gösteriyor. Yeniden kontrol altına nasıl alınacak? Bununla ilgili bir açıklama, camiayı rahatlatmak için bir çaba görünmüyor. Fenerbahçe’nin önce bunu yapması lazım.”
Van Persie’yle yollar ayrılmalı
“Genel durum çerçevesinde Fenerbahçe ilk 11’inde Robin van Persie’ye yer bulmak çok zor. Yedek kalırsa da yarattığı sıkıntılar ortada. Hem de maliyeti bir yedek oyuncusu için çok yüksek. Dolayısıyla, bu büyük dünya yıldızıyla uygun şartlarda vedalaşmak bir zaruret.”
‘’Robben'e hayır denmez!‘’
Şampiyonlar Ligi’nde transferde sınır olmaz. Geçen yılın en iyi takımı da olsanız her pozisyona transfer yapabilirsiniz. Sınır yoktur. Gomez’den de iyisi var, Oğuzhan’dan da.
Dolayısıyla bir transfer deliliğine kapılmamak gerekir. Zaten Fikret Orman da, Şenol Güneş de bu minvalde konuşuyor.
O zaman sorun yok...
Bu takımda öncelikle yapılması gereken oyunun çekirdeğini sağlam tutmak. Yani Atiba, Oğuzhan ve Sosa’yı.
Sonrasında tabii ki ilk bakılacak yer savunma...
Beşiktaş O’nu hiç reddetmedi
Gökhan Gönül’ün bir süre önce Beşiktaş’la bir protokol imzaladığı ciddi ciddi konuşuluyor. Tecrübeli oyuncu bunu reddetse de Beşiktaşlı yöneticilerin bunu reddettiğini duymadık. Ahmet Bulut’un açıklamaları ve gelen tekliflerin mahiyetine bakarsak bu iş büyük oranda bitmiş gibi duruyor. Beşiktaş, 1 milyon 750 bin Euro teklif ederken imza parası ve maç başılarla Gökhan yıllığı 2,5 milyon Euro’ya yakın olacak.
Gökhan bu ülkenin en iyi sağ beki mi bilmiyorum. Ama en iyi ve çok yönlü oyuncularının başında geldiği kesin.
Gökhan kazanan olmayı unuttu!
Dezavantajı, 2010-11 sezonunda ligde 3 gol 8 asist yaptığından bu yana performansının eski seviyeye çıkmayışı. Tabii bunda, daha sonra devreye giren Caner’in varlığıyla Fenerbahçe’nin soldan daha fazla gitmeye başlamasının da rolü var. Bu yıl başta yerini Şener’e kaptırması ve sonrasında Pereira’nın savunma ağırlıklı oyuna takılması işini zorlaştırdı. Ancak ligin ikinci yarısında ondan beklenen, onun alışıldık oyunu olduğunda da istenen seviyeye çıkamadı. Genç bir oyuncu olsa Pereira onu kullanamadı diyebiliriz. Bu yaşta sporcu önce kendisinden mesuldür. Aralık’ta Gaziantep’e attığı güzel gol dışında bu yıl ligde sadece 1 asist yapabildi Gökhan. Bu, onun standardının çok altında.
Lider oyuncu olarak lige damgasını vuramadı. Sıradanlaştı. Gökhan da tıpkı Oğuzhan gibi vasat oynama hakkı olmayan oyunculardan. O bir yıldız ve bunu sergilemeli. Lider oyuncu olarak 2.’liklere alışmaya başlayan Fenerbahçe’de bir oyuncudan fazla rolü var. Biraz kazanan olmayı unuttu.
Bu çerçevede eğer Gökhan, Şenol Güneş’in Beşiktaşı’na değil başka bir büyüğe ya da başka bir hocanın yanına gidiyor olsa, ‘bu iş kesinlikle yürümez’ derdim. Onun duygusallığı da bu yükü kaldırmasını çok zorlaştırırdı.
Ancak Şenol Güneş’le bir ihtimal daha var. Güneş ikinci şansların kralı ve Gökhan da yeteneğiyle bu tedrisattan geç de olsa yararlanıp vasatlıktan kurtulabilir. Yeniden Türkiye’nin tartışmasız en iyisi olabilir.
Kaleci de antrenörü de çok önemli
Sambade, Beşiktaş’a geldiğinde yaşanan heyecan, kendisine has çalışma metotlarının kalecilik dünyasından aldığı övgülere dayanıyordu. O dönem birçok kalecinin onunla çalışmak istediğini biliyoruz. Giderken bu heyecanın karşılığı olan üzüntü yok. İstenen alınamadı. Şenol hocanın ülke tarihinin en iyi kalecilerinden biri olması seçim yaparken yanılma payının düşük olduğunu gösteriyor.
Fakat birebir çalışma yapan kişinin önemi de çok büyük. Bu isim Cordoba olabilir mi? Bilmiyorum. Çünkü onun metotlarını test etmek mümkün değil. Şenol Güneş Trabzon’da iki harika kaleciyle çalışırken Alper hocanın bundaki rolü büyüktü. Beşiktaş’ın kaleciden önce doğru kaleci antrenörünü bulması lazım. Sonrası gelir. Ospina da alınır, Ospina da yaratılır. Bunun dışında kalecilik meziyetlerinden ziyade alınacak olan kalecinin en önemli özelliğinin ayakları olması şart.
Misal Cordoba ayarında el ve ayaklarını kullanan bir kaleci Beşiktaş’ın hücum gücüne belirgin yüzdeyle katkı yapar. Herkes Tolga’nın zaman zaman yaptığı sakarlıkların sorun olduğunu düşünüyor. Oysa kurtardıkları kat be kat fazlası. Ancak asıl sorun Tolga’nın ayaklarında. Doğru bir pası atamamak Beşiktaş’ın tüm oyununu etkiliyor.
Robben’e itiraz edeni dinlemem
Şu anda Gökhan Töre Beşiktaş’ın bir taraftan da para kazanabilme politikasının en uygun enstrümanı. 2. yarıyı neredeyse onsuz geçirerek şampiyon olduysanız ve bu adam 15 milyon Euro’dan fazla ediyorsa satılabilir. Hele de gitmek istiyorsa. Oğuzhan, Atiba, Sosa ya da Gomez için bunu söylemek imkansız. Yerleri kolay dolmaz. Bir taraftan da Robben ihtimali varsa finansal denge gözetilerek bu iş yapılır. Eğer sağlık durumu müsaitse çok değil 14-15 sezonunda 21 maçta 17 gol 8 asist yapmış bir devi transfer etmek harika bir iştir. Bu transfere futboldan biraz anlayan kimse itiraz edemez. Ben dinlemem. Ama muhasebecilerin ve ortopedistlerin her dediklerini harf ve harf dinlemek lazım. Kazığı ancak buradan yersiniz.
Persie’den sekip Gomez’i buldular ama...
Gomez’e sadece bir futbolcu, bir santrfor maaşı vermek yetmez. Bir de öğretmen maaşı vermek lazım. Çünkü salt pivot oynamanın yeterli olduğunu düşünmeye başlayan bir ülkede bu pozisyona bakışı değiştirdi. Öte yandan transferinin Temmuz’a kalacak gibi görünmesi problem. Gomez kalacaksa sorun yok. Hemen gidecekse sorun ama giderilebilir. Ancak Temmuz’un sonlarında gideceğini açıklaması işi zorlaştırır. Beşiktaş geçen yıl Van Persie’den sekip Gomez’i buldu. Her sene 12’den vurmak kolay değil.
‘’Arda-Çalhanoğlu mecburen kenara!‘’
Selçuk İnan olmadan bu takımın organize olması kolay değil. En formsuz ve güçsüz halinde dahi oyun organizasyonunun çekirdeği o. Oyunu onun üzerinden kurmak zaruret. Doğal olan bu. Eldeki en iyi bağlantı oyuncusu Ozan. Formda ve güvenli olmasa da...
En formda ve yaratıcı 10 numara adayı da Oğuzhan. Dolayısıyla merkez üçlüyü bu uyumlu ekipten oluşturmak Fatih Terim’in genel planı. Çalhanoğlu ve Arda’nın değerini yadsımıyorum kuşkusuz. Onlar zenginlik. Ancak genel yapının bu üçlü etrafında oluşması neredeyse bir zorunluluk.
Bu zorunluluk diğer tüm pozisyonlardaki seçimleri etkiliyor. Bu yüzden ligin en iyi yerli defansif orta sahası Mehmet Topal stoper eksiği nedeniyle bir adım geri çekilebiliyor. Bu, avantajlı taraf. Ancak Arda ve Çalhanoğlu’nu kenarlara atmak da zorunluluk oluyor. Eğer 4- 6-0 oynamayacaksak başka çare yok gibi. Dünkü temel sorun Selçuk’un dinlenmesi gerekliliği idi. Bir de Terim’in ‘Selçuk’suz ne yapabiliriz’ Bunu görme isteği.
Burak fark yarattı
İlk yarıda oynu kurma konusunda doğal olarak büyük sorun yaşadık. Volkan’lı, Hakan’lı, Arda’lı, Cenk’li oyuna uygun olarak dar alanda iş yapmaya çalışan bir takım olduk. Plan çok yürümedi. Yavaş kaldık. Topu almadan kime vereceğini bilmek gereken bir oyun bu. Kulüp alışkanlığı ya da uzun süreli kamp gerektiren bir oyun. İstediğimiz akınlardan sadece Oğuzhan’la sonuçlanan bir tanesini bulabildik. Kötü vurdu. Olmadı. Cenk’in sırtı dönük oyunda kendisine alışık fazla oyuncu bulamayışı sıkıntı oldu.
İkinci yarıda Emre’nin dar alan becerisi ve patlayıcı özellikleri hemen parladı. Ancak oyunda farkı Burak’ın girmesiyle yarattık. Dar alan oyunundan vazgeçip arkaya uzun ani toplar atmaya başladık. Pozisyonlara girmeye de... Bu, Karadağ seviyesinde bir takımı tedirgin eder. Ki etti.
Savunma göbeğinin olması gerekenden geride kalması oyun boyumuzu ilk yarıda uzattığı için öndeki dar alan oyuncularına bir akın sürekliliği sağlayamamıştık. Burak’ın girmesiyle buna çok da gerek kalmadı. Ve oyunu başka bir şekilde elimize aldık. kaçırılan onca pozisyondan sonra son saniyede golü de bulduk.
‘’Fenerbahçeliler kontağı kapatmış!‘’
İlk yarı boyunca Van Persie’nin ayağına doğru düzgün top değmedi. Bunu sağlayan Emre’nin, Selçuk’un yanındaki iyi oyununa Sneijder’in de dahil olmasıyla Galatasaray’ın topa sahip oluşu. Ligin aksine bunu başardılar. Ligde oynanan son maçta Fenerbahçe, orta sahayı pas geçen bir oyunla direkt, uzun toplarla rakip kaleye gitmişti. Dönenleri topladılar. Alamadıklarında rakip Donk’la paslı çıkamayınca Fenerbahçe baskı yarattı. Bir çok net pozisyon buldu.
Acemice ve aceleyle
Bu kez böyle olmadı. 2 sebeple. Fenerbahçe’de oyuncuların çoğu Başakşehir maçından sonra kontağı kapatmış. Bu durum ikinci yarıda top onlara geçtiğinde rakip alana yerleştiklerinde bile atlatılamadı. Çok acemice ve aceleyle bitirdiler akınları. Müthiş bir hamlık vardı. Ligdeki kısır dönemlerin de ötesinde. Yani hem bir hücum planı olmadan bireysel beceriye dayalı bir oyununuz varsa... Ve hem de bireyler kontağı maç içinde açmaya uğraşıyorsanız, iş çok zorlaşıyor.
Tek pozisyon verdiler
Galatasaray’da ise durum bunun tam tersiydi. Hatta fazla konsantrasyondan enerjilerini biraz hesapsız kullandılar. Ancak ikinci yarıda oyun Fenerbahçe’ye geçtiğinde dahi yapısal bir sorun yaşamadılar. Ancak Sneijder-Chedjou değişikliği çıkmalarını engelledi. Baskı yediler ama Ba’nın kornerden gelen kafasının direğe vurması dışında pozisyon vermediler.
‘’Taşlar yerinden oynayacak‘’
Galatasaray, savunmasını belirleyemeden ligi bitirdi. Fenerbahçe, hücum hattına son 4-5 haftada tam karar verdi. Galatasaray, geçen yıl; Drogba, Burak, Umut’la gol arıyordu. Bu yıl kupadaki en golcü ismi Sinan olmadığı için zorlandı. Fenerbahçe, Alex’ten bu yana bir 10 numara bulabilmiş değil. Nani’yi devşirdi. Fenerbahçe, Süper Lig’de en az gol attığı 4. sezonu geçirdi. Galatasaray; Ocak-Nisan arası 7 maç üst üste kazanamadı. Ve her iki kulüp de teknik direktör arıyor... Muhtemelen kaybedenin arayışı hızlanacak. Bir kupa finali için eşine az rastlanır şekilde pozitif yönlerden çok negatif yönlerin ağır bastığı bir denklem söz konusu.
Bu oyunla kolay degil
Fenerbahçe, ligde Osmanlı ve Başakşehir gibi iki kompakt takım karşısında puan kaybederek şansını kaybetti. Galatasaray, bu 2 takıma benzemiyor. Santrfor eksiği bir yana büyük bir hücum gücü var (Ligin en fazla gol atan ikinci takımı). Ancak Fenerbahçe’yi sıkıştıracak oyun kurdurmayacak bir dar alan oyunu oynamayı ligde hiç başaramadılar. Selçuk’un yanında forma giyen Emre’yle geri dönmekte zorlanan Yasin, Sneijder ve Podolski’yle Fenerbahçe’ye oyun kurdurmayıp sıkıştırmak kolay değil.
Dibe indiler ama...
Galatasaray açısından avantaj psikolojik yönde... Galatasaray bunalımlı bir ligde son haftalarda biraz nefes alıp çıkış trendine geçmiş gibi duruyor. Dibe indiler ve sanki ayaklarını vurup biraz yükseldiler. Fenerbahçe’de ise kaybedilen şampiyonluk sonrası hoca dahil 7-8 oyuncunun kaderi belli değil. Onların tutunacağı tek dal sağlam savunmaları ve ezberledikleri oyunları. Bugün karşılarında kompakt oynamayı bilen bir takım olsa maçı kazanmaları bu ruh haliyle çok zor olurdu.
Ancak Galatasaray eğer kazanacaksa bunu bu yönleriyle yapmayacaklar. Fenerbahçe’yi Başakşehir gibi baskılayabilecek bir yapıları yok.
Psikolojik sıkıntıda boğabilirler
Sinan, Sneijder, Podolski gibi yüzdeli oyuncularıyla bulacakları golle, Fenerbahçe’yi içinde bulunduğu psikolojik sıkıntıda boğmak tek şansları. Oyun dengesi açısından net favori Fenerbahçe ama psikolojik denge Galatasaray’a yıldızlarıyla parlama şansı verebilir.
Yüzdeli akınlar işi çözebilir
Bu oyunda belirleyici olan Fenerbahçe’nin iki kanadının özellikle de Alper ve Volkan’nın içe kıvrılıp Nani ve Van Persie’yle girecekleri verkaçlar ve dönenleri toplama yüzdeleri olacak. Ligde olduğu gibi orta sahayı pas geçip hızla rakip ceza sahasına topu gönderecekler. Galatasaray’ın ön ve arka hatlarını birbirinden kopartmayı amaçlayacaklar. Bunu yapabilirlerse ligdeki oyunların mantığı sahaya yansır. Bunu yapamazlarsa Galatasaray’ın yüzdeli akınları işi çözebilir.
Bu maçın sonucu...
Galatasaray bu maçı kazanırsa tarihinin en bunalımlı sezonunu Fenerbahçe’nin önünde bitirecek. Bu sonuç Fenrbahçe’yi de tarihinin en pahalı transferlerini yaptığı sezonda ezeli rakiplerinin arkasına atacak. Galatasaray kaybederse sezonun ana temasından çıkmış olmayacaklar.
Fenerbahçe kaybederse bütün taşlar yerinden oynayabilir.
Yüksek konsantrasyonla...
Sonuç olarak oyun anlamında geride olan Galatasaray’da hemen herkesin yüksek konsantrasyonla maça hazır olduğunu biliyoruz. Daha iyi olan Fenerbahçe’nin hangi durumda olduğunu ise tahmin etmek zor. Her şeye açık bir final. Ve muhtemel sonuçlar da bu kulüpleri her şeye açık hale getirebilir.